bilgievlerim
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


26 Ekim 2018 Cuma

Nükleik Asitler (Yönetici Moleküller)

Nükleik Asitler (Yönetici Moleküller)

Virüsler dahil bütün canlılarda nükleik asit bulunur. Her canlı türünün taşıdığı nükleik asitlerdeki bilgiler birbirinden fark­lıdır. DNA ve RNA olmak üzere iki çeşit nükleik asit bulunur. Bu moleküller ilk olarak çekirdekte gözlendiği için çekirdek (nükleik} asitleri denilmiştir. Nükleik asitler nükleotid denilen birimlerden oluşmuştur. Her nükleotid azotlu organik baz, beş karbonlu şeker ve fosfattan oluşur.

Azotlu organik baz

Organik bazların yapısında karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O) ve azot (N) atomları bulunur. Organik bazlar pürin ve pirimidin olmak üzere iki çeşittir.
Pürinler
  • Çift halkalıdır.
  • Adenin ve guanin bazlarıdır.
  • Hem DNA, hem de RNA da bulunur.
Pirimidinler 
  • Tek halkalıdır.
  • Sitozin, timin ve urasil bazlarıdır.
  • Sitozin hem DNA hem de RNA da bulunur.
  • Timin sadece DNA'da, urasil ise sadece RNA'da bulunur.

5C'lu şeker (Pentoz)

Riboz ve deoksiriboz olmak üzere iki çeşittir. Deoksiriboz DNA'nın yapısına, riboz ise RNA'nın yapısı­na katılır. Riboz RNA'nın yanı sıra ATP, NAD, NADP, FAD gibi moleküllerin yapısında da bulunur. Deoksiriboz şekerinde riboz şekerine göre bir oksijen eksiktir. 

Fosforik asit (H3PO4)

DNA ve RNA da ortak olarak bulunur ve nükleik asitlere asit özelliğini kazandırır. Organik baz ve şekerin birleşmesiyle oluşan yapıya nükleozit denir. Nükleozitlere fosfat katılmasıyla nükleotidler olu­şur.
Nükleotidler yapılarındaki organik baza göre isimlendirilirler. Sitozin nükleotidi, timin nükleotidi, urasil nükleotidi gibi. Nükleik asitler ise yapılarındaki şekere göre isimlendirilirler. Deoksiribonükleik asit, ribonükleik asit gibi.

DNA (Deoksiribonükleik Asit)

İki nükleotid zincirinden oluşmuştur. Sarmal (heliks) bir yapıya sahiptir. İki zincir arasında bazların karşı karşıya gelmesi rastgele değildir. Daima adenin nükleotid karşısına timin nükleoti­di, guanin nükleotid karşısına ise sitozin nükleotidi gelir. İki zincir arasında adenin ile timin arasında ikili, guanin ile sitozin arasında ise üçlü hidrojen bağı bulunur. DNA sarmalında pürin bazı karşısına daima pirimidin ba­zı gelir. Bir DNA molekülünde adenin sayısı timin sayısına, gu­anin sayısı sitozin sayısına eşittir. Buna göre, aşağıdaki eşleştirmeler verilebilir.
DNA'nın özellikleri
  • Kendini eşleyebilir (Replikasyon = duplikasyon).
  • Tüm canlılarda (bazı virüsler hariç) ortak olarak bulunur. Ökaryot hücrelerde çekirdek, mitokondri ve kloroplastta bulunur. Prokaryot hücrelerde ise sitoplâzmada bulunur. Özel bazı timin, özel şekeri ise deoksiribozdur.
  • Bir zinciri oluşturan nükleotidler, fosfat - şeker bağlarıyla birbirine bağlanırlar. Bir zincirinin sentezi sırasında nükleotid sayısının bir eksiği kadar su oluşur.
  • Bir zinciri sağlam ise diğer zincir onarılabilir.
  • Önce baz, şeker ve fosfattan nükleotid, nükleotidlerden ise DNA oluşturulacak olursa, çıkan su sayısı (3n - 2) for­mülü ile bulunur. Buradaki n nükleotid sayısıdır.
  • Örneğin 4000 nükleotidli bir DNA’nın oluşumunda; (3n - 2) = 3 x 4000 - 2 = 11998 molekül su oluşur.
Fosfodiester ve glikozit bağlan kurulurken su açığa çıkar, yıkılırken su tüketilir. Hidrojen bağları­nın yapım ve yıkımlarında ise su üretim ve tüketimi olmaz.
DNA'nın kendini eşlemesi
DNA molekülü hücre bölünmesinin interfaz evresinde kendi­sini eşler. Bu eşleme sırasında önce iki zinciri birbirine bağ­layan hidrojen bağları koparak zincirler birbirinden ayrılır. Açılan kısım ortamdaki nükleotidleri kullanarak kendi eşini sentezlemeye başlar. Ortamdaki nükleotidler DNA’ların açık olan kısımlarına DNA polimeraz enzimi yardımı ile bağlanır. Bu bağlanma, DNA kendisini tamamen eşleyinceye kadar devam eder. Eşlenme sonucunda oluşan DNA’ların bir zin­ciri eski, bir zinciri de yeni olur. Böylece DNA kendini yarı korunumlu ve doğru olarak eşlemiş olur.


Bölünmeyen hücrelerde DNA eşlenmesi gerçek­leşmez. Örneğin sinir ve kas hücrelerinde DNA eşlenmez.
Yarı korunumlu eşlemedeki temel mantık şudur. DNA zincir­lerini birbirine bağlayan hidrojen bağları kopar, serbest ka­lan DNA zincir uçları ortamdaki nükleotidleri kullanarak ken­di eşlerini sentezler. Böylece meydana gelen DNA zincirle­rinden biri eski diğeri yeni zincir oluşur. Şimdi bu mantığa bağlı olarak bakterideki DNA eşlenmesini aşağıdaki şekil ve deneylerle inceleyelim.

DNA zincirindeki organik bazlardaki azot atomları 14 kütle numarasına sahipse hafif azotlu DNA denir. DNA'nın bir zin­cirindeki azotlar 14'lü, diğer zincirindeki azotlar 15’ti azot ağırlığına sahipse melez DNA denir. Çift zincirdeki azotlar 15 atom ağırlığına sahipse ağır azotlu DNA denir.
Aşağıda görüldüğü gibi hafif azotlu DNA ağır azotlu ortam­da çoğaltılırsa I. nesildeki DNA’lar melez olur, II. nesildeki bakteri DNA’larının %50 'si melez, %50 'si ağır olur. Sonraki bölünmelerde melez DNA sayısı sabit kalırken diğerlerinin hepsi ağır azotlu olur.

DNA’nın eşlenmesi sonucu birbirinin aynı iki DNA molekülü oluşur, DNA’nın kendini eşleyebilmesinin önemi üremeye imkân tanımasından dolayı canlılar için önem taşır. Çünkü an­cak bu sayede kalıtsal karakterler oğul döllere aktarılarak ye­ni bireyler oluşturulabilir. Yaraların iyileşmesi, büyüme ve ge­lişme olayları DNA’ların kendisini eşlemesiyle meydana gelir.
DNA'nın görevleri
  • Hücredeki yönetici moleküldür.
  • Karakterlerin oluşumu ve aktarılması (kalıtımı) ile protein sentezinin kontrolünü gerçekleştirir. 
  • RNA’ların üretiminde kalıp görevi görür.
DNAnın yöneticiliği ile ilgili deney
DNA’nın kalıtımla ilgili molekül olduğu, zatürre hastalığına neden olan pnömokok bakterileri ile ilgili yapılan deneylerle ortaya çıkarılmıştır. Pnömokok bakterilerinin iki çeşidi vardır. I. tip kapsüllü olup zatürre hastalığına neden olur, II, tip ise kapsülsüz olup zatürre hastalığına neden olmaz.
  1. Kapsülsüz bakterilerin fareye enjekte edilmesi sonucu fare hastalanmayıp yaşamına devam etmiştir. Farenin ka­nında bulunan akyuvarlar kapsülsüz bakterileri fagositoz yolu ile yok etmiştir.
  2. Kapsüllü bakteriler fareye enjekte edildiğinde, fare zatürre hastalığına yakalanarak ölmüştür. Kapsül, bakterilere dayanıklılık sağladığından akyuvarlar savunmada etkili olamamıştır.
  3. Kapsüllü bakterilerin ısıtılarak öldürülmesi İle elde edilen özütün fareye enjekte edilmesi sonucu fare hastalığa yakalanmamıştır.
  4. Kapsüllü bakterilerin özütü ile kapsülsüz bakterilerin karıştırılarak fareye enjekte edilmesi sonucu fare zatürre hastalığına yakalanmıştır. Kapsüllü bakterilerin DNA sı, kapsülsüz bakteri tarafından alınarak kapsül oluşumuna neden olmuştur.
Sonuç
Kapsül yapma yeteneği DNA ya bağlıdır. Kapsül oluşturma bilgisi DNA da varsa bakteri kapsül oluşturur, yoksa kapsül oluşturamaz. Bu durum DNA’nın kalıtsal bilgileri taşıdığını gösterir.
Kapsüllü bakterilerin DNA ¡arının kapsülsüz bakte­rileri kapsüllü hale getirmesine bakteri dönüşümü, yani transformasyon denir.
DNA'nın Rejenerasyonu
Radyasyon, ışımalar, ağır metaller gibi dış faktörlerle DNA’da meydana gelen bozulmalar, eğer tek zincirde ise karşı sağlam zincir tarafından tamamlanır. Eğer bozulma DNA’nın çift zincirinin karşılıklı bölgesinde ise bu bozulma tamir edilemez ve mutasyon olarak kalır.

RNA'nın Yapısı ve Özellikleri

  • Tek nükleotid zincirinden oluşur.
  • Özel bazı urasil, özel şekeri ribozdur.
  • Bütün RNA çeşitleri DNA tarafından sentezlenir.
  • Sentezi sırasında RNA polimeraz enzimi kullanılır.
  • Sadece bazı virüslerde, doğrudan yönetici görevi vardır. Protein sentezinde görev alır.
  • Çekirdek, mitokondri, kloroplast, ribozom ve sitoplâzmada bulunur.
  • RNA çeşitleri tek zincirden oluştuğu için pürin ile pirimidin bazlarının eşitliğinden bahsedilemez.
  • Zinciri oluşturan nükleotidler fosfat - şeker bağlarıyla bir­birlerine bağlanırlar.
  • En küçük bileşenlerinden (fosfat, şeker ve baz) RNA sen­tezi yapılırken açığa çıkan su miktarı formülü (3n - 1) ite hesaplanır.
RNA çeşitleri
Üç çeşit RNA vardır ve bunların hepsi DNA tarafından sen­tezlenir.

a)   Ribozomal RNA (rRNA)

Çekirdekçikte bol olarak bulunurlar. Proteinlerle birlikte ribozomun yapısını oluştururlar. Hücrede en fazla bulunan RNA çeşididir. (Tüm hücrede­ki RNA’nın % 75-80 kadarını oluşturur.)

b)   Mesajcı RNA (mRNA)

  • Hücrede DNA’nın anlamlı zincirinden sentezlenir.
  • DNA dan mRNA’nın sentezlenmesi olayına transkripsi­yon (yazılım) denir.
  • Protein sentezinde kalıp olarak kullanılır.
  • DNA’dan aldığı şifreleri üçlü diziler halinde ribozoma ta­şır. Bu üçlü nükleotid dizilerine kodon denir. Her kodon bir aminoasidi şifreler Her mRNA bir gen tarafından sentezlenir.
  • Her kodon bir tRNA ya karşılık gelir. Buna bağlı olarak aminoasit çeşidi belirlenir.
  • Sentezi sırasında DNA'nın anlamlı zincirindeki adenin bazına karşılık urasil bazı gelir.
  • Hücrede en az bulunan RNA çeşididir. (%5)
  • Sentez sırasında aynı protein çeşidi için tekrar tekrar kul­lanılabilir.
  • Görevi biten mRNA lar sitoplâzmada enzimlerle nükleotidlerine parçalanır.

c) Taşıyıcı RNA (tRNA)

  • Sitoplâzmadaki aminoasitleri mRNA şifresine uygun olarak ribozoma taşıyan RNA çeşididir.
  • Her tRNA çeşidi bir aminoaside özeldir.
  • Canlı hücrelerde protein sentezinde 20 çeşit aminoasit kullanıldığından hücrede en az 20 çeşit tRNA bulunmalıdır. Sitoplâzmada her aminoasit çeşidini taşıyan birkaç çeşit tRNA vardır.
  • RNA’nın mRNA ya bağlandığı kısımlardaki üçlü baz dizi­sine antikodon denir. Kodonlarla antikodonlar birbirine uyumludur.
DNA ve RNA'nın her ikisi de DNA'dan sentezlenir. Her ikisi de adenin, guanin ve sitozin bazlarını taşır. Her ikisi de fosforik asit içerir.
DNARNA
İki zincirden oluşur.Tek zincirden oluşur.
Deoksiriboz şekeri bulundurur.Riboz şekeri bulundurur. 
 Bazları A, G, S, T dir.Bazları A, G, S, U dur. 
 Kendini eşleyebilir.Kendini eşleyemez. 
 DNA polimeraz ile sentezlenir.RNA polimeraz ile sentezlenir. 
 Genetik bilgiyi taşır.DNA'nın kontrolünde çalışır. 
 Özel bazı timindir.Özel bazı urasildir. 
 Hidroliz enzimi DNAaz dır.Hidroliz enzimi RNAaz dır. 
A = T, G = S eşitliği vardır. Böyle bir eşitlik aranmaz. 

Canlıların Çeşitliliği ve Sınıflandırılması

İnsanlarda çeşitlilik gösteren nesneleri benzerliklerine göre sınıflandırma eğilimi vardır. Örneğin bitkiler ve hayvan­lar; kaya, taş, kum gibi ayrımlar bir tür sınıflandırmadır.
Canlıların ayırt edici özelliklerinden biri çeşitliliktir. Bilim insanları çok eski zamanlardan beri canlıları sınıflandırma çabası içindedirler. Bugüne kadar yaklaşık 1,8 milyon canlı türü tanımlanmış ve isimlendirilmiştir. Bunun yanı sıra her yıl binlerce yeni tür keşfedilmektedir. Sınıflandırmanın amacı canlıları belirli bir sisteme oturtmak ve doğayı daha kolay öğrenilebilir hale getirmektir.

Sınıflandırmanın Önemi ve Tarihçesi

Canlıların benzer ve ortak özelliklerine göre gruplandırmasına sınıflandırma denir.
Sınıflandırmanın amacı canlıları akrabalık ilişkilerine göre gruplandırmak ve bu sayede onların düzenli bir sistem içinde çalışılmasını sağlamaktır. Bu amaca hizmet eden bilim dalı sistematik (taksonomi)adını alır.
Sınıflandırmanın tarihçesi Aristo'ya (M.Ö. 384 - 322) kadar uzanır. Aristo canlıları bitkiler ve hayvanlar; hayvanları ise yaşadıkları yere göre karada, suda ve havada yaşayanlar şeklinde gruplandırmıştır.
Canlıların sınıflandırılmasında John Ray (1627 - 1705), Carolus Linnaeus (1707 - 1778) ve Charles Darwin (1809 - 1882) gibi bilim insanlarının önemli katkıları olmuştur.
Günümüzde canlıların bilimsel sınıflandırılması "doğal sınıflandırma" ile yapılır. İlk olarak yapılan "yapay sınıflan­dırma" yöntemleri zamanla yerini doğal sınıflandırma yöntemlerine bırakmıştır.

Yapay (Ampirik) Sınıflandırma

Canlıların renk, desen, yaşadıkları ortam ve yüzeysel benzerliklerini dikkate alan sınıflandırmadır. Örneğin Aristo'nun yaptığı sınıflandırma yapay bir sınıflandırmadır.
Yapay sınıflandırmada analog organlar dikkate alınır. Kökenleri farklı, görevleri aynı olan organlara analog organ­lar denir. Örneğin böceğin kanadı ve kuşun kanadı analog organlardır. Yapay sınıflandırma sadece gözleme dayalı olduğu için bilimsel bir sınıflandırma değildir.

Doğal (Filogenetik) Sınıflandırma

Canlıların evrimsel ilişkilerini yani akrabalık derecelerini göz önüne alan sınıflandırmadır. Doğal sınıflandırmada karşılaştırmalı anatomi ve morfoloji bilgileri dikkate alınan faktörlerin başında gelir. Buna göre hayvanların iskelet yapıları, sindirim sistemleri, eşeysel özellikleri, vücut uzantıları (üye) ve simetri özellikleri karşılaştırılır.
Kol, bacak, kanat gibi vücut üyelerinin karşılaştırılmasında homolog organlar dikkate alınır. Kökenleri aynı, görev­leri farklı olabilen organlara homolog organlar denir. Örneğin insanın kolu, balinanın yüzgeci ve yarasanın kanadı homolog organlardır. 
Doğal sınıflandırmada canlıların embriyonal gelişim benzerliği, sitolojik özellikleri ve genetik bilgileri dikkate alınır.

Taksonomik Sistem

Organizmaların sınıflandırılması hiyerarşik bir sisteme dayanır. Hiyerarşik sıralamada en küçük kategori "tür" ola­rak kabul edilir.
Tür; yapısal ve işlevsel özellikleri bakımından birbirine benzeyen, aynı dış ve iç çevresel koşullara benzer şekil­de tepki gösteren, doğal koşullarda birbiriyle çiftleşip verimli yavrular meydana getirebilen bireyler topluluğudur. Birbirlerine çok yakın olan türlerin arasında nadiren çiftleşmeler olsa bile meydana gelen yavrular doğurgan ola­mazlar. Örneğin at ile eşek aynı tür olarak kabul edilmezler.
Linnaeus (Linne), her türe Latince iki kelimeden oluşan bir ad vermiştir. Bu şekilde yapılan adlandırmaya ikili ad­landırma denir. İkili adlandırmada birinci kelime, türün ait olduğu cins adıdır ve büyük harfle başlar. İkinci kelime ise tanımlayıcı ad olarak kullanılır ve küçük harfle başlar. İkisi birden tür adı olarak geçer. Örneğin Canis familiaris köpeğin, Canis Lupus kurdun bilimsel adıdır. Birinci isimlerden, her ikisinin de Canis cinsine ait olduğu anlaşılır.
Akrabalık ilişkileri tanımlayıcı adın değil, cins adının benzerliğine göre yapılır.

Sınıflandırma Birimleri

Sınıflandırmada tür en küçük birimdir. Birbirine çok benzeyen yakın türlerin bir araya gelmesiyle cins(genus) adı verilen birim ortaya çıkar. Cinslerin ortak karakterlerine göre gruplaşmasıyla aile (familya) meydana gelir. Benzer ailelerin birleşmesiyle takım (ordo) adı verilen topluluklar oluşur. Benzer takımların meydana getirdiği gruba sınıf (classis) denir. Benzer sınıfların oluşturduğu grup şube(filum) adını alır. Birbirine benzer şubelerin meydana ge­tirdiği en büyük sistematik birim ise alem(regnum) olarak adlandırılır.

Hayvan türlerinde embriyonun ilk evrelerinde önce şube özellikleri, en son ise tür özellikleri ortaya çıkar. Herhangi bir sistematik birime birlikte giren canlılar, daha büyük sistematik birimlere de birlikte girerler.

Canlı Alemleri ve Özellikleri

Canlılar alemi hücre yapısına göre prokaryot ve ökaryot canlılar olmak üzere iki büyük gruba ayrılır. Prokaryot canlılar; bakteriler alemi ve arkebakteriler alemini içine alır.
Ökaryot canlılar; protistalar alemi, mantarlar alemi, bitkiler alemi ve hayvanlar alemi olarak dörde ayrılır.

Bakteriler Alemi

Tek hücreli mikroskobik organizmalardır. Hücre şekilleri açısından çeşitlilik gösterirler. Yuvarlak, çubuk, spiral ve virgül şeklinde olabilirler. Hücre zarlarının üzerinde bir hücre duvarı vardır. Hücre duvarı peptidoglikan denilen kısa peptit zincirleriyle bağlanmış bir polisakkaritten oluşur. Bakteriler, hücre duvarının fiziksel ve kimyasal yapısına göre farklı boyanma özelliğine sahiptir. Birçok bakteride hücre duvarına ek olarak bir kapsül bulunur. Genellikle polisakkarit yapılı olan kapsül, bakterinin dirençliliğini ve hastalık yapabilme özelliğini artırır.
Pilus denilen kısa uzantılar bakterilerin yüzeylere tutunmasını sağlar ve bir bakteriyi diğerine bağlayarak genetik materyal aktarımında görev yapar. 
Kalıtım maddesini oluşturan DNA molekülü halkasal yapıdadır ve çekirdek alanı denilen kısımda bulunur.
Bakteri sitoplazmasında, hücre kromozomundan bağımsız olarak çoğalan küçük halka şeklindeki DNA parçalarına plazmit denir. Plazmitler, bakterinin antibiyotik ve diğer bazı kimyasal maddelere karşı direnç oluşturmasını sağla­yan genleri içerir. Bir bakterinin sahip olduğu bu direnç özelliği diğer bir bakteriye plazmit ile taşınabilir.
Bakteri hücrelerinde çekirdek zarı, mitokondri, endoplazmik retikulum, golgi cihazı ve lizozomlar bulunmaz. Sitoplazma içinde DNA, RNA, ribozomlar, proteinler, glikojen ve yağ tanecikleri yer alır. Bazı bakteriler kamçılarıyla aktif hareket edebilir.
Bakterilerin bazıları sadece oksijenli solunum bazıları da sadece oksijensiz solunum yapar. Ancak oksijensiz so­lunum yaptığı halde geçici olarak oksijenli ortamda yaşayabilen veya oksijenli solunum yaptığı halde geçici olarak oksijensiz ortamda yaşayabilen bakteriler de vardır.
Oksijenli solunum yapan bakterilerde solunum enzimleri mezozom denilen hücre zarı kıvrımlarında ve sitoplazmada bulunur. Mezozomlar ökaryot canlılardaki mitokondrilerin görevini yapar.
Bakterilerin bazıları ototrof bazıları heterotroftur. Ototrof bakteriler enerji kaynağı olarak güneş ışığını kullanıyor­sa fotoototrof bakteri, kimyasal enerjiyi kullanıyorsa kemoototrof bakteri adını alır. Heterotrof bakterilerin bazıları parazit olup ihtiyaç duydukları besin maddelerini birlikte yaşadıkları canlıdan sağlarlar. Ayrıştırın (saprofit) olan heterotrof bakteriler ise ölü bitki ve hayvan artıklarındaki organik maddeleri kullanırlar.
Bakteriler ikiye bölünme yoluyla eşeysiz olarak çoğalırlar.
Bakterilerde genetik çeşitliliğin ana kaynağı mutasyondur. Bunun dışında bireyler arasındaki genetik madde akta­rımı da çeşitliliğe yol açar.
Bazı bakteri türleri uygun olmayan ortamlarda endospor adı verilen özel yapılar oluşturabilirler. Hücrede kromo­zom kopyalanırken, bir kopya kalın ve dayanıklı kılıfla çevrilir. Olumsuz koşullarda dıştaki hücre parçalansa bile endospor hayatta kalır. Endosporlar besin ve su azlığı, aşırı sıcak ya da soğuk gibi zorlu koşullara dayanıklıdır. Bu yapılar çok az metabolizma ve enzim faaliyeti gösterir. Uygun olmayan şartlarda endosporlar yüzyıllar boyunca uyku halinde kalabilir. Ortam şartları düzeldiğinde ise endosporlar su alarak çoğalmaya yeniden başlar.

Arkebakteriler Alemi

Tek hücreli, prokaryot canlılardır. Aşırı sıcak, aşırı tuz, yüksek asit, yüksek baz gibi çok ekstrem koşullarda yaşayabilme özelliğine sahiptirler. Ilıman koşullarda da yaşayabilirler.
Hücre duvarının kimyasal yapısı bakterilerden farklıdır. Ayrıca hücre zarının kendine özgü bir lipit tabakası içermesi ve karakteristik bir rRNA baz sırasına sahip olmaları nedeniyle bakterilerden ayırt edilirler.
Arkebakterilerin yaşadıkları çevresel koşullar farklılık gösterir. Örneğin bunların bazıları CO2'yi hidrojenle birleştirip metan gazı oluştururlar (metanojenler). Arkebakterilerin bir diğer grubu aşırı tuzcullardır (halofiller). Sıcak ortam­larda yaşayan arkebakteriler (aşırı termofiller) 60 - 80°C'ler arasında en iyi gelişimi gösterirler. Soğuk sevenler (psikrofilik arkebakteriler) ise aşırı soğuk ortamlarda gelişebilirler.

Arkebakteriler biyolojik ve ekonomik öneme sahiptir. Örneğin çiftliklerdeki çöpler ve hayvan gübreleri üzerinde yaşayan metanojenler, biyogaz olarak adlandırılan metan gazını oluştururlar. Çiftçiler metanojenleri kullanarak gübre ve çöplerden metan gazı üretebilmektedir. İneklerin ve diğer büyükbaş hayvanların bağırsaklarında yaşayan metanojenler, selülozu parçalayıcı enzimlere sahiptirler.

Protista Alemi

Üyeleri ökaryot hücre yapısına sahiptir. Yani zarla çevreli çekirdek ve diğer hücre organelleri bulunur. Üyelerinin çoğu mikroskobik tek hücreli canlılardan oluşur. Koloni halinde yaşayan ve çok hücreli olan protistler de vardır.
Tatlı sularda yaşayan tek hücreli üyelerinde kontraktil koful bulunur. Bazı üyeleri ototrof, bazıları heterotroftur. Hareketsiz olanları bulunabildiği gibi kamçı, siller ya da yalancı ayaklarla hareket edenleri de vardır. Protistlerin çürükçül olanları, endüstri ve canlı atıklarını parçalayarak çevre kirliliğini önlemede ve madde döngü­sünde etkilidirler.
Protista alemi; kamçılılar, kökayaklılar, silliler, sporlular, algler ve cıvık mantarlar şeklinde gruplandırılır. Bu alemin en çok bilinen örnekleri kamçılılar grubundan öglena, kökayaklılar grubundan amip, silliler grubundan paramesyum ve sporlular grubundan plazmodyumdur. Bunların hepsi mikroskobik tek hücreli canlılardır.
Öglena tatlı sularda yaşayan ve hareket organeli olarak kamçı bulunduran bir organizmadır. Kloroplast içerdiği için fotosentez yaparak besinlerinin bir kısmım sentezler. Besinlerinin bir kısmını ise dışarıdan hazır alır.
Amipler tatlı sularda yaşayan heterotrof organizmalardır. Bunlar "yalancı ayak" denilen sitoplazma uzantıları oluşturarak hem beslenmeyi hem de hareketi gerçekleştirirler. Amipte besin, yalancı ayaklarla alındığı zaman bir besin kofulu oluşur ve koful içindeki besinler hücre içinde sindirildikten sonra kullanılır. Bazı amip türleri hastalıklara neden olabilir. Örneğin insanın kalın bağırsağında yaşayan bir amip türü, amipli dizanteri adı verilen bir hastalığa yol açar.
Paramesyum tatlı sularda yaşayan heterotrof bir organizmadır. Hücre yüzeyini kaplamış olan siller ile hareket eder. Yapılarında büyük ve küçük çekirdek olmak üzere iki tip çekirdek bulunur. Hücre içine giren fazla suyun boşaltımım kontraktil koful denilen iki özel yapı sağlar. Bu organizmaların vücutlarında hücre ağzı, yutak ve anal açıklık gibi oluşumlar yer alır.
Plazmodyum hareket etmek için özelleşmiş bir yapı içermez. Besin kofulları ve kontraktil kofulları da yoktur. Parazit olarak yaşayan bu organizma, anofel cinsine ait bir sivrisinek tarafından insana taşınır ve alyuvarlarda çoğalarak sıtma hastalığına neden olur.

Mantarlar Alemi

Mantarlar, genellikle çok hücreli olan ökaryot canlılardır. Mantarların kloroplastları yoktur ve fotosentez yapamazlar. Mantarlar parazit ya da saprofit olarak yaşayan heterotrof canlılardır. 
Mantarların hücre duvarları vardır. Bu yapı genelde selüloz olmayıp, ağırlıklı olarak kitinden oluşur. Yüksek yapılı bitkilerdeki kök, gövde, yaprak gibi organlara ve iletim dokusuna sahip değillerdir.
Çok hücreli üyelerinde, hücreler daha çok dallanmış iplikler halindedir. Bu ipliklere hif adı verilir. Hifler bir araya gelerek sindirilmiş besinlerin emiliminde görev yapan miselyum yapılarını meydana getirirler.
Mantarlar heterotrof beslenmeleri nedeniyle hayvanlara, hücre duvarı içermeleri, sporla çoğalmaları ve aktif hare­ket edememeleri nedenleriyle de bitkilere benzerler. Mantarlara; maya mantarları, küf mantarları ve şapkalı mantarlar örnek olarak verilebilir.
Mantarların biyolojik ve ekonomik önemi oldukça fazladır. Örneğin ölü veya canlı organik maddeleri parçalayıp, bunların hızla toprağa karışmasını sağlayarak karbon ve azot gibi elementlerin yeryüzündeki döngülerinde büyük rol oynarlar. Maya mantarları ekmek hamurunun kabarmasında ve alkollü maddelerin elde edilmesinde yaygın olarak kullanılan bir mantar grubudur. Penisilin adı verilen antibiyotik, Pénicillium cinsi bir küf mantarından elde edilir ve birçok hastalığın tedavisinde kullanılır.

Bitkiler Alemi

Bitkiler çok hücreli ökaryot canlılardır. Hücre zarlarının üzerinde esas maddesi selülozdan oluşan hücre duvarları bulunur.
Bitkiler kloroplast içerirler ve fotosentezle inorganik maddelerden organik madde üretirler. Bu nedenle ototrof canlılardır. İnsanlar dahil hemen hemen tüm heterotroflar besin ve fotosentezin bir yan ürünü olan oksijen için bitkilere ba­ğımlıdırlar.
Bitkilerin insanlar için besin kaynağı, barınak, ilaç ve endüstri ham maddesi olması bakımından değeri büyüktür. Bitkiler; damarsız - tohumsuz, damarlı - tohumsuz ve damarlı - tohumlu olmak üzere üç gruba ayrılır.

Damarsız - Tohumsuz Bitkiler

İletim demeti bulunmayan bitkilerdir. Üreme ve gelişmelerinde çiçek ve tohum oluşturamazlar.
Bu grubun en önemli örneği karayosunlarıdır. Çok nemli ortamları tercih eden bu bitkilerin gerçek kök, yaprak ve gövdeleri yoktur. Kök yerine rizoit denilen köksü yapıları bulunur. Karayosunlarının yaşam döngüsünde eşeysiz ve eşeyli üreme birbirini takip eder. Bu olaya "döl almaşı" denir.

Damarlı - Tohumsuz Bitkiler

İletim demeti bulunan bitkilerdir. Damarsız - tohumsuz bitkiler gibi üreme ve gelişmelerinde çiçek ve tohum oluşturamazlar.
Gerçek kök, gövde ve yaprakları bulunur Rizom adı verilen yatay gövdelere sahiptirler.
Yaşam döngülerinde döl almaşı görülür. Döl almaşı görülen bitkiler "spor" adı verilen dayanıklı hücreleri oluşturur­lar. Bir spor, başka bir hücreyle birleşmeksizin yeni bir bireyi meydana getirebilir.
Bu grubun en önemli örneği eğrelti otlarıdır. Eğrelti otları nemli ve az ışık alan gölgeli yerlerde gelişirler. Yere yatık olan gövdeleri (rizom) çok sayıda dallanmış iletim demeti içerir. Eğrelti otlarının pek çok yaprakçığa bölünmüş, kuş teleğine benzer yaprakları vardır. Yapraklarının alt yüzeyinde spor oluşturan keseler yer alır.

Damarlı - Tohumlu Bitkiler

İletim demeti bulunduran ve tohum oluşturan bitkilerdir. Bir tohum spordan farklı olarak çok hücrelidir ve ondan çok daha gelişmiş dayanıklı bir yapıdır.
Tohum, koruyucu bir kabuğun içinde besin kaynağı ile çevrelenmiş bir embriyodan oluşur.
Tohumların çoğu rüzgar veya hayvanlarla uzaklara taşınır. Bir tohum ana bitkiden ayrıldıktan sonra aylarca ve bazen yıllarca uyku halinde kalabilir. Daha sonra uygun koşullar altında çimlenir ve embriyo tohum kabuğundan bir fide olarak dışarı çıkar.
Damarlı - tohumlu bitkiler açık ve kapalı tohumlu olmak üzere iki büyük gruba ayrılır.

Açık Tohumlu Bitkiler

Tohumları meyve ile örtülü değildir ve açıkta bulunur. Çoğunlukla ağaç ya da ağaççık, seyrek de olsa çalı biçiminde olan bitkilerdir. Bütünüyle odunsu olan bu bitkiler, genellikle yapraklarının tamamını birden dökmediği için dört mevsim yeşil ka­labilirler.
Yaprakları çoğunlukla iğnemsidir. Açık tohumluların en iyi bilinen grubu kozalaklı bitkilerdir. Çam, ladin, göknar, servi, sedir, ardıç, mazı kozalıklı bitki örnekleridir. Sikas, ginkgo ve sekoya diğer açık tohumlu bitkilerden bazılarıdır.

Kapalı Tohumlu Bitkiler

Tohum, yumurtalıktan gelişen meyve içinde bulunur.
En belirgin özellikleri farklılaşmış çiçek ve meyveleridir. Çiçek örtü yaprakları çanak yaprak ve taç yaprak şeklinde farklılaşmıştır.
Otsu, odunsu ve çalı formunda olan kapalı tohumlular, açık tohumlulara göre daha gelişmişlerdir.
Bitkiler aleminin çoğunluğunu bu grup oluşturur. Orkide, buğday, mısır, muz, soğan, papatya, fasulye, elma, domates, kaktüs, ayçiçeği, sütleğen ve ebegümeci kapalı tohumlu bitki örneklerinden bazılarıdır.

Hayvanlar Alemi

Çok hücreli ökaryot canlılardır. Hücre duvarı içermezler. Gerekli besin maddelerini ortamdan hazır olarak alırlar. Bu nedenle heterotrofturlar. Çoğunluğu epitel, bağ, kas, sinir gibi dokulara sahiptir.
Hayvanlar, canlılar arası beslenme ilişkileri sayesinde yeryüzündeki madde döngüsüne katkıda bulunurlar. Hayvanlar, insanlar için önemli bir besin kaynağıdır. Örneğin et, süt ve yumurta insanların hayvanlardan elde ettiği bazı besin kaynaklarıdır.
Hayvanlar; omurgasızlar, ilkel kordalılar ve omurgalılar olmak üzere üç grupta incelenir.

Omurgasız Hayvanlar

Yapılarında çoğunlukla bir iç iskelet bulunmaz. Bazılarında vücudun dış kısmını örten ve destekleyen dış iskelete rastlanır.
Embriyonik dönemde solungaç yarığı ve yaşamlarının hiçbir evresinde vücuda desteklik sağlayan sırt ipliği (notokord) bulunmaz.
Genellikle açık dolaşım görülür.
Omurgasız hayvanlar; süngerler, sölenterler, solucanlar, yumuşakçalar, eklembacaklılar ve derisidikenliler şeklinde gruplara ayrılır. Biz burada solucanlar ve eklembacaklılar grubundan böcekler üzerinde duracağız.

Solucanlar

Deniz ve tatlı sularda, karalarda ya da parazit olarak canlı vücudunda yaşarlar. İki taraflı (bilateral) simetriye sahip olan canlılardır. Çoğunlukla eşeyli olarak ürerler.
Yassı solucanlar, yuvarlak solucanlar ve halkalı solucanlar olmak üzere gruplara ayrılırlar. Yassı solucanların denizlerde, tatlı sularda ve nemli topraklarda serbest olarak yaşayan türleri olduğu gibi parazit olarak yaşayan çok sayıda türü de bulunur. Bunlarda sindirim boşluğu hem ağız hem de anüs görevini yapan tek bir açıklıktan oluşur. Solunum ve dolaşım sistemleri gelişmemiştir. En tanınmış örnekleri planarya, tenya ve kara­ciğer kelebeğidir.
Yuvarlak solucanların bazıları insan, hayvan ve bitkilerde parazitken bazıları suda ve nemli topraklarda serbest olarak yaşar. Sindirim sistemleri ağız ve anüs olmak üzere iki açıklıktan oluşur. Solunum ve boşaltım sistemleri gelişmemiştir. Bazılarının larvaları insanların karaciğer, akciğer ve beyinlerinde tümör benzeri kistler oluştururlar. Askaris, kancalı kurt, trişin ve fil hastalığı solucanı insanlarda parazit olan yuvarlak solucan örnekleridir.

Halkalı solucanların vücutları birbirine benzeyen bölmelerden (segment) meydana gelmiştir. Tatlı sularda, deniz­lerde ve nemli topraklarda serbest olarak yaşarlar. Parazit olanları da vardır. İki açıklıktan oluşan sindirim kanalları özel bölmelere ayrılmıştır. Kapalı dolaşım görülür. Karada yaşayan türlerinde solunum nemli deriden difüzyon yoluyla gerçekleşir. Suda yaşayan türlerinde solungaç solunumu görülür. Boşaltım için gelişmiş özel yapıları var­dır. Beyin ve sinir kordonlarından oluşan sinir sistemleri bulunur. Toprak solucanı, poliket ve sülük bu grubun bazı örnekleridir.

Böcekler

  • Eklembacaklılar grubunda yer alırlar ve bu grubun büyük çoğunluğunu oluştururlar.
  • Omurgasız hayvanların kara hayatına en iyi uyum yapmış grubudur. Bunların tatlı sularda yaşayan ve uçan birçok türü de bulunur.
  • Vücutları baş, göğüs ve karın olmak üzere üç kısımdan oluşur.
  • Baş bölgesinde bir çift anten yer alır.
  • Genellikle iki çift kanada ve üç çift bacağa sahiptirler.
  • Kitin kapsayan dış iskeleti vardır. Dış iskelet vücut büyümesini sınırladığından dolayı böceklerde periyodik aralık­larla değiştirilir.
  • Sindirim kanalı özel bölmelere ayrılmıştır ve ağız yapıları beslenme tarzına göre farklılıklar gösterir.
  • Açık dolaşım sistemine sahiptirler.
  • Solunum trake sistemiyle gerçekleşir.
  • Boşaltım organı (malpighi tüpleri) kuruya yakın bir atık oluşumunu sağladığı için vücuttan su kaybını önler.
  • Sinir sistemi ve gözler ile diğer duyu organları çok iyi gelişmiştir. Bundan dolayı herhangi bir uyarıya hızlı cevap verebilirler.
  • Kasları çoğunlukla çizgili olduğundan çabuk hareket ederler.
  • Üremeleri eşeylidir ve gelişimleri sırasında çoğu başkalaşım geçirir.
  • Arı, karınca, termit gibi bazı böcek gruplarında sosyal yaşam görülür. Bazı böcek türleri ise sıtma, Afrika uyku hastalığı gibi hastalıkların taşıyıcısıdır.
  • Böceklere; karınca, arı, çekirge, peygamberdevesi, sinek, bit, pire, kelebek, güve, termit, tahtakurusu gibi örnekler verilebilir.

İlkel Kordalılar

Kordalı olarak isimlendirilen hayvanlar hem ilkel kordalıları hem de omurgalıları kapsayan bir sınıflandırma basa­mağıdır.
Kordalılar; yaşamın belirli bir evresinde, genellikle de embriyonik gelişim sürecinde dört ortak özellik içerirler. Bunlardan birincisi sindirim borusu ile sinir kordonu arasında uzunlamasına yer alan ve iskelet görevi yapan notokordtur. İkincisi sırt bölümünde içi boş bir sinir kordonudur. Üçüncüsü gaz alış verişi ve beslenmede rol oynayan solungaç yarıklarıdır. Dördüncüsü ise vücudun arka bölümünde kuyruktur.
Denizlerde yaşayan ilkel kordalıların bir grubu "tulumlular"; diğer bir grubu "kafatassızlar" adını alır. Kafatassızların en önemli örneği amfiyoksüs denilen hayvandır.

Omurgalılar

  • Embriyonik gelişim sırasında kısa bir süre görülen notokordun yerini omurlardan oluşan bir omurga almıştır. Kemik veya kıkırdaktan oluşan bir iç iskelete sahiptirler.
  • Embriyonik gelişimlerinin ilk evrelerinde solungaç yarığı görülür.
  • Akciğer veya solungaç solunumu yaparlar.
  • Dolaşım sistemi kapalıdır.
  • Alyuvarlardaki hemoglobinden dolayı kanları kırmızı renktedir.
  • Boşaltım bir çift böbrekle yapılır.
  • Kafatası içinde gelişmiş bir beyinleri vardır.
  • Balıklar, iki yaşamlılar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler olmak üzere beş sınıfta incelenirler.

Balıklar

  • Solungaçlarıyla solunum yaparlar.
  • Yüzgeçlere ve pullara sahiptirler.
  • Günümüzde yaşayan iki grubu kıkırdaklı balıklar ve kemikli balıklardır.

Kıkırdaklı Balıklar

  • Kıkırdaktan yapılmış bir iskelete sahiptirler. Kemik yapı içermezler.
  • Derileri kendilerine özgü pullarla kaplıdır.
  • Yüzme keseleri yoktur. Bu nedenle batmamak için sürekli hareket etmek zorundadırlar.
  • Döllenme dişinin vücudu içinde olur (iç döllenme). Bazıları döllenmiş yumurtalarını koruyucu kabuklara sardıktan sonra suya bırakır. Bazıları ise yavrularını doğurur.
  • Kıkırdaklı balıklara köpek balıkları ve vatozlar örnek olarak verilebilir.

Kemikli Balıklar

  • Kemikten oluşan bir iç iskelete sahiptirler.
  • Derileri köpek balıklarından farklı, yassı kemik pullarla kaplıdır.
  • Yüzme keseleri vardır.
  • Akciğerli balıklarda solungaçlara ilaveten gaz değişimi için kullanılan basit akciğerler bulunur.
  • Kalpleri bir kulakçık ve bir karıncık olmak üzere iki odacıktan oluşur. Kalpte daima kirli kan bulunur. Soğukkanlı hayvanlardır. Yani vücut sıcaklıkları sabit olmayıp değişkendir.
  • Çoğu türde döllenme suda gerçekleşir (dış döllenme). Bazı türlerde ise iç döllenme ve doğum görülür. Kemikli balıklara levrek, ringa, ton balığı, lüfer, alabalık ve akciğerli balıklar örmek olarak verilebilir.

İki Yaşamlılar (Amphibia)

  • Yaşamlarının bir kısmını suda bir kısmını karada geçirdikleri için "iki yaşamlılar" adını almışlardır.
  • Gelişmelerinde genel olarak başkalaşım görülür.
  • Larva dönemi suda geçer. Bu dönemde solunumu solungaçlar sağlar.
  • Solunum organları deri, akciğer ve ağız boşluğudur.
  • Derileri çıplaktır. Salgılanan mukus deriyi nemli tutarak deri solunumu için uygun ortam sağlar.
  • Bu grubun en önemli örneği olan kurbağalarda kalp iki kulakçık ve bir karıncık olmak üzere üç odacıktan oluşur. Kan kalpte karışır ve vücuda karışık kan pompalanır.
  • Soğukkanlı hayvanlardır. Kış uykusuna yatarlar.
  • Genellikle dış döllenme görülür ve gelişme suda tamamlanır.
  • Bu gruba kuyruksuz kurbağalar, kuyruklu iki yaşamlılar (semenderler) ve bacaksız iki yaşamlılar örnek olarak verilebilir.

Sürüngenler

  • Akciğer solunumu yaparlar.
  • Derileri üzerinde keratin yapılı pullar veya kemik plakalar bulunur. Deri solunumu görülmez.
  • Kalpleri iki kulakçık ve bir karıncık olmak üzere üç odacıktan oluşur. Karıncık yarım bir perde ile ikiye ayrılmıştır. Soğukkanlı canlılardır. Kış uykusuna yatarlar.
  • İç döllenme görülür ve gelişme ana canlının vücudu dışında gerçekleşir. Ancak bazı türleri doğurur.
  • Sürüngenlere; yılanlar, kertenkeleler, kaplumbağalar, timsahlar ve soyu tükenmiş dinozorlar örnek olarak verilebilir.

Kuşlar

  • Vücutları, uçmayı ve yalıtımı sağlayan tüylerle kaplıdır. Tüyler, kuşlara özgü yapılardır. Bunların ön üyeleri kanat haline dönüşmüştür.
  • Akciğer solunumu yaparlar. Akciğerlere bağlı hava keseleri vücut ağırlığını azaltır ve uçmayı kolaylaştırır. Metabolizma hızları yüksektir.
  • Kemiklerinin çoğunun içi boştur. Akciğerlere bağlı hava keseleri uzun kemiklerin içine doğru uzanmıştır. Bu durum iskelete hafiflik sağlar.
  • Kalpleri iki kulakçık ve iki karıncık olmak üzere dört odacıktan oluşur. Temiz ve kirli kan birbirine karışmaz. Sıcakkanlı hayvanlardır. Bu tip canlılarda vücut sıcaklığı sabittir.
  • Çenelerinde diş yoktur. Keratin yapıdaki gaga, beslenme tipine göre farklı şekillerde olabilir.
  • İç döllenme görülür. Gelişme vücudun dışında olur. Yumurtaları sert bir kabukla örtülüdür.
  • Bu gruba devekuşu, penguen, flamingo, ördek, turna, guguk kuşu, güvercin, papağan, kuzgun, ağaçkakan, atma­ca, baykuş, kırlangıç, ispinoz, serçe gibi örnekler verilebilir.

Memeliler

  • Omurgalıların insanları da kapsayan grubudur.
  • Vücut genellikle ısı yalıtımını sağlayan kıllarla örtülmüştür. Kıllar, memelilere özgü yapılardır.
  • Akciğer solunumu görülür. Akciğerlerinde alveol adı verilen kesecikler bulunur.
  • Kastan yapılmış bir diyaframa sahiptirler.
  • Olgun alyuvarlar solunum yüzeyinin artırılabilmesi için çekirdeklerini kaybetmişlerdir.
  • Kalpleri iki kulakçık ve iki karıncık olmak üzere dört odacıktan oluşur. Temiz ve kirli kan birbirine karışmaz. Sıcakkanlı hayvanlardır.
  • Dişileri süt bezlerine sahiptir.
  • Büyüklük ve şekil bakımından farklılık gösteren dişler içerirler.
  • İç döllenme görülür. Yavru bakımı en üst seviyeye ulaşmıştır.
  • Gagalı memeliler, yumurtlayan tek memeli grubudur. Yumurtadan çıkan yavrular süt emerler. Dikenli karıncayiyen ve ornitorenk gagalı memelilerdir.
  • Keseli memelilerde kısa bir gebelik süresinin sonunda doğan yavrular gelişimini tamamlamamıştır. Bu yavrular anne karnındaki keseye alınırlar ve buradaki süt bezlerinden beslenerek gelişimlerini tamamlarlar. Koalalar, kan­gurular ve opossumlar bu grubun örnekleridir.
  • Plasentalı memelilerin embriyoları gelişimlerini döl yatağı içinde tamamlarlar. Kirpi, tavşan, fil, deniz ineği, lemur, ayı, zürafa, yunus, gergedan, yarasa, köstebek plasentalı memelilerden bazılarıdır.

Virüsler

Virüs kelimesi Latince "Zehir" anlamına gelir. Virüsler, prokaryot ve ökaryot hücrelerin sahip olduğu yapı ve metabolik sistemi içermeyen daha küçük oluşumlar­dır. Hem canlılara hem de cansızlara ait özellikler içerirler.
Günümüzde bilim insanları canlıları sınıflandırırken virüslerin hangi kategoriye konulacağı konusunda bir fikir bir­liğine varmamışlardır.

Virüslerin Özellikleri

Virüslerde hücre zarı, çekirdek ve organeller bulunmaz. Bunlar kendi başlarına değil, ancak konak bir hücre içinde çoğalabildikleri için zorunlu hücre içi parazitidirler. Konak hücre bulamadıklarında kristalize olup uzun süre bu şe­kilde kalabilirler. Virüsler, metabolizma yapacak enzimleri içermezler ve kendi proteinlerini sentezlemek için gerekli unsurlara sahip değillerdir. Belirtilen bu özelliklerden dolayı virüsler hücre veya canlı olarak kabul edilmezler.
Virüslerin yapısında genom (genetik madde) olarak DNA ya da RNA yer alır. Genomlarını çeviren protein kılıfa kapsit adı verilir.
Virüsler çoğalabilmek için başka hücreleri istila ederler. Bunu da genetik maddelerini yabancı hücre içine enjekte ederek gerçekleştirirler.
Virüsler, genetik materyallerini oluşturan nükleik asit çeşidine göre DNA ya da RNA virüsleri olarak tanımlanırlar. Hayvanlarda her iki grup virüs de bulunur. Örneğin uçuk, su çiçeği, Hepatit B virüsleri DNA; kızamık, grip, sarıhumma, kuduz, çocuk felci virüsleri RNA virüsleridir. Bitki virüslerinin çoğu RNA virüsüdür.
Virüsler genellikle belirli hücre ve dokulara yerleşip çoğalabilir. Örneğin soğuk algınlığı virüsleri üst solunum yol­larında, çocuk felci ve kuduz virüsleri beyinle omurilikte, Hepatit B virüsü karaciğerde, AIDS virüsü akyuvarlarda, çiçek ve kızamık virüsü deride çoğalır.
Virüslerin genetik yapıları mutasyona uğrayabildiği için mevcut virüsler değişim geçirebilir. Bu durum virüse karşı kazanılan bağışıklığın yetersiz kalmasına yol açar. Örneğin grip salgınları, bir önceki yılın virüslerinin genetik de­ğişimi sonucu ortaya çıkmaktadır.

Virüslerin Neden Olduğu Hastalıkların Bulaşma ve Bunlardan Korunma Yolları

Virüslerin neden olduğu tehlikeli hastalıklardan birisi AlDS'dir. Bu hastalık insanlarda bağışıklık sisteminin HIV (İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü) tarafından işlevsiz hale getirilmesi sonucu ortaya çıkar. AlDS'li kişilerde ba­ğışıklık sistemi zayıfladığı için vücudun çeşitli hastalıklara karşı direnci ortadan kalkar. AlDS'li bir kişi genellikle birkaç hastalığın bir arada olması sonucu yaşamını yitirir. Cinsel ilişki, kan nakli ve ortak şırınga kullanımı virüsün bulaşmasına yol açan en önemli faktörlerdir.
AlDS’den korunmak ve AIDS’in yayılmasını önlemek için aşağıdakilere dikkat edilmelidir.
  • Dezenfekte edilmemiş şırınga, iğne, cerrahi aletler, diş hekimliği aletleri vb. kesinlikle kullanılmamalıdır. Ayrıca tıraş jileti, küpe, tırnak makası gibi kişisel eşyaları ortaklaşa kullanmaktan kaçınılmalıdır.
  • Kan nakli yapılırken AIDS testinden geçmemiş kan kullanılmamalıdır.
  • Korunmasız cinsel ilişkiye girilmemelidir.
  • HIV virüsünü taşıyan kişi kan bağışlamamalıdır.
  • Açık yaralar, vücuda virüsün girişini engellemek için bantla kapatılmalıdır.

Virüslerin neden olduğu diğer bir hastalık kuduzdur. Bu hastalığı, beyni etkileyen virüsler oluşturur. Kuduza yol açan virüs hayvanların (köpek, kedi, tilki, yarasa) salyasında bulunur ve genellikle ısırma yoluyla insana bulaşır. Kuduza karşı en etkili yöntem aşıdır.
Kuduzdan korunmak için aşağıdakilere dikkat edilmelidir.
  • Sahipli hayvanlara düzenli olarak kuduz aşısı yapılmalıdır.
  • Başıboş ve olağan dışı hareketleri olan hayvanlardan uzak durulmalıdır.
  • Kuduz olduğu düşünülen hayvan 10 gün boyunca gözetim altında tutulmalıdır. Eğer bu sürede hayvan ölmüyor­sa kuduz değildir.
  • Isırılan kişi en kısa sürede bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.
Çok yaygın olan virütik hastalıklardan biri de Herpes olarak adlandırılan uçuktur. Bulaşıcı olan bu hastalık, kızarık bir zeminde minik su karbarcıkları şeklinde belirti verir. Genellikle dudakta, ağız ve burun delikleri çevresinde çıkar. Stres, ateşli hastalık, aşırı yorgunluk, uykusuzluk gibi vücut direncini düşüren olaylar uçuk oluşmasını tetikler.
Uçuktan korunmak ve uçuğun yayılmasını önlemek için aşağıdakilere dikkat edilmelidir.
  • Uçuğu olan insanlara ait havlu, çatal, kaşık gibi eşyalar kullanılmamalıdır.
  • Uçuğa dokunmamalıdır. Dokunmak gerekiyorsa eller çok iyi yıkanmalıdır.
  • Uçuk varken gözlere temas etmekten kaçınılmalıdır.
  • Uçukla veya uçuk yarasının kabuğu ile oynanmamalıdır. Bu tür temaslar sonucu parmaklara uçuk virüsü bulaşa­bileceği gibi uçuk yarasına da diğer mikroplar yerleşebilir.
Grip, bir tür virüsün solunum yollarına yerleşerek burada çoğalmasıyla oluşan bulaşıcı hastalıktır. Gribe yakalanan kişilerde yüksek ateş, şiddetli kas ve eklem ağrıları, halsizlik, terleme, baş ağrısı, kuru öksürük gibi belirtiler görü­lür. Grip tedavisinde antibiyotik kullanılmamalıdır. Çünkü antibiyotikler virüslere değil, bakterilere etki ederler. Grip virüsü çok sık değişen bir yapıya sahiptir. Bu durum gribe karşı etkin bir aşı geliştirilmesini ve vücudun uzun süreli bağışıklık oluşturmasını engeller.
Gripten korunmak için aşağıdakilere dikkat edilmelidir.
  • Hastalar ile yakın temastan, ortak eşya kullanımından kaçınılmalıdır.
  • Mecbur kalmadıkça kalabalık yerlerde bulunmamaya özen gösterilmelidir.
  • Öpüşmeden uzak durmalıdır.
  • Eller sık sık sabunlanmalıdır.
  • 65 yaş ve üstündeki kişiler, bağışıklık sistemi zayıf olanlar, kronik hastalığı olan kişiler, sağlık çalışanları, insan­larla yakın temas içinde olan kişiler grip aşısı olmalıdır.
Hepatit hastalığı karaciğerde meydana gelen iltihaplanmadır. Hepatite yol açan değişik virüslerden biri Hepatit B virüsüdür. Hepatit B bulaşıcı bir hastalıktır. Bu hastalığa yakalananların bir kısmı tam olarak iyileşmeyip taşıyıcı ola­rak kalır. Taşıyıcılar hasta olmasa bile hastalığın bulaşmasında ve yayılmasında büyük tehlike oluşturur. Taşıyıcılar için risk yıllar sonra başlayabilir. Bu kişilerin bir kısmında hastalık kronikleşerek siroza ileri dönemde de karaciğer kanserine dönüşebilmektedir. Hepatit B virüsü en yaygın olarak kanla bulaşır. Hepatit B'ye karşı aşı ile etkili bir biçimde korunmak mümkündür.
Hepatit B’den korunma yolları şunlardır:
  • Kan ve diğer vücut sıvılarıyla doğrudan temas edilmemelidir.
  • Korunmasız cinsel ilişkiye girilmemelidir.
  • Akupunktur, dövme, kulak deldirme veya tıbbi amaçlar için kullanılan şırınga ve iğnelerin steril olmasına özen gösterilmelidir.
  • Tıraş jileti, diş fırçası, küpe, tırnak makası gibi kesici ve kişisel aletleri ortaklaşa kullanmaktan kaçınılmalıdır.
  • En önemli olarak Hepatit B aşısı olunmalıdır.
Yukarıda sayılanların dışında günümüzde adından sıkça bahsedilen bazı hastalıklar da virüs kaynaklıdır. Ebola virüsü, Kırım Kongo kanamalı ateşi hastalığına neden olan virüs ve H1N1 adını alan domuz gribi virüsü bunlardan bazılarıdır. Virüslerin bazı kanser çeşitlerine de sebep olduğu saptanmıştır.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)