bilgievlerim: Din Dersleri
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


Din Dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Din Dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Haziran 2018 Salı

Mormonlar ve Mormonluk


ABD 2012 Başkanlık seçimlerinde kıran kırana bir yarış yaşanıyor.  Önümüzdeki dört yıl boyunca ABD Başkanlık koltuğunda kimin oturacağını belirleyecek bu seçimde Demokrat Parti adayı şimdiki ABD Başkanı Barack Obama’nın mı yoksa Cumhuriyetçi Parti adayı Mitt Romney’in mi ipi göğüsleyeceği şu an için belli değil. Çünkü kamuoyu yoklamaları, her iki adayın da başa baş bir yarış sürdürdüklerini gösteriyor.
Aradan geçen dört yılda hepimiz şimdiki Başkan Barack Obama’yı artık yeterince tanıyoruz. Az çok da olsa hepimiz hakkında bir fikir sahibiyiz. Fakat rakibi Cumhuriyetçi aday Mitt Rommey hakkında bilmediklerimiz, bildiklerimizden daha fazla. Başkanlık seçimlerinde Obama’nın rakibi olan 65 yaşındaki Romney’in Türk kamuoyu tarafından en çok merak edilen yönlerinden biri ise hiç kuşkusuz dini inancı.  Mormon tarikatının bir üyesi olan Romney’in adaylığı boyunca dini inancı sürekli konuşulup durdu, Mormonluk nedir sorusu sıkça dile getirildi.  Şimdi dilerseniz Türk halkı için kapalı bir kutu olan Mormon tarikatının ne olduğuna yakından bir bakalım.
Mormonizm ya da Mormonluk, kökeni Hıristiyanlığı baz alan bir dini tarikat olup Hz. İsa’dan ziyade kıyamet gününden önce dünyaya gelecek son Mesih’e ve bu süre içinde dine öncülük edecek modern Mesih’lere inananların dinidir. Mormon Kilisesi, 1830’lu yıllarda Amerika’da Joseph Smith tarafından kurulmuştur. Amerika’da doğması ve bu kıtada kurumsallaşması yüzünden, Amerikan kültürünün ürünü ya da ilk ve tek yerli Amerikan dini denilebilir
Temel inançları, Hz. İsa ve havarileri tarafından kurulan kiliselerin günümüzde doğru yoldan saptıkları ve Joseph Smith’in Tanrı tarafından kiliseyi tekrar doğru yola getirmesi için seçilmiş elçi olduğudur.
Mormon Kilisesi’nin kurucusu olan Joseph Smith 1805 yılında ABD’nin Vermont kentinde dünyaya gelir. On bir çocuklu fakir bir çiftçi ailesinin beşinci çocuğudur. Ailesinin maddi durumu kötü olduğundan ancak okuma yazma öğrenebilecek kadar bir eğitim yaşamı olur.

Mormon Kilisesi’nin Doğuşu



Ailesiyle birlikte New York Palmyra’ya göçmesi Smith için hem dini bir uyanış hem de Kilise’yi sorgulama döneminin başlamasıdır. Kendi ifadesiyle, gittiği kiliselerde birbiriyle çelişen, birbirinden farklı ve tutarsız konuşmalara tanık olması hangi kilisenin doğru olduğunu sorgulamasına, bu ise dini bir arayışa neden olur. Ailesi Presbiteryen Kilisesi’ne mensup olsa da kendisi hiçbir kiliseye devam etmez ve içinde süregelen manevi boşluğu doldurmanın yollarını aramaya başlar. Hangi kilisenin doğru kilise olduğunu bulmak için İncil’i okumaya devam eder.
İncil’de geçen “Eğer sizden birinin hikmeti eksikse, herkese cömertçe ve tekdir etmeden veren Tanrıdan istesin ve kendisine verilecektir” sözünün etkisiyle ruhundaki bu boşluğu doldurması için Tanrıya dua etmeye başlar. Sık sık evlerinin yakınındaki ormanlığa giderek derin düşüncelere dalar. Bu yakarışları sırasında kendisine Hz. İsa görünür ve ona şu andaki kiliselerin hiçbirinin kendi kilisesi olmadığını,  hepsinin yanlış yolda olduğunu ve hiçbir kiliseye devam etmemesini söyler.
Tanrıdan gelen bu ilk işaretlerden sonra da Smith ormanlık alandaki inziva günlerine devam eder. Mormonların inancına göre 1823 yılında, yani Smith 19 yaşındayken, Moroni adlı bir melek onu kutsal kitabın gömülü olduğu Kumora Tepesi’ne götürür. Smith burada taş bir sandukanın içerisinde altın plakalar halinde eski bir dilde yazılmış olan Mormon Kitabı’nı (The Book of Mormon) bulmuş fakat melek kitabı almasına izin vermemiştir. Ancak aradan geçen birkaç yılın ardından Smith’in yeterince olgunlaştığını düşünen melek kitabı almasına izin vermiş, Smith de İbranice yazılan bu kitabı İngilizceye çevirmeye başlamıştır. İbranice bilmediğinden Urim ve Thumim adlı iki melek de bu çeviri sırasında kendisine yardım etmektedir.
İçinde 250.000’den fazla darbı mesel niteliği taşıyan hikayenin mevcut olduğu bir tür roman özelliği taşıyan Mormon Kitabı’nı 1830 yılında tamamlayan Joseph Smith  New York Palmyra’da kitabın ilk baskısını yapar ve 15 gün sonra Mormon tarikatının ilk kilisesini kurarak cemaat toplamaya başlar.
Ne var ki, Smith, New York’ta Mormon tarikatını tebliğ etmeye başladığında büyük baskılara ve ölüm tehditlerine maruz kaldığından, kendine inananlarla beraber ABD’nin iç bölgelerine göç etmek zorunda kalır. Önce Ohio’ya göç eden Mormonlar burada da benzer baskılara maruz kalınca Missouri yolu üzerinden Kirtland’a ulaşırlar. Bu göç sırasında Missouri Valisi’nin, Mormonların görüldükleri yerde öldürülmeleri emrini verdiğini de tarihe not düşelim. Sonunda yakalanarak tutuklanan Joseph Smith, mahkeme gününü beklerken 1844 yılında Carthage Hapishanesi’nde kardeşi Hyrum Smith’le birlikte linç edilerek öldürülmüştür.
1833 yılında Mormonlara katılan Brigham Young (1801-1877), Smith’in öldürülmesinden sonra kilise liderliği görevini devralır. Young halkın bu yeni tarikatı benimsemesine öncülük edenlerdendir ve ilk kez 1840 yılında ziyaret ettiği İngiltere’de Mormon dininin kabul edilmesini sağlamasının yanı sıra çok geçmeden tüm Avrupa’nın bu dini tanımasında misyonerlik görevini üstlenmiştir. Mormonları toplayıp Rocky Dağları’nı aşan Young, kendisini izleyenleri o zamanlar Meksika sınırları içinde bulunan Amerika’nın Utah eyaletine bağlı Salt Lake havzasına götürür. Çünkü burası kendilerini öldürmek isteyenlerin ulaşamayacağı gözden uzak, oldukça sapa bir bölgedir. Böylece günümüzde Mormon Kilisesi’nin merkezi durumunda olan Salt Lake City burada inşa edilir. Mormonlar Salt Lake City kentinin Smith’e vahiyle bildirilen vaat edilen topraklar (Zion) olduğuna ve bu zorunlu göçü, Mısır’ı terk etmeye zorlanan İsrailoğullarının vaat edilmiş toprakları aramasına benzetir. Mormonlar her yıl Salt Lake’e ulaştıkları 24 Temmuz gününü kutlarlar, her on yılda bir de bu göçü temsili olarak canlandırırlar.

Hristiyanlık ve Mormonlar



Temeli Hristiyanlığa dayalı olsa da Protestan ve Ortodoks Hristiyan kiliselerinden öğreti bakımından büyük farklılıklara sahiptir. Bundan dolayı hem Vatikan hem de diğer kiliseler, hangi kiliseden gelirse gelsin, kendi kiliselerine geri dönen bir Hristiyan için yeniden bir vaftiz törenine gereksinim duymazken,  Mormon kilisesi başka bir kiliseden kendilerine gelen birini yeniden vaftiz ederler. Temel Hıristiyan öğretisi ile Mormon öğretisi arasındaki bazı temel farklar şunlardır:
  • Geleneksel Hıristiyan öğretisinde Tanrı üç şahıstan ibaret tek bir varlıkken (Teslis) Mormonlara göre Baba Tanrı, İsa ve Kutsal Ruh, Tanrılıkta birleşmiş ayrı varlıklardır.
  • Mormonlara göre Tanrı da bir zamanlar insandır. İnsanoğlu kendisini geliştirerek Tanrı haline gelebilir.
  • Temel Hristiyan öğretisinde Hz. İsa hiçbir cinsel eylem olmadan Kutsal Ruh’un müdahalesi sonucu dünyaya gelmişken, Mormon öğretisine göre Hz. İsa Meryem ve Tanrı babanın hem biyolojik hem de ruhani oğludur.
  • Geleneksel Hristiyan öğretisinde kutsal kitap İncil’dir ve Tanrının gerçek sözleri yazılıdır. Mormon öğretisine göre ise İncil’de insan kaynaklı hatalar bulunmaktadır. Ayrıca Mormon Kitabı, Paha Biçilmez İnci, Öğreti ve Antlaşmalar Mormon öğretisinin diğer kutsal kitaplarıdır.
  • Mormonlar, Joseph Smith ve Brigham Young’ı peygamber olarak kabul eder, peygamberliğin ve vahyin günümüzde de sürdüğüne inanırlar.
Mormon tarikatının ayırt edici özelliklerinden biri de, tıpkı İslam’da olduğu gibi ruhbanların veya bir din adamları sınıfının olmamasıdır. Rahip ya da benzeri bir sınıf olmadığından, Kilise ayinleri ve törenler, topluluk üyeleri tarafından belirlenmiş bir sıraya göre icra edilir. Herkes kendi dininin rahibidir ve her Mormon dinsel anlamda en üst düzeyde eğitim alır. O yüzden karşılaşabileceğiniz herhangi bir Mormon’u din adamı ya da ilahiyatçı sanmanız gayet doğaldır.
Temel Hıristiyan mezhepleri buna benzer görüşlerinden dolayı, Mormonları gerçek Hıristiyanlar olmamakla, sapkınlıkla, tek Tanrıdan ziyade birçok Tanrıya inanmakla suçlarlar.
Bugün özellikle Amerika’da milyonlarca taraftarı olan Mormon Kilisesi kıyamet gününden önce dünyaya gelecek olan peygamberin, en az Musa kadar önemli biri olduğuna inanılmaktadır.


Mormon Toplumunun Genel Yapısı

Mormonlar, dini değerlerin toplum yaşamında büyük rol aldığı diğer bazı ABD toplulukları gibi, örneğin Amişler, diğer insanlardan soyutlanmış, kendine özgüne, dışarıya kapalı sayılabilecek bir toplum yaşamı sürdürürler. Kuruluş aşamasında gördükleri yoğun baskının bağımsız ve içine kapalı bir Mormon kimliğinin oluşmasında büyük rol oynadığını söyleyebiliriz. Ortak çilenin oluşturduğu bu dayanışma duygusu Mormonların ekonomik alanda da dayanışmasını sağlamış ve Mormonları ABD’nin en zengin topluluklarından biri haline getirmiştir. Bugün nüfusunun %80’ini Mormonların oluşturduğu Utah eyaleti ABD’nin en hızlı ve en istikrarlı ekonomilerinden birisine sahiptir. Utah’ın aslında Mormon kilisesine ait olduğunu da söyleyebiliriz.


Mormonların toplum yaşamında bedeni korumanın büyük bir önemi vardır. Çünkü Mormonlar insan bedenini Tanrının tapınağı olarak kabul ederler. Bir tapınak nasıl temiz tutuluyorsa insan bedeni de aynı özenle temiz tutulmalıdır.  Alkol ve içinde vücut için zararlı olan “kafein”den dolayı hiçbir kolalı meşrubat, çay ve kahve tüketmezler. Mormonların egemen olduğu Utah eyaletinde ancak devlete ait marketlerin alkollü içki satmasına izin verilmektedir. Bu özen sayesinde diyebiliriz ki Mormonlar ABD nüfusu içinde en sağlıklı topluluğu oluştururlar.
Mormon toplumunda ailenin büyük önemi vardır. O kadar ki, Amerika’daki aileyle ilgili sosyolojinin önemli bir kısmının başını Mormonların çektiği söylenmektedir. Evlilik öncesi cinsel ilişki ile evlilik sonrası zina hiçbir biçimde onaylanmaz. Tecavüz, ensest ve annenin yaşamının tehlikeye girmesi durumları hariç Mormonlarda kürtaj kesinlikle yasaktır. Mormon kadınları için annelik en önemli yaşam rollerinden biridir. Çünkü çocuğu ezeli bir varlık olarak görürler. Doğurganlık oldukça yüksek olduğu gibi kilise tarafından da teşvik edilir. Mormon Kilisesi’ne üye her aileye ev öğretmeni olarak hizmet etmek üzere iki kişi görevlendirilir. Bu öğretmenler en az ayda bir kez aileleri ziyaret ederek kısa dersler verir. Derslerin kaynağı ise Mormon Kilisesi’nin yayın organı olan Ensign Magazine dergisidir.
Mormonlar çok eşliliği yani poligamiyi dinlerinin bir emri olarak görseler de bugün çok eşlilik oranı oldukça düşüktür. Bunda 1887 yılında ABD hükümeti ve Mormonlar arasında imzalanan ve Edmunds-Tucker Yasası olarak bilinen çok eşliliği yasaklayan anlaşmanın rolü büyüktür. Yalnızca köktendinci Mormonlar ile kırsal bölgelerde yaşayanlar arasında çok eşlilik uygulaması devam etmektedir.
18 yaşını dolduran bir Mormon erkeğinin, kilisenin belirleyeceği bir bölge ya da ülkede iki yıl süreyle Mormon tarikatını anlatması daha doğrusu misyonerlik faaliyetlerinde bulunması beklenir. O yüzden dünyanın her köşesinde misyonerlik faaliyeti yürüten bir Mormon tarikatı üyesine rastlanabilir. Kilisenin 160 ülkede temsilciliğinin bulunduğu ve her geçen gün Mormon Kilisesi’ne katılanların sayısının arttığı ifade edilmektedir.
Mormonlar misyonerlik faaliyeti için Türkiye’ye ilk kez 1840 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde gelmiş, aktif misyonerlik faaliyetine ise Mormon Kilisesi’nin 1884 yılında İstanbul’da yaptığı görevlendirme ile başlamışlardır. Fakat İstanbul’da beklenen ilgiyi göremedikleri için Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde misyonerlik çalışmalarına devam edip Türkiye’deki ilk Mormon Kilisesi’ni 1888’de Sivas’ın Zara ilçesinde açmışlardır. Bu arada not düşmek gerekirse, Cumhuriyetçi Parti Başkan Adayı Mitt Romney de misyonerlik faaliyetleri için 1966 yılında Fransa’da görevlendirilmiş ve 2 yıl burada kalmıştır. Mormonlar belki de tüm dünyada en yoğun biçimde misyonerlik faaliyeti yürüten tarikattır. Misyonerlik konusunda oldukça başarılı oldukları söylenebilir. Çünkü Mormon toplumundaki yüksek doğurganlık oranına karşın Mormon nüfusunun artmasında yeni doğan Mormon çocuklarının payı %20 iken, din değiştirenlerin payı %80’dir.
Bu misyonerlik faaliyetlerinin finansal kaynağı ise Mormonların Kilise’ye yaptıkları ve öşür adı verilen bağıştır. Her Mormon yıllık gelirinin %10 kadar kısmını Kilise’ye bağışlamakla mükelleftir. Tampa Üniversitesi’nden Sosyolog Ryan Cragun’un araştırmalarına göre Kilise yalnız ABD’de yılda 7 milyar dolar bağış almaktadır. Mitt Rommey de son iki gelirinin yüzde 9.7’sine denk gelen 4.1 milyon dolar tutarında parayı Mormon Kilisesi’ne bağışlamıştır.
Mormonlar çok az bile olsa cinsellik içeren, kendi inançlarına uygun olmayan filmleri izlemezler. O yüzden kendi film endüstrilerini oluşturmuşlardır. Bazı Amerikan filmlerinde görebileceğiniz LDS Cinema ibaresi Mormon kilisesinin inanç ve amaçlarına uygun olarak yapılmış film anlamına gelmektedir. Merkezi Utah olan ve zengin Mormonlar tarafından finanse edilen LDS Cinema endüstrisi oldukça gelişmiştir. Hatta Hollywood ya da Bollywood benzeri bir adı bile vardır: Mollywood.
Günümüzde Son Zaman Azizler Kilisesi adı altında örgütlenme olan Mormonların sayısının tüm dünyada yaklaşık 6 milyon (bazı kaynaklara göre 14 milyon) olduğu tahmin edilmektedir.

Totemizm Nedir?

Birçok tarihçi ve sosyolog tarafından insanoğlunun en ilkel dini olarak kabul edilen totemizm, birey ya da en ilkel toplum kabul edilen “klan”larla bir hayvan, bir nesne ya da canlılar olaylar kümesi arasında bağlantı bulunduğuna ilişkin inançların ve kültürel uygulamaların tümüdür.  Totemizm sözcüğü köken olarak Amerika’da Büyük Göller yöresinin kuzeyindeki Kızılderililerden Ojibwa kabilesine dayanmaktadır. İlk kez 1791 yılında İngiliz yazar John Long’un “Voyages and Travels of Indian Interpreter and Trade” adlı yapıtında geçen totem sözcüğü,  “O benimle aynı soydan gelen kardeşimdir” anlamına gelmektedir.
Totemizmin bir din mi yoksa sosyal ilişkiler biçimi mi olduğu tartışması halen daha sürmektedir. Bazı antropologlara göre totemizm günlük somut yararların tören diline dökülmesidir. Bunlara göre bir toplumun bir hayvanı ya da bitkiyi kendilerine totem olarak seçmelerinin temel nedeni bunda özel bir çıkar, yarar görmeleridir. Ünlü toplumbilimci Emile Durkheim’ın bakışına göre  ise totemizm can, ruh tanrı gibi düşüncelerin ve bütün dinlerin kökenidir, totem “ilkin ve her şeyden önde bir ad, bir işarettir.
Totemizm inancına genellikle büyük avcılık uygarlıklarında ya da ataerkil ailelerin uygarlıklarında rastlanır. Bu inanca dahil klan üyeleri totemle kendileri arasında bir kan bağı olduğuna inanmakta, hatta totem olarak seçilen bir hayvan ise o hayvanı ataları olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla bu bağlantı, toteme ilişkin belli birtakım yasaklamalara yol açar.
Birey totemizmi, grup totemizmi ve cinsel totemizm olmak üzere üç farklı türü bulunan totemizm inancında üç temel kavram bulunmaktadır:
  • Totem
  • Mana
  • Tabu.




Totem

Topluluk üyelerini birbirine bağlayan totem çoğu zaman kanguru, kartal, timsah ya da bizon gibi bir hayvan, bazen bir bitki ve ender olarak da bir yıldız, yıldırım, göktaşı ya da ırmak gibi cansız bir nesne ya da astronomi olayı ve hatta kusmak gibi fizyolojik bir eylem bile olabilir. Totem seçimi bir düş sonucu olabileceği gibi ayrıca bir büyücü tarafından seçildiği de olur.
Totemizm inancına sahip olanlar, totemlerinin resmini hem dövme olarak bedenlerine hem de yaşadıkları çevredeki nesnelerin ve evlerinin üzerine işlerler. Çoğu zaman klan üyesi öldüğünde totemi gösteren şeklin ölünün bedenine resmedildiği de görülür.
Totem olarak seçilen değerlerde yaşanılan coğrafya son derece etkilidir. Örneğin Amerikan toplumlarında totem olarak bizon, kurt, kartal ya da geyik kabul edilirken,  Avusturya toplumlarında totem çoğu zaman sürüngen bir hayvan ile kanguru, Afrika toplumlarında ise aslan, timsah ya da kırmızı topraktır. Hangisi seçilirse seçilsin kutsal kabul edilen toteme hem bireysel hem de klan olarak büyülü, mistik bir bağlıdır. Öncelikle totem bütün klanın atası, koruyucusu, gözeteni ve zor zamanlarında yol gösterenidir.

Tabu

Bir Polinezya terimi olan tabu bazı nesnelerin, bazı eylemlerin yasak olduğunun, uyulması gereken bazı kurallar bulunduğunun işaretidir. Tabu yasak sayılan nesnelere ve eylemelere sıfat olarak eklenir. Başlıca amacı kutsal olanla olmayanı birbirinden ayırmaktır.
Totem hayvanı öldürülmez, avlanmaz ve yenmez; totem bitkisi koparılmaz. Çünkü bu tür bir davranışın tüm bir klana zarar vereceğine inanılır. Bununla birlikte bazı toplumlarda totem hayvanları ancak oldukça tantanalı bazı törenler dahilinde yenilebilir. Bundaki amaç, totemin daha genç bir bedende, yeniden ve daha güçlü olarak doğmasına olanak sağlamaktır.
Kökeni yine totem inancına dayalı birçok yasak ahlaki ve sosyal yaşama egemen durumdadır. Kutsal nesnelere dokunmak ve hatta bakmak yasaktır. Törenler sırasında konuşmak, dini günlerde çalışmak ve bazen karnını doyurmak bile yasaktır. Ölü kutsal olduğundan onun karşısında kutsal olmayan her türlü işi durdurmak lazımdır. Töreye göre ölüm halinde bazı hareketler yapmak, ağlamak sızlamak, belirli zamanlarda kucaklaşmak lazımdır. Dinsel usuller ölenle olan akrabalık ilişkilerine göre değişiklik gösterir. Örneğin kadınlar saçlarını kesmek, vücutlarına toprak sürmek ve bazen iki yılı bulan yas tutma sürecinde hiç konuşmayıp sessiz kalmak zorundaydılar. Örneğin Avustralya toplumlarında klana kabul edilecek kişi toplumdan çekilmek, kadınlarla ve dine kabul edilmeyenlerle görüşmemek, kendisine refakat edecek birkaç yaşlının yönetimi altında ormanda yaşamak zorundadır. Birçok yiyeceği yemesi yasaktır, hatta yemesine izin verilen yiyeceklere dahi dokunmaması gerekir. Refakatçileri onun ağzına hayatta kalması için ne kadar yiyecek gerekiyorsa ancak o kadarını koyarlar. Bu sınav boyunca eğlenmemesi, yıkanmaması, kımıldamaması gerekir. Bu sınavın sonucunda kişi yeniden doğmuş kabul edilir ve artık insan topluluğuna ve tapınmalara katılmasına izin verilir.
Aynı toteme inanan topluluk bireyleri birbirlerini kardeş olarak gördüklerinden (totem sözcüğünün anlamına bakın), akraba evliliğinden kaçınmak için mümkün olduğunca eşlerini bağlı oldukları topluluğun dışından seçerler. Bu nedenle sosyologlar tarafından uzun yıllar boyunca aynı klana üye kadınlarla birleşmenin ya da klan üyesi biriyle evlenmenin yasak ve dışarıdan evlenmenin (egzogami) ödev olduğu düşünülmüşse de, daha sonra yapılan birçok araştırmanın aksi yöndeki bulguları bu düşüncenin geçerliliğini çürütmüştür.
Günümüzde dahi Türkiye’de görülebilen kan davasının kökenlerine totemizmde rastlamak mümkündür. İnsan bedeninin saç ve kan gibi bazı bölümleri kutsal kabul edildiği için totemizmde başka bir klan tarafından öldürülen üyenin kanının yerde kalmaması esastır.  Bir klanı oluşturan tüm bireyler kardeş olduğu için dökülen kan hepsinden dökülmüş kabul edilir ve kan davası güdülür.
Bir tabuyu bozan kişi klanın diğer üyeleri tarafından cezalandırılır. Bu ceza genelde ölüm cezası olarak uygulanır. Kimi zaman inanca bağlılık derecesine göre tabuyu çiğnediğine inanan kişinin telkin yoluyla kendilerini cezalandırdıkları ve günaha girdiğini düşünerek vicdan azabı çekerek öldükleri de görülmüştür.

Mana

Mana en basit tanımıyla maddi ve manevi olan, her yere yayılmış durumda,  bütün yaratık ve nesnelerde bulunan ama kutsal yaratık ve nesnelerde kendini kutsal işaretlerle gösteren kişilik dışı bir kuvvet, kudrettir.
Klan üyelerinin totem seçtikleri nesnenin dövmesini vücutlarına işlemelerinin ya da resmetmelerinin nedeni de totemde olduğunu düşündükleri mananın kendilerine geçmesi ve bu sayede kendilerini koruyacaklarına olan inançtır. Totemin sahip olduğu bu güç etki alanına giren her şeye sirayet eder. Tarlada ürünlerin bollaşmasını ya da hastaların kısa sürede iyileşmesini sağlar.
Totemizmi yalnızca bir insan topluluğunun bir hayvanla ya da doğa olayıyla az ya da çok büyülü bir biçimde özdeşleştirilmesi olarak görmek yanlıştır. İnsanlık ahlaksal, sosyal ve hukuki yaşamın ilk kökenleri totemizmden almıştır. Totemizm inancının getirdiği yasaklamalar, toplumun kişilere kabul ettirdiği yasaların ilk şeklini temsil etmektedir.

Armagedon’un Hizmetkarları: Yehova Şahitleri


Yehova Şahitleri kimdir? Yeni bir din mi, yoksa Hristiyanlığın yeni bir mezhebi mi? Bu konudaki tartışmalar yıllardır sürüyor ve sürecek gibi görünüyor. Örneğin Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 14.1.1958 tarihli kararına göre başka bir din,  2.5.1966 tarihli kararına göre ise “müstakil bir din olmayıp Yahudiliğin tesiri altında kalan bir Hristiyanlık tarikatı veya bilinen mezheplerden ayrı ve yeni ihdas edilmiş bir mezhep.” Kısacası bazen bir din, bazen bir mezhep, bazen ise bir tarikat. O yüzden Yehova Şahitleri kimdir,yeni bir din midir yoksa Hristiyanlığın bir mezhebi midir sorusunun yanıtını okuyucuların takdirine bırakmak en iyisi olacaktır düşüncesiyle Yehova Şahitleri hakkında bilgi vermeye başlayalım.
“Yehova” sözcüğü gerçekte, Yahudilerin Tanrı için kullandığı “Yahve” sözcüğünün filolojik olarak yanlış kullanımından başka bir şey değildir. Bu inancın üyeleri önceleri “Russelistler”, “Ciddi Kutsal Kitap Araştırıcıları” ya da “Uluslararası Kutsal Kitap Öğrenme Cemiyeti” gibi adları kullanmışlarsa da, sonraları Yehova Şahitleri adını benimsemişlerdir. Bu ad Eski Ahit’teki “Siz benim şahitlerimsiniz, der Yehova” ifadesinden alınıp benimsenmiştir. Temel öğretilerine göre Hz. İsa 1914 yılında tekrar yeryüzüne inmiş ve aynı yıl göğe yükselerek gökte “Tanrının Krallığını”nı başlatmıştır. Dünyanın sonuna doğru Tanrı’nın Krallığı yeryüzüne de egemen olacak; Şeytan’ın güçleri olarak nitelendirilen bütün siyasi kuruluşlar, devletler, uluslar ortadan kaldırılacak ve 1.000 yıl boyunca yeryüzünü yönetecektir. Bu ise kıyametin kopmasından kısa bir süre önce Hz. İsa’ya inananlarla inanmayanlar arasında yapılacak Armagedon Savaşı ile gerçekleşecektir.
Yehova Şahitleri, 1852’de ABD’nin Pennsylvania eyaletinde doğan ve aslen İskoç-İrlanda asıllı bir aileden gelen Charles Taze Russell (1852-1916) tarafından kurulmuştur. Protestan Presbiteryan, yani reformcu bir kilise üyesi olan Russell öğrenimine 14 yaşına kadar devam etmiş, 18 yaşında araştırma yapmak için bir Kitab-ı Mukaddes topluluğu kurmuş ve kendini de grubun “pastör”ü (Hristiyanlıkta diğerlerine yol gösterecek olan ruhani lider, papaz) seçmiştir. 1879 yılında “Siyon’un Tarassut Kulesi” (Siyon daha sonra kaldırılmıştır) adlı bir dergi çıkaran grup birkaç yıl sonra aynı ad altında bir cemiyet kurarak Yehova Şahitleri’nin temelini atmıştır.
Russell’ın yalnız fikirleri, propagandaları ya da inancı tartışılmakla kalmamış, kişiliği ve karakteri de yasal mercilere intikal etmiş ve dönemin gazete ve kitaplarında kendine büyük yer bulmuştur. Çünkü Russell’ın yaşamının pek de mazbut olmadığı, bir din adamına yakışmayacak ölçüde sabıkalarla dolu olduğu görülmektedir.

Sahtekarlığı Mahkeme Kararıyla Onaylanan Bir Din Adamı

Ahlaki yaşamı ile ilgili verilebilecek en büyük örnek hiç kuşkusuz boşanma davasıdır. Eşi Maria Francis tarafından bencillik, kadınlara düşkünlük ve ahlaksızlık gerekçeleriyle mahkemeye verilen Russell, mahkemede bir başka gerçeği, kendi evlatlık kızı Rose Bally ile aralarındaki ahlâk dışı cinsel ilişkiyi açıkça itiraf etmek zorunda kalmıştır. Çiftleri boşayan mahkeme Russell’i nafakaya mahkum etmiş, nafakayı ödemeyen Russell bir kez daha mahkemelik olmuştur.
Tıpkı günümüzde de kin kisvesi adı altında para kazananlar olduğu gibi Russell da bunu yapmaktan çekinmemiştir. Yayınladığı “Siyon’un Tarassut Kulesi” adlı derginin bir sayısında diğerlerinden 5 kat daha fazla ürün vereceğini iddia ettiği buğdayları fahiş fiyattan satışa sunmuş ve dolandırıldıklarını anlayanlar tarafından mahkemeye verilmiştir. Sattığı mucize buğdayın diğer buğdaylardan hiç bir farkı olmadığının anlaşılması üzerine Russell bir kez daha mahkum olmuştur.
1912 Haziran ayında J. J. Ross’un yazdığı “Some Facts About the Self-Styled Pastor Charles T. Russell” (Kendine Pastör Unvanını Veren C. T. Russell Hakkında Bazı Gerçekler) adlı eser de Russell’in kişiliğine ışık tutacak bir çalışmadır. Ross’a göre Russell “hiç yüksek tahsil görmemiş; karşılaştırmalı, felsefî, sistematik veya tarihi teoloji hakkında cahil, ölü klasik dillerden bütün bihaber; akla, bilime ve Kutsal Kitaba aykırı yıkıcı öğretileri olan” bir kimse idi. Russell’in iftira nedeniyle Ross’a dava açması elbette gecikmedi. Ne var ki davayı açan Russell olmasına rağmen, mahkeme sırasında iftira diye nitelendirdiği iddiaların esassız olduğunu kanıtlayamamış, işin kötüsü davalı Ross iddialarının doğru olduğunu göstermişti. Bu mahkemede Russell, önceden “yalnız gerçeği söyleyeceğine” yemin etmiş olmasına, daha sonra da yüksek tahsili bulunduğu, klasik dilleri bildiği ve Kilisece papaz olarak takdis edildiğini ileri sürmesine karşın hepsinin yalan olduğu bir bir ortaya çıkmıştır. Tüm dinlerde yalan söylemenin günah kabul edildiği düşünülürse Russel’ın yalancılığının mahkeme kararı ile kesinleşmiş olması oldukça ironiktir! Mahkeme kararı ile sahtekar olduğu kayıtlara geçen bir din kurucusu, yüce bir kişi!
“Russelistler” adının bu ve buna benzer birçok nedenden iyice kirlenmesinden ve organizasyondaki bir bölünmeden ötürü 1931 yılındaki konferansın ardından “Yehova Şahitleri” adını aldı. Kendilerinden ayrılan grup ise, “Kutsal Kitap Öğrencileri” olarak tanınmaya başlandı.

Yehova Şahitlerinin İnançları


  • Yehova Şahitleri’nin kamuoyunca en çok bilinen özelliği, dini inanışları gereği, hangi koşullar altında olursa olsun kan ve kan ürünleri naklini reddetmeleridir. İncil’de geçen “Kandan sakının” (Elçiler 15:20) ve “Hiçbir canlı varlığın kanını yemeyeceksiniz, çünkü her türlü varlığın canı onun kanıdır. Kim kan yerse yaşatılmayacaktır” (Levioğulları 17:14) sözleri nedeniyle kandan sakınılmasını Tanrı’nın bir emri kabul ettiklerinden ölüm tehlikesi olsa bile kan nakli yapılmasına karşı çıkarlar. Birçoğu yanında kendileri ve şahitler tarafından imzalanmış ve üzerinde “hiçbir durumda bana kan verilmesini istemiyorum” yazan kartlar taşır.
  • Hz. İsa’nın ve Kutsal Ruh’un tanrısal kişiliğini kabul eden temel Hristiyanlık öğretisinin aksine bu mezhepte üçleme (teslis) reddedilir. İnançlarına göre Tanrı tektir ve adı Yehova’dır. Hz. İsa yalnızca sıradan bir fanidir. Tek farklılığı Tanrının yarattığı ilk varlık olmasıdır. Bu ve benzeri temel ayrılıklar nedeniyle diğer Hristiyanlar tarafından Yehova Şahitleri Hristiyan olarak kabul edilmez.
  • Benzer bir anlayışın eseri olarak Yehova Şahitleri kendilerini “gerçek Hristiyan’’, diğer Hristiyanları da “sahte Hristiyan” olarak nitelendirirler. Gerçek din yalnızca Yehova Şahitleri’nin olup diğer bütün dinler bölücüdür.
  • Ahiret inançları kuvvetli olmasına karşın yalnızca cennet kavramını kabul ederler. Kıyametin ardından yeryüzünde yeni bir düzenin kurulacağına, bu düzende yaşayacak kişilerin yalnızca Yehova’nın Şahitleri olacağına inanırlar. Ölümden sonra azap çekilecek cehennem diye bir yer yoktur. İyiler, varsa günahlarının bedelini zaten ölümüyle ödemiştir. Kötüler ise öldükten sonra tamamen yok olacaklardır.
  • En büyük günahkar Hz. Adem’dir ve insanlık onun günahlarından dolayı azaptadır.
  • İsa’nın bir çarmıh da değil de düz bir direkte öldüğüne inandıklarından ibadetleri sırasında haç kullanmazlar.
  • Kilisenin yüzyıllar içinde İncil’i değiştirip bozduğunu iddia ettiklerinden Yeni Dünya Çevirisi adını verdikleri yeni bir şekilde tercüme etmişler ve öğretilerine uyacak şekilde değiştirmişlerdir.
  • Bir Yehova Şahidi yalnızca Yehova’nın askeridir ve yalnızca onun hedefleri için çalışır. Bu nedenle askerliği reddederler, askerlik hizmetinin zorunlu olduğu ülkelerde vicdani ret yaparlar. Milli marş söylemek ya da bir ülkenin bayrağına selam durmak Yehova’nın Krallığına karşı büyük bir günahtır.
  • İnsan kendini dünyadan uzak tutmalıdır. Sahte Hristiyanların önderliğini takip etmek, ancak ebedi hayatı kaybetmekle sonuçlanır. Bu inanç gereği siyasi partilerden ve siyasi örgütlenmelerden uzak dururlar. Hiçbir siyasi partiye üye olmazlar.

Yılmaz Misyonerler

Yeryüzündeki hiçbir tarikat, inanç ya da mezhep, misyonerlik faaliyeti söz konusu olduğunda Yehova Şahitleri ile kolay kolay boy ölçüşemez. Yüzyılımızda misyonerlik faaliyeti denildiğinde akla gelen ilk tarikatın Yehova Şahitleri olması rastlantı değildir. Tarikat üyeleri dünyanın dört bir köşesinde aktif bir şekilde “tek gerçek’’ olarak benimsedikleri, öğreti ve uygulamaları yaymaya çalışır. Bu çerçevede iş yerlerinde, okullarda, sokaklarda ve özellikle de “evden eve” yaptıkları faaliyetlerde ısrarlı ve yoğun bir propaganda içindedirler. Çünkü tarikat üyeleri tarikatlarının Tanrı tarafından son günler boyunca insanlarla iletişim kurmak için yegane kanal olarak seçildiğine ve bu amaç doğrultusunda hizmet etmenin bir ayrıcalık ve Yehova’nın kendilerine bir lütfu olduğuna inanırlar. İncil’de geçen “Fakat aranızda kim büyük olmak isterse, hizmetçiniz olsun ve aranızda kim birinci olmak isterse kulunuz olsun” (Matta, 20:26-27) sözü bir Yehova Şahidi’nin ulaşmak istediği temel hedef gibidir. Yani inancı en çok yayan kimse, Yehova’nın gözünde en değerli olandır.
Tarikatın öğreti ve uygulamalarını geniş kitlelere yayma amacıyla yapılan bu faaliyet “tarla hizmeti” olarak adlandırılır. Kapı kapı, sokak sokak dolaşan bir Yehova Şahidi ile karşılaştığınızda giyim-kuşamının düzgünlüğünün yanı sıra dikkatinizi çekecek ilk şeylerden biri de diksiyon konusundaki inanılmaz ustalıklarıdır. Çünkü tarikat üyelerinin ibadetleri arasında “Konuşma Yeteneğini Geliştirme Programı” adlı bir ibadet de bulunmaktadır. Böylece misyonerler karşılarındakini çok daha kolay etkileme ve tarikatlarına dahil etme şansını yakalamış olur.
Misyonerlik faaliyetlerinin bir diğer ayağı da yılda bir kez Yahudi kameri takvimine göre 14 Nisan’a denk gelen miladi takvim günü yapılan Rabbin Akşam Yemeği’dir. Bu etkinliğe üyelerin yanı sıra Yehova Şahitleri ile ilgisi olmayan birçok insan davet edilir. Toplantılar boyunca tarikata yeni katılanların ve gruplar halinde sahneye çıkanların yaptıkları konuşmalar ve birlikte okunan ezgiler, ilahiler hep bu yeni gelenleri etkileyecek formatta düzenlenmektedir. Etkinlik boyunca, özellikle yeni şahitlerin “neden Yehova’nın Şahidi oldukları” ile ilgili yaptıkları konuşmalarda duygusal motiflerin işlenir. Bu kişilerin örneğin İslam’da arayıp da bulamadıkları şeyler çerçevesinde yaptıkları konuşmaların ardından gelen yoğun alkışlarla toplantıya katılan misafirler etki altına alınmaya çalışılır.
Ülkemize gelecek olursak, Yehova Şahitleri’nin Türkiye’ye yönelik ilgisi neredeyse tarikatın kuruluşu ile aynı yaştadır. 1891 yılında Avrupa turu kapsamında İstanbul’a uğrayan Russell oldukça umutludur ve yazdıklarına göre yayılmalarının önünde bir engel bulunmamaktadır. Tarassut Kulesi raporlarına bakacak olursak ilk kez 1909’da İzmir’de Tarassut Kulesi’ni düzenli okuyan bir grup oluşmuş ve böylece Türkiye Yehova Şahitleri’nin misyonerlik faaliyetlerine dahil ettiği ülkeler arasına girmiştir. İlk faaliyetleri ise 1931 yılında Emmanuel Pasavantis’in Türkiye’ye gönderilmesi ile gerçekleşmiş, başlangıçta Ermeni ve Rum asıllı Türk yurttaşları ilgi gösterir iken zaman içinde Türkler de ilgi göstermeye başlamıştır. Türkiye’de uzun yıllar boyunca emniyet güçlerinin takibine uğrayan Yehova Şahitleri, 26 Mayıs 1986 tarihinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun laiklik kapsamında din ve vicdan özgürlüğü yorumlayarak Yehova Şahitliği’nin bir din olduğuna karar vermesi sonucunda faaliyetlerini daha rahat sürdürme olanağına kavuşmuşlardır.
Günümüzde merkezleri New York’un Broklyn semtinde bulunan Yehova Şahitleri’nin tüm dünyada yaklaşık 8 milyon müridi bulunmaktadır. Ünlü Yenova Şahitleri içinde en bilinen isimler ise Michael Jackson, Prince ve tenisçi Williams kardeşlerdir.

20 Haziran 2018 Çarşamba

Animizm Nedir?



Animizm ya da diğer adıyla canlıcılık, doğada insan ruhuna az çok benzeyen başka ruhların da bulunduğunu kabul eden ilkel insanların dinidir. Bu inanca göre evrendeki bütün varlıkların, bitki ve hayvan gibi canlıların, denizlerin ve göklerin hatta yağmur ve yıldırım gibi doğa olaylarının giz dolu etkisi olan birer ruhları vardır.
İlkel çağlarda insanlar açıklayamadıkları, aciz kaldıkları ve korktukları doğa olaylarını kişiselleştirerek anlamaya çalışmışlar; korku kaynaklı bir beklenti ile birlikte onun içinde bulunduğuna inandıkları ruhlara saygı göstermişlerdir. Tıpkı insanlar gibi bu ruhlar da iyi ya da kötü karaktere sahip olabilir ve yeterince saygı görmezlerse kötülük yapabilirler. İnsan, gücünün dışında kalan bu bilinmeyen güçleri denetleyemez ama onlardan yardım isteyebilir ya da dualarla öfkelerini yatıştırabilir.
Animizm ilk başlarda fetişizm olarak adlandırılmıştır. Fetişizm sözcüğü dinler tarihine ilk olarak De Brosses tarafından 1760’da yayınlanmış olan “Fetiş Tanrıların Dini Üzerine” adlı yapıt ile girmiştir. Fetiş (fetiche) sözcüğü Portekizce Feitiçio’dan, o da Latince Facticius sözcüğünden gelmektedir: Büyü gücüne sahip perili nesne anlamına gelen bu terimi Portekizli gemiciler zencilerin dinsel eşyası ile büyücülük aletlerini anlatmak için kullanıyorlardı. De Brosses’un düşüncesine göre fetişlere tapınmanın bütün dinlerin kökünde bulunması gerekirdi.
Büyük Fransız filozofu Auguste Comte (1798-1857) da Pozitif Felsefe Dersleri”nin birincisinde ünlü Üç Durum Yasası’nı (Üç Hal Kanunu) formülleştirdiğinde bu Fetişizm terimini benimsemiştir. Auguste Comte’a göre insanlık birbiri ardınca üç durumdan geçmiştir. Teolojik durumda insan olayların açıklamasını kendisininkine benzeyen fakat daha kudretli iradelerle izah eder.  Metafizik durumda insan olayları soyutlamalar (tecrit, abstraction) ve doğa kuvvetleriyle izah eder. Ve Üç Durum Yasası’nın sonuncusu olan pozitif durumda ise insan olayları başka olaylarla izah eder.
Animizm sözcüğü ilk olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz antropolog Edward Burnett Tylor’ın “Primitive Culture” adlı yapıtında kullanılmıştır. Latince Anima (ruh, hayvan) sözcüğünden gelir. Bu inancın teorisini kuran Taylor ilkel dinleri, bütün insan toplumlarının sonraki evrimleri ne olursa olsun bu inanç evresinden geçtiklerini ileri sürerek açıklamaya çalışmıştır.
Şunun da altını çizmek gerektir ki Animizmi, kendisine yakın dinsel görüşlerden belirli olarak ayırmak olanaksızdır. Örneğin Totemizm inancının temel tezlerinden birkaçı Animizmde de bulunmaktadır: Mana fikri, tabu fikri ve yarı insan-yarı hayvan efsanevi atalar fikri. Öte yandan bütün çevrelerdeki bütün dinlerde Totemizmin olduğu kadar Animizmin kalıntılarına da rastlanmaktadır.
Burnunla birlikte Avusturalya yerlilerine göre daha olgun, fakat daha eski uygarlığa sahip toplumlarla kıyaslandıkları zaman daha ilkel gibi görünen birçok toplumların dinini de Animizm deyimiyle tarif edebiliriz: Örneğin Müslüman olmayan zenci Afrika toplumları, Polinezya toplumu, Kuzey ve Güney Amerika’nın şimdiki Kızılderili toplumu, Eskimo toplumu vb.

Animizmin Temel İnançları

Bu ilkel insanların can ve doğa hakkındaki inançlarını, büyü usullerini, dinsel törenlerini incelemek yerinde olur.
İlkel insanlara göre can yahut ruh bedene, bedenin bazı parçalarına; Avustralya yerlilerine göre de özellikle böbreklerdeki yağ tabakasına sıkı sıkıya bağlıdır. Zaten can, beden ölmeksizin bundan bir zaman için ayrılabilir. Bu takdirde beden üzerinde uzaktan dahi olsa, sanki bedenin içindeymiş gibi etki yapar. Frazer bir eserinde bu dış canı özellikle incelemiştir. Ona göre “can çalınabilir, yenilebilir, geri getirilebilir ve bazı durumlarda da yamanabilir, onarılabilir ve yerine başkası konabilir.” Cherokee Kızılderililerinden bir şef bir savaş sırasında canını bir ağacın tepesine yerleştirmişti. Düşman durmaksızın ona ok atıyor ama şef ne ölüyor, ne de yaralanıyordu. Fakat hasmı, savaşta yapılan bu büyüyü anladığından, dallara doğru ok attırdı. Bunun üzerine kabile şefi düşüp öldü.
İlkel insana göre, kişilik onun şahsiyetinin çevresinde bitmez. İlkel zihniyete göre bu kişilikte bedenin kendisiyle beraber onun üzerinde biten (yetişen) ve ondan çıkan salgılar (ifrazlar) veya bedenin dışarıya attığı saç, kıl, tırnaklar, gözyaşı, idrar, gaita maddeleri, sperm, ter gibi maddeler de dahildir. Onun için birçok toplumlarda herkes saçlarının, tırnak parçalarının yahut gaita maddelerinin kötü niyetler besleyebilecek bir başkasının eline geçmemesine büyük özen gösterir. Bunları elinde tutmak, o insanın canını da elinde tutmak demektir. Kişinin kılları, salgıları vs., tıpkı ayakları, elleri, yüreği ve kafası gibi, kendi benliğinden bir parçadır. Kelimenin tam anlamıyla bunlar da ona ait bulunmaktadır.
Kişiliğin bu elemanlarına, bedenin örneğin üzerinde oturulan iskemle gibi bir eşya veya yer üzerinde bıraktığı izleri ve özel olarak ayak izlerini de eklemek gerektir. Bir çocuğu kudretli bir büyücünün bıraktığı izler üzerine yerleştirerek, çocuğun da onun kuvvetinden bir şeyler edineceği sanılır Kişinin gölgesi, sudaki aksi, resmi de yine onun kişiliğine dahil nesnelerdendir. İlkel insanlarda genel olarak resminin yapılmasından ya da fotoğrafının çekilmesinden korku duyması da bundan ileri gelmektedir.
Kişinin adı da kişiliğe dahil bir nesnedir. Eskimolar üzerine çok derin incelemeler yapmış olan Rasmussen’e göre bir insan bir bedenden, bir candan ve bir addan meydana gelmedir.
Giyecek eşyası da kişiliğe ait şeylerdendir. Terli bir erkeğin urbasını giymiş olan bir kadın gebe kalabilir. Bir insan tarafından sık sık kullanılan kap-kaçak ve başka eşya da onun kişiliğine dahildir ve bazı toplumlarda o insan öldü mü, bunlar yakılır.
Yaşamın özü olan can, bedeni kesin olarak terk ettiğinde ölüm meydana gelir. Bununla birlikte daha karmaşık bir düşünce olan ve ruhun bedenden ayrılarak ölüler ülkesinde yaşayabileceğine inanan ruh göçü de Animizmden doğmuştur. Bu düşünceye göre ölen bir kimsenin ruhu bir maymunun, bir incir ağacının, bir sineğin bedenine girebilir. Ölen kimsenin yaşayanları kıskanıp onlardan öç almaması için bu cesede özen göstermek gerektir. Ölüler yiyip içmek ister, saygı görmek isterler. Levy-Bruhl’ün düşüncesine göre ilkel zihniyete göre ölü hem “mevcut”, hem “namevcuttur” ya da aynı anda birkaç yerde birden hazır bulunur. Bu zihniyet ölülerin iki yerde birden hazır olabileceklerini kabul ederek, bunların başka bir alemde oturmakla beraber, bazı hallerde yaşayanlara görünebileceklerine inanmaktadır.
Ölüler alemi tıpkısı tıpkısına canlılar aleminin zıddıdır, karşıtıdır. Orada her şey tersinedir. Bizim gecemiz onların gündüzü olduğundan, yeryüzüne geceleyin gelirler; geceleyin onlarla karşılaşmak tehlikelidir. Bununla beraber ölülerin toplumu da canlılarınki gibi klanlara bölünmüştür. Ölülerin tekrar bir bedene girdikleri gerçekleştiği gibi, büsbütün kaybolup gittikleri de olur.
Animizmde düşle gerçek devamlı olarak birbirine karışmış haldedir. Örneğin Afrika’nın Ekvator bölgesinde, düşte yapılan bir yolculuk gerçekten yapılmış sayılır. Kızılderililerde düşte kendisini bir yılanın soktuğunu gören kimse, gerçekten yılan sokmuş gibi aynı tedaviyi görmek zorundadır.
Dış alemi vücuda getiren hayallerde ya ruhsal kuvvetler vardır, ya da bu hayaller ve ruhsal kuvvetlerin egemenliği altındadır. Levy-Bruhl’e göre ruh kelimesi çok açık ve kesin olmakla beraber, ilkel insanların çevresinde daima faaliyet halinde olan bu etkileri ve bu hareketleri anlatabilmek için bulabildiğimiz en rahat kelimedir.
Kreglinger’e göre ilkel insanların bütün dinsel hayatı mana ile tarif edilir. Bu insanların bütün tapınış usullerinde ki amaç, ya mana ile temasa hazırlıksız oldukları zaman kendilerini ondan korumak; ya da dinin sırrına erdikleri zaman tersine olarak bu kutsal cevherden mümkün olduğu kadar fazlasını benliklerine sindirmektir. Rahip manaya sahip olan kimsedir, onun için bunu dilediği gibi kullanabilir. Tapınak ise mananın büyük miktarda toplanıp birleştiği yerdir.
Büyük şefler öylesine mana doludurlar ki, onlarla temas sıradan insanlar için sakıncalıdır. Şefler nereye giderlerse manaları da onlarla birlikte gider ve bedenlerinden toprağa geçebilirdi.  Bu nedenle şefin ayağının değdiği yerlere basmak başkaları için tehlikeli durum yaratabilirdi. Şefin yemek yerken kullandığı kap-kacağa ve gereçlere bulaşabilirdi. Yüksek şefler böylesine yoğun bir manaya sahip olduklarından, bedenleri ve eşyaları tabuydu. Sıradan insanlar büyük şeflerin taşıyabildiği ölçüde kutsal akıma dayanamayacağından, kaza sonucu buna maruz kaldıklarında arınma ritleri gerekmekteydi.

Büyü Animizmin Tekniği ve Stratejisidir

Ruhlara benzetilebilecek olan mistik kuvvetler doğada mevcutturlar ve insan gerekli birtakım sözler söyleyip hareketler yaparak ruhsal varlıklar üzerinde etki yapabildiği gibi doğa üzerinde de etki yapabilecektir. Böyle bir etki de adına büyü dediğimiz nesnenin temelini oluşturmaktadır. Salomon Reinach’ın dikkate değer bir formülüne göre büyü, “Animizmin tekniği ve stratejisidir.” Yüksek sesle ya da makamla söylenen sözlerde bir takım kuvvetler vardır. Bir olayın taklidi yapılmakla, o olayın meydana gelmesine yol açabilir. Bir sefere çıkmadan önce bunun ayrıntıları adeta temsil edilir, oynanır; savaş raksları yapılarak zafer böylece sağlama bağlanır. Bir takım tapınma usullerine uygun olarak su döküldüğü zaman, yağmur yağması sağlanır. Bunun adına taklidi büyü denir.
Kişi ile imgesi arasındaki ortaklığı kullanan büyü çeşidine bazen duygudaşlı büyü denir. İmgeyi yaralamak yahut yok etmekle, kişinin yaralandığı veya yok edildiği sanılır. Bu, bir insanın imgesine acı çektirip kendisine acı çektirme amacını güden sihirin prensibidir. Bunun tipik örneği Voodoo bebeklerine iğne batırarak ona zarar vermeye çalışmaktır.
Bazı nesnelerde büyülü bir kuvvet vardır; felaketi def ederler, mutluluk getirirler.  Mana taşıyan bu nesneler kişinin yazgısını etkiler. Örneğin başarılı bir avcının taşıdığı muskayı ele geçiren bir başkası o avcı ile aynı güce sahip olurdu. Muska, nazarlık, tılsım gibi günümüzde dahi kabul gören inanışların kökeninde Animizm vardır.
Büyünün bir iyi çeşidi vardır ki bu, şefler, rahipler ve Fetişçiler tarafından yapılır. Bir de kötü şekli vardır ki bunu büyücüler yaparlar. Bu büyücüler hastalığa, ölüme sebep olurlar; bunlar bir çeşit yamyamdır. Kötü bir büyücünün hareketini felce uğratmak için, iyi bir fetişçi bunu bozmak üzere bir karşı büyü yapar. Kongo’da Animizm üzerinde çok ayrıntılı incelemeler yapmış olan Mary Kingsley’nin dediği gibi, “ilacın ruhu, hastalığın ruhu üzerinde etki yapar.”
Büyücü toplumun tehlikeli bir düşmanı olduğundan, onu meydana çıkarmak gerekir. Bu da iyileri koruyup kötüleri vuran bir sınavla (ordalie) meydana çıkarılır. Bu sınav Afrika’nın Ekvator bölgesinde zehirle yapılır: “zehir bir çeşit mistik tepkiye sahiptir”, ancak suçluyu öldürür.
Totemist toplumlarda olduğu kadar Animist toplumlarda da bir mitologyaya, bir efsaneler sistemine rastlanır. Efsaneler veya masallar, tarihsel geçmişle ilgisi olmayan, doğaüstü bir tarihi anlatırlar. Efsane, efsanevi devirdeki atalarla temasa gelmek ve onların etkilerinin devri bir şekilde yenilenmelerini elde etmek olanağını sağlar.

Atalar Kültü

Animizmin en ilgi çekici yönlerinden biri de atalar kültüdür. Atalar kültü ölülerin özellikle de ataların ruhlarının canlı varlıkların günlük yaşamını etkileyebileceği inancından doğmuştur. Ayrıca atalar insanlara ateş yakmayı ya da avlanmayı öğretmiş, yaşamalarını kolaylaştırmış yarı tanrılardır. Atalar kendileriyle aynı kandan gelenleri korur, onlar için tanrılardan yardım ister. Bu nedenle onlara teşekkür edilmelidir. Ancak ataların öbür dünyada yaşayıp bunları yapabilmesi için gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Bu kurban keserek ya da mezarlarına yiyecek bırakarak olur. Efsane ataların şerefine yapılan törenler son derece hayret verici gösterileridir. Bu törenlerde çoğu zaman maskeler ve özel urbalar taşıyan oyuncular müziğin sesine uyarak raks ederler. Sırf klanın şimdi yaşamakta olan üyelerinin gerek ölmüş üyeler ile gerekse görünmez kuvvetlerle birleşerek bunlarla haşır-neşir olmaları ve yarattıkları kutsal heyecanın derinliği bakımından bu törenler dinsel mahiyettedir. Bu törenlerin amacı saygısızlığa uğramış ölülerin öfkesini yatıştırmak, canlılardan öc almasını engellemektir.
Animizm insanlara dünyayı incelemek olanağı veren ilk hipotez olmuş; eski çağların ilkel insanlarını olduğu gibi bugünün insanlarını da, kendilerininkine benzer ruhlarla dolu sandıkları doğa üzerinde etki yapmaya kalkışmak bakımından cesaretlendirmiştir. Auguste Comte’la birlikte biz de “Animizmin, insan zihnini içinde bulunduğu hayvanca uyuşukluktan çıkardığını” söyleyebiliriz.
Renkli ve renksiz resmin heykelin, raksın, müziğin; doğrudan doğruya yahut dolayısıyla bütün güzel sanatların kökünde Animist büyücülüğün bulunması olasıdır. İnsanların yaşamında sanatın oynadığı yahut oynaması gerekli muhteşem rol düşünülürse, bu ilkel dinin yüzyıllar boyunca bütün insanlara yaptığı iyilikten dolayı ancak minnet duyulabilir.


19 Haziran 2018 Salı

Yahudi Şeriatının Temel İlkeleri


Yahudi Devleti, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’a göre tanrının, insanlara kurmalarını, topluca yaşamalarını buyurduğu bir topluluktur. Ancak bu devlet, bütün insanların değil, yalnız Yahudi soyunun devletidir. Tanrı Hz. Musa’ya bütün Yahudileri bir araya toplamasını, onları bir devlet bütünlüğü içinde düzenlemesini buyurur. Bu nedenle Musa, bir devlet kurucusudur da.
Tevrat’a göre, Hz. Musa bir yandan kurtarıcı, devlet kurucu, bir yandan da bir din önderi olarak tanrının görevlendirdiği bir kimsedir. Bu nedenle, görevine uygun olarak getirdiği bir takım kurallar düzeni vardır. İbrani dini, bu kurallara göre bütünlük kazanmıştır. Hz. Musa’nın getirdiği genel din kuralları, yani Yahudi şeriatı bütün insanlar için değil, peygamberi olduğu Yahudi ulusu içindir. Günümüzde de İsrail devletinin yazılı bir anayasası olmayıp,  Tevrat başta olmak üzere; Mişna ve Talmud’a bağlı dini esaslara uyulmakta, böylece Yahudilik inanç, adet ve gelenekleri insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde temel alınmaktadır.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)