bilgievlerim: Canlılar Dünyası
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


Canlılar Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Canlılar Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2020 Salı

Siyah Boğazlı Bal Kuşları Nasıl Canlılardır?








Paciformes fakımı içinde yer alan tropikal Amerikan ormanlarının iri gagalı tukanları ile daha gürültücü olan ve muhteşem görünüşleriyle tanınan ağaçkakanlar, küçükten büyüğe birkaç böcek yiyen kuş türünü de kapsar. Çoğunun güzel renkli tüyleri ve şaşırtıcı böcek bulma ve yakalama yöntemleri vardır.

Indicatoridae Familyası




21 Ekim 2018 Pazar

Canlıların Sınıflandırılması





Dünyada yaşayan yaklaşık 1,5 milyon fosil ve canlı türü, biyologlar tarafından isimlendirilmiş ve tanımlanmıştır. Bunun yanında henüz tanımlanmayan 100 milyon canlı türünün daha bulunduğu var sayılmaktadır. Canlılar dünyasında oldukça büyük bir çeşitlilik vardır ve bunların tek tek gözlemlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle canlılarla ilgili yeterli bilgi toplayabilmenin en iyi yolu, canlı türlerinin farklılık ve benzerliklerine göre gruplara ayrılmasıdır.
Canlıların farklı ve benzer niteliklerine göre gruplandırılmasına sınıflandırma adı verilir. Sınıflandırmayla ilgili olan biyoloji alanına ise sistematik denir. Sistematik tarafından belirlenen akrabalık bağlarına göre canlı türlerinin kategorilere yerleştirilmesi ise taksonominin uğraş alanına girmektedir.

Canlıların Sınıflandırılması Neye Yarar?

  • Organizmaların arasındaki ilişkiler daha kolay incelenir.
  • Organizmalar arasındaki ilişkilerin kavranması eczacılık, tıp, doğal kaynaklar ve tarımın korunmasına yardımcı olur.
  • Elde edilen bilgilerin gelecek nesillere aktarılmasındaki güçlükler ortadan kalkmış olur.
  • Oluşturulan evrimsel ağaç sayesinde, yeryüzündeki tüm canlıların köklerinin araştırılması ve günümüzdeki canlılarla mukayese edilmesi mümkün olur.



Çok eski dönemlerden beri, canlılar için sınıflandırma yoluna gidilmiştir. İlk dönemlerde yapılan sınıflandırma, canlıların yaşadığı ortama ve dış görünüşlerine göre yapılan yapay ya da ampirik sınıflandırmadır. Bu sınıflandırmanın temeli Aristo’ya dayanmaktadır. Yapay sınıflandırmada faydalanılan özelliklerden bir tanesi, analog organ benzerliğidir. Görevleri aynı olmasına rağmen kökenleri farklı olan organlara görevdeş organ ya da analog adı verilmektedir.
Serçe, yarasa ve arının kanatları benzer görevleri üstlenmiş olup, aynı zamanda analog organlardır. Analog organ benzerliklerinden yararlanılarak yapılan ampirik sınıflandırmada, bahsettiğimiz üç canlı türü aynı kategoride değerlendirilir. Ampirik sınıflandırmanın günümüzde terk edilmesinin nedeni ise, bilimsel bir sınıflandırma olmamasıdır. Günümüzde kabul gören sınıflandırma biçimi filogenetik ya da doğal sınıflandırmadır. Bu sınıflandırma, akrabalık dereceleri, köken benzerlikleri ve canlıların sahip olduğu homolog organ benzerliklerini dikkate almaktadır.

Canlılar Sınıflandırılırken Hangi Özellikler Dikkate Alınır?

  • Protein ve DNA benzerlikleri
  • Hücre sayısı ve tipi
  • Fizyolojik benzerlikler
  • Beslenme
  • Embriyolojik gelişim özellikleri 


Kökendeş ya da homolog organlar, görevleri farklı olmasına rağmen embriyolojik gelişim sırasında aynı hücrelerin değişime uğramasıyla oluşan organlardır. Örneğin; yarasanın kanadı, insanın kolu ve balinanın yüzgeci farklı görevler üstlenmesine karşın, homolog yani kökendeş organlardır. Aristo’nun yaptığı sınıflandırmada, 3 farklı grupta incelenen bu canlı türleri, filogenetik (memeliler) sınıflandırmada aynı kategori içinde değerlendirilmiştir. Memelerin ön üyeleri ise iskeletin aynı üyelerinden oluşmuştur.

John Ray, doğal sınıflandırmayı ilk yapan bilim adamıdır. Ray, tür kavramını ilk kez ortaya atmış, bitki ve hayvanları sınıflandırmaya çalışmıştır. Carolus Linneaus (İsveçli botanikçi), 1758 yılında Systema Naturea (Doğanın Düzeni) adlı bir kitap yayınlamış ve bu olay Geleneksel taksonominin başlamasına neden olmuştur. Linneaus sisteminin iki ana niteliği vardır;
  • Türlerin, daha fazla canlı türlerini kapsayacak biçimde hiyerarşik olarak sınıflandırılması,
  • Tüm canlı türlerinin iki bölümden oluşan bir isimle tanımlanması. 

Linneaus ikili isimlendirme sistemini kurarak, temel sınıflandırma elemanını da tür olarak nitelendirmiştir. Kendi aralarında özgürce çiftleşip verimli döller oluşturan ve ortak bir atadan gelen topluluğa “tür” adı verilir. Aynı türe ait olan bireyler, benzer olmalarına karşın aynı değildirler. Bu ayrım, tür içi varyasyon olarak tanımlanır ve türün bulunduğu ortam şartlarına uyum sağlamasını kolaylaştırır. Her bir canlı türü, ikili isimlendirmeye göre Latince kökenli olan iki kelime ile anlatılır. Bunlardan ilki, baş harfi büyük yazılan ve türün de dahil olduğu cinsin adıdır. İkincisi ise bir “tür epiteti” olarak nitelendirilir ve baş harfi küçük olarak yazılır. İki kelimenin yan yana gelmesiyle de türün adı konmuş olur.

17 Eylül 2018 Pazartesi

Şempanzeler neden konuşamaz?

Hepimiz biliriz ki papağanlar konuşur. Hatta bazı insanlar fillerin, fokların veya balinaların konuşma seslerini taklit ettiğini görmüştür. Peki, neden en yakın primat akrabalarımız bizim gibi konuşamıyor? Yeni araştırmamız, gerekli ses anatomisine sahip olduklarını ancak onu kullanacak beyin gücüne sahip olmadıklarını ortaya koyuyor.
Biliminsanları yüzyıllar boyunca bu olayı anlamak için çaba gösterdiler. Bazıları, insan olmayan primatların, bizim yaptığımız gibi benzer sesleri çıkarabilmek için doğru biçimlenmiş vücut bölümlerine sahip olmadıklarını ve insan konuşmasının ses çıkarma organlarımız değiştikten sonra evrildiğinidüşünmüştü. Fakat karşılaştırmalı çalışmalar gösterdi ki gırtlağın ve ses yolunun biçim ve işlevi, insanlar dâhil, birçok primat türü arasında çok benzerdir.
Bu da işaret ediyor ki, primat ses yolu “konuşmaya hazır” fakat birçok türün insan konuşmasını kapsayan karmaşık sesleri çıkarmayı kontrol edecek beyin kontrolü yok. 
İngiltere AngliaRuskinÜniversitesi’nden JacobDunn, New YorkStonyBrook Üniversitesi’nden JeroenSmaers’la birlikte her bir primatın yapabildiği değişik bir dizi seslenmeler arasındaki ilişkiyi ve beyin yapılarını inceliyor. Örneğin, şempanzeler ve bonobolar yaklaşık 40 tane kullanırken, Golden Potto’ların (bir primat türü ç.n.) sadece iki değişik ses kullandıklarını kaydetmişler.
Özellikle beynin iki özelliğine odaklanan çalışma, Frontiers in Neuroscience’da (Zihinbilimde Öncüler) yayımlandı. Bunlar, davranış üzerindeki istemli hareketleri yöneten kortikal birleşme alanları ve ses üretiminden sorumlu kasların zihinsel kontrolünde evrimleşmiş beyinkökü çekirdekleriydi. Kortikal birleşme alanları neokortekst içinde bulunur ve primatların karmaşık davranışlarının temelinde olduğu düşünülen üst-seviye beyin fonksiyonlarında anahtardır.
Sonuçlar primatların kortikal birleşme alanları ve ses repertuvarlarının boyutları arasında pozitif bir korelasyona işaret ediyor. Basitçe söylenirse, daha geniş kortikal birleşme alanlarına sahip olan primatlar daha fazla ses yapabilme eğilimindedirler. Fakat ilgi çekici biçimde, bir primatın ses repertuarı beynin toplam büyüklüğüne bağlı değildir, sadece bu özel alanların göreceli boyutlarıyla ilgilidir.
Araştırmacılar, şempanzelerin diğer primatlardan daha büyük bir hipologsal çekirdeklerinin yanısıra özellikle geniş kortikal birleşme alanları olduğunu buldular. Hipologsal çekirdek, dilin kaslarını kontrol eden kafatası sinirleriyle ilişkilidir. Bu da gösteriyor ki en yakın primat akrabamızın, diğer primatlara göre dili üzerinde, daha iyi ve daha fazla istemli kontrolü olabilir.
Ses çeşitliliği ve beyin yapısı arasındaki ilişkinin doğasını anlayarak, nihai olarak atalarımızın konuşmasına yol veren karmaşık sesli iletişimin evrimindeki etkenleri açıklamayı ümit edebiliriz.
Konuşmanın evrimi
Konuşmanın kökenleri uzun süredir tartışılıyor. The Société de Linguistique de Paris 1866’da konu hakkında daha fazla araştırmaya, çok fazla bilimsel olmadığı gerekçesiyle, meşhur bir yasak getirmişti. Fakat son birkaç on yılda diğer türlerde iletişim çalışmaları, fosiller ve daha güncel olarak genetikten oluşan geniş bir kanıt çeşitliliği sayesinde çok yol kat edildi.
Araştırma, “vervet” maymunları gibi bazı primat türlerinin (insan dilinde anlambilim diyebileceğimiz) şeyleri etiketlemek için “kelimeler” kullandıklarını gösteriyor. Hatta bazı türler sesleri basit (sözdizimi diyebileceğimiz şeylere) “cümlelere” dönüştürüyor. Bu bize dilin erken evrimi ve milyonlarca yıl önce bu türlerle ortak atalarımızda hâlihazırda mevcut olabilecek dil unsurları hakkında birçok şey anlatabilir.
Fosil kayıtları bir içgörü de sağlayabilir. Konuşmanın kendisi fosilleşmez, dolayısıyla araştırmacılar yok olmuş insan türleri iskeletlerinde dolaylı kanıtlar aradılar. Örneğin bazı araştırmacılar hiyoid kemiğinin (ses yolundaki tek kemik) pozisyonunun ve şeklinin bize konuşmanın kökenleri hakkında bir şeyler sunabileceğini tartıştılar.
Benzer şekilde diğerleri de (göğüs kafesini sinir sistemine bağlayan) göğüs kanalı çapının veya (sinirlerin içerisinden dile uzandığı) dilaltı kanalının bize nefes almayla veya konuşmanın üretimiyle alakalı bir şeyler anlatabileceğini tartıştı. Orta kulaktaki ince kemiklerin şekli ve ölçüleri de belki konuşmanın algılanmasıyla ilgili bir şeyler anlatabilirdi. Fakat genel olarak fosil kayıtlar herhangi bir güçlü sonuç çıkarabilmek için oldukça sınırlıdır.
Nihayetinde, insanların ve diğer türlerin genetiğini karşılaştırmak konuşmanın kökenleriyle ilgili aydınlatıcı bilgiler kazandırdı. Çokça konuşulan, konuşmayla ilgili olduğu anlaşılan gen, FOXP2’dir. Bu genin mutasyona uğraması,geniş-ölçekli dil eksikliklerine ve kompleks ağız hareketlerini öğrenmede ve üretmede zorluklara yol açar.
Anthropoid primat Aegyptopithecuszeuxis’in kafatasının buradaki yeniden-yapımı, bu türün iç kulağının (semicircularcanal ) neye benzemiş olabileceğini gösteriyor. Ne yazık ki biliminsanları onları konuşmanın evrimi hakkında bilgilendirecek yeterli fosil keşfedemediler. (PennState/Flickr)
Uzun süre insandaki FOXP2 geninin DNA dizilimindeki değişimin, konuşmayı kullanabilme kabiliyetimizle alakalı özgül bir karakter olduğu düşünüldü. Fakat güncel çalışmalar bu mutasyonların bazı yok olmuş insan akrabalarımızda da olduğunu ve bu gendeki değişimlerin (ve belkide dilin kendisinin) düşünülenden çok daha eski olabileceğini gösterdi.
Yokolmuş türlerin çok daha eski DNA dizilimleri gibi teknolojik yenilikler ve dilin nerobiyolojisi hakkında artan bilgi, daha ileri adımları sağlıyor. Fakat bu tartışmalı ve karmaşık alanın geleceği geniş ölçekli, disiplinlerarası işbirliğine dayanacak gibi. Bu tür karşılaştırmalı çalışmalar, karakter özelliklerini bir dizi tür arasında karşılaştırmak gibi, Darwin tarafından kullanılmış ilksel araçlardı. Şüphe yok ki bu gibi çalışmalar davranışımızın bu inanılmaz boyutunun evrimi hakkında önemli bilgiler kazanmamızı sağlamayı sürdürecek.
Kaynak
1) https://www.sapiens.org/language/primate-speech/?utm_source=SAPIENS.org+Subscribers&utm_campaign=a4992672ef-Email+Blast+12.22.2017_COPY_01&utm_medium=email&utm_term=0_18b7e41cd8-a4992672ef-227287127

Yaşamış en büyük kuş


National Academy of Sciences’da yayımlanan bir bulguya göre, yaşamış en büyük kuş keşfedilmiş olabilir. Steroid almış martıya benzeyen bukuşun kanat genişliğinin 6,1-7,4 m arasında olduğu belirlendi.
Güney Karolina’da 30 yıl önce bulunan, uzunluğu 25 m olarak hesaplanan bir fosil, yeni bir tür olarak adlandırılmıştı. Connecticut Bruce Müzesi Bilim Sorumlusu Daniel Ksepka’ya göre yeni buluntular, hem boyutları, hem de saklanma koşulları açısından iki yönlü ses getirecek gibi görünüyor. Materyal deniz dibinde adeta gömülerek saklandığı için, tüm leşçil hayvanların saldırılarından korunarak kalabilmiş. Aşınmalardan önce keşfedildiğinden, özellikle kafatası ve narin kemikleri son derece çarpıcı bir biçimde ortada.
Araştırmacılara göre bu son örnek, daha önce Güney Amerika’da bulunmuş olan, Argentavis magnificens adı verilen, kanat genişliği 5,7-6,1 olan ve yaklaşık 6 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen tepeli akbabanın rekorunu elinden alabilir.
Biliminsanları bu yeni dev kuşa Pelagornis sandersi adını verdiler. Göçer albatrosların iki katı büyüklüğünde olan bu kuşun, yaşamış en büyük kuş olduğunu düşünüyorlar. Bu kuş da, tıpkı albatroslar gibi zamanını bir deniz kuşu olarak okyanus üzerinde ani saldırılar yaparak, balık ve mürekkepbalığı avlayarak geçirmiş olmalıydı.
Teorik modelin havada kanat çırpma eylemi, boyutu dikkate alındığında abartılı görünse de, araştırmacılar hava akımını kullanarak okyanus üzerinde gayet güzel havalanabileceğine inanıyorlar. İnce hafif kanatlar ve içi boş kemikler bu kuşu güçlü bir planör haline getirmiş gibi görünüyor. Dr. Ksepka’ya göre çok hızlı ve yetenekli olduğu tartışılmaz.
Ksepka, “Bilgisayar modelleri çıkabileceği yüksekliğin her bir birimi için çok uzun bir mesafede süzülmeye izin veren, yükseğe kaldıracak bir kayma oranına sahip olduğunu destekliyor” diyor. Okyanus üzerinde her saniyede 10 metre yükseldiği, böylelikle 100 m koşu rekorunda insanlardan daha önde olduğu görülüyor. Bunun tersine, muhtemelen karada zariflikten epeyce uzak bir uçucu olmalı. Kara üzerindeki kısıtlı zamanını hantal gövdesiyle etrafta yürüyerek geçirdiği düşünülüyor.
Havalanması da muhtemelen çirkin görünüyordu. Teorik modelde görüldüğü kadarıyla, olduğu yerde ayakta durup kanat çırparak havalanmaya hazırlanıyordu. Bazı araştırmacılar, P. sandersi’nin yokuş aşağı paytak paytak yürüyerek fırtınayı yakalamayı beklediğini ve bu şekilde havalandığını düşünüyorlar.
Neslinin neden tükenmiş olabileceği henüz anlaşılamayan bu canlının, yaklaşık 3 milyon yıl önce aniden ortadan kaybolduğu, ancak ondan önce epeyce yaygın olarak var olduğu düşünülüyor.
   Çeviren: Ebru Oktay

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)