Animizm ya da diğer adıyla canlıcılık, doğada insan ruhuna az çok benzeyen başka ruhların da bulunduğunu kabul eden ilkel insanların dinidir. Bu inanca göre evrendeki bütün varlıkların, bitki ve hayvan gibi canlıların, denizlerin ve göklerin hatta yağmur ve yıldırım gibi doğa olaylarının giz dolu etkisi olan birer ruhları vardır.
İlkel çağlarda insanlar açıklayamadıkları, aciz kaldıkları ve korktukları doğa olaylarını kişiselleştirerek anlamaya çalışmışlar; korku kaynaklı bir beklenti ile birlikte onun içinde bulunduğuna inandıkları ruhlara saygı göstermişlerdir. Tıpkı insanlar gibi bu ruhlar da iyi ya da kötü karaktere sahip olabilir ve yeterince saygı görmezlerse kötülük yapabilirler. İnsan, gücünün dışında kalan bu bilinmeyen güçleri denetleyemez ama onlardan yardım isteyebilir ya da dualarla öfkelerini yatıştırabilir.
Animizm ilk başlarda fetişizm olarak adlandırılmıştır. Fetişizm sözcüğü dinler tarihine ilk olarak De Brosses tarafından 1760’da yayınlanmış olan “Fetiş Tanrıların Dini Üzerine” adlı yapıt ile girmiştir. Fetiş (fetiche) sözcüğü Portekizce Feitiçio’dan, o da Latince Facticius sözcüğünden gelmektedir: Büyü gücüne sahip perili nesne anlamına gelen bu terimi Portekizli gemiciler zencilerin dinsel eşyası ile büyücülük aletlerini anlatmak için kullanıyorlardı. De Brosses’un düşüncesine göre fetişlere tapınmanın bütün dinlerin kökünde bulunması gerekirdi.
Büyük Fransız filozofu Auguste Comte (1798-1857) da Pozitif Felsefe Dersleri”nin birincisinde ünlü Üç Durum Yasası’nı (Üç Hal Kanunu) formülleştirdiğinde bu Fetişizm terimini benimsemiştir. Auguste Comte’a göre insanlık birbiri ardınca üç durumdan geçmiştir. Teolojik durumda insan olayların açıklamasını kendisininkine benzeyen fakat daha kudretli iradelerle izah eder. Metafizik durumda insan olayları soyutlamalar (tecrit, abstraction) ve doğa kuvvetleriyle izah eder. Ve Üç Durum Yasası’nın sonuncusu olan pozitif durumda ise insan olayları başka olaylarla izah eder.
Animizm sözcüğü ilk olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz antropolog Edward Burnett Tylor’ın “Primitive Culture” adlı yapıtında kullanılmıştır. Latince Anima (ruh, hayvan) sözcüğünden gelir. Bu inancın teorisini kuran Taylor ilkel dinleri, bütün insan toplumlarının sonraki evrimleri ne olursa olsun bu inanç evresinden geçtiklerini ileri sürerek açıklamaya çalışmıştır.
Şunun da altını çizmek gerektir ki Animizmi, kendisine yakın dinsel görüşlerden belirli olarak ayırmak olanaksızdır. Örneğin
Totemizm inancının temel tezlerinden birkaçı Animizmde de bulunmaktadır: Mana fikri, tabu fikri ve yarı insan-yarı hayvan efsanevi atalar fikri. Öte yandan bütün çevrelerdeki bütün dinlerde Totemizmin olduğu kadar Animizmin kalıntılarına da rastlanmaktadır.
Burnunla birlikte Avusturalya yerlilerine göre daha olgun, fakat daha eski uygarlığa sahip toplumlarla kıyaslandıkları zaman daha ilkel gibi görünen birçok toplumların dinini de Animizm deyimiyle tarif edebiliriz: Örneğin Müslüman olmayan zenci Afrika toplumları, Polinezya toplumu, Kuzey ve Güney Amerika’nın şimdiki Kızılderili toplumu, Eskimo toplumu vb.
Animizmin Temelleri
Bu ilkel insanların can ve doğa hakkındaki inançlarını, büyü usullerini, dinsel törenlerini incelemek yerinde olur.
İlkel insanlara göre can yahut ruh bedene, bedenin bazı parçalarına; Avustralya yerlilerine göre de özellikle böbreklerdeki yağ tabakasına sıkı sıkıya bağlıdır. Zaten can, beden ölmeksizin bundan bir zaman için ayrılabilir. Bu takdirde beden üzerinde uzaktan dahi olsa, sanki bedenin içindeymiş gibi etki yapar. Frazer bir eserinde bu dış canı özellikle incelemiştir. Ona göre “can çalınabilir, yenilebilir, geri getirilebilir ve bazı durumlarda da yamanabilir, onarılabilir ve yerine başkası konabilir.” Cherokee Kızılderililerinden bir şef bir savaş sırasında canını bir ağacın tepesine yerleştirmişti. Düşman durmaksızın ona ok atıyor ama şef ne ölüyor, ne de yaralanıyordu. Fakat hasmı, savaşta yapılan bu büyüyü anladığından, dallara doğru ok attırdı. Bunun üzerine kabile şefi düşüp öldü.
İlkel insana göre, kişilik onun şahsiyetinin çevresinde bitmez. İlkel zihniyete göre bu kişilikte bedenin kendisiyle beraber onun üzerinde biten (yetişen) ve ondan çıkan salgılar (ifrazlar) veya bedenin dışarıya attığı saç, kıl, tırnaklar, gözyaşı, idrar, gaita maddeleri, sperm, ter gibi maddeler de dahildir. Onun için birçok toplumlarda herkes saçlarının, tırnak parçalarının yahut gaita maddelerinin kötü niyetler besleyebilecek bir başkasının eline geçmemesine büyük özen gösterir. Bunları elinde tutmak, o insanın canını da elinde tutmak demektir. Kişinin kılları, salgıları vs., tıpkı ayakları, elleri, yüreği ve kafası gibi, kendi benliğinden bir parçadır. Kelimenin tam anlamıyla bunlar da ona ait bulunmaktadır.
Kişiliğin bu elemanlarına, bedenin örneğin üzerinde oturulan iskemle gibi bir eşya veya yer üzerinde bıraktığı izleri ve özel olarak ayak izlerini de eklemek gerektir. Bir çocuğu kudretli bir büyücünün bıraktığı izler üzerine yerleştirerek, çocuğun da onun kuvvetinden bir şeyler edineceği sanılır Kişinin gölgesi, sudaki aksi, resmi de yine onun kişiliğine dahil nesnelerdendir. İlkel insanlarda genel olarak resminin yapılmasından ya da fotoğrafının çekilmesinden korku duyması da bundan ileri gelmektedir.
Kişinin adı da kişiliğe dahil bir nesnedir. Eskimolar üzerine çok derin incelemeler yapmış olan Rasmussen’e göre bir insan bir bedenden, bir candan ve bir addan meydana gelmedir.
Giyecek eşyası da kişiliğe ait şeylerdendir. Terli bir erkeğin urbasını giymiş olan bir kadın gebe kalabilir. Bir insan tarafından sık sık kullanılan kap-kaçak ve başka eşya da onun kişiliğine dahildir ve bazı toplumlarda o insan öldü mü, bunlar yakılır.
Yaşamın özü olan can, bedeni kesin olarak terk ettiğinde ölüm meydana gelir. Bununla birlikte daha karmaşık bir düşünce olan ve ruhun bedenden ayrılarak ölüler ülkesinde yaşayabileceğine inanan ruh göçü de Animizmden doğmuştur. Bu düşünceye göre ölen bir kimsenin ruhu bir maymunun, bir incir ağacının, bir sineğin bedenine girebilir. Ölen kimsenin yaşayanları kıskanıp onlardan öç almaması için bu cesede özen göstermek gerektir. Ölüler yiyip içmek ister, saygı görmek isterler. Levy-Bruhl’ün düşüncesine göre ilkel zihniyete göre ölü hem “mevcut”, hem “namevcuttur” ya da aynı anda birkaç yerde birden hazır bulunur. Bu zihniyet ölülerin iki yerde birden hazır olabileceklerini kabul ederek, bunların başka bir alemde oturmakla beraber, bazı hallerde yaşayanlara görünebileceklerine inanmaktadır.
Ölüler alemi tıpkısı tıpkısına canlılar aleminin zıddıdır, karşıtıdır. Orada her şey tersinedir. Bizim gecemiz onların gündüzü olduğundan, yeryüzüne geceleyin gelirler; geceleyin onlarla karşılaşmak tehlikelidir. Bununla beraber ölülerin toplumu da canlılarınki gibi klanlara bölünmüştür. Ölülerin tekrar bir bedene girdikleri gerçekleştiği gibi, büsbütün kaybolup gittikleri de olur.
Animizmde düşle gerçek devamlı olarak birbirine karışmış haldedir. Örneğin Afrika’nın Ekvator bölgesinde, düşte yapılan bir yolculuk gerçekten yapılmış sayılır. Kızılderililerde düşte kendisini bir yılanın soktuğunu gören kimse, gerçekten yılan sokmuş gibi aynı tedaviyi görmek zorundadır.
Dış alemi vücuda getiren hayallerde ya ruhsal kuvvetler vardır, ya da bu hayaller ve ruhsal kuvvetlerin egemenliği altındadır. Levy-Bruhl’e göre ruh kelimesi çok açık ve kesin olmakla beraber, ilkel insanların çevresinde daima faaliyet halinde olan bu etkileri ve bu hareketleri anlatabilmek için bulabildiğimiz en rahat kelimedir.
Kreglinger’e göre ilkel insanların bütün dinsel hayatı mana ile tarif edilir. Bu insanların bütün tapınış usullerinde ki amaç, ya mana ile temasa hazırlıksız oldukları zaman kendilerini ondan korumak; ya da dinin sırrına erdikleri zaman tersine olarak bu kutsal cevherden mümkün olduğu kadar fazlasını benliklerine sindirmektir. Rahip manaya sahip olan kimsedir, onun için bunu dilediği gibi kullanabilir. Tapınak ise mananın büyük miktarda toplanıp birleştiği yerdir.
Büyük şefler öylesine mana doludurlar ki, onlarla temas sıradan insanlar için sakıncalıdır. Şefler nereye giderlerse manaları da onlarla birlikte gider ve bedenlerinden toprağa geçebilirdi. Bu nedenle şefin ayağının değdiği yerlere basmak başkaları için tehlikeli durum yaratabilirdi. Şefin yemek yerken kullandığı kap-kacağa ve gereçlere bulaşabilirdi. Yüksek şefler böylesine yoğun bir manaya sahip olduklarından, bedenleri ve eşyaları tabuydu. Sıradan insanlar büyük şeflerin taşıyabildiği ölçüde kutsal akıma dayanamayacağından, kaza sonucu buna maruz kaldıklarında arınma ritleri gerekmekteydi.
Büyü Animizmin Tekniği ve Stratejisidir
Ruhlara benzetilebilecek olan mistik kuvvetler doğada mevcutturlar ve insan gerekli birtakım sözler söyleyip hareketler yaparak ruhsal varlıklar üzerinde etki yapabildiği gibi doğa üzerinde de etki yapabilecektir. Böyle bir etki de adına büyü dediğimiz nesnenin temelini oluşturmaktadır. Salomon Reinach’ın dikkate değer bir formülüne göre büyü, “Animizmin tekniği ve stratejisidir.” Yüksek sesle ya da makamla söylenen sözlerde bir takım kuvvetler vardır. Bir olayın taklidi yapılmakla, o olayın meydana gelmesine yol açabilir. Bir sefere çıkmadan önce bunun ayrıntıları adeta temsil edilir, oynanır; savaş raksları yapılarak zafer böylece sağlama bağlanır. Bir takım tapınma usullerine uygun olarak su döküldüğü zaman, yağmur yağması sağlanır. Bunun adına taklidi büyü denir.
Kişi ile imgesi arasındaki ortaklığı kullanan büyü çeşidine bazen duygudaşlı büyü denir. İmgeyi yaralamak yahut yok etmekle, kişinin yaralandığı veya yok edildiği sanılır. Bu, bir insanın imgesine acı çektirip kendisine acı çektirme amacını güden sihirin prensibidir. Bunun tipik örneği Voodoo bebeklerine iğne batırarak ona zarar vermeye çalışmaktır.
Bazı nesnelerde büyülü bir kuvvet vardır; felaketi def ederler, mutluluk getirirler. Mana taşıyan bu nesneler kişinin yazgısını etkiler. Örneğin başarılı bir avcının taşıdığı muskayı ele geçiren bir başkası o avcı ile aynı güce sahip olurdu. Muska, nazarlık, tılsım gibi günümüzde dahi kabul gören inanışların kökeninde Animizm vardır.
Büyünün bir iyi çeşidi vardır ki bu, şefler, rahipler ve Fetişçiler tarafından yapılır. Bir de kötü şekli vardır ki bunu büyücüler yaparlar. Bu büyücüler hastalığa, ölüme sebep olurlar; bunlar bir çeşit yamyamdır. Kötü bir büyücünün hareketini felce uğratmak için, iyi bir fetişçi bunu bozmak üzere bir karşı büyü yapar. Kongo’da Animizm üzerinde çok ayrıntılı incelemeler yapmış olan Mary Kingsley’nin dediği gibi, “ilacın ruhu, hastalığın ruhu üzerinde etki yapar.”
Büyücü toplumun tehlikeli bir düşmanı olduğundan, onu meydana çıkarmak gerekir. Bu da iyileri koruyup kötüleri vuran bir sınavla (ordalie) meydana çıkarılır. Bu sınav Afrika’nın Ekvator bölgesinde zehirle yapılır: “zehir bir çeşit mistik tepkiye sahiptir”, ancak suçluyu öldürür.
Totemist toplumlarda olduğu kadar Animist toplumlarda da bir mitologyaya, bir efsaneler sistemine rastlanır. Efsaneler veya masallar, tarihsel geçmişle ilgisi olmayan, doğaüstü bir tarihi anlatırlar. Efsane, efsanevi devirdeki atalarla temasa gelmek ve onların etkilerinin devri bir şekilde yenilenmelerini elde etmek olanağını sağlar.
Atalar Kültü
Animizmin en ilgi çekici yönlerinden biri de atalar kültüdür. Atalar kültü ölülerin özellikle de ataların ruhlarının canlı varlıkların günlük yaşamını etkileyebileceği inancından doğmuştur. Ayrıca atalar insanlara ateş yakmayı ya da avlanmayı öğretmiş, yaşamalarını kolaylaştırmış yarı tanrılardır. Atalar kendileriyle aynı kandan gelenleri korur, onlar için tanrılardan yardım ister. Bu nedenle onlara teşekkür edilmelidir. Ancak ataların öbür dünyada yaşayıp bunları yapabilmesi için gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Bu kurban keserek ya da mezarlarına yiyecek bırakarak olur. Efsane ataların şerefine yapılan törenler son derece hayret verici gösterileridir. Bu törenlerde çoğu zaman maskeler ve özel urbalar taşıyan oyuncular müziğin sesine uyarak raks ederler. Sırf klanın şimdi yaşamakta olan üyelerinin gerek ölmüş üyeler ile gerekse görünmez kuvvetlerle birleşerek bunlarla haşır-neşir olmaları ve yarattıkları kutsal heyecanın derinliği bakımından bu törenler dinsel mahiyettedir. Bu törenlerin amacı saygısızlığa uğramış ölülerin öfkesini yatıştırmak, canlılardan öc almasını engellemektir.
Animizm insanlara dünyayı incelemek olanağı veren ilk hipotez olmuş; eski çağların ilkel insanlarını olduğu gibi bugünün insanlarını da, kendilerininkine benzer ruhlarla dolu sandıkları doğa üzerinde etki yapmaya kalkışmak bakımından cesaretlendirmiştir. Auguste Comte’la birlikte biz de “Animizmin, insan zihnini içinde bulunduğu hayvanca uyuşukluktan çıkardığını” söyleyebiliriz.
Renkli ve renksiz resmin heykelin, raksın, müziğin; doğrudan doğruya yahut dolayısıyla bütün güzel sanatların kökünde Animist büyücülüğün bulunması olasıdır. İnsanların yaşamında sanatın oynadığı yahut oynaması gerekli muhteşem rol düşünülürse, bu ilkel dinin yüzyıllar boyunca bütün insanlara yaptığı iyilikten dolayı ancak minnet duyulabilir.