bilgievlerim: Temmuz 2018
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


22 Temmuz 2018 Pazar

Nikahlanmaları Haram Olanlar

 İslâm hukuku, erkek ve kadın Münasebetleri'nin zarûrî haller karşısında ve birbirleriyle bir yerde yaşama ve yakın akrabalık alâkası ile irtibatları olduğundan insanların bazılarını diğer bâzılarına ebe diyen haram kılmıştır. Hiç bir sûret ve sebebiyle nikâhlanmaları helâl değildir .

     Haram olanların bazılarını Kur'an-ı Kerim'in şu âyeti celileleri beyan etmektedir.     "8abalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak (Cahiliye devrinde geçen) geçmiştir. şüphe yokki o, bir hayasızlıktı, (Allah C.C.'ın en büyük) hışmı (na bir sebep) dı. O ne kötü bir yoldu." (Nisâ Suresi, 22) 




     Diğer âyeti Celilede şöyle beyan edilmiştir.     "Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, birader kızları, hemşire kızları, sizi emziren süt analarınız, süt hemşireleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle (Zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup, himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız (la evlenmeniz) size haram edildi, Eğer onlarla (üvey kızlarınızın analarıyla) zifafa girmemişseniz onlarla evlenmeniz (de) size bir beis yok. Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın karıları (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi). Ancak (Cahiliye devrinde) geçen geçmiştir.. çünkü Allah (C.C.) hakikaten yargılayıcıdır çok esirgeyicidir." (Nisa Suresi, 32)

     Bu ayeti celilenin îzahı ve bu bahsin hükümleri fıkıh kitaplarımızda uzun uzadıya beyan edilmiştir.

Taaddüdü Zevcat



Yaratılış ve le erkeklerle kadınlar yaşayış itibariyarasında farklar vardır. Kadınlar doğum, ev işi, çocuk bakımı ve daha pek çok yıpratıcı meşakkatlerden dolayı bir kadın kocasının gerekli ihtiyaçlarını karşılayamadığını ve hatta pek çok hastalık ve arızalara yol açtığı görülen hallerdendir. Binaenaleyh bir erkeğe bir kadının kâfi gelmediği ve gelmeyeceği zamanlar ve şahıslar olabilir.
     Bazı erkeklerde, cinsi arzunun kuvvetli olması ve âilenin de çeşitli sebeplerden dolayı ihtiyaca cevap veremediğinden, o erkeğin başka bir kadına ihtiyaç duyma zarûri hal alır.    
 İşte, beşer hayatında görülen bu ihtiyaç her devirde ve her zaman görüle gelmiştir. Bütün milletler, bu ihtiyacı karşılamak için çeşitli sebep ve şartlarla yaşaya gelmiş, hatta bazı kavimlerde bir erkek hadsiz ve hudutsuz pek çok kadınlarla evlenmiş ve cinsi temas kurmak suretiyle yaşamışlardır. Bu yaşayış hakka bağlı olan milletler arasında meşrû olan nikah şartlarını bulundurmak suretiyle olmuştur, îman izan sahibi olmayanlar da, gayri meşrû şekilde yaşaya gelmişlerdir.    
 Meşrû yolu bırakıp gayri meşrû yollarda mesela: Dans, Balo ve emsalî şekillerin neticesinde gayri meşrû yaşayış, 20 nci asırda da mârifet hâlini almıştır.     
Bazı kadınlarda, ana hali görülmez ve çocuk doğurmaz veya hastalık ve zayıflıktan ötürü, doğum yapma tehlikesi olur. Halbuki erkekler, neslinin çoğalması ve devamı için çocuk arzu eder. Bu sebepten dolayı da bir kadını daha nikâhlamak zarûreti hasıl olmuş olur. Elbette bu halin meşrû imkânları lâzımdır.     
İşte beşerî hayatın intizam ve saadetini temin edip gayri meşru yollara sapmamaları için, insan oğlunun hayatını tanzim eden yüce kitabımızda ulu Allah (C. C.) şöyle beyan buyuruyor :    
 "Sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağımızdan endişe ederseniz, o zaman bir (tane ile), yâhut mâlik olduğunuz cariye (ile iktifa edin). Bu (tek zevce) sizin (hakdan) eğrilip sapmamânıza daha yakındır." (Nisâ Suresi, 

İslâm'dan evvel zevcelerin (karıların) sayısı tahdit edilmiş değildi. Onun için bir adamın on, hatta daha fazla karısı bulunabilirdi. Bu ayeti kerime ile zevcelerin sayısı azamî dörde indirilince, bundan ziyade karısı bulunan müslümanlar, dörtten fazlasını derhal terk ettiler.     
Karıları arasında "Adâlet": yedirme, giydirme, barındırma, zevcî muamele, sevgi vesaire hususunda tam bir müsaviliktir. Bu temin edilemeyince ki; hemen hemen temini imkânsızdır. Bu takdirde bir karı ile iktifa etmek zarûridir.     
 Yukarıdaki âyeti , celileden şu hükümler anlaşılıyor.     

a) Bir erkeğin, bedenî, cinsî, malî vesair haller ile bir kadından fazla kadın alabileceğidir. Fakat bu kadınlar arasın da İslâm'ın beyan ettiği haklarını sağlamak şarttır.     
Öyle ise ey "Müslüman'ım" deyip de haram yollara sapan zavallı insan, aklını başına al, hayatını helâl yollardan kazanma imkânını sağlayarak yaşa!     
Ve yine bir kadın; erkeğin her türlü ihtiyacını karşılayamazsa, bilhassa cinsi arzusunu yerine getiremediği takdirde, erkeğin, gayri meşru yollara saparak haram olan zinayı irtikap etme yoluna sap maması için ikinci bir hanımı meşrû olan nikâhla almasını tavsiye buyurmaktadır.     
İslâm dininin müsaade ettiği bu hüküm karşısın da meşrû olan nikâhla iki veya üç karısı olanlara, "Gayri meşrû ve metres hayatı yaşıyor" demek küfürden başka bir şey değildir. Zira Kur'an-ı Kerimin cevaz verdiği ve helâl olarak beyan ettiği her hüküm meşrûdur. Beşerî kânunla yasak edildiği için gayri kanunî denilmesi daha yerinde olur.     
Meşrû şekilde nikâhlanıp iki, üç hanımı olanlara "gayri meşrû veya metres hayatı yaşıyor" diyenlerin veya kocası meşrû şekilde ikinci defa evlendiği zaman kıyâmeti koparan kadınların îmanı tehlikededir. Veya gayri meşrû yollarla nikâhsız olarak metres hayatı yaşayan veya dans, balo ve emsali yollarla zinaya tevessül edenleri ehemmiyetsiz veya hoş görenlerin halleri utanç verici ve en tehlikeli düşünce sahipleridirler. Zira bu görüş ve sözler îmanı sarsıcı veya yok edicî amellerdir.    

 b) Bir kadından fazla kadın nikâhlandığı zaman aralârında adalet yapamayacak durumda olanlarında şerefli ve haysiyetli kadının şeref ve değerini düşüreceğinden ve zulmedeceğinden böyle olan erkeğe bir kadından fazla evlenmesi haramdır.     
Bir kadından fazla kadın alanlar, adâletsizlik yaparlarsa, zalimlerden olurlar. İki, üç kadın alanlar veya alacak olan erkekler, mutlak adaleti yapmaları şarttır. Binaenaleyh bu hâli yapmayanların birde fazlasını almaları elbette câiz olmaz. Bilhassa yirminci asırda bir kadının hakkını îfâdan veya korumaktan âciz olanlar için, mutlaka bir kadından fazlası haramdır.     
Hulâsa-i Kelâm İslâm'da taaddüdü Zevcât vardır ve meşrûdur. Fakat kadınlar arasında adâlet yapmak şartıyla meşrûdur.     
İslâm'ın, bir erkeğin dörde kadar kadın nikâhlamasını helâl olarak beyan etmesindeki hikmetler den biriside, savaşta, yolculuk kazalarında ve emsali yerlerde erkeklerin ölmesiyle kadınların adedi sayı itibariyle erkeklerden fazla olabileceğidir.     
Binaenaleyh İslâm., kadınların korunması ve himaye altına alınması hususunda en güzel prensipleri beyan ederek taaddüdü zevcatı mubah kılmıştır. 

Nikah - Evlenmek



  İlâhi kanunun temelinden ve esasından olan nikâh, insan neslinin belli ve temiz olması; insanlarla hayvanlar arasındaki farkı beyan etmesi, verâset ve sülâlenin bilinerek icra edilmesi gibi insanın hayatını koruyan ve birbirine mânevî bağları temin eden gerçek nizam ve mubah, veya farz veya sünnet olan bir hükmü şerdir.

     NİKÂH : Bir düğüm ve bağdır ki; Cima menfaatının mâlikiyetini temin cihetini kast etmek üzere vâki olur. Yani nikâh, kadının erkekten ve erkeğin kadından cinsi arzusunu helâl kılan bir bağ ve bir hükmü şer'idir.

     İnsanla Hayvan arasındaki farkın bir yönü de, nikâhlanmak suretiyle cinsi münasebette bulunmaktır. Nîkâhsız hayat yaşayanların halleri, anasına aşan veya kendi yavrusuna zamanla cinsi temasta bulunan hayvanlarla farkları yoktur. Hatta insanlar, kendilerindeki akıl ve fikir nîmeti olan cevheri yerinde kullanamadıklarından hayvanlardan da kötüdürler. Binaenaleyh nikâhsız cinsi hayatta bulunmak hayvanlar evrenine mahsustur.

     EVLENMEK : Farz, vacip, sünnet ve müstehap olmak cihetleri ile bir ibadettir, büyük faziletlerdendir. Evlenmek mahzurlu olan kişilerin de evlenmeleri haram ve mekruh olabilir.     Nikâhın lüzumunu beyan eden şer'i hükümlerden bazıları ;     "İçinizden. Bekarları ve kölelerinizden, cariyeler den sâlih (Mü'min) olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah (C.C.) onları (Evlenmesi sayesinde) fazlu (kerimi) ile zengin yapar." (Nur Suresi, 32)     "Onlardan (Kocalı kadınlardan) maadasi nâmuskâr ve zinaya sapmamış (insanlar) halinde yaşamanız şartıyle mallarınızla (mehir vermek veya satın almak sûretiyle) arayıp (nikahla) manız için size helal edildi." (Nisa Suresi, 25)

     Bu ayeti celileler, insan oğlunun hem şehvâni arzusunu helal yoldan temin etmek için, ve hem nikâhları helâl olan kadınlarla evlenmeleri, ve hem haramlara sapmamaları beyan edilmektedir. ,     İslam'ın bu hükmünü icrâ eden kimse, mutlu müslümandır.     Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurmuşlar :     "Sizin en şerlileriniz bekârlarınızdır " (Ahmet bin Hambel)     Diğer bir hadis-i şerifte de meâlen şöyledir : "Ey gençler zümresi! kim içinizden evlenmeye muktedir ise, evlensin, çünkü gözü haramdan en çok saklayan ve ırzı en sağlam muhafaza eden budur. Kim de evlenmeye gücü yetmezse, oruca devam etsio. Zira bu (Oruç) onun için bir burma (Hayalarını kesme) yönüdür " (Buhari, Müslim)

     Yukarıdaki ayeti celile ve hadis-i şerifler gereğince, insanca ve müslümanca yaşamak şerefini kendisinde toplayan insanlar, meşrû yollarla cinsi arzusunu temin eder. Zina yollarına saparak dünyada, neslinin hebâ olmasına ve ahiretinin yıkılmasına tevessül etmez, şayet bir kadınla evlenmek kâfi gelmezse İslâm dininin hükümleri gereğince dörde kadar nikâhlanmâk câiz ve helaldır. Gerçek müslüman Allah (C.C.)' ın helal kaldığı yollardan cinsi arzusunu temin için bütün imkanlarını sarfeder. 

İlk İnsan Adem Peygamber ve Neslin Çoğalması





Hz. Adem (a.s.) kimdir? Hz. Adem ve Havva (a.s.) nasıl yaratıldı? Hz. Adem ve Havva (a.s.) cennetten neden çıkarıldı? Hz. Adem ve Havva (a.s.) yeryüzünde nereye indirildi? Hz. Adem ve Havva (a.s.) kaç yıl ve nasıl tövbe etti? Hz. Adem ve Havva (a.s.) nasıl affedildi? Hz. Adem’in (a.s.) eşi ve çocukları kimdir? Hz. Adem (a.s.) nerede ve ne kadar yaşadı? Hz. Adem’in (a.s.) meslekleri nelerdir? Hz. Adem (a.s.) ne zaman vefat etti? Hz. Adem’in (a.s.) kabri nerede? İlk insan, ilk peygamber ve ilk mürşid-i kâmil: Hz. Adem’in (a.s) yaratılışı, cennetten dünyaya indirilişi ve yeryüzündeki hayatı...

HZ. ADEM’İN (A.S.) KISACA HAYATI - Adem Aleyhisselam Kimdir?
Hz. Adem (a.s.) ilk olarak cennet ve dünyâ hayatını yaşayandı, ilk örtünendi, ilk unutandı, ilk hatâ yapandı, ilk tevbe edendi, ilk peygamberdi (Kendisine 10 sahîfe indirilmiştir.), ilk tevhîd mücâdelesi verendi, ilk evlâd acısını duyandı, ilk selâmlaşandı, ilk defa toprağı işleyendi, hâsılı o ilk insandı, ilk insan ve ilk peygamberdir, bütün insanlığın atasıdır.






Kadın Erkek Cazibeleri



İnsanların yaratılışında, birbirlerine karşı muhabbet ve cazibeleri çeşitli olması hasebiyle ve rûhan ülfet etmek hilkâtının da varlığı ile baba ve annelerin evlatlarına meyilleri, erkeğin kadına ve kadının da erkeğe meyli tabiîdir. '     Fakat, kadınların yaradılışında, ciltlerinin inceliği ve bedenlerinin yumuşaklığı gibi sebeplerle bir nevi mıknatıslık câzibesi vardır. Onun için erkeklerin kadınlara olan meyli ve alâkası hem nefsinin arzusu olan cima zevkinin bulunması ve hemde yaratılıştan kadınlarda ki mıknatıslık cazibesindendir.     Kadınla erkeğin birbirlerine karşı olan câzibelerinin sebeplerinden birisi de, Kimyada geçen eksi (-) Kutup artı (-f-) kutbu çekmesiyle ilgili şu kanunla îzâh edebiliriz:      "Zıd kutuplar birbirini çeker, aynı kutuplar birbirini iter."     "Kezâ, Benzinle ateş birbirine yaklaştırıldığında yangın meydana gelir"     Yâni kadın erkeğin cinsiyet ve şehvet itibariyle zıddı olduğundan kadın erkeği ve erkek kadını ve meylini, mehabetini çeker. Erkekler ve kadınlar ise, kendi cinslerinden olanlarâ karşı çekiciliği olmaz. Fakat her cins yine kendi cinsiyle alâkasını bırakmaz. Şehvani alaka değil insâni alâka devam eder.     "Ateş ile barut bir arada olmaz. Zira yangın çıkar."     "Kurt ile koyun bir arada yaşamaz."     Bu cümlelerin her biri, insan hayatında görülen ilâhi hilkatin tecellisidir.     Binaenaleyh yabancı kadınla erkeğin birbirine karşı olan nefsanî ve cinsi temayülü çok câzip ve tehlikeli durumlar meydana getirebilir.     Bu gerçekler karşısında "vay efendim benim âhiret kardeşim, okul arkadaşım, vazife arkadaşım, ahbap ve arkadaşımın hanımı, benim kalbim temizdir, kötülük aklımdan geçmez. 20. asrın modası ve medeniyet icabı, Protokol îcabı vesaire ." ile bir erkeğe, yabancı kadınların elini eline, yüzünü yüzüne, bedenini bedenine dokundurması hiç bir sûretle caiz ve helal olamaz.     Hiç kurt, eline avı geçince onu bırakır mı ve ateşle barut beraber olunca yanmaz mı?     Erkek ve kadının, her çeşit imkanlarla ve azalarla cinsi arzûsunu temin etme ve giderme temayülü ve vücûdunun en ücra yerlerinde dahi mevcuttur. Bu nefsanî zevk ve câzibeler ilerde bahsedilecektir.     Kadınların, bedeniyle, sesiyle, yürüyüşüyle, hülasa her şeyi ile erkeklerin meylini ve cazibesini celbettiklerini beyan eden şer'i delillerden bir kaç tanesi şöyledir:     "(Ey Peygamberin hanımları, dolayısıyla ey müslüman kadınları!), Eğer (Allah (C.C.)'dan korkuyorsanız. (Size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin, sonra kalbinde hastalık (Nifak ve fâcirlik) bulunanlar tamaha (arzu ve iştiyaka) düşerler, sözü mâruf şekilde (ve ağır başlı) söyleyin " (Ahzab Suresi, 39)     Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz mealen şöyle buyuruyor:     Muhakkak kadın, karşıdan geldiği vakit şeytan suretinde (erkeği kendisine çekecek şekilde) gelir, arkasına dönmüş şekilde gittiği vakitte şeytan suretinde gider. Binaenaleyh bir kadını görünce nefsiniz uyanırsa, hemen âilenize gelin. Zira o gördüğünüz kadında olanın aynısı sizin hanımınızda da vardır." (Müslim)     Yaratılış itibariyle kadınların erkekleri cazibe ile çekmeleri ve erkeklerin rahatı, huzuru, iştiyakı ve cinsî arzuların giderilme imkanları kadınlardan karşılandığından, kadınların beden ve derilerindeki hılkî cazibe şöyle beyan ediliyor :     "Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler (Kadınlar) yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da onun ( Allah'ın C. C. ) ayetlerindendir. şüphesiz bunda fikrini çalıştıracak . bir kavm (cemaat) için elbette ibretler vardır." (Rum Suresi, 21)     "Onlar (Kadınlar), sizin için, siz de onlar için birer , libassınız (Elbise ve örtüsünüz)" (Bakara Suresi, 187)     Yukarıdaki ayeti celilelerden anlamış oluyoruz ki, kadınlar erkeklerin insanî, cinsi ve şehevanî arzularını kârşılamada ve erkeklerde kadınların arzu ve ihtiyaçlarını karşılamada yegane meyil ve ihtiyaç merkezleridir.     Binaenaleyh beşerî haz ve arzûnun tahakkuku için her iki yaratık birbirine rûhen, cismen bağlıdırlar.     Kitabımız olan Kur'an'ı Kerimden bir de erkeklerin kadınları kendilerine celbedebileceklerini, vakî olmuş hakikatle izah edelim.     Hz. Yusuf (A.S.) ile Zeliha hanımın arasında geçen kıssa Kur'an'ı Kerimde uzunca beyan edilmektedir. Hz. Yusuf'un (A.S.) mübarek güzelliği Zeliha hanımın kendisine musallat olması ve iftiraya kadar giden bir mesele haline varmasıdır.     Zeliha hanımın, bu hareketini duyan Mısırlı diğer kadınlar da Zeliha hanımı itham etmişlerdir. Zira Hz. Yûsuf (A.S.) köle ve hizmetçi idi. Hizmetçiye âşık olmuş diye itham ediyorlardı.     Bu durumdan haberdar olan Zeliha hanım, kadınları dâvet etmişti ve Hz. Yusuf'u (A.S.) onlara hizmet etmesi için yanlarına göndermişti. Kıssanın gerçek şeklini Kur'an'ı Kerimden meâlen okuyalım:     "Onun (Yusuf A.S. mın) bulunduğu evde ki (Azizin evindeki kadın) onun nefsinden murat almak istedi (Cima etmesini istedi), kapıları sımsıkı kapadı ve: sana söylüyorum, beriye gel dedi. 0 (Yusuf A.S.) ise; Allah. (C.C.) a sığınırım doğrusu o (azizi Mısır) benim efendimdir. O, bana güzel bir mevki vermiştir. Hakîkat şudur ki, zâlimler asla felâh bulmaz, dedi.     - O (Kadın), and olsun ona niyeti kurmuştu. Eğer Rabbinin burhanını (Zinanın fenalığı hakkındaki ilâhi yasağı) görmemiş olsaydı (belki Yusuf A.S.)'da onu kast etmiş gitmişti. İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim diye böyle (Burhan gönderdik), çünkü o, (Taat da) ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.     - İkisi de (Yûsuf A.S. ve kadın) kapıya koştular. (Yûsuf A.S. kaçıp kurtulmak için, öbürü de onu bırakmamak için koştular; O (Kadın) bunun (Yûsuf A.S. ın) gömleğini arkasından boylu boyunca yırttı (ve bu suretle Yûsuf A.S. onun elinden kurtuldu) kapının yanında (Kadının) efendisine rast geldiler. (Kadın) dedi ki; Zevcene (Karına) kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan, yahut elem verici bir azaptan (Çok şiddetli bir dayaktan) başka ne olabilir?     (Yusuf A.S.) O kendisi dedi, benim nefsimden murad almak istedi. Onun (Kadının) yakınlarından bir şahit de şahadet etti ki, eğer gömleği önünden yırtıldıysa (Kadın) doğru söylemiştir. Bu ise (Yusuf A.S.) yalancılardandır.     - (Yok) Eğer gömleği arkadan yırtıldı ise, (Kadın) yalan söylemiştim. Bu (Yusuf A.S.) ise, doğru söyleyicilerdendir.     - Vaktaki (Zevci, Yûsuf A.S.'nın gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu gördü. Şüphesiz ki bu sizin (Siz kadınların) fendinizde (hilenizden) dir çünkü sizin fendiniz büyüktür, dedi,     - (Ey) Yusuf (A.S.) sen bundan (bu meseleyi söylemekten) vaz geç. (Ey kadın) sende günahına istiğfar et. çünkü sen cidden günahkârlardan oldun.     - Şehirde ki birkısım kadınlar; Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murad almak istiyormuş. Sevgi, yüreğinin zarına işlemiş. Görüyoruz ki o, muhakkak apaçık bir sapıklıktadır, dedi (ler).     - Vaktaki (Zeliha hanım), gizliden gizliye (çünkü açıktan söylemekten korkuyorlardı), Yaptıkları dedikoduları işitti. Kendilerine (Dâvetçi) yolladı, onlar için rahatça yaslanacak bir yer (bir sofra) hazırladı. Onlardan her birine (etleri, meyveleri kesmek için) birer bıçak verdi. (Yusuf A.S.'a) çık karşılarına dedi; şimdi onlar bunu görünce kendisini (Yusuf A. 5.'ı) büyük bir varlık olarak tanıdılar.     - (Hayranlıklarından) ellerini kestiler ve dediler; Allah (C.C.)'ı tenzih ederiz. Bu, bir beşer değildir. Bu çok şerefli bir melekten başkası değildir.     - (Kadın) dedi, işte beni kendisi hakkında ayıpladığınız şu gördüğünüz (Zât)'dır Andederim, onun nefsinden ben arzu ettim de o, nâmuskârlık gösterip ( reddetti) Yemin ederim, eğer o, kendisine emredeceğimi yapmazsa, herhalde zindana atılacak ve her halde zillete uğrayanlardan olacaktır.     - (Yusuf A.S.) dedi; Ey! Rabbim (C.C.) Zindan bana bunların dâvet edegeldikleri şey (i irtikab etmek) den daha sevgilidir. Eğer sen bunların tuzaklarını benden döndürmezsen (belki) onlara meyleder ve câhillerden olurum.     - Bunun üzerine Rabbi, onun duasını kabul etti de, onların tuzaklarını kendisinden savdı. çünkü o hakkıyla işitenin, her şeyi bilenin tâ kendisidir." (Yûsuf Süresi, 23, 34)     Yûsuf süresinde geçen bu hükümleri tekrar tekrar okuduğumuz zaman, erkekle kadın arasındaki câzibeli ve fitneci hâli anlamış oluruz.     Kâdın olsun, erkek olsun insanların yaratılışında nefsâni ve hayvani zevklerin ve her çeşit cinsî arzunun tahakkukunu sağlamak arzusu vardır.     Yukarıdaki uzun kıssadan anlıyoruz ki, mâsum ve mükerrem olan Hz. Yûsuf (A.S.)'a kadın âşık oluyor, onun kendisine yaklaşması hususunu temin edebilir miyim diye evvelâ nâzik sözlerle teklif ediyor, red cevabını alınca bu sefer tehdit ve tecavüz yolunu seçerek Hz. Yûsuf (A.S.)'ın üzerine atılıyor. Nihayet Hz. Yûsuf (A.S.) hakkın muhafazası ile nefsin tehlikesinden kurtuluyor.     Diğer kadınların da aynı hale düşmeleri ve onlarında Zelîhanın haklı olduğunu kabul edip aynı âkıbeti kendilerinde görmeleri de, ibret verici hallerdendir. Zira kadını görüp eline temas imkânı geçenlerin şaşırıvermeleri görülen çirkin hallerdendir. Kadının, erkeğe ve erkeğin kadına karşı karşılıklı alâka ve câzibenin sebeplerini ilerde daha uzun izah edeceğimizden bu kadar açıklama ile iktifa ediyoruz.     İşte bütün beşeri hallerin tezâhurundan anlıyoruz ki, erkeklerin kadınlara karşı arzu ve iştiyakları olduğu gibi, kadınlarda da ayni halin olduğu yaratılış kanunlarının icaplarındandır.     Cinsi arzunun tahakkuku ve yaşaması için, Hz. Allah (C.C.) âtamız olan ilk insan Adem S.A.)'ı yaratmış ve onun vücudundan kendisine eş olârâk Hz. Havva'yı yaratmıştır. İnsan neslinin çoğalması için Hz. Allah (C.C.) bu iki mümtaz varlıktan erkekler ve dişiler yaratmıştır.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

HACCIN EDÂSI VE SEFERLE İLĞİLİ FARKLAR

Zengin olan Müslüman ve mükellef kadına, Zengin erkekte olduğu gibi Hac farzdır. Fakat kadının hac vazifesini ifâ edebilmesi için yanında kecası, babası ve oğlan kardeşi gibi nikâhla varması ebediyen haram olan erkeklerden birisinin bulunması şarttır. Aksi takdirde her ne kadar Haccın vucûbu. için olan zenginlik şartı var ise de, edâsı için olan şart bulunmadığından hac vazifesini ifâya gidemez.

     Mahremsiz hacca gittiği zaman işlediği günah ve vebal sevaptan daha büyüktür.     Komşu kadınını ve baldızını nikâhlama imkânı olmadığından nikâhsız hacca götüren edepsizlerin ve böylelerine fetvâ verenlerin halleri esef vericidir . Zira haram olan bir Şeye câiz ve helal demek çok kötü ve tehlikelidir.

     Kadınların, İbadet ve fazilet olan yere gidebilmesi için bu şartların lüzûmu gerekirse, sefer müddetindeq (18 saalik mesafede) ki sıla ziyaretine yâbancı memleketlere seyahate, temsile, çalışmaya ve her çeşit yolculuk icap eden yerlere gidebilmesi için, yanında mutlaka mahremi olan erkeğin bulunması şarttır. Kadının nikâhla varabileceği erkekler, yabancı erkek olduğumdan böyle erkeklerle uzak yolculuğa gitmeleri ve ikisinin yalnızbaş larına bir odada kalmaları haramdır. 
   
    EBÛ SAİD ELHUDRİ (R.A.)'dan mervi bir Hadis-i Şeriflerinde Resülü Ekrem (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurmuştur :     Allah (C.C.)'a ve âhiret gününe inanan bir kadın, üç gün veya fazla mesâfedeki sefere gitmesi helâl olmaz. Ancak beraberinde babası, oğlan kardeşi, kocası, oğlu veyahunnnnndi mahremlerinden (ebediyen nikâhlanması haram olan erkeklerden) birisiyle gitmesi helâl ve câiz olabilir." (Bnheri, Müslim, Ebu Dâvut, Tirmizi, İbni Mâce)

     Şu halde Mü'min ve mükellef olan bir kadın, üç günlük uzak mesafede ki gideceği yola, mutlaka yalnız gitmemesi lâzım ve gidemez. Ancak, Hadis-i şerifte beyan edildiği gibi, yanında ahlâklı ve Mü'min olan nikâhla varması ebediyen haram olan erkeklerden birisiyle gidebilir. Halbuki mükellef ve Mü'min erkek yalınız başına gidebilir. Fakat erkeklerin, uzun yolculuğa iyi bir yol arkadaşı ile gitmeleri sünnettir.

    Bu yolculuk uçak ve emsali vasıtalarla olsa dahi, pek çok tehlikeli münasebetler ve zarûretler olabileceğinden, inanan müslüman kadının mahremsiz gitmemesi lâzımdır. Hakka teslim olmayan ahlaksız soyundan olân kadınlar ise, günümüzde görüldüğü gibi giderler ve her türlü ahlaksızlık ve haramları işlerler.

Bu mevzuda daha geniş malûmat, "İzahlı Mülteka Tercümesi" adlı eserimizin birinci cildinin Hac bahsi ile "Îslâm'a sokulan Bid'at ve Hurafeler" 'in ikinci baskısının 174-176. sayfalarında verilmiştir.

     Hacc vazifesini ifaya giderken olsun, ihrama giderken olsun, ister ihrama girdikten sonra ve kâbeyi tavaf ederken olsun nerede ve ne zaman olursa olsun kadın .Telbiyeyi (Lebbeyk duasını) ve diğer duaları sesli olarak okumaz. Sessiz olarak okur. Zira sesi mahremdir. Yabancı erkeklerin şehvetini uyandırıp ve bir fitneye sebep olabileceğinden günahtır.

     Halbuki erkekler, her yerde ve her zaman yapacakları duaları sesli olarak yapabilirler. Hatta dereye inerken ve tepeye çıkarken telbiye ve duaları yüksek sesle okumaları daha sevaptır.
Kadın, ihrama gireceğinde dikişli elbiselerini soymaz, çıkarmaz. O elbiselerinin üzerine ihramını giyer. Erkek ise, para kemeri gibi taşıması zarurî olanlar hariç dikişle dikilmiş diğer elbiselerini tamamen çıkarır sade ihrama girer.


     Kadın, saçı avret olduğundan ihrama girdiği zaman başını ve saçını açmaz Erkek ise bunun hilâfındadır . Fakat kadın yüzünü örtmeyip açabilir.     Kadın, ayaklarına mest ve ellerine eldiven giyebilir.

     Kadın, Kâbe'i Muaazzama'yı tavaf ederken remel yapmaz. Keza kadın ihramda iken sağ omuzunu ihramdan çıkararak tavafda bulunmaz. Safâ ile merve arasındaki derede "Miyleyni ahzarayan" denilen yerde süratli giderek say etmez. Erkek ise, bütün bu hükümlerde kadına muhaliftir.

     Kadın, Hacc. vâzifesi hitamında Tıraş olunacağında başını kazımaz, belki saçından kestirir ve kısaltır.

     İzdihamlı ve kalabalık zamanlarda kadın, HACERUL ESVED'İ İstilam etmez (elini sürmez.) Safa tepesine çıkacağında da izdihamlı olursa kadın yine çıkmaz.

     Keza makamı İbrahim'de namaz kılacağı zaman izdihamlı olursa, orada namaz kılmayı da terk eder. Hayız ve nifas özründen dolayı kadın, vedâ tavafını terk ettiğinde ve tavafı ziyareti vaktinden sonraya tehir ettiğinde kan akıtmak (kurban kesmek) lazım gelmez. Ancak özürlü olduğu halde Tavafı ziyareti yaparsa, kurban lazım olur. Geniş malumat "İzahlı MÜLTEKA TERCÜMESİNDE" Beyan edilmiştir.

     Hacca gidecek olan kadının iddedte olmaması lazımdır. Bu iddet ister talak iddeti olsun ister vefat iddeti olsun, Halk arasında bu iddete "adar" denilmektedir. Geniş izahı, Fıkıh kitaplarının talak bahsinde mevcuttur.    

 TALAK İDDETİ : Kocası tarafından boşanan kadının başka kocaya varabilmesi için bekleyeceği müddettir ki, amelden kalmamış ve hamile değilse, üç hayız görecek ve temizlenecektir. Amelden kesilen ihtiyar kadın ise, üç ay bekleyecektir. Şayet hamile olursa, hamlini (karnındaki çocuğunu) doğuruncaya kadar bekler. Bu hükümler hür kadınlara mahsustur. Cariyelerde değişir. 

    Bir kadın talak sûretiyle boşanır ve böyle iddetini beklediği müddet için de olursa, hacca gidemez. Velev ki yanında mahremlerden bir erkek olsun, yine gitmesi caiz değildir.     

VEFAT İDDETİ : Kadının, Kocası öldüğü zaman dört ay on gün beklemesi lazım olan müddettir. Binaenaleyh kocası ölen bir kadının, başka kocaya varabilmesi için dört ay 10 gün beklemesi lazımdır. Keza Hacca gideceği zamanda bu iddetten kurtulmuş olması lâzımdır. Aksi takdirde kocâsı öldükten sonra ve bu iddetin müddeti içinde hacca gitmesi caiz değil ve haramdır. Hatta kadının iddet beklemesi hacc yolunda meydana gelse ue bulunduğu yerde 18 saatlik sefer müddetinde olursa hacc vazifesine devam edemez. Ya gerisin geri mahremi ile memleketine dönmesi lazım veya orada yine mahremi ile hacc kafilesininin dönmesini beklemesi lazımdır. Yani hacc vazifesini yapamaz ve gidemez.    

 Meselâ : Hacca gitmek için pasaport vesair hazırlıklar yapılırken veya bittikten sonra kadının kocası ölse Hacca gidemez. Ancak 4 ay 10 gün sonra gidebilir Aynı hal hacc yolunda olsa, yine hacc vazifesini îfâ edemez.     Bu hükümün daha genişi, Fetâvâyı Hindiyenir. hacc bahsinin 219 sayfasında, Fetâvâyı Kâdıhanın 283. sayfasında ve Merakılfelah Tahtavisinin 298. sayfasında mevcuttur. 

    İddet bekleyen kadının sefer müddeti olan her hangi bir yolculuğa ve hacca gidemeyeceğini beyan eden ilahi hüküm şöyledir .

     "Onları (İddet bekleyen kadınları) evlerinden çıkarmayın (İddetleri bitinceye kadar) kendileride çıkmasınlar." (Talak Suresi, 1) 

    Buraya kadar naklettiğimiz amelî hükümlerin daha geniş izahı ve senetlerî İslam hukukunun kanunlarını havî fıkıh kitaplarımızda beyan edilmiştir 

    Arzû eden okuyucularımız. "Îzahlı mülteka Tercümesi" adlı eserimizden cevapları okuya bilirler. 

                                           Kaynak: Mustafa Uysal

İBADET ÂNINDAKİ FARKLILIKLAR



Kadın, iftitâh tekbirinde ellerini, kulaklarının hizasına kadar kaldırmaz. Omuzlarının hizasına kadar kaldırır. Zira böyle yapması kadının kollarının açılmamasına ve bedenini setretmeye daha uygundur.     Kadın, namazda okuduğu kıraatları her vakit gizli okur. Zira sesli okursa, fîtne ve fesada sebep olabilir ve sesi mahrem olduğundan sesini yükselterek okuması haramdır.

     Kadın, namaz kılarken rukû ve secdelerde koltuklarını bitiştirerek yapar. Koltuk ve uyluklarına bitiştirerek yapmasının sebebi vücudunun gerilme ve görünme şekillerini örtmeye ve önlemeye daha lâyık olduğundandır.

Kadın, namaza durduğu zaman önünden geçenleri geçirmemek için, tespih ve tehlil söylemeyip, elinin dışını diğer elinin üstüne vurmak sûretiyle îkazda bulunur. Halbukî erkekler, okudukları kıraatı yükselterek veya sesli olarak tesbih, tehlil ve tekbir almak sûretiyle önlerinden geçenleri ikaz ederler.


     Bu gerçek Hz. Ebî Hüreyre (R.A.)'nin Rasûlü Ekrem (S.A.V.) Efendimizden rivayet ettiği şu Hadis-i Şerifte beyan edilmiştir.     "Tasfik (Namazda eli ele vurmak) kadınlara mahsus ve (sesli olarak) tespih söylemek, erkeklere mahsustur." (Buhari, Müslim)

     İbâdet ve itaat esnasında dahi, kadının sesini çıkarmasına müsaade etmeyen bu gerçekler karşısında kadınların şarkısında mahzur görmeyen ve "Mubah" diyecek kadar abdallaşanların kötülükleri anlaşılmaktadır.

     Kadınların cemaat olup, içlerinden binin imam olarak namaz kılmaları kerahattır. Fakat kerahat olmakla beraber cemaatle kendileri namaz kılmak istediklerinde; kendi cinslerinden olan imamları ortalarına durur. Erkeklerin imamları gibi ileriye geçmez.

     Kadınların, câmiye cemaata çıkmaları mekruhtur. Evlerinde kılmaları daha sevaptır. Fakat erkeklerle kadınların yerleri ayrı olursa, cevaz yönleri de fıkıhda beyan edilmiştir. Halbuki erkeklerin cemaata çıkmaları ve cemaatla namaz kılmaları lazımdır. Zira cemaatla namaz kılmak 27 derece efdaldır. Yani evde veya herhangi bir yerde tek başına kılınan 27 rekat namazdan cemaatle kılınan bir rekatın sevabı daha çoktur. Bu faziliyet, farz olan veya cemaatla kılınması meşrû olan namazlara mahsustur.

     Kadınların, cemaata çıkmaları için gerekli şartlar ilerde uzun uzun beyan edilmiştir.     Kadınların, erkeklere imam olması, hiç bir sûrette câiz değildir. Binaenaleyh kadın imam olur, erkeklerde ona cemaat olurlarsa, namaz sahih olmaz, fasit ve batıldır.

     Kadınlar, namazda ayakta iken ellerini göğüslerinin alt tarafına veya üstüne koyarlar ve teşehhüdde iki ayağını sağ tarafına yatırır, hiç birini dikmezler. Sol topuk ve ayaklarının üstüne otururlar. Bunların bu şekilde yapmaları setretmeye daha layık olduğundandır.

     Kadınlara, Cuma Ve Bayram namazları farz ve vacip değildir. Fakat kıldıkları zaman sahih olur. Şu halde Cum'a namazını kılan l:adına öğle namazını kılması lâzım gelmez.

     Kadınlar, hayızlı ve nifaslı iken namaz, oruç tutamaz, Kur'an okuyamaz ve okutamazlar. Camiye ve Mescide giremez ve Kabe'i Muazzama'yı tavaf edemezler. Abdestsiz ve cünüp olan erkek ve kadın aynı vazifeleri yapmadıkları malumdur. Kadınlar farklı olarak özürlü zamanlarda bir çok hayır ve vazifelerden mahrumdurlar.

                                                     Kaynak: Mustafa Uysal

AMEL BAKIMINDAN OLAN FARKLILIKLAR


Hanefî Mezhebi üzere İbn'i Nüceym Merhumun "EŞBAH VENNAZÂÎR" adlı kıymetli eserinde ve diğer fıkıh kitaplarında amel ve haklar bakımından kadınla erkeğin farklı olan bazı hükümleri beyan edilmiştir,

     Kadın, Etek temizliğinde erkeğe muhalif olarak eteğinin kılını yolar. Kadının sakalı biterse, kazıması sünnettir. Erkek ise, sakalını bırakıp kazımaması sünnettir,

     Bâzı kimseler, "Bir kimsenin karısı müsaade etmezse sakal koyamaz" diye hüküm vermeye veya "Karısının izni olmadığından sakalını koymadığını" söylerler. Bu söz ve hareketlerin hiç bir hakikatle alâkası olmadığı gibi. İslâm'ın verdiği Reis ve Hakimiyet Şerefini ayağının altına alıyor. Miskinlik ve aptallığını izhar ediyor.

     Evet, sakal koymak sünnettir. Binaenaleyh bu vazifeye kimse mani olamaz. Ve mani olanların sözüne itaat edilemez. Zira Hz. Peygamberimiz (S.A.V,) bir Hadis-i Şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyor ;

     "Hâlika (Allah (C.C.) 'a) karşı isyan olan yerde (işte ve mekânda) mahluka (kula) itâat yoktur. İtâat, ancak mâruf (iyi ve doğru) olan yerdedir." (Buhari, Müslim)     Kadının, sesi avret olduğundan ve pek çok fitne ve fesatlıklara sebep olabileceğinden, kadının ezan ve ikâmet ol:uması mekruhtur.

     Kadının, eli yüzü ve bir rivayette ayağı hariç vücudunun her tarafı avrettir. Erkeğin ise göbeğinin altından diz kapağının altına kadar olan yerler avrettir. 

20 Temmuz 2018 Cuma

MİRASDA Kİ FARKLAR

Miras cihetinden erkekle kadının hakları arasında muhtelif farkları kısaca şöyle özetleyebiliriz :     a) Erkeklerin baba, oğul, zevc ve oğlan kardeşlerin aralarında sehim farkları olduğu gibi kadınlarda çeşitli hallerde farklı sehim hisseleri vardır.     Meselâ : Ana bir kız kardeşlerinden bir kız kardeş tek başına olursa altıda bir (6/1) alır. Kezâ ana bir oğlan kardeş de bir adet olursa, o da altıda bir (6/1) alır. Şayet ana bir oğlan ve kız kardeşler birden fazla; iki üç kişi olurlarsa üçte bire (3/1) müsavi olarak varis olurlar. Zira bunlar tek başına erkek veya kadın oldukları zaman altıda bir hisse de nasıl müsâvî iseler üçte bir'e beraber varis olmaları halinde de aralarında yine müsavi olarak varis olurlar.     Bu mesele hanefi Mezhebi üzeredir.     Bu gerçekler Kur'an-ı Kerimin şu meâldeki âyeti celilisiyle beyan edilmiştir :     "Eğer mîrası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kız kardeşi bulunursa, bunlardan her birinin (hakkı) altıda biridir. Eğer onlar bu (bakımdan) çok iseler o halde onlar (ölünün edeceği vasiyyet ve borcun edasın) dan sonra üçte birde (3/1) ortaktırlar." (Nisa Suresi, 12)     b) Kadın, erkeğin aldığı mîras hakkının yarısını alır. Yani ikili birli varis, olma cihetindedir. Buda ana baba bir oğlan ve kız kardeşlerin varis olmaları neticesindedir.     Bu farklı veraset, kadınların şeref ve kereminin noksanlığından mı dır? Veya İslam'da böyle bir şeref ve insanlık değerinin noksanlığımı vardır? Hayır asla yoktur.     Elbette öyle bir sebep ve noksanlıktan değildir. Belki Kadınların, mehir ve nafaka hakkının olmaları hasebiyle kadınlar böyle meşru yollardan maddi imkânlara kavuşabilecekleri ve kavuştukları bir gerçek ve hakikattir.      Binaenaleyh erkeklerde daha fazla sarfiyat ve gider olduğundan erkekler, kız kardeşlerden ve diğer erkeklerde bazt yönlerden fazla hakka sahip ve vâris olmaktadırlar.     Bu beyanımız pek çok sebeplerden bir tanesidir. Ve kadınla erkeğin arasında denge ve adâlet olmuş oluyor:


"Allah (c.c.) size (Miras hükümlerîni şöylece) tavsiye (ve emr) eder. Evlatlarınız hakkında (ki hüküm) erkeğe. iki dişinin (kadının, kız kardeşinin) payi miktarıdır." (Buhari, Müslim)
     Verâset konusunda ki arzettiğimiz hükümler erkekle kadın arasındaki müsavi veya farklı olan haklardan bir kaçıdır. Daha uzunu ve madde madde beyanı feraiz kitaplarında ve fıkıh kitaplarının sonralarında beyan edilmiştir.

ŞAHİTLİKTEKİ FARK

İslâm, hakların ispat ve tespîti için, âdil iki erkeğin veya bir erkek ve iki kadının şahadetini şart kılmıştır.
Bu husus Kur'an'ı Kerimde meâlen şöyle beyan edilmiştir:
     
"Erkeklerinizden iki de şâhit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa, o halde râzi (ve doğruluğuna emin) olacağınız şahidlerden bir erkekle iki kadın (yeter bu suretle) kadınlardan biri unutursa, öbürünün hatırlatması kolay olur. (kolay olur)." (Bakara Suresi, 282)    
 Yukarıdaki hükümden anlaşıldığı üzere bir hakkkın ispatı için iki erkek şahitlik yapmadığında, bir erkekle iki kadının şahitlik etmeleri lâzımdır. İki kadın bir erkek yerine kâim oluyor. Bu farkın olması kadınla erkeğin insanlık ve keremliliği ile alâkalı değil ve kadının hürmete liyakâtının, şerefinin aşağılığından da değildir. Malî tasarrufta içtimaî meselelerde, evin ihtiyacını karşılamada ve insanlar arasında vakî olan hâdiselere şâhit olup mahkeme vesair işlerde çok zaman erkekler şâhitlik ettiğinden, bâzı zaman kadınlardan da şâhitlik icap edebileceği muhakkaktır.     Bizde, irade ve akıl bakımından kadınlar, erkeklerden zayıftır.    
 Mahkemelerde ve pek çok hadiselerde kadınlar hazır bulunup şâhitlik etmediğinden böyle bâzı zaman vukû bulan şahitlikler de unutkanlık, hata etmek veya heyecana kapılarak yanlış ifade vermek ihtimaline binaen hâkîmin huzurunda biri hata ettiğinde veya unuttuğunda diğeri hatırlatmak için diğer bir kadının şâhitlik yapması zarureti hasıl olmuş olur.    
 İşte yukarda beyan edildiği üzere beşerî ârızalar gibi pek çok sebep ve zarûretlerden dolayı, iki kadın bir erkek makamında kaim olarak hakimin huzurunda şâhitlik yapma zarûreti beyan edilmiştir. Yoksa kadının insâni ve kerem bakımından erkekten noksan olduğundan değildir.      FAHRUDDİN'İ RÂZİ (R.A.) Tefsiri Kebirinde Kadınlardan biri unutursa, öbürünün hatırlaması (Kolay olur) Cümlesinin mânasını şöyle açıklıyor:     
" Kadınların yaratılışında yaşlılık ve soğukluk çok olduğundan kadınların tabiatı çok zaman unutkanlık üzerindedir. İki kadının İçtima etmesi ise, bir kadına ârız olan unutmanın meydana gelmesi akılda daha uzaktır. Binaenaleyh iki kadın bir erkek makamına kâimdir.     
Bir ata sözünde : " Kadınların saçı uzun aklı kısa " denilmiştir.      
Erkekle kadınların, din ve akil cihetinden bazı farkların ve kadınların erkeklere nazaran aklın ve dinen noksanlığın olduğunu beyan eden şer'i delillerden bir tanesinin meâli şöyledir ;     EBU SAİD'i HUDRİ (R. A.) dan şöyle rivayet edilmiştir :    
 "Bir kurban veya Ramazan Bayramındâ Rasûlullah (S.A.V.) Efendimiz yanımıza namazgaha çıktı. Kadınların yanındân geçti. Ve (onlara) ;     
"Kadınlar, sadaka veriniz. Zîra bana cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz" buyurdu,     - (Kadınlar) : "Ya Rasûlullah (S.A.V.) Neden?" diye sordular.     -
 Rasûlullah (S.A.V.) :     
- "Çünkü siz (ötekine, berikine) çokça lânet eder ve kocalarınıza karşı küfranı nimet gösterirsiniz. (Ne acâibdirki kendini zabdeden akıllı ve dininde) mazbut kimsenin aklını sizin (aklınız) kadar eksik akıllı ve eksik dinli hiç bir kimsenin gelebildiğini görmedim.n buyurdu (Buhari, Müslim)    
 - "(Kadınlar) : Aklımızın ve dinimizin eksikliği nadir? Yâ Rasûlullah (S.A.V.) dediler.     
- "(Rasûlullah (S.A.V.) ; Kadının şahâdeti, erkeğin şahadetinin yarısı değilmidir?" diye sordu.     
 - "(Kadınlar) : Evet" dediler.    
 - " İşte bu aklın eksikliğinden ve (kadın), hayız zamanında namaz ve oruç tutmaz değilmi?" buyurdular.     
- "Evet" dediler.     
-"İşte bu da dininin eksikliğindendir." cevabını verdi.     
Burada erkek ve kadınların farklarını beyan eden hüküm bir umumî hükümdür. O umûmi hüküm, kadın ve erkek fertlerinden her ferde doğru olması lâzım gelmez, Nitekim erkeklere taş çıkarır nice kadınlarda vârdır. Hüküm ekseriyete binaendir.     
  Dinî noksanlığa gelince, "Amel imandan cüzdür ve iman ziyade ve noksan kabul eder" diyenler bu kelâmı nebeviyeyi zahirine hamledip tevile hacet görmezler. İbadeti eksik olanların dininide eksik sayarlar.     
İmanın âmelden cüz olmadığını kabul edenler ise, imanın esası, İslâm ve dine ziyade ve noksan tertibi mümkün değildir. Binaenaleyh bu ziyade ve noksanlık sıfata râcidir, derler. Yâni îman esaslarına inanışta değil, amel bakımından farklılıklar vardır.     
Şu halde buradaki farkın zâhiri yönden değil kadınların aklî yönden zayıf ve hayız ve nifasdan dolayı âmeli yönden dinen noksan olmasındandır.

BÂZI VAZİFELERİ YAPMADA EŞİTLİK

Kadın, İlim ve irfan ile mükellef olması hasebiyle âlim olur, Müftü (fetva verici) olur, velî olur ve ârif olur. Kadın, erkek gibi iyiliği kendi cinsine ve icabettiği zaman meşrûiyet dahilinde erkeklere emreder, kötülükten nehyeder. Fakat bütün bu vazifeler erkeğin olmadığı veya kadından başka bilenin bulunmadığı zarûretler karşısında caizdir.
     Kadın, bulunduğu memlekette ve meşru şartlar altında hakim olabilir. Fakat sefer müddeti mesafelere ve pek çok tehlikeli yerlere gitmesi ve yabancı erkeklerle görüşmesi gibi haramlarla karşılaşacağından, Devlet Reisi olamaz. (Elmeretü b•ynelfıkhı velkanun, 39 vs izmitli ismail hakkının, El- cevabü<ssedid, 132)
     Bu vazifeleri yapan veya yapacak olan kadının, eli, yüzü ve topuklarından aşağı ayağı hariç her tarafı örtünmüş olması erkeklerle karışmaması, yabancı bir erkekle bir kadının yalınız başına bir odada kalmamaları ve yukarıda bahsettiğimiz, aşağıda bahsedeceğimiz kötü netice meydana getirecek her türlü haram sebeplerden kaçınması ve gereken her muşrû çarenin bulunması şarttır.
     Kadınlarda; erkekler gibi dinî vazifelerle mükellef olduğu gibi emri bilmaruf ve nehyi anilmünker (iyiyi tavsiye ve kötülükten men etme) ile mükellef, alim, velî olabilir fetva verebilecekleri pek çok hakikatlerle sabittir. Kadınlar hem cinsi olan kadınlara, çocuklarına, yakınlarına ve icap eden zarûretler karşısında müslüman erkeklere İslâm'ın beyan ettiği edep ve tesettür dahilinde bu vazifeleri yapabilir:
     Kur'an-ı Kerimde meâlen şöyle buyurulmuştur. "Mümin erkekler de, mümin kadınlarda birbirinin velileri (dostları ve yardımcıları) dır. Bunlar (erkek ve kadın müminler, insanlara) iyiliği emrederler, (Onları) kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah'a (C.C.) ve Resulüne itâat ederler. İşte bunlar, Allah onları rahmetiyle yargılayacaktır. Çünkü azimdir, hakimdir." (Tevbe Suresi, 71)
     Hz. Aişe (R.A.) validemiz, Râbiatüladeviye hanım ve emsali kadınlardan fakih ve alim kadınların İslâm'a pek çok hizmetleri olmuştur.
     Buraya kadar saydığımız maddelerden anlaşılmıştır ki, kadınlarla erkekler arasındaki müsavilik yönlerini şöyle hülasa edebiliriz :
     a) İslâm'da, insanlık şerefi ve kemali bakımından kadınlar erkekler gibidirler. Zahiren erkekte ki güzel siyret ve varlıklara sahiptirler. Binaenaleyh erkeklerin şeref ve haysiyeti ne ise, kadınlarda aynı şerefe ve kıymete sahiptirler.
     b) Erkek, küçüklüğünden îtibaren talim, terbiye ve ilahi emirlere muhatap olması zamanına ve ondan sonra ölünceye kadar ne gibi ilâhi tekliflere muhatap ve mükellefse, kadın da aynı hükümlerle yükümlü ve muhataptır.
     MESELA: Erkeğe, yedi yaşından itibaren îman etmesi hükmü ve mükellefiyeti aynı zamanda namaz kılmasına alıştırmak keyfiyeti kadın da aynıdır. Mükellef olduğu zamân erkeğe imanı kesbi ve namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek, anaya babaya itaat etmek, helal lokmayı yiyip, hâramdan kaçınmak gibi dini vazifeleri yapmak erkeklere nasıl farz ise, kadınlara da aynı farzdır.
     Öğrenilmesi ve yapılması farz olan bütün bilgi ve amelleri öğrenmek ve yapmak istisnasız erkek olsun, kadın olsun bütün müslümanlara farzdır.
     Küçük yaştan itibaren büyüyüp ölünceye kadar koruma, bakım ve hürmet etmeğe erkek. neye layık ise, kadın da aynı haklara sahiptir. Hatta bazı yerlerde kadına hürmet ve şefkat erkekten de elzemdir, Evladın anasına itaat ve hürmet etmesi babadan daha ziyade olduğu bu cümledendir. Nitekim beşinci maddede bu gerçek bir Hadis-i şerifle açıklanmıştır,
     c) İslâm bütün, malî tasarrufta kadınların erkekler gibi aynı haklara sahip olduğunu beyan etmiştir. Elbette bu malikiyyet erkeklerde olduğu gibi kadında da sinni ruşde (Ergenlik ve buluğ yaşına) vardığı zamandır. Bâlığa ve mükellef olan bir kadının mülkünde ne babası, ne kocası ve ne de kadının kardeşi gibi mahremlerinden birinin salahiyet ve tasarrufu vardır. Bütün tasarruf ve yetki malın sahibi olan kadınındır. Kadın malını satar rehin verir, bağışlar, emanet bırakır ve icara verir, kefil ölür, vekil olur. Dava eder, vasiyet eder ve sair hakları na sahiptir.
     Binaenaleyh bir erkek nasıl malını harcarsa, muhafaza etme, hayra sarfetme, satma ve alma gibi tasarruflarla malının sultanlığını yapar ve sahipse, kadında aynı haklara sahiptir.
     Hülâsâ'i Kelam; kadınla erkek beşerî ve insani hayatta aynı seviyede müşterekî yaradılışın îcabı eşit haklara ve insanlığın terakki ve medeni hayata kavuşabilmesi için, İslam'ın beyan ettiği meşrûiyyet dahilinde el ele verib çalışmaları gerekir. Fakat gayrî İslâmi görüş ve hareketlerini örnek edinmek insanlık ve müslümanlık dışında batıl ve en kötü hareketlerdendir.

HİMAYE ve HAKLARINA SAHİP OLMADA EŞİTLİK

İslâm, Erkekler de olduğu gibi kadınlarda henüz baliğ olmamış ve küçük iken yetim kaldıklarında veya o halde iken yetim olmadıkları zamanda da hem kendileri ve hem malları ve mülkleri kendilerine bakmakla mükellef olan velîleri üzerine farzdır. Hatta onların her türlü terbiye yardım ve koruma imkanlarıyla kız çocuklarını himayelerinde muhafaza etmeleri farzdır.
     Fakat Kız çocuklar, ergenlik çağına 15-18 yaşına) vardılarmı, erkeklerdeki bulunan bütün mâlî, ticarî, vekalet, kefalet, havale, sulh, ortaklık, hibe ve malını vakfetme yetkisi gibi yetkilere sahiptir. Bütün mallarının tasarrufu kendisinin idaresindedir. Yani Fıkıhda beyan edilen, şahsî, malî ve iktisadî haklarına sahiptir. Zira hür ve mükellef olan her kadın böyledir.
     Kadınların, erkekler gibi malî, iktisadî ve mülkî hürriyete ve hakka sahip olduğu Kur'an-ı Kerimin pek çok ayetlerinde mezkürdür. Cenab-ı Hak bir ayeti celilesinde şöyle buyuruyor :
     "Erkeklerin kendi kazandıklarından bir payı olduğu gibi, kadınlarında yine kendi kazandıklarından bir hissesi vardır." (Nisa Suresi, 33)

Bütün insanlar, yaradılış ve zahiri görünüş itibariyle güzel sûrette ve müşterek vasıflara sahip olarak yaratılmışlardır. Fakat Ahsenitakvirri üzere yaratılan insan, ancak yaradana inanıp ve emirlerine boyun eğmekle faziletli ve üstün varlıkdır

                                                                          Kaynak: Mustafa Uysal

KARI İLE KOCANIN HAKLARI CİHETİNDE EŞİTLİK

İslâm; Erkeğin (Kocanın) kadınında hakkını beyan ettiği gibi, kadının da erkekte pek çok haklarının olduğunu beyan etmiştir. Yani her ikisinin karşılıklı hakka sahip olmaları, her ikisinin Müsâvî hak sahibi olduklarını beyandır. Ancak bu haklara sâhibiyet erkeğin riyaset ve idaresi altında olmasıyladır.Ve bu riyaset sahibi erkeğin zulüm ve istibdat yollarına. sapmaması da şarttır.
     Karı ile kocanın karşılıklı hak sahipleri olduklarını beyan eden İlahi hüküm :
     "Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi kadınların da onlar üzerinde (hakları) vardır (Yalnız) erkekle(onlar (Kadınlar) üzerinde (daha üstün) bir dereceye mâlikdirler." (Bakara Suresi, 22)
     Hz. Peygamberimiz (S. A. V.) Efendimiz, bir hadis,i Şerifinde mealen şöyle buyuruyor :
     "Kulak verin! Muhakkak kadınlarınız üzerinde sizin hakkınız var ve sizin üzerinizde de kadınlarınızın hakkı vardır.
     - Kadınlarınızın üzerindeki hakkınız, sizin hoşlandığınız kimselere, evinize izin vermemeleridir.
     - Duyun, Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, yemeleri ve giymelerinde güzel yedirip ve güzel giydirmenizdir." (Tirmizi)

  Bütün insanlar, yaradılış ve zahiri görünüş itibariyle güzel sûrette ve müşterek vasıflara sahip olarak yaratılmışlardır. Fakat Ahsenitakvirri üzere yaratılan insan, ancak yaradana inanıp ve emirlerine boyun eğmekle faziletli ve üstün varlıkdır

                                             Kaynak:Mustafa Uysal

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)