Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde fakir bir
kadıncağızın, bir kızı varmış. Bu kız her gün gergef işler, anası da çarşıda
çamaşırcılık edermiş, Günlerden bir gün, kızın anası çamaşır toplamaya gitmiş.
Kız, pencerenin önünde gergefini iştiyormuş.
Bir kuş gelip, gergefin üstüne konarak:
- Güzel kız, senin başına belâ gelecek, demiş ve uçup
gitmiş.
Kız, çok şaşırmış ve aksam annesine gündüz olanları
anlatmış,
Kızın annesi:
- Kızım, ben yarın da evde olmayacağım. İlk Sen, odaya gir ve kapıpıları, pencereleri sıkı sıkı kapat. Ben gelinceye kadar oturup, gergefini
işle, demiş.
Sabah annesi gidince kız, odaya girmiş ve kapıları,
pencereleri iyice kapayarak gergefini işlemeye başlamış,
Biraz sonra, nereden girdiyse kuş gelip, gergefin
üzerine konmuş:
- Güzel kız, senin başına bir belâ gelecek, demiş ve
uçup gitmiş,
Akşam olunca, kız daha çok meraklanarak olanları
annesine anlatmış,
Annesi:
- Yarın, odayı iyice kapadıktan sonra yüklüğe gir ve bir
mum yakıp gergefini orada işle, Kuş, oraya giremez, demiş.
Kız, annesi gittikten sonra kapıları, pencereleri daha
sıkı kapamış. Bir mum yakmış ve gergefini de alarak yüklüğe girmiş. Yüklüğün
kapısını da içerden kilitleyerek, gergefini işlemeye başlamış.
Kuş yine kanatlarını çırparak gelmiş ve gergefin üstüne
konmuş;
- Güzel kız, senin başına belâ gelecek, demiş ve uçup,
gitmiş.
Artık iyice endişelenen kız, gergef işlemeyi bırakmış.
Sadece kuşun söylediklerini düşünmeye başlamış. Akşam, anası gelince,
kız:
- Kuş bugün de geldi. Aman anacığım! Bunun bir çaresi
yok mu? Eğer böyle giderse, merakımdan patlayacağım, diyerek anasına dert
yanmış,
Anası da:
- Ben artık bir
yere gitmem. Burada bekler ve onu yakalarım, demiş, Ama kuşu bir daha koydunsa
bul. Onlar kuşu beklerken, günün birinde komşuları gelip:
- Bugün
eğlenceye gideceğiz. İzin ver de kızını da
götürelim. Hiç olmazsa, biraz gözü gönlü açılır,
demiş.
Kızın anası:
- Ah komşu, ben bu sıralarda kızımı hiçbir yere
gön-deremem, Çünkü bir kuş, üç gündür gelip kızımı korkutmuş,
demiş.
Komşusu:
- Ayol sen kendini pabucu büyüğe okut, o nasıl söz? Biz
bu kadar kişiyiz, artık bir kıza da bakamazsak, yazıklar olsun bize, Sen hiç
kaygılanma. Biz onu güzel güzel gezdirir, sonra da getiririz, diyerek allem
edip, kallem edip kızı anasından almış.
Bunlar gitmişler, gezmişler ve eğlenmişler. Dönüşte bir
çeşme başına gelmişler. Bütün kadınlar, çeşmeden su içtikten sonra kız da su
içmek için çeşmenin başına gelmiş. Tam o sırada, kadınlarla kızın arasına koca
bir duvar örülmüş, Öyle bir duvar ki, anlatılmaz. Anlatmakla bitmez, geçit
vermez bir duvar.
Kadınlar:
- Ah başımıza gelenleri gördünüz mü? Sen anası kadar mı
bilirsin? Ne demeye elin kızını alıp da ateşte yaktık? Hay taş olaydık da
buralara gelmez olaydık! Ah ku-ruyası başımız! Anasına şimdi ne diyeceğiz, ne
cevap vereceğiz? diye ağlaşmışlar.
Sonra kadınlar:
- Böyle ağlamakla başa çıkılmaz; gidelim bari anasına
söyleyelim! O bizden iyi bilir! Elbet bir çaresini bulur, diyerek, doğru kızın
anasının yanına varmışlar.
Kızın, anası:
- Bunlar gecikti, nerede kaldılar? diye endişeyle
kapıda onları bekliyormuş.
Komşularını görünce:
- Kızım nerede? diye bağırmış.
Kadınlar, ağlaya sızlaya olanları anlatmışlar. Kızın
anası:
- Ah, ben size demiştim, diyerek koşarak kızının yanına
gitmiş. Kız, duvarın bir tarafında, annesi bir tarafında ağlamaya başlamışlar,
Saatlerce ağlayan kız, sonunda yorgunluktan uyuya kalmış. Sabah, uyanınca
çeşmenin yanında koca bir kapı görmüş. Kız, kapıdan içeri girmiş. Karşısında
muhteşem bir saray duruyormuş. Etrafına bakındığında, duvarda asılı kırk anahtar
bulmuş. Kız, anahtarları saraya girmiş, Elindeki anahtarlarla, otuz dokuz
odanın kapısını açmış. Kiminde altın, kiminde gümüş, kiminde mücevher, kısaca
her oda değerli mücevherlerle doluymuş. Sonunda kırkıncı odayı da açmış, Bu
odada, yakışıklı bir delikanlı uyuyormuş, Delikanlının elinde bir yelpaze ve
göğsünde de bir kâğıt varmış, Kız, delikanlının yanına yaklaşıp, kâğıdı almış
ve okumuş.
"Beni kırk gün okuyup üfleyene, bütün malımı
bağışlayacağım. Eğer bu kişi bir kız ise, onunla evleneceğim."
Kız, abdest alıp delikanlının yanına oturmuş. Otuz dokuz
gün boyunca, okuyup üflemiş. Kırkıncı günün sabahı, pencereden bakarken, bir
Arap görmüş.
Kız:
- Şunu çağırayım da azıcık delikanlının yanında
dur-
sun. Ben de gideyim, kendime çekidüzen vereyim, Çünkü
bukalkacak, diyerek aap'ı yukarı
çağırmış.
- Sen, bu delikanlıya
biraz oku üfle. Ben şimdi gelirim, demiş.
Arap, okuyup
üflerken, kız da kendine çeki düzen veriyormuş. Arap, delikanlının
göğsündeki
mektubu
okumuş. Tam
bu sırada delikanlı uyanmış
ve kendisini kurtardığını sanıp, araba sarılmış. Kız,
hazırlanıp yukarı çıkınca, Arap:
- Bak şuna, ben
koca bir sultanken böyle geziyorum, Ama bu kız bir halayık parçası olduğu halde
süslenmiş, diye kızı kovmuş. Delikanlı, kızı aşçı yapmış.
Delikanlı, bir gün Arap ve kıza:
- Ne istersiniz?
diye sormuş. Çünkü ertesi gün bay-rammış. Arap, birtakım elbise istemiş, Kız,
sarısabır taşı ile kara saplı bıçak isterim demiş. Delikanlı, ikisinin de
istediklerini almış. Ama kızın, böyle tuhaf şeyler istemesine
şaşırmış.
Kız, sabır taşı ile bıçağı almış ve mutfağa koymuş.
Delikanlı, kızın bunlarla ne yapacağını çok merak ediyormuş. Gizlice kızın
odasındaki dolaba saklanmış. Kız, gece yarısı bıçağı eline almış ve başından
geçenleri sonuna kadar, sarısabır taşına anlatmış.
Kız, konuştukça sabır taşı köpürmüş, köpürmüş. Hikâye
bitince de patlamış.
Kız:
- Sarısabır,
sarısabır, sen sarısabır olduğun halde patlarsan, ben insan olduğum halde nasıl
yaşarım? demiş. Bıçağı karnına saplayacağı sırada, delikanlı dolaptan fırlayıp
kızın elini tutmuş. Gerçeği öğrenen delikanlı, kırk gün kırk gece süren bir
düğün yaparak kız ile evlenmiş.
Arap'a da:
- Kırk katır mı istersin, yoksa kırk satır mı?
demiş.
Arap:
- Kırk satır düşman koynuna, kırk katır isterim ki,
memleketime kavuşayım, demiş.
Arap'ı kırk katırın kuyruğuna bağlamışlar ve birer kamçı
vurup katırları dağlara sürmüşler.
Onlar muratlarına ere dursunlar. Biz de kahve içelim,
çubuk tüttürelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder