bilgievlerim: Mart 2017
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


28 Mart 2017 Salı

Ekslibris: Kitapsever kartviziti

Ekslibris: Kitapsever kartviziti nedir ex libris

Ex libris; genellikle kitap kapağının iç tarafında veya ilk sayfalarında bulunan, üzerinde kitapseverlerin adlarının ve değişik konularda resimlerin yer aldığı, kitabın ait olduğu kişiyi bildiren, küçük boyutlu, hem resim hem grafik kuralları çerçevesinde hazırlanmış kompozisyonlara verilen Latince deyiştir. Türkçeye “ekslibris” olarak geçmiş, İngilizce “bookplate” olarak bilinmektedir.

Ekslibris nedir?

Ekslibrisler mülkiyet bildirir, genellikle bir isimle birlikte kullanılırlar. Bu tasarımlar …’nın kitabı veya …’nın kitaplığından anlamına gelmektedir. Kitap sahibini tanıtır ve onun hakkında bilgi verecek figürler, kompozisyonlar oluşturur. Ekslibrisler önemli iletişim araçlarıdır. İhtiyaç için doğmuş olmalarına karşın estetik kaygılarla hayat bulmaya devam eden özgün tasarımlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
ekslibris

Binlerce yıllık tarih

Ekslibrislerin çok uzun bir geçmişe sahip oldukları bilinmektedir.  Bu alandaki ilk olarak kabul edilen çalışmanın M.Ö. 1400 yıllarında açık mavi bir fayans üzerine yapılmış olduğu, Mısır firavunu  III. Amenofis’in kitaplığına ait olduğu ve bu levhaların papirüs rulolarını korumak için kullanılan ağaç sandıklara takıldığı tahmin edilmektedir.
Gerçek anlamda ekslibrisler matbaanın icadı ile kullanılmaya başlanmıştır. Önceleri sadece kiliselerin ya da krallıkların kütüphanelerinde bulunan el yazması kitaplar vardı. Matbaanın icadı ile çoğaltılarak alt düzeydeki soyluların ve burjuva sınıfı mensuplarının da elde edebilmesi mümkün olmuştur. Böylece tek kopya olma özelliğini kaybeden kitapların kaybolmaması için bir aidiyet işaretine ihtiyaç duyulmuş ve ekslibrislerin kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır. İlk ekslibrisin 15. Yüzyılda Güney Almanya’da kullanıldığı bilinmektedir.
Bunlardan biri “kirpi” lakaplı Alman papaz Johannes Knabenberg için yapılan, çayırda bir çiçeği ısıran bir kirpinin resmedildiği, 19 cm boyutundaki ekslibristir. 16. Yüzyılda kitapların çoğalması ile birlikte yaygınlaşan ekslibrislerin ünlü sanatçılar Albrecht Dürer (1471-1528), Lucas Cranach (1472-1553), Edvard Munch (1863-1944), Kaethe Kolwitz (1867-1945), Emil Nolde (1867-1956), Paul Klee (1879-1940), Pablo Picasso tarafından dönemin önemli devlet adamları, bilim adamları ve yakınları için tasarlandıkları bilinmektedir.



III.Amenofis için tasarlanan ex libris                                    1470 – 1480 yıllarında Branderburg ailesi için                                                                                                                    tasarlanan ex libris 6,35 x 6,35 cm

Ekslibrislerin Türkiye’de yer bulması

Türkiye’nin ekslibrisi tanıması ise batıdan satın alınan kitaplarla mümkün olmuştur. Batıdaki ekslibrislerin geleneğinin bizim kültürümüzdeki karşılığı mülkiyet işareti olan mühürlerdir. Bu mühürler de bir çeşit aslında. Zamanın devlet adamları ve padişahları kitaplara mühürlerini basmışlar, vakıflar özel mühürler yaptırmışlardır. Osmanlı döneminin elyazması kitaplarında çok sayıda mühür görmek mümkündür. Hatta bunların bazıları kaligrafinin yanı sıra ebru sanatıyla desteklenmiştir Ancak Avrupa ülkelerinde yaygın olarak kullanılan ekslibrisli kitaplar, ikinci el satışlarla ülkemize girmiş, bu kitapların sahipleri öldüğü zaman ise yakınları tarafından kütüphanelere bağışlanıp sahaflara satılmıştır.
Türkiye’de adına ilk ekslibris yaptıranlar, yabancı uyruklu kitapseverlerdir. Üsküdar Amerikan Koleji, Robert Kolej gibi okullarda görev yapan öğretmenlerin kendileri için ekslibrisler yaptırdıkları, ayrılırken kütüphaneye bıraktıkları kitaplardan anlaşılmaktadır. 1980’li yıllardan bu yana, özellikle güzel sanatlar eğitimi veren kurumlardaki öğretim elemanlarının özendirmeleriyle, ekslibrisler yapan kişiler yetişmeye başlamıştır. Artık yurt dışında yapılan ekslibris sergilerinde ve yarışmalarında ülkemizin adını duyuran tasarımcılarımızın isimleri geçmektedir.



Ekslibrisli kitap örneği

Nasıl tasarlanır?

Ekslibris, yapım süreci olarak resim disiplinine işlevselliği olarak ise grafik ürünlerine yakın bir tasarımdır. Kişinin öne çıkan özellikleri; mesleği, hobileri, beğenileri, hayalleri ve hatta fantastik öğeler konu olarak yer alınabilir. Teknik anlamda sınırlama yoktur ve isteğe bağlı olarak klasik resim yöntemiyle ya da teknik aletler kullanarak ekslibrisler yapılabilir.
Ekslibriste esas olan dengeli bir kompozisyon oluşturmak, resim yazı ilişkisini iyi kurmaktır. Tasarımın bir köşesine, çalışmanın bir ‘ekslibris’ olduğu, ait olduğu kişinin ismi ya da isminin baş harfleri, yapım yılı yazılmalıdır. İsteğe bağlı olarak ekslibrisi kitaplarında kullanacak kişi, kendisine ulaşılmasını kolaylaştırmak adına arkasına adresini yazabilir. Boyutunun en fazla 13 cm.’den büyük olmaması gerekir. Baskı kağıdı olarak her türlü kağıt kullanılabilir. Hatta el yapımı kağıtlar, baskıları daha çekici göstermesi ve farklı dokular yaratması açısından tercih edilebilirler.
Kitaba yapıştırılacağı da düşünülerek ‘ekslibris kağıdının’ fazla kalın olmamasına özen gösterilmelidir. Hazırlanan ‘ekslibris’, klasik çoğaltma yöntemlerinden biri kullanılarak sayıca artırılır ve bunlar kitapların kapak içine ya da ilk sayfanın üzerine yapıştırılır. Damga olarak da tasarlanmış ekslibrisler ile de zaman zaman karşılaşılmaktadır.



Damga ex libris örnekleri

Koleksiyonerlerin ilgisi, sergiler, dernekler

Ekslibrisler, konulara, sanatçılara, tekniklere göre değerlendirilip meraklıları tarafından toplanmaktadır. Koleksiyoncular, ellerindeki çift baskıları diğer kişilerle değiştirerek çok sayıda ekslibrise sahip olmakta, bu değiş tokuş sayesinde kendi koleksiyonlarını kalite olarak geliştirmekte, sayı olarak artırmaktadırlar. Koleksiyoncular, tanınmış sanatçıların ekslibrislerini, özellikle de müzik ve erotik konuları içerenleri tercih etmektedirler. Onlar için Ekslibrislerin estetik bütünlüğü, teknik yetkinliği ve resim – yazı ilişkisi de önemlidir. Bu küçük baskıların sanatçısı tarafından imzalanmasına, ne zaman, ne kadar sayıda ve hangi teknikle basıldığının belirtilmesine dikkat edilmektedir. Bazı kitapçılarda satılan herkesin alabileceği türdeki isim yerleri boş bırakılmış “evrensel Ekslibrisler” koleksiyoncular tarafından tercih edilmemektedir. Koleksiyoncuların kullanışlı buldukları tasarımlar 5 – 7,5 cm. civarında olanlardır.
Avrupa ülkelerinin hemen hemen hepsinde, Amerika’da ve Japonya’da Ekslibris sanatçılarının ve koleksiyoncuların bir araya geldikleri ekslibris dernekleri vardır. Bu derneklerin bazıları, kapsamlı ‘ekslibris yıllıkları’ ve periyodik bültenler yayımlarlar. Bültenlerde tanıtımı yapılan bazı sanatçıların orijinal çalışmaları da bulunur. Üzerinde kültürel ve tarihsel değerler taşıyan Ekslibrisler, 500 yıldan bu yana sanatsal kaygılarla tasarlanmakta ve meraklıları tarafından toplanmaktadır. İnsanı farklı düşüncelere yönelten bu özgün çalışmalar; genellikle kitapların boyutuna bağlı kalınarak hazırlanıp, değişik baskı teknikleriyle üretilmektedir.
Özellikle güzel sanatlar egitimi veren kurumlardaki özgün baskıresim ve grafik tasarım derslerine giren ögretim elemanlarının özendirmeleriyle, ekslibris yapan kişiler yetişmeye başlamıştır. 1997 yılında kurulan Ankara Ekslibris Derneği, 2008 yılında İstanbul Ekslibris Derneği‘ne dönüşmüş, 2003, 2007 ve 2010’da üç uluslararası ekslibris yarışması düzenlemiş, yurt içinde 11 büyük kentte, KKTC, Kanada, Finlandiya, Belçika, Meksika, Rusya’da ekslibris sergileri, workshoplar, konferanslar organize etmiştir. Avusturya, İsviçre, Çin, Meksika ve Rusya’da yapılan Uluslararası Ex libris Kongrelerine katılınıp, Türkiye’nin tanıtımı yapılmıştır.
Ekslibris Derneği’nin en önemli hedefi olan Ekslibris Müzesi, Ocak 2008’de IMOGA İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi bünyesinde kurulmuştur. Üsküdar Ünalan Mahallesi’ndeki Istanbul Ekslibris Müzesi, koleksiyonundaki 15.000 ekslibris ve çok sayıda yayınla ziyaretçilerini beklemektedir.


İstanbul Ekslibris Derneği, Feyziye Mektepleri Vakfı ve Işık Üniversitesi, Türkiye’nin ekslibris sanatında geldiği noktayı uluslararası platforma taşımak, ekslibrisler yoluyla ülkemizi, kültür ve sanatımızı yurtdışına tanıtmak, dünya ülkeleri arasında bir kültür köprüsü yaratmak, ekslibrisin yaygınlaşmasını sağlamak ve yaratıcılarını teşvik etmek amacıyla her yıl  FISAE Uluslararası Ekslibris Kongresi’ni düzenlemektedir. Bu kongreye bağlı olarak sergiler ve yarışmalarda derneğin organizasyonu ile gerçekleştirilmektedir.




Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri

Özellikle günümüzde komplo teorileri internetin de yardımıyla kolayca yayılıyor. Ancak bu teoriler her zaman tamamen yanlış olmayabiliyor. İşte gerçekliği kanıtlanmış birçok komplo teorisi…

Üzerinde çok konuşulan ve gerçekliği kanıtlanan komplo teorileri…

Mockingbird Operasyonu

Soğuk Savaş döneminde CIA’in kendi fikirlerini yaymak için çok çeşitli güçleri kullanması olayı.
Temel amaç CIA’in görüşlerini ve 1950’lerde ABD’nin oluşturduğu savaş programını desteklemek için bir ağ kurulması ve bu ağın içine medya çalışanları, diğer ülke liderleri ve güçlü iş adamlarını almaktı.
Neredeyse tüm dünyanın canını yakacak planlarla dolu olan bu operasyon 1970’li yıllarda bitmiş, bitirilmiş gibi görünse de tamamen bittiği gerçeği hiçbir yerde konu edilmemektedir.

Tuskegee Frengi Deneyi

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
ABD’de 1932-1972 yılları arasında deneysel amaçlarla 600 Afrika asıllı Amerikalı denek olarak kullanıldı. Bunların 399’u frengiliyken 201 sağlıklıydı. Ücretsiz tedavi altında bu kişiler üzerinde deney yapılarak frenginin siyahiler üzerindeki etkisi araştırıldı. Penisilinle tedavisi mümkün olduğu halde frengili kişiler tedavi edilmedi, sadece gözlem yapıldı. Deneklere gerçek söylenmedi. Gerçekler 1972 yılında ortaya çıktı.

MK-ULTA projesi

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
CIA’in yürüttüğü MK Ultra Projesi’yle insanlar üzerinde hipnotize, duygusal yoksunluk gibi yöntemler kullanılarak istenilenleri söyletme, istediğini yaptırma deneyleri deneklerin işin ucunu kaçırıp ABD ve Kanada’da işkence yöntemleri kullanmaları sonucu ortaya çıktı.
MKUltra programı 1945 yılında başladı ve bu konuyla ilgili Joint Intelligence Objectives Agency (Ortak İstihbarat Ajansı) kuruldu, bu kuruma doğrudan yetki verildi. Çalışılan bazı bilim adamları, işkence ve beyin yıkama olarak tanımlanan suçlardan, bazıları da savaş suçu, Nazi, Nazilik suçuyla yargılanmıştır.

Gleiwitz Vakası

Gleiwitz Vakası 31 Ağustos 1939’da, 2. Dünya Savaşının Avrupa’da başlamasının arefesinde, Polonyalı kılığına bürünmüş Nazi güçlerince Yukarı Silesya’nın Gleiwitz kentindeki Gleiwitz Radyo İstasyonuna yapılan düzmece saldırıdır.
Bu provokasyon, Nazi Almanyası SS’inin Himmler Operasyonu’nun en iyi bilinen parçasıdır. Almanya’nın Polonya’yı işgali için haklı bir nedeni olduğunu göstermek amacıyla, Polonya’nın saldırganlığını göstermek için tertip edilmiştir.

Prizma (gözetim programı)

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) PRISM programı adı altında en az dokuz büyük Amerikan (Google, Yahoo, MSN, AOL) internet servislerinden iletişim ve veri toplama olayını anlatan gizli bir güvenlik programıdır.
Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti 2001 yılında bu gözetim sistemi kapsamını artırmış ve program resmi olarak 2007 yılında hayata geçmiştir.

Paperclip harekatı

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
Paperclip (Ataç) Harekatı, ABD askeri istihbarat servisinin II. Dünya Savaşının sonu ve sonrasında Nazi Almanyası’ndan önemli bilim adamlarının ülke dışına kaçırılması operasyonunun kod adıdır.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde CIA’in Nazi bilim adamlarını ABD’ye getirme planının kod adı. Ynet’e göre bu bilim adamları kimyasal silah geliştirilmesine yardımcı oldu.

Nayirah tanıklığı

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
1990’da 15 yaşında Nayirah adlı bir kız Kongre’ye Iraklı askerlerin Kuveyt’te bir hastanede bebekleri kuvözden çıkarıp betona fırlatıp öldürdüklerini iddia etti. Bu iddia ABD’de büyük ses getirdi ve 3 ay sonra ABD Körfez Savaşı için düğmeye bastı. Savaş sonrası New York Times, Nayirah’ın Kuveytli diplomat Saud Nasser Al Sabah’ın kızı olduğunu ortaya çıkardı ve açıklamalarının bir PR çalışması olduğunu gösterdi.

Edward Snowden Olayı

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
Projenin patlama noktası Snowden’ın Amerikan ve İngiliz istihbarat servislerinin kullandığı kitle takip programlarını kamuoyuna açıklamasıyla oldu.
Olayın sonucunda Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi’nin Başkanı Orgeneral Keith Alexander, Amerikan Kongresi’nde bir komisyona gizli programla ilgili bilgi vermek zorunda kalmıştır.
Dahası Amerikan’ın en büyük internet şirketleri Google, Facebook ve Microsoft da Obama yönetiminden, kendilerinden istihbarat dairelerine kullanıcı bilgilerini teslim etmesini isteyen federal mahkeme emirlerini yayınlamasına izin vermesini talep ederek her şeyin açığa çıkarılmasını istemişlerdir.
Obama’yı ve yönetimini zora sokan bu talepler karşısında Amerika Başkanı bu gibi sistemlerin Amerikan ya da diğer halkları değil, terörist saldırılar yapmasından korkulan yabancıları gözetlemek için kullanıldığını belirtmiştir.
Dünya kamuoyuna yansıyan bu olay sonuncunda uzmanlar, 21. yüzyıl dünyasında gizliliğin çok zor olduğunu ve devletlerin mümkün olduğunca şeffaf ve demokratik olmaları gerektiğini savunmuştur.

COINTELPRO (Karşı İstihbarat Programı)

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
ABD’nin kendi vatandaşlarına karşı yürüttüğü çok bilinen operasyonlardan birisinin adı.
1965’te Soğuk Savaş’ın en hareketli günlerinde başlayan program başlangıçta ABD Komünist Partisinin aktivitelerini takip etmek ve bozmak amacıyla yürürlüğe sokulmuştu ancak bununla yetinmeyen FBI, Ku Klux Klan, Black Panthers gibi örgütlerin içine sızarak amaçları ve planları ifşa etmek amacıyla programı genişleterek sürdürmüştür.
ABD halkına ise kısaca, casusların Amerika’nın sırlarını çalmasını önleme çalışmaları şeklinde tarif edildi.
Malcolm X cinayetinde COINTELPRO ajanlarının rolü olduğu kesin biçimde ortaya çıkmıştır.
Program, bugün neredeyse tamamen Müslüman Amerikalılara yönelik faaliyet gösteriyor.

Hillsborough faciası

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
15 Nisan 1989’da 96 Liverpool taraftarı Sheffield Wednesday’in Hillborough Stadyumu’nda çıkan kargaşada hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Suç taraftarlara atıldı. 2016 Nisan ayında sonuçlanan soruşturmada Liverpool taraftarı aklanırken sorumluluğun poliste olduğu ortaya çıktı.

Northwoods Operasyonu

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
ABD hükümetinin soğuk savaş planı Northwoods Operasyonu, CIA’in Küba’ya karşı planladığı gizli bir operasyondur. Planlarda CIA ABD ordusunu vuracak ve bunu Küba yapmış gibi gösterecekti. Böylece halk desteği alınarak Küba’ya savaş ilan etmenin yolu açılabilecekti.
Ancak, bu dehşet verici plan dönemin başkanı John F. Kennedy tarafından onaylanmadı.

Alkole zehir katıldı

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
Slate’in haberine göre ABD hükümeti alkol yasağı sırasında kasıtlı olarak içkilere zehir karıştırıldı. Yaklaşık 700 kişi bu nedenle hayatını kaybetti.

Contra, kokain kaçakçılığı ve CIA

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
Amerika Birleşik Devletleri Merkezi İstihbarat Ajansı (CIA) Reagan yönetimi sırasında Orta Amerika’da kokain ticaretinin içinde olduğu ve ülkeye kaçak yollarla kokain soktuğu iddiası 1980’lerden beri çeşitli resmi gazetelerde soruşturma konusu olmuştur.
İddia şöyle; CIA kokain ticaretine, 1979’da Nikaragua’da kurulan sol kanat Sandinist hükümeti yıkmaya çalışan sağcı gerillaları (Contra) desteklemesiyle dahil oldu.
Senatonun terör ve narkotik alt-komitesinin 1989’da bildirdiğine göre: “Uyuşturucu ticareti tüm Contra savaş gayretlerine yayıldı.” Rapor, Orta Amerika’daki Amerikan görevlilerinin kokain akışını kasıtlı bir şekilde görmezden geldiğini ve ticarette kullanılan hava taşıma şirketlerinin Amerika merkez hükümetinden para yardımı aldığı sonucunu çıkarıyor.
1986 Şubat’ında durum kontrolden çıkınca Ronald Reagan bir açıklama yapmak zorunda kaldı ve şunları söyledi: “Sovyet müttefikleri olan Küba ve Nikaragua gibi ülkelerle uluslararası uyuşturucu ticareti ve terörizm arasındaki bağlantı gittikçe açığa çıkmaktadır. Bu ikiz şeytanlar, uyuşturucu ticareti ve terörizm, günümüzde yarıküreye yönelik en tehlikeli ve sinsi tehditlerdir.”

Stargate Projesi

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri
Uzak mesafelerden görüntü almaya yarayacak duru görü ve psişik yöntemleri içinde barındıran birçok projeyi kapsayan ABD’nin metafizik-psişik projesi.
İslam inancına sahip ülkelerde bilimsel ve dinin emirleriyle uyumsuz olduğu düşüncesiyle ilgi görmemiş bir proje olarak bilinir.



22 Mart 2017 Çarşamba

Batı Medeniyetinin Tanrısı; Şiddet ve Sömürgecilik

Gerçekliği kanıtlanmış komplo teorileri

Batı Medeniyetinin Tanrısı; Şiddet-Ahmet Anapalı


Avrupa, Makyavel’den beri kasideler okur şiddete. Hıristiyan’ıyla, maddecisiyle, sosyalistiyle bir sara nöbeti içindedir. Ama şiddet, tarihin hiçbir döneminde çağımızdaki kadar yüceltilmemiştir. Sorel’in “Şiddet Üzerine Düşünceler”iyle başlayan bir histeri nöbeti, Batı’nın sözde irfanını bir cinayet kışkırtıcısı derekesine düşürdü. Camus doğru söylüyor: “Maverayla (Manevi dünya) göbek bağını koparmış bir dünyanın insanı ya intihar eder ya isyan.”
 İlgili resim
Öldürmek, maddeci Batı’nın alın yazısı. Kendini ve daha da çok başkalarını öldürmek. Amerika’nın Irak’ı özgürleştirirken(!) bu duruma karşı gelen Iraklıları “Hainler” diyerek öldürmesi gibi.
Bu durumda ne yapmak lazım? Fuzuli’nin dediği gibi;
Konuşsam tesiri yok, sussam gönül razı değil.
İnsan insandan iğreniyor. Bir ana kucağı olan tabiat sonsuz bir mezbaha. Şehirler, kan deryası. Büyücü çırağı, topraktan fışkırttığı ifrit tohumlarını tekrar yerin dibine sokmak için var gücüyle tedbir arıyor. Ne yazık ki şerrin kaynağına bir türlü inemedi. Biz de temelleri çatırdayan bu yalancı, bu katil medeniyetin şuursuz bir taklitçisi olarak aynı ölüm karnavalına katılmış bulunuyoruz. Batı’dan ayrıldığımız tek taraf: Şuursuzluk. Çılgınlığımıza “bilimsel” bir yafta yapıştırdık: Anarşizm. Oysa bu kör doğuşunun hiçbir izm’le uzak yakın münasebeti yoktur. İzm’ler hepsi de batının uydurması hiç birinin bizimle bir alakası yok. Maâşerî bir kuduz, bir kendi kendini tahrip cinneti. Avrupa kendi yarattığı ifritleri tepelemek için elinden geleni yapıyor.
İlgili resim
Batı’nın 1. Haçlı Seferinden beridir bahanesi hep aynı; Barbar doğuya medeniyet götürmek. Rusya önce Afganistan’a şimdi Çeçenistan’a Amerika önce Vietnam’a şimdi Irak’a Avrupa topyekûn Afrika ve Ortadoğu’ya hep medeniyet götürmüştür. Dünyaları boğacak kadar kan akıtarak… Engizisyon mahkemeleri yüzyıllarca bilim adamlarını din adına kan havuzlarında yüzdürdü. Bahanesi hep aynı; İNCİL IŞIĞINDA BİLİM…
Tekerlemelerle avunmağa çalışıyoruz. Oysa bu büyük yangını şairane lakırdılarla söndürmeğe yeltenmek fikrî sefaletimizin hazin bir hücceti, hazin ve lüzumsuz. Önümde bir kitap duruyor: 1975’de Londra’da basılmış. Adı: Şehir Terörizmi. Yazan: Anthony Burton. Ne tuhaf teröre ve şiddete çare arayan kitaplar yine terör ve şiddetin merkezinden çıkıyor. Avrupa’dan… Aydın denen devekuşları, niçin hadisenin bu tarafı ile meşgul olmazlar?
Bir Afrikalı der ki;
Beyaz adam topraklarımıza ayak bastığında benim elimde topraklarım vardı onun elinde İncil. Gözümü kapatmamı istedi gözümü açtığımda benim elimde İncil vardı onun ayakları altında topraklarım…
İşte bu Avrupa’nın cins kafası Montaigne Denemeler isimli eserinde;
Osmanlı ahmak bir millettir. Çünkü fethettiği ülkelerin hammaddesini, insan gücünü ve toprağını kullanmaz tam tersi yatırım yapar, yol yapar, köprü yapar, hastane yapar vs… Evet. Osmanlı, sömürgeci Avrupa kafasının gözünde bir ahmaktır. Çünkü sömürmez. Buna en başta inandığı dini müsaade etmez sonra insanlığı…
Babil kulesinde yaşıyoruz Sombart’a göre. Avrupa insanı doğru yoldan uzaklaştı… Bir buçuk asırdır Avrupa’da ve Amerika’da olup bitenleri anlamak için Şeytan’ın gücüne inanmak lâzım. Gördüklerimizi Şeytan’ın işi diye vasıflandırmaktan başka çıkar yol yok. Mavera inancını yıktı Şeytan. İnsanları kibirlerinden yakaladı. Tanrı’dan ne farkımız var demeye başladılar. Ve Şeytan içimizde uyuklayan aşağılık insiyakları şahlandırdı: “Hırs, tamah, altın aşkı.” Bu insiyakların doludizgin at koşturacakları bir iktisat düzeni ilham etti:

Kapitalist ekonomi.
Filozof Konuşuyor: Guenon diyor ki: Çağdaş insan garip bir önsezi içinde: bir şeylerin sonu gelecek. Şüphesiz ki bu topyekûn bir kıyamet olamaz. Ama yine de bir dünyanın sonu. Bitecek olan, bugünkü şekliyle Batı medeniyetidir. Batı medeniyetini dünyanın bütünü sayanlar, onun için kıyamet kopacakmış gibi telâşa düşmektedirler. Hakikatte bir devrin sonu bu,
Ne oldu bize?  Yüzlerce insanın aynı anda bulunduğu şehir meydanlarına bomba koyan akılsızlar da nereden çıktı? Toplum zıvanadan çıkmış. Cinayet cinayeti kovalıyor. Akıl susmuş ve mefhumlar cehennem! Bir raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanları. İdeolojiler yol gösteren birer harita değil, idrake giydirilen deli gömlekleri. Aydın dilini yutmuş; namlular konuşuyor. Bir kıyametin arifesinde miyiz acaba? Dünyayı Şeytan mı yönetiyor?
Düzeni büyücüler mi bozdu? Bu kördüğümü çözecek Osmanlı nerede? Tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti karşısındayız. Sosyal bir kuduz veya kanser. Bu sinsi, bu kancık, bu sürekli boğazlaşmaya anarşi demek hata. Anarşi saman alevi gibi yanıp söner. Her ülkede, her çağda, her düzende belirebilir: fitne, fesat, kargaşa. Anarşizm desek düpedüz münasebetsizlik. Anarşizm, bir dünya görüşüdür. Tutarlı bir felsefesi, gözü pek havarileri, ölümle alay eden kahramanları vardır. Anarşizm, hürriyet aşkıdır. İnsanın asaletine ve yüceliğine inanıştır. Tek kusuru hiçbir zaman gerçekleşmemiş ve Gerçekleşemeyecek olması. Anarşizm Avrupa’nın rezil ve yalancı medeniyetini yok edip bahtiyar bir çağın yaratıcısı olmak hülyasıdır.
Polis, suçluları bulamıyor; adalet, cezalandıramıyor. Bence bunun sebebi şu olsa gerek: Suçun şekli başkalaştı. Bir zamanlar suç kaba kuvvete dayanırken, şimdi ince ve medenî oldu; gaddarlığın yerini hile aldı, şiddetin yerini dalavere. Modern suçlu, adalelerinden çok beyni ile iş görür, büyük bir avantaj… Biz hâlâ delileri de şerirleri de peşin hükümlerle ele alıyoruz. Halk, delilik deyince, ya hezeyanı anlar ya budalalığı. Mantık kurallarını çiğnemeden ve hiçbir hataya düşmeden akıl yürüten bir insan, deli olamaz ona göre.
İlgili resim
Suçluları da tanımıyoruz. Avama sorarsanız, suçlu ya hırsızdır, ya katil. Hırsızlık yapan veya adam öldüren deyince de gözünün önüne kılıksız kıyafetsiz, çirkin bir insan gelir. Toplum ilerledi. Şimdi kan yerine altın, işkence yerine rüşvet geçerlidir. İnsanlık bugüne kadar iki çeşit medeniyet yaratmış, diyor Ferrero: şiddete dayanan medeniyet, hileye dayanan medeniyet. Şiddete dayanan medeniyette, hayat kavgası kaba kuvvetle; hileye dayanan medeniyetlerde ise, kurnazlık ve aldatmaca yolu ile yapılır.
Şiddete dayanan medeniyette, siyasî iktidar ve servet, silâh elde fethedilir. Milletler arasındaki ticarî rekabet ordular ve donanmalar vasıtasıyla çözümlenir, fertler arasındaki hukukî anlaşmazlıkların hal yolu da düellodur. Hileye dayanan medeniyetlerde ise, siyasî iktidar tabanca kurşunları ile değil para ile elde edilir.
Bir bankadan halka ait olan paraları, sahibine yani halka sormadan halk için çaldığını iddia eden ve davası, idealleri uğruna ölüme gülümseyerek yürüyen Deniz Gezmiş ruh itibari bu tanıma uyar, ama merkezi bir meydana, metroya, otobüs durağına bomba koyan cani asla, gencecik kızlarımızı, kirletip vahşice katleden soysuz asla…
Toplum olarak yaşadığımız bu depresyon ruhu da ne? Ne oldu bize? “Ümmet bir vücut gibi olmalıdır, bir taraf ağlarken bir taraf gülemez” diyen Allah’ın sevgili kulu o yüce insanın ümmeti olduğumuzu ne çabuk unuttuk?
Kimler unutturdu bize bu hakikati?
Atalarımızın atının ayağının değdiği her coğrafyada “ADALET” ve “İNSANCA YAŞAMAK” yaşamak ana düstur sayılırken, şimdi memleketimizin sınırlarında dahi bu huzuru sağlayamıyoruz.
TERÖR ESKİDEN BİR ÇIĞLIK KADAR YALINDI, ŞİMDİ BİLİM GİBİ EVRENSEL… DÜN ROBES PİERRE KILIĞINDA YARGILANIRKEN, BUGÜN DÜNYAYI YARGILAMAKTA…
BU NE REZALET?
DİPNOTLAR

Fatih Sultan Mehmet Ortodoks Hıristiyan, Annesi de Sırp mı?


21 yaşında çağ açıp çağ kapatan, ikibin senelik köklü geçmişe sahip bir imparatorluk olan Roma İmparatorluğu’nu haritadan silen ve doğumundan sekizyüz sene evvel peygamber efendimiz tarafından zikrolunan; “Letüftehanne’l Kostantıniyyete, ve le ni’mel emrü zâlike’l emr, ve le ni’mel ceyşü zâlike’l ceyş / Kostantiniye, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır”1 hadisine mazhar olan büyük ata, cennet mekân Fatih Sultan Mehmet Han meğerse Ortodoks bir Hıristiyan’mış. Hem de papa ile temas halinde olan samimi bir Hıristiyan…
EVET evet yanlış okumadınız. Peygamber hadisi ile müjdelenmiş bu muhteşem insan güya Müslüman değil samimi dindar ve Ortodoks mezhebine bağlı bir Hıristiyan’mış. Şimdi isterseniz hiçbir ilmi, fikri ya da düşünsel hakikati paylaşmayan bu cahil zırvalamalarını en baştan anlatalım.
Mevzu Osmanlı ve kahramanlıkları olunca Batılı tarihçilerinin ve Türkiye içinde yaşayıp da Osmanlı ile ilgili araştırma yaparken yüzünü Batı’ya çeviren yerli tarihçilerin sürekli referans olarak kullandığı Alman tarihçi Prof. Babinger’in Türkçeye çevrilen “Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı” adlı kitabında2 yer alan hayret edici tanımlamalardan biri de esasından koca Fatih’in Müslüman değil koyu bir Hıristiyan olması sanırım her kesimin dikkatini çekecek olan provokatif bir söylemdir.
Babinger söz konusu bu eserde Fatih Sultan Mehmet Han’ı, yıkıcı, cani, zalim, eşcinsel ve Hıristiyanlığa sempati duyan hatta zamanla papanın isteği üzerine Hıristiyan olan bir padişah olarak nitelendiriyor. Sultan Mehmet’i. bu iddialara zemin hazırlamak adına Fatih’in kardeşlerini öldürüp bu davranışın Osmanlı’da neredeyse bir gelenek haline almasından tutun da “Avni” mahlasıyla yazdığı divan şiirlerine kadar her şeyin mercek altına alındığını söylemek güç değil.
Fatih’in divan şiiri tutkusu ve onun tarafından yazılıp yazılmadığı bilinmeyen ama nedense ısrarla ona mal edilmeye çalışılan; “Galata’yı gören cenneti istemez / Orada o servi yürüyüşlü sevgiliyi gören / Serviyi hatırına getirmez / Orada işveli bir Hıristiyan güzeli gördüm / Onu gören, Hz. İsa gibi dudaklarının hayat verdiğini anlatır”3 dizeleri objektifliği ile değil saldırganlığı, sübjektifliği ve ideolojistliği ile bilinen Franz Babinger ile aynı mantalitedeki yazarlar için bulunmaz bir nimettir. Bu yüzden sığ bir tarihi bilgiye sahip olup da her konuda ahkâm kesen tarih fukaraları bu bilgiye mal bulmuş mağribi gibi saldırdılar.
1432’de doğan Fatih Sultan Mehmet Han’ın annesini tüm Osmanlı kroniklerinde Türk ve adının da “Hüma Hatun” olarak verirler. Bu bilginin de doğru olmadığı, annesinin Sırp Mara “Maria” Despina isimli bir prenses olduğunu iddia edenler de yönünü Osmanlı kaynaklarına değil Batı kaynaklarına doğru dönenlerdir.4 İddialar bu kadarla da yetinmiyor. Fatih’in annesinin Müslüman Türk değil, Hıristiyan bir Sırp prensesi olduğunu söyleyen kaynakların yanı sıra iş iyice zıvanadan çıkar ve Fatih’in de Türk olmadığı noktasına gelir dayanır. Bu iddiayı utanmadan dillendirenlerin ise tek kaynağı, Bizans İmparatorluk ailesinden gelen ve fetihten sonra Osmanlı’ya hizmet veren Fatih’in tarihçisi Theodoros Spandounes’dur. Spandounes’a göre Fatih hem Müslüman değil, hem de Türk değil!!! Kitabında şöyle yazmış: “Fatih, Türk tarihçilerinin iddia ettiği gibi atalarının göçebe çoban kabileler olarak Tatarların-Moğolların-Oğuzların bulunduğu bölgeden (Orta Asya) geldiğine inanmıyordu. Fatih Sultan Mehmet, ailesinin Bizans İmparatorluk ailesi Komnenoslardan geldiğine inanıyordu.”5
Batılı tarihçiler, Osmanlıların göz kamaştırıcı başarılarından kendilerine gurur payı çıkarabilmek amacıyla, bazı padişahların nesepleri üzerinde tahrifat yapma gayretinden kendilerini alamamışlardır. İşte Fatih Sultan Mehmet Han ve muhterem validesi üzerinden oynanan terbiyesiz oyun budur. Bu tür iftira ve saçmalıklarla dolu kaynaklar başta büyük ve başarılı sultan olan Fatih’in annesi için ilginç olan bu rivayetleri nakleder. Bu rivayetlere göre güya; Sırp Despotu Brankoviç’in kızı Mara “Despina” ve yanındaki hizmetçi Stella adlı bir İtalyan kızı, korsanlar tarafından esir edilerek 2. Murat’a takdim olunmuş gibi gösterilen bir Sırp prensesidir. İşte Fatih’in Hıristiyanlığını ısrarla ispatlamaya çalışan bu kaynaklar Mara Despina’yı anne olarak kabul edip Fatih’in Hıristiyanlığa sevgi ve ilgi duymasını ve neticede bu dine bağlanmasını annesine bağlamaktadır. Hâlbuki Osmanlı kaynaklarına bakıldığında ise durum hiç de böyle değildir. Zira Bursa mahkeme ve nüfus sicillerine göre Fatih Sultan Mehmet Han’ın annesi “Hûma Hatun” isminde bir Müslüman Türkmen kızdır.6
Evet, Fatih’in babası sultan 2. Murat’ın Mara Despina isminde bir hanımı vardır. Fakat o Fatih’in değil 10 aylıkken ölen şehzade Ahmet’in annesidir. Yani Fatih’in üvey annesidir. Üstelik Osmanlı sarayında yetişen her şehzadenin yaptığı gibi. Fatih de babasının tüm eşlerine “Ana” demektedir. Fakat bu analık özlük değil saygı gereğidir. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmet de kendisinin üvey fakat kardeşi Ahmet’in öz annesi olan Mara Despina Hatun’a “Ana” demiştir.7
Fatih Sultan Mehmet Han’ın Hıristiyanlığa karşı duyduğu sevgiyi ve ilgiyi annesi olarak kabul edilen Sırp Prensesi Mara Despina’ya bağlayanların yanı sıra o dönemin papası 2. Pius’la yaptığı muhabbetlere bağlayanlar da bulunmaktadır. Papanın Sultan Mehmet’e mektup yazdığı bilinmektedir. II. Pius, mektubunda yalnızca Hıristiyanlığın İslam’a üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmıyordu. Papalık makamının ruhanî hâkimiyeti altında bir Doğu İmparatorluğu kurmak istemişti. Sultan Mehmet’e Doğu’ya ve Balkanlar’a hâkim olduğu gibi rahatça İtalya’ya hâkim olamayacağını ispatlamaya çalışmıştı. II. Pius, Hıristiyan olmasına mukabil Sultan’ın Bizans’ın fethini meşrulaştırmayı teklif ederek Batılı hükümdarlarını da korkutmayı ümit etmişti. Ancak unutulan ve göz ardı edilen bir hakikat var. Papa mektubu göndermeye bile cesaret edememişti. Bu mektup ve mektuplar papa tarafından Fatih’e gönderilemedi. En azından Topkapı Sarayı arşivlerinde bu yazışma ile ilgili hiçbir kayda rastlanmamıştır. Ama işin ilginç tarafı Vatikan arşivleri ile ilgili çalışmalar yapan Prof. Dr. Kemal Beydilli tarafından Papa II. Pius’un “epistolaları”nın, yani mektuplarının arasında tespit edilen “Fatih’in Papa’ya cevabı” olarak gösterilen mektubun bulunmasıdır. Fatih tarafından yazılıp yazılmadığını tam olarak bilemediğimiz bu mektupta Sultan, Papa’ya Müslümanlığı kabul edip, sünnet olması şartıyla şeyhülislamlık teklif etmiştir. Ne ilginç değil mi? Türkiye’de yaşayıp tarih adına söz söylemeyi kendilerinde hak olarak gören bir grup zavallı Fatih Sultan Mehmet Han’ı Hıristiyan yapmak için bir ipte kırk takla atarken Vatikan arşivlerinden çıkan ve Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Papa 2. Pius’a gönderilen bir mektupta Koca Hükümdar Papa’ya Müslüman ol, sünnet ol seni şeyhülislamım yapayım diyor…
Peki, Sultan tarafından Papa’ya gönderildiği bizatihi Vatikan tarafından iddia edilen bu mektuptan önce Papa İstanbul’a hangi mektubu gönderdi? Papa 2. Pius Fatih’e hangi tekliflerde bulundu. Bunu da Hans Pfeffermann’ın “Rönesans Papalarının Türklerle İşbirliği” isimli eserinden okuyalım.
Şöyle diyor Papa, Fatih Sultan Mehmet Han’a:
“Eğer sen, Hıristiyanlar arasında hükümdarlığını yaymak ve şanına şan katmak istiyorsan, paraya, silahlara, ordulara ve filolara ihtiyacın yok. Ufacık bir ayrıntı seni bugün yaşayanların en büyüğü, en güçlüsü ve en ünlüsü haline getirebilir.
Bunun ne olduğunu mu bilmek istiyorsun? Bulunması zor değil, aramak için uzun yol kat etmek gerekmiyor: Kendini vaftiz ettireceğin, Hıristiyanlığa döneceğin ve İncil’e inancı kabul edeceğin birkaç damla su. Bunu yaptığın takdirde, dünyada senin şanından daha fazla şana sahip olacak ya da senden daha fazla güce sahip olacak hiçbir hükümdar olmayacaktır.
Seni Rumların ve Doğu’nun imparatoru tayin edeceğiz ve şu anda zorla zapt ettiğin ve haksız yere işgal ettiğin yerler bundan böyle yasal olarak sana ait olacaktır. Bütün Hıristiyanlar sana saygı gösterecek ve anlaşmazlıklarında senin hakemliğine başvuracaklar. Baskı altındakiler ortak bir hamileri gibi sana sığınacaklar; dünyanın neredeyse tüm ülkelerinden sana başvuracaklar. Çoğu sana gönüllü olarak teslim olacak, huzuruna gelecek ve haraç ödeyecek.
Tiranlara boyun eğdirecek, iyilere yardım edecek ve kötülerle mücadele edebileceksin ve Roma kilisesi doğru yolda olduğun sürece karşına çıkmayacaktır. Papalık makamı seni diğer krallar gibi sevgi ile kucaklayacak, hatta makamın daha yüksek olacağı için o denli daha fazla bağrına basacaktır. Bu şartlar altında savaşmadan ve kan dökmeye gerek kalmadan birçok zenginlikler edinebilirsin.”8
İşte, Fatih Sultan Mehmet Han’ımız bu dünya hakimiyetini avucuna vereceğiz ve tüm dünya senin avuçlarının içinde olacak vaadiyle hazırlanan bu papalık mektubuna verdiği cevapta papaya; asıl sen Müslüman ol sünnet ol da seni şeyhülislamım yapayım diyor. Duydunuz mu eyyy koca Sultan’a çirkin bir biçimde “Hıristiyanlık” iftirası atanlar. Bu yüce zât değil Hıristiyan olmayı Hıristiyanlığın ve sizin ağababanıza Müslümanlık teklifinde bulunmuş. Üstelik en enteresan olan. Fatih Sultan Mehmet Han, 3 Mayıs 1481’de 49 yaşında vefat etmesi üzerine papa tüm Hıristiyan dünyayı 40 gün eğlence yapmaya ve bu ölümü kutlamaya çağırdı. Fatih Hıristiyan olsaydı papalık sizce kutlama mı yapardı yoksa matem mi? Bu sorunun cevabı ve papalığın yaptığı uygulama bizlere gerçeği anlatmaya kâfidir sanırım.
Sözümün sonunu yüce Sultan’a bırakıyorum ve o size nasıl bir Müslüman olduğunu kendi sözleri ile kendi şiiri ile izah etsin.
Diyor ki yüce Sultan:
“İmtisali cahidu fıllah oluptur niyyetim,
Dini islamın mücerred gayretidir, gayretim,
Fazlı hak ve himmeti cündü ricalullah ile,
Ehl-i küfrü serteser kahreylemektir niyyetim,
Enbiyau, Evliyâ’ya istinadım var benim,
Lütfu Haktandır hemen ümidi fethu ve nusratım,
Nefsim ve malımla nola kılsam cihanda içtihad,
Hamdülillah var gazaya sad hazaran rağbetim,
Ey Muhammed mucizatın Ahmed’i Muhtar ile
Umarım galip ola edayı dine devletim.”9
Selam ve muhabbet hakkı arayıp hakkı söyleyenlerin üzerine olsun. Vesselâm…
KAYNAKLAR:
1) Ahmet Bin Hanbel, Müsnet
2) Franz  Babinger, Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı, çev: Dost Körpe, İstanbul 2002
3) http://panteidar.wordpress.com/2009/10/29/fatih-hristiyan-miydi-2/
4) Emine Çaykara, Tarihçilerin Kutbu: Halil İnalcık Kitabı, s. 459
5) Theodor Spandounes, On The Origin of The Ottoman Emperors – çev: Lena Umay
6) Bursa Mahkeme sicilleri, 31, 201 ve 204 sayılı defterlerin ilgili bölümleri
7) Feridun Emecen, Fetih ve Kıyamet 1453, s.140
8) Hans Pfermann’ın “Rönesans Papalarının Türklerle İşbirliği”, Tatav Yay. Çev. Prof Dr: Kemal Beydilli., İstanbul 2003 – http://www.aktifhaber.com/papanin-hristiyan-ol-davetine-fatih-sultan-mehmetin-cevabi-810089h.htm    
Fatih Sultan Mehmet’in tuğrası.

Kendisini Hıristiyan olmaya çagıran Papa’ya Fatih Sultan Mehmet Han asıl sen sünnet ol Müslüman ol da seni şeyhülislamım yapayım diye cevap verdi.
Fatih Sultan Mehmet Han’ı Hıristiyan olmaya davet eden Papa 2. Pius.

Fatih’in çocukken tuttugu not defterinden ve çizimlerinden bir bölüm.
Hıristiyan olduğu iftirası atılan Fatih Sultan Mehmet Han’ın kiliseden camiye çevirdiği Ayasofya Camii.

Fatih Sultan Mehmet Han 21 yaşında Hıristiyanlık dünyasına İstanbul’u fethederek büyük bir darbe vurmuştu.

13 Mart 2017 Pazartesi

Pugaçev Ayaklanması

Pugaçev Ayaklanması ile ilgili görsel sonucu

Dar anlamıyla Pugaçev Ayaklanması, 1713-75 yılları arasında yaşanmış ve bütün Rus tarihinin 1917 Devrimi öncesindeki en büyük halk hareketine işaret etmek için kullanılsa da, aslında 1762’den başlamış ve Pugaçev’in idamına kadar sürmüş, iç savaş benzeri bir huzursuzluğun en yaygınlaştığı an ve doruk noktasıdır.
1762 yılında Rusya tahtında olan Çar III. Petro, 186 gün sürecek olan hükümdarlığı sırasında yaptığı reformlarla soyluları ve toprak sahiplerini karşısına almıştı. İktidarının son günlerinde, toprak sahiplerinin devlete hizmet etme zorunluluğunu kaldıran bir ferman yayınlayarak bu durumu düzeltmeye çalışsa da artık geç kalmıştı.  Bu fermandan kısa bir süre sonra Çar III. Petro, kendisini boşayacağından korkan karısı II. Katerina tarafından bazı imparatorluk muhafızlarının desteğiyle tahttan indirildi, daha sonra da Katerina’nın yandaşları tarafından 17 Temmuz 1762 tarihinde Petersburg’ta öldürüldü.
Fakat bu kısa iktidar döneminde III. Petro kendini köylülere sevdirmeyi başarmıştı. Çünkü Çar’ın reformları içinde yoksul köylüler için belki en önemlisi, köylülerin toprak sahipleri tarafından öldürülmesinin artık Rusya’da yasal olarak suç kabul edilmesiydi. Köylüler kendilerinin; Tanrının temsilcisi, kendi “Küçük Babaları” ve adaletin kaynağı Çar’a hizmet edebilsin diye toprak sahiplerine tabi kılındığına inanıyorlardı. Bu yüzden, III. Petro’nun fermanının ve ölümünün haberi yayılır yayılmaz, toprak sahiplerini özgürleştiren fermanın yanı sıra, ülke ölçeğinde bir “kara bölüşüm” buyuran ikinci bir fermanın var olduğuna ilişkin bir söylenti yayıldı. Bu söylentiye göre, soylular bu ikinci fermanın geçerlik kazanmasını önlemek üzere Çar’ı devirmişler, onun yerine aslen bir Alman prensesi olan Katerina’yı geçirmişlerdi. Ancak Çar ölmemişti, kaçmayı başarmıştı, kurtulmak için sadık uyruklarının yardımına gereksinim duyuyordu. Daha 1762’de Çar’ı kurtarmak ve efsanevi “kara bölüşüm” fermanına işlerlik kazandırmak için köylüler ayaklandı. 1769’da bastırılana kadar ayaklanmaya 150 bin kişi katıldı.
Hoşnutsuz olan yegâne kesim köylüler değildi. Merkezi devlet iktidarını pekiştirdikçe, geleneksel olarak yarı-özerk bir statü korumuş olan halkların ayrıcalıklarını kaldırıyor, göçebe Don Kazaklarını yerleşik bir hayata zorluyordu. 1772’de Ural Kazakları ayaklandı ancak kısa sürede sindirildiler.

Pugaçev Ayaklanması ile ilgili görsel sonucu

Yemelyan Pugaçev Adında Sahte Bir Çar


Köylülerin ayaklandığı dönemde 1768 Osmanlı-Rus savaşında yaralanmış olan Yemelyan Pugaçev (Yemelyan Ivanovich Pugachevadında bir Don Kazakı, ordudan izin verilmiş olarak köyüne dönüyordu. Yaraları iyileşince orduya dönmek yerine eski müminlerden oluşan dini bir gruba katılıp onlarla birlikte gezgin bir hayat yaşamaya başladı. St. Petersburg’a doğru giderken asker kaçağı olduğu anlaşılıp Sibirya’da sürgüne gönderildi. Mahkum olduysa da 1772 Şubat’ında kaçmayı başardı ve soluğu İyatksi kentinde aldı.
Yemelyan Pugaçev aslında sıradan, hiçbir özelliği olmayan, silik, göze batmayan bir karakterdi. Ama müthiş bir yeteneği vardı: Baron Munchausen’i bile kıskandıracak derecede yalan söyleyebiliyordu. Üstelik bu yalanları öylesine güzel süslüyor, öylesine ayrıntılı anlatıyordu ki, onu dinleyen herkes bu yalanlarına inanıyordu. Değil İstanbul’da oturmak, Osmanlı payitahtını uzaktan bile görmemişti ama çevresindeki herkesi İstanbul’da 12 yıl oturduğuna bile inandırmıştı.  Ve yine bir gün İyatksi kentinde edindiği yeni dostlarından birinin kulağına en büyük yalanını söyledi: “Söylediklerimi iyi dinle! Diğerlerine söyleyip söylememen umurunda değil ama bilmen gerekir ki ben Çar III. Petro’yum…”
Çar III. Petro’nun İyatksi kentinde olduğu kısa süre sonra herkesin dilindeydi artık. Her gün yüzlerce insan Pugaçev’in kaldığı hana onu görmeye geliyor ve bağlılıklarını bildiriyordu. Elbette onun Çar olmadığını bilenler de vardı ama bu durumu kendi çıkarları için kullanmak istediklerinden herkesten daha fazla onun Çar III. Petro olduğuna yemin ediyorlardı.
Sonunda sahte Çar, 17 Eylül 1773’te herkesi kendi tarafında savaşmaya çağıran bir bildirge yayınladı. Bildirgede özetle şöyle diyordu:
Pugaçev Ayaklanması ile ilgili görsel sonucu
Bütün Rusya’nın mutlak imparatoru ben Petro Fyodoroviç’ten siz halkıma…
İmzaladığım bu bildiri Kazaklara bir çağrıdır. Atalarınız Rusya çarlarına nasıl hizmet ettiyse, siz de bana hizmet edeceksiniz. Kazaklar, Kalmuklar ve Tatarlar benim peşimden gelirseniz eğer, bu ülkede eski günlerdeki rahatınıza ve huzurunuza kavuşacaksınız. Söz veriyorum…
1773’te bu bildirgeyle herkese özgürlük ve huzur vaat ederek isyanı başlattığında Pugaçev çok zengin bir isyan geleneği ve birikimini devraldı. Yüz yıl önce Stenka Razin ayaklanmasında yer almış bütün unsurlar; serfler, Don Kazakları, eski müminler çok daha geniş bir ölçekte kendisinin öldüğü zannedilen Çar III. Petro olduğunu iddia eden Pugaçev’in saflarında toplanmaya başladı.
Orenbug kalesi üzerine yürüdüğünde 2 bin 500 kişilik küçük bir ordusu olan Pugaçev, Aralık ayı geldiğinde 30 bin kişiyi bulan ordusuyla bütün Güneydoğu Rusya’yı kontrolü altına aldı. Bölgedeki toprak sahipleri mallarını mülklerini bırakıp Moskova’ya doğru kaçmaya başladılar.
Ancak Pugaçev isyanının sonu, daha önceki köylü ayaklanmalarından farklı olmadı. Bölgeyi kontrol altına almasına karşın Orenburg kuşatması çok uzamıştı. 1774’de Osmanlı-Rus Savaşı’nın Küçük Kaynarca Antlaşması ile sona ermesi üzerine, II. Katerina Rus tarihinin en ünlü generallerinden biri olan Alexander Suvorov’un önderliğinde güçlü bir orduyu Pugaçev’in üzerine yolladı.
1774’de yapılan savaşta yenilen Pugaçev, Stenka Razin gibi kuvvet toplamak üzere Ossa kentine çekildi. Ne var ki çevresindekiler ona olan inançlarını artık yitirmişler ve Ruslarla barış yapmanın tek yolunun Pugaçev’i teslim etmek olduğunu anlamışlardı. L. Tvorogov,  F. Çumakov, İ. Fegulyev gibi Kazak komutanlar Çar’la anlaşarak yüklü bir para karşılığında 15 Eylül 1774’te Pugaçev’i İyatski’ye götürüp Rus ordusuna teslim ettiler. Bir kafese kapatılmış ve yanında 200 Kazak zincire vurulmuş halde Simbirks’e doğru yola çıkarken Pugaçev’in öncülüğündeki köylü ayaklanması da sona ermişti. 4 Kasım 1774’de Moskova’ya getirilen Pugaçev günlerce süren sorgulamadan sonra 21 Ocak 1775’te Moskova’nın Bolotnoy Meydanı’nda kendisine hep sadık kalan silah arkadaşlarıyla birlikte asıldı.
Pugaçev ayaklanmasının en doğrudan sonuçlarından biri Kazaklar arasında yoğun bir askere alma kampanyasının başlatılması oldu. Böylelikle gelecekte Kazakların köylü ayaklanmalarının askeri gücü olma potansiyeli sona erdirildi. Diğer yandan Pugaçev aristokrasiyi II. Katerina’nın yeni reformlarına ikna etmesinde etkili oldu. 1775’te II. Katerina’nın ilk uygulamalarından biri Rusya’yı elli eyalete ve her eyaleti de belli sayıda kazaya bölerek, bürokrasiye daha akılcı bir görünüm kazandırmaya çalışmak oldu.
Bu isyan ve sonrasında yaşanan huzursuzluklar Çariçe II. Katerina’ya Rusya’da oldukça kalabalık bir nüfusu olan Müslümanların durumlarından hiç de memnun olmadığını göstermişti. Ruslar, Müslümanların oldukça yoğun olduğu Kazak bozkırları ve Türkistan boyunca ilerlemek ve özellikle burada kalıcı olmak istiyorlarsa kendilerinin İslamiyete düşman olmadıklarını kanıtlamaları ve Müslüman halkı saflarına çekmeleri gerekiyordu. Böylece  22 Eylül 1788 tarihli bir  fermanla, merkezi Ufa olan  Orenburg Mahkeme-i Şeriyesi adıyla bir müftülük kurulması kararlaştırıldı. Dini hizmetlerin tek bir merkezden yönetilmesiyle Çarlık, Müslümanlar üzerinde bir kontrol mekanizması kurmuş olacaktı.
Pugaçev’in isyanından en çok zarar gören uluslardan biri de Başkurtlar oldu. Çünkü Pugaçev Orenburg kalesinini kuşattığında Ufa Valisi isyanın bastırılması için Rus ordusunun ilk Başkurt subayı olan Salautat’ı (Salavat) görevlendirmiş ama Salauat isyanı bastırmak yerine Pugaçev’in safına geçmişti. Üstelik tüm Başkurt beylerine mektup yazarak isyana destek olmalarını istemiş, bu çağrıya ilk katılan ise babası Yulat olmuştu. İsyan bastırıldıktan sonra Ruslar tüm güçleriyle Başkurtların üzerine yürüdüler.  Ve Başkurt topraklarına yerleştirilen binlerce Rus ile bölge Ruslaştırılmaya başlandı.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)