bilgievlerim
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


17 Ağustos 2016 Çarşamba

İskitler

İskitler

İskitler

İskitler, tarihe Sakalar olarak geçmiş, Ön Türk Tarihinin antik çağdaki temsilcisi olarak Avrasya steplerindeki varlıklarını 7 asır boyunca devam ettirmişlerdir. M.ö. 10. Yüzyılda Tanrı Dağlarında başlayan tarih serüvenleri, M.ö. 250 yılında Kırımda sona ermiştir.
İskitler, M.ö. 9. Yüzyılda Doğu Asya’da ortaya çıkmış, M.ö. 8. Yüzyılda Hazarlar üzerinden Tuna boylarına ulaşarak burada yerleşik yaşayan soydaşları Kimmerler üzerinde baskı kurarak Doğu Avrupa ve Kuzey Karadeniz hattına hâkim hale gelmiş, Urartular, Asurlular ve Medler ile münasebetlerde bulunarak bu coğrafyadaki varlıklarını 200 yıl boyunca devam ettirmişlerdir. M.ö. 6. Yüzyılda zayıflayan ve Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan İskitler Kuzey Karadeniz ve bölgesine yerleşerek M.ö. 3.Yüzyıla kadar burada yaşamışlar ve kendileri gibi atlı göçebe bir kavim olan Sarmatlar ve Gotlar tarafından yıkılarak bölge halkları arasında asimile olmuşlardır. 
İskitler, Ön Türk Tarihinin önemli bir taşıyıcısı olmuşlar ve tarihe bir Türk Kavmi olarak kaydedilmişlerdir. Her ne kadar bizler soydaşlarımız olan İskitlerin Türklüğünü kanıksamış olmasak ve tartışılır görsek de Dünya Tarihi, İskitlerin Türk olduklarını kabul ve ilan etmişlerdir. 


İskitlerin Türklüğü

İskitlerin Türk olduğu gerçeği tarihin bilimsel metotlarıyla ispatlanmış, elde edilen bulgular bu toplumun, Türkleri Meydana getirmiş olan Turanid (Ön Türkler) kavmin bir mensubu olduğunu ortaya koymuştur.İskitler ile yakın münasebetler içerisine girmiş olan ve bu münasebetleri yazılı hale getirebilen en mühim kaynak Grek(Yunan) Tarih kaynakları olmuştur. Medeniyetler tarihinin bilinen ilk tarihçisi olan Herodot,İskitler döneminde yaşamış, İskit yurtlarında seyahat etmiş ve İskit toplumu hakkında pek çok bilgi kaleme almıştır. 

Heredotos, İskitler hakkında kaleme aldığı bilgilerle onların Türk Olduğu gerçeğini bilim dünyasına nakşetmiştir. Her ne kadar Türklük ifadesi bu tarihte milli bir isim olarak kullanılmıyor olsa da İskitlerin kültürel, toplumsal, askeri ve fiziki tasvir bilgileri, Herodotos’un ardılları olan diğer Yunan tarihçiler tarafından tetkik edilmiş ve ihtilafsız olarak bu toplumun Türklerin ataları olduğunda tespit edilmiştir. 



Her ne kadar İskitlerin Turanid bir kavim olduğu genel tetkik ve bulgularla kabul görmüş olsa da bazı tarihçiler, kısmi Linguistik (Dil bilimi) çalışmalarla bu toplumun İran kökenli bir halk olabileceğini iddia etmişlerdir. Bu iddia, bazı İskit kelimelerinin Pers kökenli kelimelerle benzeşmesinden yola çıkılarak ortaya atılmıştır. Ancak biyolojik ve arkeolojik olarak desteklenmemiştir. Pers dili ile İskit dili arasındaki kısmi benzerliklerin kökeni Soğd toplumuna dayanmaktadır. Pers toplumu, Soğd kültüründen etkilenmiş, Antik Pers Alfabesini terk ederek Soğd alfabesine geçiş yapmış, bu etkilemişin bir sonucu olarak da Soğd dili ile kaynaşmıştır. Oysa İskitler, Perslerin Soğd kültüründen etkilenmelerinden çok önce Soğd kavmi ile münasebet içerisine girmişlerdi. M.ö. 9. Yüzyılda Orta Asya da Soğd kavmi ile komşu olan İskitler, Çin ve Hign-Nu baskısına maruz kalarak bu bölgeyi terk etmeden evvel Soğdlar ile geliştirilen toplumsal münasebetler ile Soğdca kelimeleri kendi dilleri içerisine almışlardır. Bu münasebetin tam anlamıyla bilimsel bir tetkiki yapılmadığını, bilakis kronolojik bir tekzibinde söz konusu olduğunu düşünürsek İskitlerin Pers kökenli olabilecekleri olasılığı ortadan kalkmış olur. Zira Herodotos, Akhamenid Hükümdarı Darius’un İskitler üzerinde yaptığı seferle ilgili notlarında İskitlerin gerek fiziki görünümleri, gerek savaş taktikleri, gerekse kültürel vasıfları bakımından Perslere hiç benzemediğini açıkça belirtmiştir. 


İskitlerin Turanid kavme mensup olduklarına dair bulgular ise çok daha açık ve nettir. Zira bu bulgular Arkeolojik, Antropolojik ve Kültürel faktörlerle birbirini tamamlamakta ve bütünlük arz etmektedir. İskitlerin Turanid kavmin bir parçası olduğunu gösteren en açık Arkeolojik bulgular Kurganlardır. Kurgan Kültürü, Ön Türk toplumlarının kültürel karakteristiğine dair en bariz kalıntı olma özelliğini taşır. Tarih öncesi devirlerde yaşayan hiçbir toplumda görülmeyen bu kültürel değer, yalnızca Afanasyevo kültürüne mensup Turanid kavim tarafından, Atalar Kültü olarak bilinen geleneğin muhtevası olarak binlerce yıl boyunca yaşatılmıştır. Ölümden sonra bir hayat olduğuna inanılan ve “Türk Dini” olarak tarihe mal olan Gök Tanrı İnancını benimseyen Ön Türkler, önemli devlet adamlarının mezarlarını korunaklı (korugan) hale getirip birer anıt inşa etmişler, “Ata” unvanına sahip olan bu kişiler buraya defnedilerek dirileceği gün kendisine hizmet etmesi için hizmetkarlarının naaşları, yeniden dirildiğinde kullanabilmesi için değerli eşyaları, silahını ve hatta atı kendisiyle birlikte bu Kurganlarda muhafaza edilmiştir. Kimi zaman yerin altına, kimi zaman bir tepenin içerisine, kimi zaman ise taş lahitlerin içerisine yerleştirilen bu kurganlar, tarih öncesi devirlerdeki Ön Türk İmzası olarak karşımıza çıkmaktadır. İskitler, M.ö. 8. Yüzyılda ayak bastıkları Doğu Avrupa ve ardından göç ettikleri Anadolu coğrafyası üzerinde çok sayıda Kurgan inşa etmişlerdir. Bu kurganlar, son 2 yüzyıl içerisinde gün yüzüne çıkartılmış ve İskitler hakkında çok daha detaylı bilgiler elde etmemize olanak tanımasının yanında bu toplumun Turanid kavmin mensubu olduğunu da açıkça ortaya koymuştur. 



İskitlerin Türk Tarihine mal eden en mühim bulgular Antropolojik araştırmalar ışığında ortaya çıkmıştır. Genetik bilimin ışığında elde edilen bulgular, İskit genlerinin günümüzde Türk Coğrafyası içerisinde var olduğunu, hatta bu varlığın melezleşme olmaksızın küsuratlı bir kalıntı değil müstakil olarak süre geldiğini ortaya koymaktadır. İskitlerin İç Asya’dan Anadolu ya doğru giriştikleri göç hareketlerini ve Kafkaslar-Anadolu hattında arkalarında bıraktıkları Kurganları inceleyen tarih araştırmacısı Dr. Jeannie Davis Kimball, İskit coğrafyasında yaşayan Kadın Savaşçılar (Amazonlar) ile ilgili yaptığı araştırmalar neticesinde çok önemli bulgulara ulaşmıştır. 

Amazonlar, İskitlerden çok daha önce Karadeniz hattına ulaşan Kimmerler ile birlikte bu bölgeye yerleşmiş ve uzun süre Kimmer coğrfayası içerisinde yaşamış savaşçı bir ulustu. Anaerkil bir yapıya sahip olan bu toplumda kadınlar savaşıyor, erkekler ise köle olarak ya da doğurganlık amacıyla kullanılıyordu. Esasen Kimmer toplumunun bir parçası olan Amazonlar, İskitlerin Kimmerleri yıkması ile yine soydaşları olan İskitler ile münasebet içerisine girmiş ve zamanla İskit tarihine de mal olmuşlardır. Onlarca İskit Kurganı açan veİskitlere ait pek çok arkeolojik çalışmanın içerisinde yer alan Kimball, izini sürdüğü Savaşçı İskit Kadınları Amazonların kökenine ulaşmayı başarmış, İskitlerin soydaşları olan Amazonların günümüz Türklerinin Ataları olduğunu ortaya koymuştur. 



Dr. Kimball, araştırma konusu olan Amazon savaşçılarının izini sürerken aradığını İskit Kurganlarında bulmuş, bu serüveni onuİskitlerin kökenine kadar götürmüştür. Pek çok İskit kurganının açan Kimball, Amazonların İskitler ile birlikte yaşayan savaşçı kadınları olduğunu, yani Kurganlardaki savaşçı kadınların İskit toplumunun bir parçası olduğunu tespit etmiştir. Amazon Savaşçıları ile ilgili bilgilere Yunan Tarih kaynaklarından ulaşan Kimball, Antik Yunan döneminin büyük savaşçısı Aşil’in bir Amazon Kraliçesi Pentesile ile mücadelesine rastlar. Bu hikâyede Aşil, Amazon kadın savaşçısı Pentesile ile çetin bir mücadeleye girişmiş, uzun uğraşlar sonunda Pentesile’yi mağlup etmeyi başarmış ve onu öldürmüştür. Rakibini öldüren Aşil, yüzünü görmek için rakibinin miğferini çıkarttığında sarı saçlı ve çok güzel bir kadın olduğunu görür ve Pentesile ye aşık olur. 

Aşil ve Pentesile’nin hikayesinden esinlenen Kimball, Amazon Savaşçılarının İskit kurganlarından çıkmasından hareketle Kurganlara rastlanan bölgeleri takip ederek Kuzey Kazakistan bölgesindeki Pokrovka bölgesine kadar ulaşır. Buradaki kurganları inceleyen Kimball, bu kurganların Anadolu-Kuzey Karadeniz bölgelerindeki İskit Kurganlarıyla aynı olduğunu tespit eder. İskitlerin ve Kimmerlerin bu hat üzerinden Karadeniz ve Anadolu’ya ulaştığına karar verir. Ancak bu bulgu, kısa süre sonra burada yapacağı muhteşem keşfin yanında küçük bir detay olarak kalacaktır. Dr. Kimball, at üstünde gezen sarışın, küçük bir kız çocuğu görür. Bu kız çocuğunun adı Meryemgül’dür. Meryemgül, Dr. Kimball’a Amazon Savaşçısı Pentesile’yi anımsatır. Bu küçük Kazak kız çocuğundan bir Dna örneği alarak Anadolu’daki İskit kurganlarından çıkan Amazon Kadınların Dna örnekleriyle karşılaştırır. Mitokondrial DNA örneklerinin karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan sonuç inanılmazdır. Sonuç %99.9 oranında uyumludur. Kazakistan bozkırlarında at üstünde gezen bu küçük kız çocuğu Amazon Savaşçılarıyla aynı geni taşımaktadır. Yani Amazonların torunudur. 



Dr. Kimball, bu araştırmasını bilim dünyasına sunar ve bu konu hakkında bir kitap çıkartır. Bu tespit doğrultusunda Amazonların İskit Kurganlarından çıkması hasebiyle onların İskitli savaşçı kadınlar olduğunu, Dna karşılaştırmasının sonuçlarıyla da Amazon Savaşçı Kadınlarının yani soydaşları İskitlerin ve Kimmerlerin Türk olduğunu ilan eder. Dr. Kimball’ın bu tespiti ile birlikte bilim dünyası Amazon kadınların bir efsaneden ibaret olmadığını ve Türk olduklarını kabul etmişlerdir. 

Elde edilen bulgular ışığında hiç tereddüt etmeden diyebiliriz ki İskitler, Türklerin ataları olan kadim Turanid (Ön Türk) toplumunun bir parçasıdırlar ve Türk Tarihinin 3.000 Yıl önceki temsilcisidirler.


İskitlerin Tarih Serüveni

İskitler, münasebet içerisine girdikleri pek çok toplumun tarih kayıtlarına geçmişler ve bu toplumların tarihlerinde satırbaşı olmuşlardır. Grekler İskitlere Skytai, İskit hükümdarlarına ise Sokot, Sak ve Saka demişlerdir. Asur kaynaklarında Aşguzai, İşkuza, Asagarta, Sakarta, Zakarti, Zakruti, Zikirtu telafuz edilmişler, Pers kaynaklarında Sakalar olarak geçmişlerdir. Çin hanedanlığının kaynaklarında İskitlerin kurucu sülalesinin isminin Sai, Su ve Se olduğunu belirtir. Hint kaynaklarında Şakya olarak isimlendirilirler. Bu kadim toplum Tevrat da yer bulmuş ve Aşkenaz olarak geçmiştir. Referans alacağımız en yakın kaynak olan Divanı Lugati Türk de ise yine kurucu sülalenin ismi Su/Şu olarak telaffuz edilir. 
Ulaşımın, tabiat şartlarının, salgın hastalıkların ve tabi meşakkatlerin insanlığı tehdit ettiği bir çağda Asya’nın bir ucundan Avrasya Bozkırlarına kadar isimlerini duyuran, münasebet içerisine girdiği tüm toplumların tarihlerine yön veren bu kadim Ön Türk Toplumu tarihe İskitler olarak kaydedilmiştir.

İskitlerin kökeni, diğer tüm Ön Türklerde olduğu gibi yine Sümer Medeniyetine dayanır. M.ö. 7000’li yıllarda Aral gölünde ortaya çıkan Afanasyevo Kültürüne mensup Brakisefal (Yuvarlak Başlı) toplum M.ö. 5000’li yıllarda bugünkü Türmenistan havzasına ulaşmış, buradan da Orta Doğu bölgesine yerleşerek Sümerler Medeniyetini tarih sahnesine çıkartmışlardı. Bu tarihe kadar ortak kültür ve toplumsal yapıya sahip bu toplum, Sümerler dönemine kadar kendilerine muhtelif isimler vermiş, özerk bir yapıya sahip olsalar da toplumsal ayrışmaların meydana gelmediği bu tarih öncesi devirlerde müstakil bir kültürel doku kazanarak diğer tüm medeniyetlerden ayrılmışlardı. Sümerler dönemi ile Dünyanın ilk medeniyetini inşa eden bu toplum, Sümerlerin yıkılmasından sonra küllerinden kavimler, medeniyetler ve toplumlar çıkartmış, bu toplumlardan biri de Türkler olmuştur.



Sümerlerin Semitik kavimler tarafından yıkılmasından sonra (M.ö. 2000) Sümer Medeniyetinin mensupları olan toplumlar Sümer bütünlüğünden ayrılarak kendi kimliklerini ve unvanlarını kazandılar. Merkezi koruyucu idarenin ortadan kalkması ile birlikte aynı otoritenin altında birleşemeyen bu toplumlar, hükümdarlarının isimlerini alarak kendi kimliklerini edindiler ve kendi merkeziyetçi yapılarını muhafaza ederek tarih sahnesine müstakil birer toplum olarak çıktılar. Bu toplumlardan Asşur’a bağlı olanlar Asurlular, Arpadşad’a bağlı olanlar Araplar, Aram’a bağlı olanlar Aramiler, Elam’a bağlı olanlar Elamlılar, Türk’e bağlı olanlar Türkiler olarak tanımlandılar.

Sümer toplumu asli unsur olan Afanasyevo insanları tarafından kurulmuşlardı ancak devletin asli unsurları olan Afanasyevo insanları (Turanid Kavİm), Sümer devleti sonrasında bir kısmı yerleşik kalarak Mezopotamya’nın yerlileri olmuş, bir kısmı ise bu coğrafyadan göç ederek farklı medeniyetleri tarih sahnesine çıkartmıştır. Mezopotamyada kalmayın tercih eden Sümerliler Semitik kavimlerle yakın münasebet içerisine girerek günümüzdeki Ortadoğu kavimlerinin atalarını meydana getirdiler (Asurlar, Urartular, Elamlılar, Aramiler, Museviler, Ortadoğu Arapları, v.b.). Sümer Medeniyetinin yıkılmasından sonra burada kalmayıp göç eden Sümerliler ise sahip oldukları kadim kültürü (Afanasyevo Kültürü) Anadolu, Kafkaslar, İç Asya ve Balkanlara taşıyarak Ön Türk Kültürü olarak tanımladığımız Afanasyevo kültürünü dünya coğrafyasına taşıdılar. Bu sebeptendir ki Ön Türkler olarak adlandırdığımız Afanasyevo kültürünü taşıyan Turanid Kavmin izlerini tarih öncesi devirlerde çok farklı coğrafyalarda görebilmekteyiz.



İskitler de Sümer Medeniyetinin yıkılması sonrasında vücut bulmuş ve tarih sahnesine çıkmışlardır. Sümer Medeniyeti, birliğini kaybettikten sonra Semitik kavimlerin (Akadlar) istilalarına maruz kalınca Mezopotamyayı terk eden Turanid Kavim üç farklı kola ayrılarak bölgeyi terk ettiler. Birinci kol doğu istikametinden İç Asya’ya göç ederek Hing-Nu’ları meydana getirdiler. Diğer bir kol Anadolu’nun içerisine girerek Batı’ya ilerlediler ve Etürks/Truska toplumlarını meydana getirdiler. Diğer bir kol ise Kuzey’e doğru ilerleyerek Kafkaslar ve Kuzey Karadeniz hattına göç edip Kimmerler’i meydana getirmişlerdir. 

İskitler, tıpkı Hing-Nu’lar gibi batıya göç eden kalabalık Ön Türk Toplumları içerisinden filizlenmiş ve aradan geçen 10 asırdan sonra komşuları ve soydaşları olan Hing-Nu’lardan ayrılarak kendi saltanat aileleri etrafında birleşmişlerdir. Çin kaynaklarına göre Su/Se/Sai olarak ifade edilen bu sülale (Aşiret/Beylik) zamanla kendi nüfuzlarını kazanarak müstakil bir güç haline gelmiş ve Hing-Nu’lardan idari olarak ayrılarak kendi kararlarını veren bir toplum haline gelmişlerdi. Binlerce yıllık Türk Coğrafyası olan Tanrı dağları bu tarihlerde yoğun olarak Türk toplumlarına ev sahipliği yapmaktaydılar. Bu dönemde (M.ö. 20-10. Yüzyıl) İç Asya’nın en doğusunda Ön Moğollar, Taklamakan Çölünün Doğusunda Ön Türkler, Ön Türklerin batısında ise Ön Tunguzlar yaşamaktaydılar. Bu üç toplumun güney hattında ise kalabalık Çin toplumu giderek güçleniyor ve bölgedeki nüfuzlarını arttırıyorlardı. M.ö. 10. Yüzyılda güçlü bir hanedanlık etrafında birleşen Çinliler, Hing-Nu’ların üzerinde baskı kurmaya başladılar. Bu baskı neticesinde doğudaki Ön Moğollarında tesiriyle Batıya doğru göç etmek zorunda kalan Hing-Nu’lar, kendileriyle aynı coğrafyayı paylaşan Su hanedanlığın etrafında birleşen İskitleri önlerine katarak batıya doğru sürüklenmeye başladılar. 



M.ö. 9. Yüzyılda İç Asya, Taklamakan Çölünün etrafına yaydığı şiddetli sıcaklar nedeniyle kuraklık dönemine girmişti. Taklamakan çölünün de çölleşmiş arazilerinin genişlediği bu tarih, İç Asya’da bozkır hayatını yaşanmaz hale getirmişti. At ve hayvan yetiştiriciliği ile yaşayan İskit ve Hunlar, daha ılıman iklimlere sahip coğrafyalara ulaşmak için Batı ve Güney istikametlerine doğru göç hareketine giriştiler. Bu göç dalgasının en uç hattında bulunan İskitler, arkalarından gelen Hing-Nu’ların baskısı neticesinde önce Balkaş gölü, ardından Aral gölü hattına, buradan da Massagetilerin baskıları neticesinde Kuzey Hazar bölgesine doğru ilerlediler. 

İskitler’in M.ö. 10. Yüzyılda başlayan göç hareketi bir asır boyunca devam etti. M.ö. 9. Yüzyıla gelindiğinde İskit toplumları Avrasya-Kafkasya bozkırlarını kendilerine yurt edinmişlerdi. Bu tarihlerde Kuzey Karadeniz, Avrasya Bozkırları ve Hazar Denizinin Batısı, başka bir Ön Türk Toplumu olan Kimmerler’e ev sahipliği yapıyordu. Sümer devleti yıkıldığında İskitlerin içerisinde bulunduğu Turanid Kavim doğuya doğru göç hareketine giriştiği dönemde Kimmerler de Kuzey ve Batı hattına yönelerek Kuzey Karadeniz hattına ulaşmıştı.İskitler, soydaşları Kimmerler’in Doğu Avrupa üzerindeki 10 asırlık hakimiyetine son vererek bu bölgeyi kendi yurtları haline getirdiler.



İskitler’in Batı Hazar’dan Güney hattına doğru ilerlemesi Antik Yunan Tarih kaynaklarında geçmektedir. Antik Yunan Tarihi, Aşağı Don Havzası ve Ön Kafkasya boylarının M.ö. 9. Yüzyılda İskit akınlarına maruz kaldığını, bu bölgede yaşayan Kimmerler’in İskit akınlarına karşı koyamadığı belirtilir. Aslında İskitler gibi kalabalık ve köklü bir kavim olan Kimmerler, İskitler kadar kalabalık ve savaşçı bir kavimdi. Ancak atlı süvarileri ile çok hızlı hareket edebilen İskitler, savaş teknikleri bakımından Kimmerler’e üstün durumdaydılar. Bu teknik üstünlük neticesinde 1000 yıllık Kimmer yurdu olan Kuzey Karadeniz, M.ö. 9. Yüzyıldan itibaren İskit yurdu haline gelmeye başlamıştır. 

İskitlerin Kuzey Karadeniz bozkırlarındaki demografik hareketleri bölgedeki kültürel akımı da önemli ölçüde etkiledi. Zira bu bölge, iki büyük savaşçı ulusun yüzyıllar sürecek mücadelesinin başlangıç noktası olmuştur. Kimmerlerin yüzlerce yıldır yaşadığı karma ekonomik sistem, İskitlerin bu bölgeye yerleşmesi ile giderek Hayvancılığın ön plana çıktığı bir sosyal hayata dönüşmeye başladı. İskit-Kimmer mücadelesi M.ö. 800’lü yıllara kadar bu coğrafyada devam etti. Nihayet Kimmerler İskitlerin baskılarına karşı koyamayarak Karadeniz’in doğusu üzerinden Kafkaslara ve Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldılar. İskitler Kuzey Karadeniz hattında kurdukları hâkimiyet sahalarını Kimmerler’in göç yolları üzerinden devam ettirerek önce Kafkaslar, ardından Doğu-Kuzey Anadolu hattına kadar genişletmeye başladılar. Bu yayılım hareketi planlı ve tek bir koldan gerçekleşmedi. Ünlü yunan tarihçi Heredotos, Kimi İskit kitleleri Hazarın Kuzey’inden ve Doğusundan dolaştıklarını, kimi kitlelerin ise Transkafkasya dağlarından Anadolu hudutlarına ulaştığını belirtir. 



M.ö 9. Yüzyılda başlayan İskit akınları, dağınık ve plansız olarak hareket ettiği tespit edilen İskit kitleleri tarafından M.ö. 8. Yüzyılda Anadolu’nun kuzey hattına ulaştı. İskitlerin Anadolu hudutları içerisinde tespit edilebilen ilk yerleşik yurtları bugünkü Trabzon’un Kilat (Yeşilbük) köyü olmuştur. Bu köy, İskit göçlerinden önce Kimmerler içerisinde yaşayan bazı Turanid Toplumlar ve Yunan kökenli Miletoslular tarafından idare edilmekteydi. İskitlerin bu bölgeye yerleşmeleri ile Miletoslular bölgeden uzaklaşmış, Kilat köyüİskitler’in ilk Anadolu durakları olmuştur. 

İskitlerin Anadolu hattına girmelerinden sonraki göç yolları oldukça geniş ve düzensiz olmuştur. Belli bir yöne kalabalık kitleler halinde değil pek çok yöne kabileler halinde göç ettikleri görülür. Bu dağınık göç hareketleri İskitlerin bir kral ya da tek bir önder etrafında toplanmadıklarına işaret eder. Buna rağmen bölgede yaşayan toplumların içerisine karışmayarak müstakil kültürlerini muhafaza etmişlerdir. Bu durum, İskitlerin, tıpkı Bozkır Kültüründe olduğu gibi Boy-Budun teşkilatlanmasına sahip olduklarını düşündürür. Görünen odur ki; İskitler, birkaç yüz çadırdan oluşan aşiretler halinde küçük parçalara ayrılmış şekilde özerk olarak yönetiliyor, komşu kabile ve aşiretlerle birlikte hareket ediyor ancak topyekûn bir millet halinde göç hareketlerine girişmiyorlardı. İskitler, bu sosyo-politik davranışları hasebiyle Tanrı Dağlarından Tuna Boylarına, Doğu Anadolu’dan Fergana Vadisine geniş bir coğrafyada izlerini bırakmışlar ve çok geniş bir coğrafyada varlıklarını devam ettirmişlerdir. 



İskitlerin Fergana ve Aral Gölü boylarındaki varlıklarını yalnızca arkalarında bıraktıkları kurganlardan takip edebilsek de Anadolu’daki serüvenleri hakkında detaylı bilgilere ulaşabiliyoruz. İskitlerin Anadolu’daki varlıklarını yoğun münasebet içerisinde bulundukları Asur kaynaklarında görebiliyoruz. İskit toplumunun Asurlular ile ilk münasebetlerini M.ö. 7. Yüzyılda gerçekleşmiştir. Asur kaynaklarından edindiğimiz bilgilere göre M.ö. 679 yılında, en azından Doğu Anadolu’da yaşayan İskitler bir liderin etrafında birleşmiş durumdaydılar. Asurlular İskit toplumuna İşkigulu, İskit kralına ise İşpakai demişlerdir. 

Doğu Karadeniz hattından güneye doğru ilerleyen İskitler, Urartular ile Asurlular arasında politik bir öneme sahip olan Mannai bölgesini istila hareketlerine girişmişlerdi. Mannai bölgesi Asurlular içinde önem taşıyordu ve buraya hakim olmak isteyen Asurlular Urartular ile mücadele halindeydi. İskit akınlarına maruz kalan Urartu Kralı 2. Rusa, İskit Kralı İşkigulu ile anlaşma yaparak bu bölgede barınmalarına müsaade etmiş, böylelikle hem İskit taarruzlarından kurtulmuş hem de Asurluların Mannai bölgesindeki emellerine karşıİskitleri kalkan olarak kullanmıştır. 



Mannai bölgesine yerleşen İskitler, Asurlulara karşı da istilacı bir tavır izlediler. Asur Kralı Asarhaddon’un hükmettiği Kuzey Batı İran’a girerek taarruzlara giriştiler ve bu taarruzların sonucunda büyük bir savaşa girişerek mağlup oldular. İskit Kralı İşpakai bu savaşta öldü ve yerine oğlu Bartatua geçti (M.ö. 674). Bu savaşa dair izler, yakın zaman önce gerçekleştirilen Arkeolojik çalışmalarla gün yüzüne çıkartılmıştır. Bastam/Rusa, Uru ve Tur adlı yerleşim bölgelerinde Asurluların İskit taarruzlarına karşı inşa ettiği kaleler ve savunma hatları bulunmuştur. Bunun yanında Siyah Kale, Kız Kalesi, Danalu, Kaleoğlu ve Sangar olarak isimlendirilen tarihi eserler de bu dönemden kalma önemli bulgulardır. Ayrıca Urmiya gölünün 50 Km. doğusunda yer alan Ziwiye’de bulunan arkeolojik kalıntılar da İskit kralının bu bölgeyi hükümdarlık makamı olarak kullandığını göstermektedir. 

İskitlerin yenilmeleri üzerine Mannai bölgesi yeniden Asurluların hakimiyeti altına girdi. Bu bölgede yerleşik hale gelen İskitler ise Asurlulara karşı galip gelemeyince iyi ilişkiler içerisine girmek zorunda kaldılar. İskit Kralı Bartatua, Asarhaddon ile yakınlık kurabilmek için kızı Serna ile evlenmek istedi. Asarhaddon önceleri istemese de tanrıları Samas’a fal açtırıp sorarak onayladı. Bu kan bağı ile Asurlular ile İskitler arasında ittifak dönemi başlamış oldu (M.ö. 674). 
Asur Kralı Asarhaddon vefat edince yerine oğlu Asurbanipal geçti. M.ö. 654’de de Bartatua öldü ve yerine oğlu Madyes geçti. İskit-Asur barışı bu döneminde de devam etti. Asurlular, M.ö. 653 de yeni bir tehditle yüz yüze geldiler. Giderek güçlenen ve hâkimiyet alanını genişleten Medler, Asur Krallığını tehdit eder duruma gelmişti. İskitler, Asurluların Medlerle olan mücadelelerine destek verdiler (M.ö. 654-652). İskitlerin Asurlularla geliştirdiği iyi ilişkiler zamanla ittifak halini alınca İskitlerin bölgedeki nüfuzları da artmaya başladı ve zamanla daha da güçlendiler. 



Asurbanipal vefat edince Asurluların büyük hükümdarlığına gölge düştü (M.ö. 627). Giderek güçlenen Medler, Asurbanipal’in ölümü üzerine Asur toprakları üzerinde taarruzlara giriştiler. Asurbanipal’in yerine vekâleten geçen oğlu Asuretil, Medler üzerinde baskı kuramayınca Medler daha da güçlendiler. İskitlerin desteğine rağmen durdurulamayan Med akınları Asur İmparatorluğunun sonunu hazırladı. Medler, önce Babillilerle sonra ise İskitlerle ittifak kurarak Asurlular üzerine büyük bir taarruza giriştiler ve Asur Krallığını yıkarak toprakları üzerinde kendi imparatorluklarını kurdular (M.ö. 612). 

Asurluların yıkılması İskitler için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. İskit Kralı Madyes, müttefiki olduğu Asurlulara desteğini çekerek Medlerle işbirliği yapmıştı. Ancak Asurluların yıkılmasından sonra bu kez Babillilerle işbirliği yaparak Medlere karşı mücadeleye giriştiler. Med Kralı Kyaxares, bu ittifak karşısında kazanamadı. Medleri mağlup eden İskitler, Kuzey İran ve Suriye hattında söz sahibi duruma geldiler. Bölgede değişen politik dengeler Urartuları da etkiledi. İskitler, Asurluların yıkılmasında olduğu kadar Urartuların yıkılmasında da pay sahibi oldular. İskit akınlarıyla zayıflayan Urartular, Med akınlarıyla yıkıldılar. Urartuların yıkılmasıyla bölgedeki siyasi dengeler tamamen değişti. Güney Doğu Anadolu bölgesinde yalnızca İskitler ve İskitlerin Mağlup ettiği Medler söz sahibi duruma gelmişlerdi (M.ö. 610).

 

İskitler, Güney Doğu Anadolu’da nüfuzlarını arttırmış ve güçlenmişlerdi. Üstelik Medlere karşı üstünlük sağlanmış ve bölgede başkaca önemli bir düşman da kalmamıştı. Bunun üzerine büyük bir sefere çıkan İskitler, Suriye’den Filistine kadar uzanan Akdeniz sahilleri boyunca yağma ve istila faaliyetlerine giriştiler. Filistin bölgesini hâkimiyeti altına almış olan Mısır Kralı Psemmetikos, İskit tehlikesinin yaklaştığını görerek İskit ordusunu Filistinde karşılayıp iltifatlar ederek hediyeler vermiş, kurulan iyi ilişkiler ile İskitlerin Mısır’a girmesine mani olmuştur. Daha fazla ilerlemeyen İskitler, dönüş yoluna düşerek geldikleri güzergâh boyunca geri döndüler. Med Kralı Kyaxares, İskit tehdidini ortadan kaldırmak için bir suikast planladı. Kyaxares, İskitlerin başarılı seferlerini kutlamak için Kral Madyes onuruna bir ziyafet düzenledi ve İskit Kralını, ordu komutanlarıyla birlikte ziyafete davet etti. Bu davete icabet eden Madyes, ziyafetin ilerleyen saatlerinde sarhoş edilerek öldürüldü. Madyes’in ölümü İskitlerin Anadolu tarihlerinde dönüm noktası oldu. İskitler için ilerleme dönemi sona erdi ve önce gerileme sonra ise yıkılma devirleri vuku buldu. 



İskitler, Kral Madyes’in ölümünden sonra yerine kudretli bir hükümdar tayin edemediler. Medler de bu durumdan istifade ederekİskitler üzerine baskı uygulamaya başlayınca Doğu Anadolu’daki bölgelerini hâkimiyetleri altında tutamayarak Tuna Boylarına göç etmek zorunda kaldılar. Madyes’den sonraki 100 yıl, İskitler için göçler ve politik istikrarsızlıkla geçti. Bu süreçte Tuna Boyları, Diyenper, Kuzey Karadeniz ve Doğu Avrupa Steplerinde yerleşik bir hayat yaşamaya başlayan İskitler, hayvancılıktan karma ekonomiye geçerek tarım ve ticaretle meşgul olmaya başladılar. İskitlerin yeniden tarihi vakalarla anılması M.ö. 512 de mümkün olabilmiştir. 

İskitlerin zayıflamasına neden olan Medler, bu süre zarfından daha da güçlenmişler ve Babilliler ile birleşerek Akhamenid İmparatorluğuna dönüşmüşlerdi. Akhamedin imparatoru Büyük Darius, İran coğrafyasındaki hâkimiyet alanını genişletmek için tarihe Darius seferleri olarak kaydedilen iki büyük sefere çıktı. Bu seferler İskitlerin Anadolu’da ki varlıklarını ortadan kaldıracak sürecin başlangıcı oldu. 



Darius, ilk seferini doğrudan İskitler üzerine yapmıştır. Bu sefer ile Aral Gölü ve Hazar Denizi civarında yaşayan İskitler üzerine taarruz ederek İskitlerin Hazar Denizi doğusundaki İskit varlığının ortadan kalkmasına neden oldu (M.ö. 514). Hazar Seferini başarıyla tamamlayan Darius, bu kez yüzünü batıya çevirdi ve İstanbul Boğazı ile Tuna Nehri boyunca ikinci büyük seferine girişti. İskitler, Kuzey Karadeniz hattında, Hazar’ın Doğusunda olduğundan daha güçlü durumdaydılar. Grek kabilelerle ticaret yapan ve yerleşik yaşama geçen İskitler, barış içerisinde yaşıyor olsalar da kalabalık ve güçlü ordularıyla büyük bir güç durumuna gelmişlerdi. Akhamenid Kralı Darius, ikinci seferinde beklemediği bir mağlubiyet alarak Tuna Boylarına geri çekilmek zorunda kaldı. 

İskitler, Hazar Denizinin doğusundaki varlıklarını kaybetseler de Kuzey Karadeniz hattı boyunca kurdukları yerleşik hayatı devam ettirdiler. Darius’a karşı alınan galibiyet İskitlerin Kuzey Karadeniz hattı boyunca yaşayan güçlü Grek (Yunan) krallıklarında İskitler ile yakınlaşmasını sağladı. Darius tehdidine karşı güçlü bir müttefik edinen Yunan Krallıklar bu tarihten sonra İskitler ile hem toplumsal hem askeri alanda daha sık münasebetler geliştirmişlerdir. 

M.ö. 5. Yüzyılın başlarından itibaren gelişen İskit-Grek yakınlaşması ilerleyen yüzyıllar boyunca da devam etti. İskitler, yerleşik hayat ve karma ekonomik sisteme geçmiş olmaları, güçlerinin esas unsuru olan askeri anlamda zayıflamalarına yol açtı. Diğer taraftan ekonomik anlamda Yunan Köylüler ile geliştirilen ekonomik münasebetler, zamanla İskit kültürünün ve dilinin Yunan tesiri altına girmesine yol açacaktır. 



İskitlerin Yunan Krallıklarıyla geliştirdikleri yakın münasebet ve bölgesel bir tehdit altında kalmadan barış içerisinde süregiden yaşantıları M.ö. 4. Yüzyıla kadar devam etti. Bu süre zarfında mühim tarihi vakalar içerisinde yer almayan İskitler, kültürleri, dilleri ve dini inançları tahrif olsa da müstakil kimliklerini kaybetmediler. Bu döneme ait pek çok tarihi eser yakın tarihte gün yüzüne çıkartılmış, M.ö. 4. Yüzyıla ait Kurganlar, el aletleri ve süs eşyaları İskitlerin Diyenper havzası ve Kuzey Karadeniz’in diğer bölgelerindeki varlıklarını devam ettirdiklerini ortaya koymuştur. İskitlerin Kuzey Karadeniz bölgesinde huzur ve sükûnet içerisinde geçirdikleri 200 yıl, büyük Makedon İmparator İskender’in doğu fetihlerinin başlamasıyla son bulur.

M.ö. 4. Yüzyılın ortalarında İskit Kralı Ataes, sınırlarını genişletmek için Makedon Kralı 2. Phillip ile mücadelelere girişmiş, bu mücadeleler neticesinde Tuna Nehri boyunca çetin savaşlar yaşanmıştır. Bu savaşlardan birinde Kral Ataes, Makedon Kralı 2. Phillip ile giriştiği bir savaşta mağlup olur ve savaş meydanında ölür (M.ö. 339). Ataes’in ölümü üzerine İskitler yeniden siyasi bir boşluk içerisine girdiler ve güçlü Makedon Krallığına karşı askeri üstünlüklerini kaybettiler. 2. Phillip’in ölümünden sonra yerine oğlu Büyük İskender geçti. Tarihin en büyük komutanı olarak ifade edilen Büyük İskender, babasının ölümü üzerine hayalini kurduğu büyük seferlerin hazırlıklarını yapmaya başlamıştı. İskitler ise 2. Phillip’in ölümü üzerine yeniden harekete geçerek Trakya’ya kadar ilerlediler. Büyük İskender, İskitlerin Trakya üzerindeki taarruzlarını haber alınca komutanı Zopyrion’u görevlendirip İskit ordusunun ardından gönderdi. Zopyrion, İskit ordusunu sefer yolunda yakaladı. İskitler beklemedikleri bu taarruz karşısında muvaffak olamadı ve mağlup oldu ve daha fazla zayiat vermemek için geri çekilerek Trakya istikametine doğru harekete geçti. Zopyrion, İskit ordusunu Olbia’ya kadar takip etti ve daha fazla ilerlemeyip geri döndü. Ancak İskit ordusu, kendisini takip eden Makedon ordusunu kendi dönüş yolu üzerinde pusuya düşürerek Makedon ordusunu tümüyle yok etmeyi başardı. İskitler’in Büyük İskender’in ordusuna yaşattığı bu mağlubiyet, Büyük İskender’in hâkimiyeti döneminde yaşadığı sayılı mağlubiyetlerden biri olmuştur. Hatta top yekun bütün ordusunu yalnızca İskitler ile giriştiği mücadele sonucunda kaybetmiştir. 
İskitler, Büyük İskender ile giriştiği mücadelesini kazanmış, bu tarihten sonra Makedon saldırılarına maruz kalmamıştır. Bu bakımdan Makedonlara karşı koyabilen tek ordu olma özelliğini taşır. Makedon galibiyetinden sonra Trakya seferini yarım bırakan İskitler, bu tarihten sonra yeniden barış ve sükûnet içerisinde bir döneme girdiler. Yunan Krallıkları ile girişilen ticari, kültürel ve ekonomik münasebetler artarak devam etti. Göçebe yaşantısını neredeyse tamamen terk eden İskitler, bu süre zarfında askeri alanda zayıfladılar. Siyasi olarak yok olmasalar da müstakil varlıklarından ödün vererek varlıklarını uzun bir süre daha devam ettirdiler.



İskitlerin sonunu hazırlayan demografik gelişme Sarmatlar’ın İs Asya’dan kopup Doğu Avrupa bozkırlarına göç etmeleriyle gerçekleşti. Asırlardır Aral Gölü ve Ural Dağları civarında yaşayan Turanid Kavimler, Pers (İrani) halklar ile birleşerek ortak ve güçlü bir bozkır kültürü meydana getirmişlerdi. Bu kavim, Türk ve Pers kültürlerinin bir sentezi olmuşlardır. Gerek toplumsal, gerek kültürel, gerekse askeri olarak yoğunlukla Antik Türk kültürünün temalarına rastlanan bu toplum, konuşulan dil ve inanç bakımından da Pers tesiri altına girmişti. Ön Türk kavimlerinde olduğu gibi Kurgan kültürünün hâkim olduğu Sarmatlar, göçebe kültürleri ve savaşçı kadınlarıyla da alelade bir Türk Kavmini andırmaktadırlar. Bunun yanında ateşe tapma adetleriyle antik Pers Dini olan Zerdüştlüğün izlerine rastlanmaktadır. Sarmatlar, Kültürel öğeleri tetkik edildiği zaman Türk-Pers melezi bir toplum olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Sarmatlar’ın M.ö. 4. Yüzyılda Don Nehrinde görünmeleriyle başlayan Doğu Avrupa göçleri, devam eden 100 yıl boyunca İskitlerin hâkimiyet alanlarını daraltmıştır. Yerleşik hayata geçerek zamanla savaşçı kimliklerini kaybeden İskitler, soydaşları olan Sarmatların istila hareketlerine karşı koyamayarak yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kaldılar. M.ö. 250’ye kadar devam eden Sarmat İstilaları, İskitlerin hâkimiyet alanlarını Kırım Yarımadasına kadar küçültmüştür. Bölgedeki nüfuzu ve gücü zayıflayan İskitlere son darbe ise İskandinav bölgesinden Karadeniz’e inen Gotlar dan gelir. Got istilalarına karşı koyamayan İskitler, siyasi birliklerini kaybederek bölge halkları arasında kaybolup Doğu Avrupa’nın gen havuzu içerisinde mühim bir yer edinir. 



Siyasi birlikleri ortadan kalkan İskitlerin bir kısmı Soğdlarla kaynaşmış, bir kısmı Kuzey Hazar yolunu takip ederek Asya içlerine ilerlemiş, bir kısmı Avrupa halklarının içerisine karışıp Doğu Avrupa’nın gen havuzu içerisinde yer almışlardır. İskit toplumunun önemli bir kısmı ise kendilerini kültürel ve siyasi olarak izole edip günümüzde “Yakut Türkleri” olarak yaşamakta, bugün Yakutistan olarak ifade edilen bölgede varlıklarını devam ettirmektedirler.

Kimmerler

Kimmerler

Kimmerler

Kimmerler, Sümerler ile Hun Dönemi arasındaki derin tarihsel aralıkta kültürel, etnik ve politik anlamda bir bağlaç olarak karşımıza çıkar. Var olduğu tarihsel süreç bakımından fevkalade öneme sahip olan Kimmerler, varlıklarını 1200 yıl boyunca devam ettirebilmiş olmaları bakımından da Ön Türk Tarihi için büyük öneme taşımaktadırlar.

Kimmerler, Sümerler ile Hun Dönemi arasındaki derin tarihsel aralıkta kültürel, etnik ve politik anlamda bir bağlaç olarak karşımıza çıkar. Var olduğu tarihsel süreç bakımından fevkalade öneme sahip olan Kimmerler, varlıklarını 1200 yıl boyunca devam ettirebilmiş olmaları bakımından da Ön Türk Tarihi için büyük öneme taşımaktadırlar. 

Kimmerler’in ne denli mühim bir toplum olduğunu ve Ön Türk Tarihindeki kıymetini anlayabilmemiz için bazı hususların altını çizerek bir ön malumat edinmemiz faydalı olacaktır. Kimmerler, Tunç Çağının yaşandığı M.ö. 3000 – 1000 Yılları arasında yaşamış, yaşadıkları coğrafyada derin kültürel miraslar bırakmış, günümüzde efsane ve masal karakterlerine kadar konu edilmiştir. 

Kimmerler’in yaşantılarını konu eden dünya çapında bilinirliğe sahip ilk efsanevi kaynak Conan olmuştur. Barbar Conan, Batı Asya’da yaşayan Kimmerler adlı bir topluma mensup iyi yürekli, çok güçlü ve yenilmez bir savaşçı olarak masallara konu edilmiştir. Kimmerlere atfedilen bir diğer efsanevi kahramanda Amazonlar olmuştur. Savaşçı Amazon Kadınları, katıldıkları savaşlarda üç düşman öldürmeden evlenememekte, çok iyi ok kullanan bu savaşçılar daha iyi ok atabilmek için sağ göğüslerini kesmektedirler. Şüphesiz efsanelere konu edilen bu toplum, efsane olarak bahsi geçen hususlara ilham verecek yetenek ve güce sahiptirler. 

Kimmerlerin Türklüğü

Kimmerlerin kökeni, şüphe götürmeyecek şekilde Asya’ya dayandırılmaktadır. Zira varlıklarının tespit edilmesi ve keşfedilmelerine mukabil elde edilen arkeolojik bulgulardan yola çıkılarak kökenleri araştırıldığında ilk emareler Asya kökenli Turanid bir kavim olduklarını göstermiştir. Müteakip evrelerde gerçekleştirilen araştırmalar ve elde edilen bulgularda bu tezi güçlendirmiş, teyit edici bir unsur olarak Filolojik kalıntılarla da bu tez doğrulanmıştır.
Kimmerlerin, Hing-Nu(Hun) toplumunu ortaya çıkartan Turanid bir kavim olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Zira Sümerler, İskitler ve hatta Hunların mesnedini teşkil eden Turanid kavim, Kimmerlerin de atalarıdırlar. Hunların, İskitlerin ve Kimmerlerin Turanid kavme dayandırılmaları elbette varsayım değildir. Bu Ön Türk toplumlarının tümünde tesadüf olarak nitelendirilemeyecek derin kültürel ortaklıklar bulunmaktadır. Bu kültürel ortaklığın en önemli göstergesi kurganlardır. 

Kurgan Kültürü, yalnızca Türk ve Ön Türk toplumlarına özgü bir tinsel öğedir. Tarih boyunca hiçbir kavimde Kurgan âdeti görünmemektedir. Bir istisna olarak Mısırlılarda görünen Piramit yapılar ve ölünün kutsallaştırılması Kurgan kültürüne benzetilebilir ancak Ön Türklerin atalarını teşkil eden Afanasyevo Kültürü, M.ö. 5000’li yıllara kadar geriye gitmekte, oysa Mısır kültürü ve Piramit yapıların ortaya çıkması ancak M.ö. 2000’li yıllara kadar tarihsel derinlik arz edebilmektedir. Bu bakımdan Mısır kültüründeki Piramitlerin oluşumu Kurgan kültürün ortaya çıkışından çok daha sonraları, belki de Kurgan kültürünün tesiriyle ortaya çıkmıştır.



Kurgan Kültürü, ölümden sonra yaşama inanan ve İbrahimi dinlerin ortaya çıkmasından önce de bu inanışa sahip olan Türkler tarafından ölünün dirileceği ana kadar rahat etmesi inancıyla ortaya çıkmıştır. Bu inanç bağlamında Türkler ve Türkleri ortaya çıkartan Ön Türk toplumları, arkalarında tarihsel bir imza olarak Kurganları miras bırakmıştır. Günümüzde arkeolojik çalışmalar yürüten tüm Arkeologlar, bir bölgede Kurgan ile karşılaştıklarında ihtilafsız olarak bu bölgede Turanid yani Ön Türk toplumların yaşadığını kabul ederler. 

Kimmerler’in Ön Türk toplumlarından biri olarak kabul görmesinin en büyük dayanağı Kurganlardır. Üstelik elimizdeki bulgular kurganlarla sınırlı da değildir. Yaşadıkları Kuzey Karadeniz, Hazar, Kafkaslar ve Anadolu coğrafyasında arkalarında arkeolojik buluntular da bırakmışlardır. Bu buluntular ışığında Ön Türk toplumu olduğu bilinen İskitler ve Kimmerlerin aynı kültürel kökenden geldikleri şüphe götürmez bir gerçek haline gelmiştir. 



Kimmerler’in Türklüğü, yalnızca arkeolojik buluntularla sınırlı değildir. Kimmerler, ilişkide bulundukları komşu toplumların tarih kaynaklarına geçmiş, bu kaynaklarda Kimmerler Türk Dünyasına mal edilmiştir. Antik dünyanın son büyük tarihçisi olan Yunanlı tarihçi Procopius, Kimmerlerin Bulgarların atası olduğunu belirtmiştir. Pers tarih kaynağı Mücmel el Tevarih’de de Kimmerler Bulgarların Atası olarak ifade edilmiş, Kimmerlerin atasının ise Nuh’un oğlu Yafes’in 7. Oğlu Kemari olduğundan bahsedilmiştir. Yabancı kaynaklarda ifade edilen hususlar Türk Dünyasındaki kaynaklar tarafından da teyit edilmektedir. Türki bir kavim olan Macarlar kendi kökenlerini bir Kimmer Kralının Utirgur ve Kutirgur adlı iki oğluna dayandırmışlardır. Hazar Devleti Hakanları da yine kendilerinin Nuh’un oğlu Yafes’in oğlu Kimmer’in oğlu Togarma’nın soyundan geldiklerini ilan etmişlerdir. 

Türklüğün kökenini ile ilgili kaynaklarda geçen Nuh-Yafes-Togarma-Türk künyesi, bir mit ya da masalsı bir ifade değildir. Zira bu ifadeler çok farklı tarihsel derinlikte, birbirleri ile ilişki içerisinde bulunmayan farklı devlet ve toplumların tarih kaynaklarında, gerek tarihsel geçerlilik arz eden yazılı kaynaklarında gerekse efsanelerinde sıkça karşımıza çıkmaktadır. Nuh-Yafes-Togarma-Türk silsilesi Tevrat’da, Arap, Pers, Yunan ve Macar tarih kaynaklarında birbiri ile paralellik arz edecek netlikte ifade edilmiştir. Bu ifadeler Türk Tarihini teşkil eden efsane ve mitlerde belirtildiği gibi Hükümdarlar tarafından da benimsenmiştir. 

Elde ettiğimiz Arkeolojik, Filolojik ve Mitolojik bilgilerden yola çıkarak tarihsel vakaların paralelliği ışığında şu gerçeği açıkça ifade edebiliriz ki; Kimmerlerin Türklerin atası olduğu gerçeği ihtilaf edilemeyecek saydamlıkta ve açıklıktadır. 


Kimmerlerin Tarihsel Serüveni

Kimmerler, M.ö. 20. Yüzyılda Kırım, Kafkaslar ve Doğu Karadeniz coğrafyasında ortaya çıkmış, M.ö. 800’lerde yine kendileri gibi bir Türk Kavmi olan İskitler’in Kafkaslardan gelmeye başlamasıyla bölgedeki hâkimiyetlerini kaybederek Doğu Anadolu ve Güney Karadeniz hattına çekilmek zorunda kalmış, bu bölgede yaşayan Lidyalılar, Asurlar ve Urartular arasında sıkışarak zayıflamış ve M.ö. 700’lerde bölgedeki üstünlüğünü kaybederek iki kol halinde Balkanlar ve Hazar Denizi bölgelerine göç ederek bölge halklarının içerisine karışmışlardır. 

Kimmerler’in keşfedilmesi ve Milât Öncesi tarihteki medeniyetler arasında yerini alması 17. Yüzyılın sonlarında mümkün olabildi. Bu tarihe kadar varlıkları gün yüzüne çıkartılmamış olan Kimmerler, İskitlerin yaşadığı bölgelerde arkalarında bıraktığı Kurganlar için define avcılığı yapan bir çetenin çok değerli bir eser ele geçirmesi ve yakalanmasıyla ortaya çıkmıştır. Kimmerlere ait bir Kurganda kazı yaparak kıymetli bir tarihi eseri ele geçiren bu çete üyeleri dönemin Slav Devleti tarafından yakalanmış, yaptığı kazı ile ele geçirdiği kıymetli tarihi eser ise önemi hasebiyle Çar 1. Petro’ya ulaştırılmıştır. Slav Devleti, defineye el koyarak bu tarihi eseri St. Petersburg’a  götürür. Koleksiyoncuların tarihlendirilemeyen bu esere yoğun ilgi göstermesi üzerine ise söz konusu bölgedeki arkeolojik çalışmalar hız kazanır ve Kimmer Medeniyetine ait kalıntılar birer birer ortaya çıkmaya başlar. 



Ortaya çıkan tarihi eserler, Kurganlardan çıkartılmış olmaları hasebiyle önce İskitlere mâl edilir. Ancak zamanla Kimmerler adlı bir medeniyete ait olduğu anlaşılır ve tarih kayıtlarında yeni bir sayfa açılır. Rus arkeologlar ve Asya tarihçileri bu konu üzerinde araştırmaları derinleştirirler. İskit araştırmaları beraberinde Kimmerler Medeniyetinin kalıntıları ile ilişkilendirilir ve her iki medeniyet birlikte araştırılmaya başlanır. Elde edilen bulguların teknik araştırmaları (Karbon testleri, yaş belirleme, yapım teknikleri, v.b.) ise 19. Yüzyılda gerçekleştirilir ve 20. Yüzyıla gelindiğinde Kimmerler’in Turanid olmakla birlikte müstakil bir medeniyet olduğu kesinleşir. 

Elde edilen arkeolojik bulgular, Kimmerlerin M.ö. 2000 ile M.ö. 800 yılları arasında Hazar Denizi ile Tuna Nehri arasında yaşadıklarını ortaya koymuştur. En derin izlerini bıraktıkları Kırım bölgesi ise Kimmerler Medeniyetinin merkezi kabul edilir. Zira Kırım Yarımadası, ismini bu medeniyetten almış, Etimolojik kökeni itibariyle kelimenin kökünü teşkil eden KMR, KRM olarak evrilerek bu isim ile günümüze kadar ulaştırmıştır. 



Ön Türklerin Ural-Altay kolunu teşkil eden Kimmerler, Kırım, Kafkasya ve Avrasya Bozkırlarına 1200 yıl gibi uzun bir süre ev sahipliği yapmışlardı. Peki Kimmerler buraya gelmeden önce nerede yaşamışlar ve sahip oldukları kültürel birikimleri nerede elde ederek hangi demografik serüvenle Avrasya Bozkırlarına sürüklenmişlerdi? Elbette bu soruların cevabı, tüm diğer Türk Kavimlerinde olduğu gibiKimmerler içinde aynı istikameti işaret etmektedir. Sümerler!
Türk Toplumlarının atası olan Afanasyevo İnsanları, M.ö. 7000’li yıllarda Aral gölünde ortaya çıkmış, M.ö. 5000’li yıllarda bugünkü Türkmenistan havzasına ulaşmış, buradan da Orta Doğu bölgesine yerleşerek Sümerler Medeniyetini kurmuşlardı. Bu tarihe kadar ortak kültür ve toplumsal yapıya sahip bu toplum, Sümerler dönemine kadar kendilerine muhtelif isimler vermiş, özerk bir yapıya sahip olsalar da toplumsal ayrışmaların meydana gelmediği bu tarih öncesi devirlerde müstakil bir kültürel doku kazanarak diğer tüm medeniyetlerden ayrılmışlardı. Sümerler dönemi ile Dünyanın ilk medeniyetini inşa eden bu toplum, Sümerlerin yıkılmasından sonra küllerinden kavimler, medeniyetler ve toplumlar çıkartmış, bu toplumlardan biri de Türkler olmuştur. 



Sümerlerin Semitik kavimler tarafından yıkılmasından sonra (M.ö. 2000), Sümer Medeniyetinin mensupları olan toplumlar Sümer bütünlüğünden ayrılarak kendi kimliklerini ve unvanlarını kazandılar. Merkezi koruyucu idarenin ortadan kalkması ile birlikte aynı otoritenin altında birleşemeyen bu toplumlar, hükümdarlarının isimlerini alarak kendi kimliklerini edindiler ve kendi merkeziyetçi yapılarını muhafaza ederek tarih sahnesine müstakil birer toplum olarak çıktılar. Bu toplumlardan Asşur’a bağlı olanlar Asurlular, Arpadşad’a bağlı olanlar Araplar, Aram’a bağlı olanlar Aramiler, Elam’a bağlı olanlar Elamlılar, Türk’e bağlı olanlar Türkiler olarak tanımlandılar. 

Sümer toplumu asli unsur olan Afanasyevo insanları tarafından kurulmuşlardı ancak devletin asli unsurları olan Afanasyevo insanları (Turanid Kavİm), Sümer devleti sonrasında bir kısmı yerleşik kalarak Mezopotamya’nın yerlileri olmuş, bir kısmı ise bu coğrafyadan göç ederek farklı medeniyetleri tarih sahnesine çıkartmıştır. Mezopotamyada kalmayın tercih eden Sümerliler Semitik kavimlerle yakın münasebet içerisine girerek günümüzdeki Ortadoğu kavimlerinin atalarını meydana getirdiler (Asurlar, Urartular, Elamlılar, Aramiler, Museviler, Ortadoğu Arapları, v.b.). Sümer Medeniyetinin yıkılmasından sonra burada kalmayıp göç eden Sümerliler ise sahip oldukları kadim kültürü (Afanasyevo Kültürü) Anadolu, Kafkaslar, İç Asya ve Balkanlara taşıyarak Ön Türk Kültürü olarak tanımladığımız Afanasyevo kültürünü dünya coğrafyasına taşıdılar. Bu sebeptendir ki Ön Türkler olarak adlandırdığımız Afanasyevo kültürünü taşıyan Turanid Kavmin izlerini tarih öncesi devirlerde çok farklı coğrafyalarda görebilmekteyiz. 



Kimmerler de Sümer Medeniyetinin yıkılması sonrasında vücut bulmuş ve tarih sahnesine çıkmışlardır. Sümer Medeniyeti, birliğini kaybettikten sonra Semitik kavimlerin (Akadlar) istilalarına maruz kalınca Mezopotamyayı terk eden Turanid Kavim üç farklı kola ayrılarak bölgeyi terk ettiler. Birinci kol doğu istikametinden İç Asya’ya göç ederek Hing-Nu’ları meydana getirdiler. Diğer bir kol Anadolu’nun içerisine girerek Batı’ya ilerlediler ve Etürks/Truska toplumlarını meydana getirdiler. Diğer bir kol ise Kuzey’e doğru ilerleyerek Kafkaslar ve Kuzey Karadeniz hattına göç edip Kimmerler’i meydana getirmişlerdir. 

Sümer Devletinin yıkılması üzerine Hazar Denizinin güneyinden Kafkaslar ve Doğu Avrupa hattına ulaşan Kimmerler, burada hem nüfuz hem de kültürel olarak büyük bir medeniyet inşa ettiler. Kimmerler’in en önemli yerleşim yerleri olan Kırım Yarımadası, Kimmer medeniyetinin derin izlerini taşımaktadır. Bu bölgede ortaya çıkartılan Kurganlar üzerinde yaş tetkikleriyle elde edilen bulgularKimmerlerin bu bölgeye M.ö. 2000’li yıllardan itibaren yerleşmeye başladığını göstermektedir. Kırım ile birlikte Kafkaslar bölgesinde de yerleşik durumda olan Kimmerler, Tunç çağının taşıyıcı ve temsilcileri olarak ön plana çıkmışlardır. 



Kimmerler, Kafkaslar ve Doğu Avrupa hattına göç hareketlerine giriştiği dönemde bu bölgede Hint-Avrupa kökenli bazı küçük kavimler ve Yunanların ataları olan Akha’lar yaşamaktaydılar. Kalabalık kitleler halinde bu bölgeye göç eden Kimmerler, bu iki kavmin yaşam alanlarını daraltmışlardı. Kimmer baskıları nedeniyle yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kalan Hint-Avrupa kavimleri Avrupa’nın içlerine doğru kaydılar ve bugünkü Ukrayna bölgesine göç ettiler. Akhalar ise Batı Karadeniz hattını takip ederek önce Balkanlar sonra Yunanistan yarımadasına doğru göç hareketine giriştiler. Kimmerlerin Doğu Avrupa’ya ilerleyişleri, kendilerinden daha az sayıdaki bölge kavimlerinin göç etmelerine neden olarak Avrupa’da bilinen ilk kavimler göçünü meydana getirmiş oldu. 

Kimmerler, M.ö. 1300 ile M.ö. 800 yılları arasında Kafkaslar bölgesine yayıldılar ve yaşam alanlarını Volga nehrinden Dinyeper’e, Kırım’dan Doğu Avrupa bozkırlarının kuzey ormanlarına kadar genişlettiler. Kimmerlerin bu bölgede bıraktıkları en büyük miraslar ise Ahşap yapıdaki kurganlar ve ata mezarları olmuştur. 

Kimmerler hakkındaki arkeolojik buluntular, bu bölgede M.ö. 2000’li yıllardan itibaren yaşamaya başladıklarını göstermektedir.Kimmerler’in yazılı kaynaklarda karşımıza çıkması ise M.ö. 800’lü yılları bulur. Kimmerler ile yakın münasebet içerisinde bulunan Akha’ların Kimmerler hakkında elde ettiği bilgiler Antik Yunan tarih kaynaklarına yansımış, bu kaynaklarda Kimmer toplumu Kymmerioi/Kymmerio olarak telafuz edilmiştir. Kimmerler hakkında literatür olarak ifade edilebilecek ilk kayıtlar Homeros tarafından kaleme alınmıştır. Antik Yunan Tarihçisi Homeros, Kimmerlerin Yer Altı Tanrısı Hades’in karanlık gölgelerinde yaşadıklarını ifade eder. Homeros’un bu ifadesi, Kimmerlerin dönemin en güçlü toplumlarından olan Antik Yunan kavimler üzerindeki ürkütücü etkisini göstermektedir. 



Diğer bir Yunan Tarihçisi Heredotos ise İskitler ve Kimmerler hakkında önemli bulgular kaydetmiştir. Heredotos, Kimmerler’in Volga - Dinyeper havzasının ilk sakinleri olduklarını belirtir. Diğer bir Antik Yunan Tarihçisi Strabon ise bu bilgileri teyit eder. Kimmerlerin İskit istilalarından sonra Kafkaslardan çekilmesinden sonra bu bölgeye yerleşen Antik Yunan toplumlar, bu bölgelere Kimmerikum, Kimmeris, Kimmerike gibi adlar vermişlerdir. Hatta günümüzde Kerç boğazı olarak bilinen Kırım Körfezi, bu tarihlerde Bospuruk Kimmerius yani Kimmer Boğazı olarak adlandırılmaktadır. 

İtil-Dinyeper bölgesinde 1300 yıl gibi çok uzun bir süre yaşamış olan Kimmerler, elbette bu bölgede derin izler ve benzersiz miraslar bırakmışlardır. Kalabalık kitlelerle bu bölgeyi yurt edinen Kimmerler, bu süre zarfında büyük bir tehditle karşılaşmamış ve yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalmamışlardı. Kimmerlerin Doğu Avrupa bozkırlarında yaşadıkları dönemde Anadolu, Sümer Devleti sonrası önemli demografik gelişmelere sahne olmuştu. Sümer Devleti sonrasında ortaya çıkan Asurlular güçlenmiş ve Doğu Anadolu hattında büyük bir medeniyet haline gelmişlerdi. Lidyalılar ise Batı Anadolu topraklarında dönemin en zengin ve müreffeh medeniyetini inşa etmişlerdi. Bir şehir devleti olan Urartular ise güçlenmiş, Doğu Anadolu hattında yayılmaya başlamışlardı. Kimmerler, yaşadıkları coğrafyada büyük bir tehditle karşılaşmadan varlıklarını 1300 yıl gibi uzun bir süre devam ettirebilmişlerdi ancak bu dönemde ortaya çıkan Demografik gelişmeler nihayet Kimmerleride etkileyecektir. 



M.ö. 8. Yüzyıl Anadolu medeniyetlerinin birbirleriyle mücadelelerine sahne oluyordu. Benzeri bir tezahürde İç Asya’da meydana gelmekteydi. Kimmerler’in de ataları olan Turanid Kavim, Sümer Medeniyetinin yıkılmasından sonra üç kola ayrılmış, bir kolu Batıya göç etmiş ve zamanla tarih sahnesinden silinmiş, bir kolu kuzeye göçmüş ve Kimmerleri meydana getirmiş, diğer bir kolu ise güneşin doğduğu yöne doğru göç ederek Asya Türkleri olan Hing-Nu’ları meydana getirmişti. Doğuya göç eden bu Turanid kavim, Çin hanedanlığı ile komşu olmuş ve bugün Türkistan olarak anılan bölgeyi 1000 yıl gibi uzun bir süre yurt edinmişti. M.ö. 9. Yüzyıl, İç Asya için büyük Kuraklık dönemi olarak anılmaktadır. Taklamakan çölünün sıcak ve kurak iklimi Kuzey bozkırlarına yayılmaya başlamış ve bu kuraklık konar-göçer bir yaşam geliştirmiş, geçimini hayvancılıktan sağlamakta olan Asya Turanidlerini fevkalade olumsuz yönde etkilemişti. Yaşanan kuraklık nedeniyle bozkırlara ihtiyaç duyan bu kavim göç etmek zorunda kaldı ve kalabalık kitleler halinde Batıya doğru uzun bir göç yolculuğuna çıktılar. Tarihe İskitler (Sakalar) olarak kaydedilen bu toplum atlı süvarilere sahip, konar göçer yaşam tarzlarıyla hızlı hareket edebilen ve oldukça kalabalık bir kavimdi. İskitlerin M.ö. 9. Yüzyılda başlayan göç hareketleri ile Doğu Avrupa ve Kafkaslar bölgesine ulaşmaları Kimmerler toplumunun sonunu hazırlayan temel etken olmuştur. 



İskitler, M.ö. 9. Yüzyılda başlayan göç dalgaları ile Hazar Denizinin kuzeyini geçip İtil nehri boylarına dayandıklarında bu bölgenin 1000 yıllık sakinleri olan Kimmerler, Atlı orduları, tekerli çadırları ve kalabalık kitleleriyle İskitler’in taarruzlarına karşı koyamaz durumdaydılar. Güçlü silahları olan ve savaşçı bir toplum özelliği taşıyan Kimmerler, İskitler gibi nüfus olarak kalabalık olsalar da Savaşın hayatın doğal bir tezahürü haline geldiği İç Asya’dan kopup gelen, Atlı süvarilerle çok hızlı hareket edip konar-göçer yaşama alışmış olan İskitlerin akınlarına karşı koyamadılar. İskit akınları kısa süre içerisinde tüm Kimmer şehirlerini sardığında Kimmerler, 1000 yıllık yurtlarını terk edip göç etmek zorunda kaldılar. 

Müstakil bir Ön Türk toplumu olan Kimmer Medeniyetinin Doğu Avrupa bozkırlarındaki hâkimiyeti, yine başka bir Ön Türk kavmi tarafından ortadan kaldırılıyordu. Birbirleriyle yüzlerce yıl boyunca irtibat kurmamış, on binlerce kilometre uzakta, farklı iklim ve coğrafyalarda yaşamış olan bu iki Turanid Ön Türk Kavmi, aradan geçen asırlara ve mesafelere rağmen şaşılacak derecede benzerlikler taşıyorlardı. İskit ve Kimmer araştırmacıları, bu iki toplumun arkalarında bıraktıkları kurganlar, çömlekler, vazolar ve savaş aletlerini incelediklerinde birbirlerinden ayırt edilemeyecek kadar benzeş olduklarını tespit etmişlerdir. Aradan geçen asırlar, kültürel teması engelleyecek coğrafi mesafeler ve siyasi tezahürlere rağmen bu iki toplumun aynı kültürün ve aynı kavmin bakiyeleri olduklarını açıkça görebilmekteyiz.



İç Asya’dan gelen yoğun İskit akınları Kimmerler’i bu bölgeden güneye doğru sürmüş, Urartu topraklarına kadar ilerlemek zorunda kalan Kimmerler, yeni bir tehditle yüz yüze gelmiştir. Kimmerler,  Urartular ile hâkimiyet mücadelesi içerisine girmek zorunda kalmışlardı. Urartular ile Kimmerler arasındaki ilk savaşlar M.ö. 800’lü yıllarda meydana geldi. Asur kaynaklarında bahsi geçen bu mücadeleler, Asur Kralı 2. Sargon’un oğlu Senherib tarafından Krala bildirilmiş, Kimmerler’in Urartuları ağır bir mağlubiyete uğrattıkları belirtilmiştir. Urartu Kralları 1. Argisti ve 2. Sarduri, Kimmerler’in taarruzlarıyla ilgili tuttukları kayıtlarda Kimmerler’in kalabalık bir orduya ve güçlü silahlara sahip olduğunu, Urartuların
bölgedeki hâkimiyetleri için tehdit oluşturmaya devam ettiklerini kaydetmişlerdir. 

Urartu sınırlarına dayanan Kimmerler, Karadeniz Hattının kuzeyindeki hâkimiyetlerini tümüyle yitirmiş durumdaydılar. Kimmerler’in Urartularla M.ö. 800’lerde başlayan mücadeleleri M.ö. 700’lü yıllara kadar artarak devam etti. Urartu topraklarına giren ve gideren güçlenen Kimmerler bölgede önemli bir güç unsuru haline gelmişlerdi. Kimmerler yalnızca Urartular için değil bölgenin en güçlü Krallığı olan Asurlular içinde tehdit oluşturmaya başlamıştı. Kimmerler, M.ö. 714 yılında Urartuları büyük bir yenilgiye uğratarak Doğu Anadolu hattını kırıp Kumuh(Adıyaman), Meluddu(Malatya), Tabal(Nevşehir), Şubria(Diyarbakır), Habuşya(Ereğli) şehirlerine girdiler. İç Anadoluya kadar ilerleyen Kimerler, buradan da Kuzey’e doğru yayılıp Sinope(Sinop) şehrini ele geçirdiler. 

Kimmerler’in Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyişleri kalıcı olamadı. Zira Asurlar ve Anadolu’nun batısında hüküm süren zengin Lidya Krallığı arasında kalan Kimmerler, bu bölgelerden çekilmek zorunda kaldılar ve Sinop şehrini merkez yaparak Güney Karadeniz’i kendilerine yurt edindiler. Anadolu içlerinde ilerleyemeyen Kimmerler, Güney Karadeniz hattı boyunca genişleyerek Herakleia Pontika(Karadeniz Ereğlisi) ve Trapezos(Trabzon) bölgesine kadar olan geniş coğrafyada söz sahibi duruma geldiler. 



Önce Kafkaslardan sürülen, ardından Urartu sınırlarına dayanan ve İç Anadoluya giren ancak burada da tutunamayan Kimmerler, Güney Karadeniz bölgesine yerleşebilmişlerdi. Ancak Kimmerler’in bu bölgedeki hakimiyetleri de uzun sürmedi. Kimmerler’i Kafkaslardan çıkartan İskitler bu kez Doğu Karadeniz hattı üzerinden Anadolu’ya girmişlerdi. İskitler ile Kimmerler’in Güney Karadeniz hattı boyunca giriştikleri hâkimiyet mücadelesi sonuç vermedi. İskitlere karşı galip gelemeyen Kimmerler, çetin savaşlar sonunda mağlup olarak burayı da terk etmek zorunda kaldılar. İskitler, Kimmerlerden sonra Urartular ile mücadele içerisine girişmişlerdi.Kimmerlerin hükümdarı olan Dugdamme, İskitlerle Urartular arasında yaşanan mücadelelerden fırsat bularak tekrar İç Anadolu’ya girdiler. Bu dönemde Orta ve Güneydoğu Anadolu Frig Krallığı tarafından yönetilmekteydi. M.ö. 750’li yıllarda Balkanlar üzerinden Anadolu’ya giren ve İç Anadolu bölgesinde güçlü bir krallık kuran Frigler, bulundukları coğrafyaya yarım asırdır hükmediyorlardı.Kimmerler, Karadeniz hattındaki hâkimiyetlerini kaybedince Frig başkenti Gordion’a girdiler ve büyük bir mücadele sonucunda şehri ele geçirdiler (M.ö. 696). 

Kimmerler, İskitlere karşı galip gelememişlerdi ancak önce Urartuları zayıflatmış, sonra Frig Krallığını yıkarak İç Anadolu’da yeni bir yurt edinmişlerdi. Kimmerler, bu büyük başarıya rağmen burada da tutunamadılar. Asur Kralı Habuşna, Kimmerlerin İç Anadolu’daki hâkimiyetlerinin güçlenmesine izin vermedi ve ordusunun başına geçerek Kimmerler üzerine büyük bir sefere çıktı. M.ö. 679’da Harekleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi) şehrinde gerçekleşen bir savaş sonrasında büyük bir yenilgi alan Kimmerler, İç Anadolu’yu da terk etmek zorunda kaldılar. 



Son Asur saldırısı Kimmerlerin bölgesel hâkimiyetinin sona ermesine sebep oldu. Zira İskitler, Urartular ve Friglerle mücadele ederek zayıflamış, bölgenin en güçlü Krallığı olan Asurluların son taarruzundan sonra çöküş sürecine girmişlerdi. Asurlar ile mücadele edemeyen Kimmerler, istikametlerini daha batıya, Lidya Topraklarına çevirdiler. Bu tarihlerde Lidya Krallığı Batı Anadolu’da büyük bir güç haline gelmişti. Oldukça zengin ve müreffeh bir yaşantıya sahip olan Lidyalılar, Parayı icat etmiş ve ticaretle de zenginleşmişlerdi.Kimmerler, Lidya topraklarına girdiklerinde Lidya Kralı Gyges, Asur Kralı Banipal ile ittifak kurarak Kimmerler’e karşı güç birliği yapmışlardı. Birkaç Lidya Şehrine girebilen Kimmerler, Asur ve Lidya ordularının ağır mukavemetine karşı koyamayıp mağlup oldular (M.ö. 657). Ancak Kimmerler bu yenilgiden kısa bir süre sonra tekrar Lidya topraklarına girerek büyük bir başarı elde ettiler ve Lidya başkenti Sardes’i almayı başardılar. 

Lidya Kralı Kimmerlere karşı giriştiği savaşta ölmüştü. Yerine geçen oğlu Ardys, Kimmer’lere karşı Asur Kralıyla yeniden işbirliği yaptı. Bu işbirliği neticesinde Kimmerler Sardes’den çıkmak ve hatta Lidya topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Bir süre İç Anadolu bölgesine çekilen Kimmerler, M.ö. 638 yılında tekrar Lidya topraklarına girdiler. Lidya, Kimmerlere karşı koymak için yine Asurlular’ın desteğini almıştı. Kimmerler ise bölge halklarından olan Traklarlar ile ittifak kurdular. Traklar, Hint-Avrupa toplumu olan ve Tunç Çağından bu yana Doğu Avrupa üzerinde kalabalık kitlelerle yaşayan kalabalık bir kavimdi. M.ö. 650’li yıllarda Balkanlardan inerek İstanbul üzerinden Anadoluya girmişler ve burada mühim bir güç haline gelmişlerdi. Kimmerler Traklar ile işbirliği yapınca Asurlulardan yeterli desteği bulamayan Lidya Kralı Ardys, Kimmer akınlarına karşı koyamadı. Kimmerler, Traklardan aldıkları destekle önce Sardes’i, ardından Krallık sarayının bulunduğu Akropolis dışındaki tüm Lidya kentlerini kuşattılar. Buradan da Ege kıyılarına ulaşıp Ephesos (Efes), Menderes Magnasitası, Myos, Priene, Lebedos, Melia ve Miletos bölgelerine kadar ilerlediler. Ancak burada uzun süre kalamadılar ve esas yurtları olan Kapadokya’ya geri döndüler. 



Kimmerler’in Lidya krallığı üzerindeki baskısı bir süre daha devam etti. Bu süre zarfında Kimmer taarruzlarına maruz kalan Lidya şehirleri Kimmerlerin yağma akınlarına maruz kaldı. Kimmerlere karşı kesin bir başarı kazanamayan Lidya Kralı Alyatles, tekrar Asur Kralından yardım istemek zorunda kaldı. Asur Kralının M.ö. 630 yılında yaptığı son sefer Kimmerler için yıkım getirdi. Büyük bir bozguna uğrayan Kimmerler, aldıkları ağır mağlubiyetten sonra tekrar toparlanamadılar. Kimmerler bu tarihten sonra varlıklarını devam ettirip Lidya Krallığı için tehdit oluşturmaya devam etseler de M.ö. 595 de yapılan son savaş Kimmerler’in sonunu getirdi. Lidya Kralı Alyatles, Kimmerleri büyük bir mağlubiyete uğratıp topraklarındaki Kimmer tehdidine son verdi. 

Kimmerler, M.ö. 595’de aldıkları son mağlubiyetten sonra Lidya topraklarında barınamadılar ve düzensiz şekilde göç hareketlerine girişerek Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar. Kimmerler’in bir kolu İstanbul üzerinden Balkanlar ve Macar Ovasına ulaştılar ve M.ö. 500’lü yıllarda tekrar ortaya çıktılar. Diğer bir kol ise Doğu istikametinde göç hareketine girişerek Hazar Denizine, oradan da eski yurtları Kırım’a göç ederek İskit toplumu içerisine karıştılar. 
Göç hareketinden sonra müstakil varlıklarını devam ettiremeyen Kimmerler, güçlü kültürlerini Doğu Avrupa hattı boyunca yaşamaya devam etseler de bölgedeki halklar ile kaynaşarak asimile oldular. Buna rağmen arkalarında kadim kültürlerinin izleri bıraktılar ve yüzlerce yıl sonra Kuzey Karadeniz boylarına ulaşan soydaşları Peçenekler, Kıpçaklar ve Uzlar Atalarının topraklarına yerleşerek bir bakıma ata miraslarına sahip çıktılar.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)