bilgievlerim: Adolf Hitler
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


Adolf Hitler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adolf Hitler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Eylül 2018 Perşembe

Hitler’in İngiltere’yi İşgal Planı


Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgaliyle başlamışsa ve de bunu iki gün sonra sırasıyla İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya savaş açmaları izlemişse de, II. Dünya Savaşı’nın en olağanüstü ve sıradışı yanlarından birisi de Adolf Hitler’in ve Alman Yüksek Komuta Heyeti’nin, İngiltere’nin savaşa katılması ve karşı koyması durumunda ne yapacaklarına ilişkin ne bir planlarının ne de hazırlıklarının olmasıydı. Hatta daha da tuhafı, 1940 yılının Mayıs ayına, yani Hitler’in Batı’ya taarruzu başlatacağı güne dek geçen dokuz aylık süre içerisinde bile hiçbir şey yapılmadığı gibi, Fransa çöktükten sonra bile ciddi elle tutulur bir plan mevcut değildi.
Böylece, buradan çıkan netice ve beklenti İngiltere’nin, Almanya’nın lehine önüne sürülecek bütün barış antlaşması koşullarını uzlaşmacı bir tavırla kabul edeceğidir. Bütün ihtiraslarına karşın Hitler’in İngiltere’yi barışa zorlamak için zora başvurma gibi arzusu yoktur. Gerçekten Alman generalleri, Hitler’in tavrından ve konuşmalarından savaşın sona erdiği sonucunu çıkartıyordu. Bu arada Hava Kuvvetleri’nin bir kısmı ise başka muhtemel cephelere kaydırılmıştı bile. Bundan başka, 22 Haziran’da Hitler otuz beş tümenin seferberlik durumunu kaldırdı, yani barış durumuna geçtiler.
Winston Churchill‘in hiçbir şekilde uzlaşmayı kabul etmeyen ve savaşı göze alan kararlı tutumuna karşılık, Hitler hâlâ bunun bir blöf olduğuna inanıyor ve İngiltere’nin içinde bulunduğu umutsuz askeri durumunu anlayıp kabul etmesinin kaçınılmaz olduğunu umuyordu.
Fakat umut zamanla kayboldu.  Hitler’in elindeki kuvvetler İngilizlerinkilerinden çok daha fazlaydı. Üstelik savaş yetenekleri ve araçları da yüksek düzeydeydi. İngiltere’nin nesine güvenip Almanya’nın tekliflerini geri çevirdiğine şaşıyordu. Mussolini’nin kendisine önerdiği yardımlar üzerine gönderdiği mektupta Hitler şöyle diyordu:
İngilizlere birçok anlaşma, dahası işbirliği önerileri bile yaptım ve çok bayağı tutumlarla karşılaştım. Onun için şimdi akıl ve mantıkla yapılacak yeni bir çağrının do aynı şekilde tepkiyle karşılaşacağından eminim. Çünkü bu ülkede akıl ve mantığın yeri kalmamış…
Sonunda Hitler’in de sabrı tükenmişti.  2 Temmuz’da İngiltere’yi işgal planının hazırlanmasını emretti. 16 Temmuz’da, yani iki hafta sonra işgal hazırlıklarının hızlandırılmasını istedi ve İngiltere’yi işgal planına “Denizaslanı Harekâtı” adını verdi. Bununla beraber, harekâtın Ağustos ayında mutlaka hazır olmasını istedi.
Fransa çöktüğü zaman, Alman Ordusu hiçbir şekilde İngiltere’nin işgaline hazırlıklı değildi. Kurmaylar, konuyu incelemek, araştırmak şöyle dursun, akıllarından bile geçirmiyorlardı. Bu amaçla çıkarma gemileri yapılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştı. Bütün yapılan, alelacele, Almanya’dan çıkarma botları getirtmek ve birliklere indirme ve bindirme eğitimleri yaptırtmak oldu. İngilizler silah, araç ve gereçlerini Fransa’da yitirdikten sonra geçici olarak savunmasız ve zayıf duruma düşmüş bu da Almanya’ya acele bir başarı şansı yaratma olanağı doğurmuştu.

Denizaslanı Harekatı Planı

Harekatta asıl görev Mareşal von Rundstedt ve onun A Ordu Grubu’na verilmişti. Sen ve Scheldt nehir ağızları arasından denize açılacak olan birlikler, İngiltere’nin güneydoğu kıyısında bulunan Folkestone ve Brighton arasında buluşurken, hava indirme birlikleri de dik yamaçlarla kaplı Dover-Folkestone bölgesini ele geçireceklerdi. Denizaslanı Harekatı gereği ilk dalgada köprübaşı tutmak için dört günlük sürede on tümen karaya çıkacaktı. Bir hafta sonra, asıl taarruzla harekat derinliklere doğru ilerleyecek ve Thames Nehri ağzıyla Portsmouth arasındaki bölgenin ele geçirilmesi başlayacaktı. Müteakip safhada Londra’nın batısıyla irtibatı kesilecekti.
Tali saldırıda ise, B Ordu Grubu’na bağlı Mareşal Reichenau komutasındaki 6’ncı Ordu üç tümeniyle ilk dalgada Cherbourg’dan denize açılacak ve Lyme Körfezi’yle Portland Bill’in batısına çıkarma yapacaklar ve Severn Nehri ağzına doğru ilerleyeceklerdi.
İşgalin ikinci dalgası ise altı zırhlı ve üç motorize tümenden meydana gelen üç kolorduydu. Ve bunu dokuz piyade tümenli dördüncü dalga izleyecekti. Her ne kadar ilk dalgada hiç zırhlı tümen yoksa da iki kademede taşınacak yaklaşık olarak 650 tank ve üçte biri ilk dalganın ilk kademesinde taşınacak 250.000 asker vardı. Manş Denizi’ni geçmek için mevcut gemi ve botların miktarları da şöyleydi: Toplam ağırlığı 700.000 ton olan 155 nakliye gemisi ve bunun yanı sıra 3000 küçük çıkarma gemisi, 1720 tekne, bot ve 470 römorktu.
Hazırlıklar ancak Temmuz’un sonlarına doğru başlamıştı ve Alman Deniz Kuvvetleri’nin, “Denizaslanı Harekatı” gibi çok büyük çapta “Amfibi Harekât” için gerekli ve yeterli hazırlıkların tamamlanabilmesi için önerdiği en erken zamanlama Eylül ayının ortasıydı. Halbuki Hitler hazırlıkların Ağustos’un ortalarında tamamlanması için emir vermişti. Gerçekten de, Temmuz’un sonunda Deniz Kuvvetleri’nin kurmayları harekâtın 1941 ilkbaharına kadar ertelenmesini istediler.
Fakat tek engel bu değildi. Alman generalleri, birlikler denizi geçerken çok büyük tehlike altında kalacağı için dolayı çok kaygılıydılar. Kendi Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin çıkarma için yolu açabileceklerine pek inançları yoktu. Bu nedenle düşmanın dikkatini dağıtmak ve cepheyi geniş tutmak istiyorlardı. Alman amiralleri İngiliz donanması ortaya çıkınca neler olabileceği konusunda daha da endişeliydiler. Kendi güçlerinin, İngiliz donanmasına müdahale ettiklerinde etkili olabileceklerine neredeyse ne inançları ne de güvenleri vardı. Başlangıçta kara birliklerinin geniş cephede çıkarma yapmasını çok zor destekleyip koruyabileceklerini, çıkarmanın mayın döşeli alanlar nedeniyle çok sınırlı bölgede olabileceğini, bu nedenle daha küçük çapta birlikler kullanılması gerektiğini belirtiyorlar ve bu tehdit edici unsurların ise generallerin korku ve endişelerini arttırdığı görülüyordu. Amiral Erich Raeder, Manş Denizi’nde hava üstünlüğünü böyle bir çıkarma harekâtı için mutlak gereklilik olarak görüyordu.
Hitler, Amiral Raeder’la 31 Temmuz’da konuyu tartıştıktan sonra Deniz Kuvvetleri’nin Denizaslanı Harekâtı’nı Eylül ayının ortasından evvel başlatamayacağını kabul etti. Fakat Hermann Göring kendisine Hava Kuvvetleri’nin hem İngiliz Donanması’nın hem de İngiliz Hava Kuvvetleri’nin havadaki müdahalesini önleyeceğinin garantisini verdiği için harekât 1941 yılına ertelenmedi. Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin önde gelen komutanlarıysa Göring’in bu dediklerini kanıtlaması için bir ön hazırlık taarruzu yapmasını istiyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki, başarısını kanıtlamadan Göring’e inanılması güçtü.
Göring gerçekten de başarılı olamadı. Gökyüzündeki mücadele Britanya Savaşı‘nın yazgısını tayin etti.

Britanya Savaşı’nın Yazgısını Belirleyen Pilot ve Uçaklar

O zamanlar, Alman Hava Kuvvetleri’nin (Luftwaffe), İngiliz Hava Kuvvetleri’ne (RAF) sağladığı üstünlük pek fazla değildi. Almanların saldırılarına İngiliz kamuoyunun korktuğu kadar devam etmesi mümkün değildi. Ve ayrıca Alman pilotların sayısı da umulduğu gibi İngiliz pilotlardan fazla değildi. Hava saldırıları başlıca 2 ve 3 numaralı Hava Filoları’yla icra edilmişlerdi. 2 numaralı Filo’nun üssü Kuzeydoğu Fransa, Hollanda ve Belçika’da bulunuyordu ve Komutanı Mareşal Kesselring idi. 3 numaralı Filo’nun üssü kuzeybatı Fransa’da bulunuyor ve bu filonun da Komutanı Hugo Sperrle’ydi. Her hava filosu kendi kendine yeterli donanım ve teşkilata sahipti. Her filo müstakil olarak kendi planını hazırlayabiliyor ve uygulayabiliyordu. Herkesin uygulayacağı genel bir plan yoktu.
10 Ağustos’ta Denizaslanı Harekatı’nın ilk hava saldırısı başlamak üzereyken 2 ve 3 numaralı Filolarda bulunan normal (yüksek irtifalı) bombardıman uçakların toplamı 875, pike bombardıman uçaklarının toplamı 316 idi. Pike bombardıman uçakları İngiliz uçakları karşısında çok kayıp verince 18 Ağustos’tan sonra muharebeden çekildiler ve ileride İngiltere’nin işgalinde kullanılmak üzere yedeğe ayrıldılar.
Ayrıca Norveç ve Danimarka’da General Stumpffun komutası altında 123 adet yüksek irtifa bombardıman uçağı vardı, ama bunlar sadece 15 Ağustos’ta yani bir gün muharebeye katıldı. Uzun menzilli saldırılar için ağır bulundu. Bununla beraber, asıl muharebelerin dışında bulunmaları İngiliz uçaklarının dikkatini başka yönlere çekti. Ayrıca bunların pilotları Ağustos’un ikinci yarısında 2 ve 3 numaralı Filoların pilot kayıplarını tamamlaması yönünden çok yararlı oldu.
Britanya Savaşı, 10 Ağustos’ta Almanların mevcut 929 avcı savaş uçağıyla başladı. Çoğu tek motorlu Messerschmitt 109‘lardı, fakat 227 adet çift motorlu ve oldukça uzun menzilli ME-11O‘lar vardı. İlk örneği 1936’da ortaya çıkan ME-109’ların saatteki hızı 600 kilometreydi ve yüksek tırmanma hızı İngiliz uçaklarına karşı bir üstünlük sağlıyordu. Ancak, dönüşlerde ve manevralarda muharebe için dezavantaj oluşturuyordu. Bundan başka, her ne kadar yakıt tankları kurşun geçirmezse de, ki İngilizlerin bu avantajı da bulunmuyordu, başlangıçta pilotlar için zırh koruması yoktu.
Alman tek motorlu uçaklarının sınırlı menzile sahip olmaları, bu muharebede çok belirleyici bir unsur olmuştur. ME-109’ların teorik uçuş menzili olan 700 kilometre çok yanıltıcıydı. Harekat yarıçapı ancak 170 kilometreydi ve bu menzil ancak Pas de Calais ya da Cotentin Yarımadası’ndan sadece Londra’ya gidiş-dönüş için yeterli oluyor, bombalama için çok az zaman kalıyordu. Bir başka deyişle toplam muharebe zamanı 95 dakikayı ancak buluyordu ki, bu da 75-80 dakika taktik muharebe uçuşu demekti. Bombardıman uçaklarında ağır zayiat meydana geldiğinden onların refakatçi avcı uçaklarıyla muharebe etme zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Bu nedenle her bombardıman uçağına iki adet refakatçi avcı uçağı tahsis edilmesi zorunluluğunun sonucunda günde ancak 300-400 bombardıman uçağı göreve çıkabilmiştir.
ME-109’ların iniş ve kalkışlarında sorun vardı, iniş takımları çok zayıftı ve bu sorun Fransız kıyılarında alelacele inşa edilmiş havaalanlarında bir kat daha artıyordu. İki motorlu ME-11O’lar, teorik hızları saatte 550 kilometre olmasına karşın, gerçekte saatte 500 kilometreyi pek ender aşıyorlardı. İngiliz Spitfire avcı uçakları onları kolaylıkla geçebiliyordu. Bundan başka ME-110’ların manevra ve hız kabiliyetleri de pek yüksek değildi. ME-110’lar Alman Hava Kuvvetleri’nin muharebede çekirdeğini teşkil edecek şekilde planlanmıştı. Fakat bu teknik açıdan çok hatalı, sonuçları açısından da düş kırıcı bir seçim oldu. Ve nihayetinde de korunmaları için ME-109’ların refakat etmesi gerekti.
Fakat aslında Alman savaş uçaklarının en zayıf noktaları muhabere sistemlerinin çok ilkel olmasıydı. Her ne kadar uçuş sırasında dahili haberleşmeyi sağlayan telsiz telefonları varsa da, İngilizlerle karşılaştırıldığında çok yetersiz kalmakta ve yerden kontrol edilememekteydi.
İngilizler, muharip uçak sayısını Temmuz’un ortasında 650’ye çıkarabildiler. Bu miktar, Almanya Mayıs’ta taarruza başladığı sırada İngilizlerin sahip olduğu uçak sayısıydı. Mayıs’tan bu yana ise İngilizler, Fransa’da toplam 400 uçak kaybetmişlerdi.
İngilizler bu kadar kısa sürede eksikliklerini tamamlayarak bu sayıya ulaşmayı, Mayıs’ta Churchill Hükümeti tarafından Uçak Üretim Bakanlığı’na atanan Lord Beaverbrook’a borçludurlar. Muhalifleri, Beaverbrook’un işlere fazla müdahale etmesinin uzun vadede olumsuz etki yaratacağını ileri sürmüşler ve kendisini bu konuda eleştirmişlerdir. Fakat Avcı Uçakları Komutanı Hava Mareşali Hugh Dowding ise bu atamanın sonuçlarını ancak mucize sözcüğüyle açıklayabileceğini söylemiştir. Daha yaz ortasında bile savaş uçağı üretimi iki buçuk kat artmış ve yıl boyunca bu miktar 4283 adede ulaşmıştı. Almanların yıl boyunca yaptıkları tek ve çift motorlu uçaklarının sayısı ise ancak 3000 idi.
Uçakların kullandığı silahlarda, bu karşılaştırmayı yapmak nispeten zordur. Hurricane ve Spitfire‘ların her birinde kanatlarının ön kısımlarına monte edilmiş sekiz adet makinalı tüfek vardı. Bunlar Amerikan yapısı Browning makinalı tüfekleriydi. Seçilmelerindeki amaç, uzaktan kontrol edilebilmeleri ve atış süratinin dakikada 1260 mermi olmasıydı. Genel olarak ME-109’ların motor kaputunda iki makinalı tüfek ve kanatlarda da iki adet 20 milimetrelik uçaksavar topu bulunuyordu. Ancak yarım düzine 20 milimetrelik uçaksavar topunun verdiği zarar Browning makinalı tüfeğinin yarım ve tam otomatik atışlarının verdiği zarardan çok daha fazlasını verebiliyordu. Ayrıca İngiliz pilotları, Browning makinalı tüfeğiyle vurduklarından emin oldukları, hatta gördükleri halde bile düşman uçağına gerekli hasarı veremediklerinden şikâyet ediyorlardı.
Avcı pilotları açısından durum daha karmaşık ve zordu ve muharebenin başlangıcında İngilizlerin durumu avantajlı olmaktan çok uzaktı. Her ne kadar pilotlar çok iyi eğitilmişlerse de, sayıları ciddi bir biçimde yetersizdi. İngiliz pilotlarını yetiştiren okulların arttırılması çok yavaş oluyordu ve yetersizliklerinden doğan hataları muharebenin seyrini etkiliyordu. Dowding, Ağustos’un başında pilot sayını 1434’e çıkardı. Sadece 68 pilotu hava kuvvetlerinin diğer bölümünden borç almıştı. Fakat bir ay sonra bu miktar 840’a düştü, haftalık ortalama kayıp 120 pilottu. Buna karşılık İngiliz Hava Kuvvetleri Harekât Eğitim Birliği bir ayda 260’tan fazla pilot hazır edemiyordu. Eylül’de, pilot yetersizliği had safhaya ulaşmıştı. Deneyimli ve iyi pilotlardan kayıpları çok fazlaydı. Yeni ve hızlandırılmış eğitimden geçen pilotlar ise tehlikeye çok daha fazla maruz kalıyorlardı.
Almanların başlangıçta pilot mevcutları bakımından bir sorunu yoktu. Batı’ya yapılan taarruzlar sırasında, Haziran ve Temmuz’da Avrupa’da verdikleri ağır kayıplara rağmen, pilot eğitim okulları ihtiyaçtan fazla pilotu yetiştirip cepheye gönderiyor ve açığın kapanmasını sağlıyordu. Fakat, Göring ve Hava Kuvvetleri’nin diğer ileri gelenleri, olayları sadece seyrediyorlar, pilotların taarruzlarda yeterince başarılı olamadıklarını belirtiyorlar ve onlara tali derecede önem veriyorlardı. Bu tutum pilotların morallerinin bozulmasına neden oluyordu. Halbuki İngiliz pilotlarının moralleri, Churchill’in kendilerini bu en kritik dönemde ülkenin kahramanları olarak nitelendirmesi ve ilan etmesiyle en yüksek düzeye ulaşmıştı.
Alman pilotları günde iki ya da üç kez çıkış yapıyorlardı,  hatta bu sayı bazen beşe ulaşıyordu. Buna ek olarak da, avcı uçaklarıyla refakat görevlerine de katılıyorlardı. Ayrıca, Göring, cephedeki pilotların dönüşümlü olarak geriye tahliyesini de kabul etmiyordu. Böylece aşırı yorgunluk moral bozukluğuna, o da kayıpların hızla artmasına neden oluyordu. Her ne kadar cesurca emirleri yerine getiriyorlarsa da, İngiliz pilotlarına karşı üstünlük sağlayamıyorlardı.
Özetle, her iki tarafın da pilotları, muharebenin başlangıcında aynı yetenek ve cesarete sahipti, ancak zamanla İngilizler, Almanların kayıplarının daha fazla olduğunu öğrenerek durumu yavaş yavaş kontrolleri altına almayı başardılar.
Savaş boyunca, Almanların en büyük eksikliklerinden birisi de yetersiz istihbarattı. Alman Hava Kuvvetleri’nin bu hava harekâtına girişirken temel aldığı durum muhakemesi daha önce hazırlanan ve adına “Mavi İnceleme” adı verilen bir talimnameydi. Bu talimnamede İngilizlerin endüstriyel yerleşme bölgeleri ve hava keşif fotoğrafları sonucunda elde edilen sivil deneyim uçuşları seyir haritaları bilgileri yer alıyordu. Bu genel değerlendirme Hava Kuvvetleri’nin çok yetersiz istihbarat bilgileri çerçevesinde, sadece bir binbaşının başkanlığında hazırlanmıştı. İngiliz Hava Kuvvetleri’nin Temmuz 1940’ta yapılan değerlendirilmesinde bu çalışmayı gerçekleştiren Binbaşı Schmid, İngiliz uçak üretim kapasitesini oldukça küçümsemiş ve üretimini ayda 180-300 olarak tahmin etmiştir. Halbuki gerçek üretim miktarı Ağustos ayında, yani Uçak Üretim Bakanı Beaverbrook’un başa geçmesinden sonra 500 civarında Hurricane ve Spitfire uçağıydı. Bu yanlış izlenime neden olan değerlendirme hatasına bir de General Udet’in Hurricane ve Spitfire uçaklarının sadece dezavantajlı yanlarını gösterip avantajlarını değerlendirmemesi de eklenince, yanılma payı daha da artmıştı.
Binbaşı Schmid’in işgal öncesi durumu değerlendiren raporunda İngiliz Hava Kuvvetleri’nin çok iyi korunmuş savunma sistemleri, radar istasyonları, hava harekât merkezleri ve yüksek frekanslı telsiz sistemlerinden hiç bahsedilmemişti. Bununla beraber Suffolk kıyısındaki Bawdsey’deki yüksek anten direkleri savaştan çok önce bile böylesine bir istihbarat için çok elverişli bir zemin oluşturuyordu. Ve Almanların 1939 yılında İngilizlerin hava uyarı sistemleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları pek mümkün değildi. Her ne kadar Almanlar 1938’de İngilizlerin radarlar üzerine deneme çalışmalar yaptıklarını biliyorlar ve hatta 1940 Mayıs’ında Boulogne kıyısında seyyar bir radar istasyonunu ele geçirdilerse de, bilim adamları bunu çok ilkel bulmuşlardı. Radarların menzilleri ve etkenlikleri Alman Hava Kuvvetleri ileri gelenleri tarafından hesaba katılmıyor, küçümseniyordu. Ve radarlara karşı elektronik karıştırma ya da tahrip etme gibi önlemlerin alınması düşünülmüyordu. Ne de İngilizlerin yakın telsiz takibi Almanları korkutuyordu. Almanların planları şiddetli taarruzların her şeyi yerle bir ederek hedefe ulaşılacağını öngörüyor ve buna da inanılıyordu.
Karşı tarafın kayıplarını abartmak, her iki tarafın da şiddetli hava taarruzları esnasında sık sık düştükleri bir yanılgıydı. Fakat Alman cephesinde bu yanılgı giderek daha da artmış, büyük bir zaafiyet oluşturmaya başlamıştı. Başlangıçta, Alman Hava Kuvvetleri istihbaratı, Dowding’in kaynaklarını Hurricane ve Spitfire’ların oluşturduğu 50 filoda bulunan toplam 500 uçak olarak değerlendirmişti. Fakat Britanya Savaşı başladıktan sonra, İngiliz kayıplarının abartılması uçak üretim kapasitesinin küçümsenmesiyle birleşince, Alman pilotları gördükleri manzara karşısında şaşırdı. Eksilen pilot ve uçaklarının tamamlanma sürati morallerini bozmuştu.
Almanlar için diğer bir dezavantajlı durumda hava koşullarıydı ve Manş Denizi’nde hava genellikle iki açıdan Almanlar için elverişsizdi. Birincisi, havanın, taarruz eden taraf için çoğu zaman elverişsiz olmasıydı; ikincisi ise taarruzun daima batı yönünden gelmesi ve bunun da İngilizler tarafından bilinmesiydi. Almanlar, İngilizlerin meteoroloji şifrelerini çözmüşler ama bundan pek yararlanamamışlardır ve sık sık İngiliz radarlarına yakalanmışlardır. Özellikle bombardıman uçaklarıyla, refakatçi ava uçakları arasındaki buluşmalar bulutlardan ve elverişsiz hava koşullarının yarattığı görüş mesafesinin yetersizliğinden dolayı çoğu kez pek başarılı olamamıştır. Fransa ve Belçika üzerindeki bulut tabakaları, yer tayini tahmini konusunda çok tecrübesiz olan pilotların bombardıman yapacakları bölgeye geç gelmelerine neden olmaktaydı. Geç kalan pilotlar, fazla yakıt harcamayı göze alamadıklarından diğer uçakların refakatine gitmek zorunda kalmaktaydı. Bu da çift refakat uçak düzeninde uçmak zorunluluğu yarattığından, diğer bombardıman uçakları korumasız kalmakta ve ağır kayıplar vermekteydiler.
Bununla beraber, iyi bir planlama neticesinde Almanlar bundan bir yönden yararlanmışlardır. İngiliz hava-deniz kurtarma görevi başlangıçta rastgele yapılmaktaydı ve denize düşen pilotların kurtulmaları büyük ölçüde talihlerine kalmıştı. Muharebelerin üçte ikisi denizin üzerinde cereyan ettiğinden, düşen pilotların kurtarılması büyük önem taşımaktaydı. Almanlar bu konuda daha eğitimli ve teşkilatlıydılar. Kurtarma faaliyetlerine yaklaşık otuz adet Heinkel deniz uçağı tahsis etmişlerdi. Bunları, pilot ve bombardıman mürettebatı, şişirilebilir kauçuk botları, can yeleği ve hafif piyade silahı ve bir de denizde çevreden görülebilen yeşil renkli bir kimyasal maddeyle donatmışlardı. Denize düşen pilotun, uçak batmadan kurtulabilmesi için yaklaşık 40-60 saniye zamanı vardı. Şayet böyle güvenceleri Almanlar pilotlarına verememiş olsalardı kuşkusuz moralleri daha da çabuk bozulabilecekti.
Alman Hava Kuvvetleri’nin karşısında, İngiliz pilotlarının ötesinde müthiş bir engel daha vardı: İngiltere’nin hava savunmasını üstlenen uçaksavar topları. Bu birlikler daha önce de Avrupa’da savaşan İngiliz Yurt Dışı Sefer Kuvvetleri’ne eşlik eden İngiliz Hava Kuvvetleri’nin emrine giren, ama Kara Kuvvetleri’ne bağlı birliklerdi.
Britanya Savaşı’nın ilk aşamalarında Almanların Manş Denizi’ndeki İngiliz liman ve gemilerine karşı giriştikleri hava taarruzları pek şiddetli ve sistemli değildi. 6 Ağustos gününe kadar, Hava Kuvvetleri’nin filo komutanlarından Kesselring ve Sperrle’ye taarruzlarının nasıl olması gerektiğini belirten bir taktik ve talimat verilmemiştir. Ve bütün araştırmalar sonucunda da bunun nedeni bir türlü bulunamamıştır.

Savaş Başlıyor…




Gemilere düzenli saldırılar 3 Temmuz’da başlamıştı, bir gün sonra, yani 4 Temmuz’da ME-109’ların refakat ettiği seksen yedi adet bombardıman uçağı Portland’daki deniz üssüne taarruz etti, ama verilen hasar fazla değildi. 10 Temmuz’da çok sayıdaki refakatçi avcı uçakları korumasındaki az sayıdaki bombardıman uçakları Dover açıklarında bir konvoya taarruz etti. Bu bölgeyi savunmaya giden Hurricane uçaklarına karşı ME-110’lar pek başarılı olamadı. Konvoyun uğradığı bu şiddetli saldırıdan sonra, aynı bölgede 25 Temmuz’da Deniz Kuvvetleri gemilerin gece yol almasını kararlaştırdı ve muhriplerin kayıp vermesine neden olan taarruzlar, Dover’de bulunan gemilerin Portsmouth’a çekilmesi kararının verilmesine yol açtı. 7 Ağustos’ta Wissant yamaçlarında bulunan Alman radarı geceleyin seyreden başka bir İngiliz konvoyunu tespit etti ve ertesi gün seksen kadar Alman bombardıman uçağı bu konvoya saldırdı. Almanlar, düşen otuz uçağına karşılık İngilizlerin yaklaşık 70.000 ton tutan gemilerini batırdı.
11 Ağustos’ta çok karmaşık bir ortamda cereyan eden çatışmalarda İngilizler otuz iki avcı pilotunu kaybetti. Yine de, 3 Temmuz’dan 11 Ağustos’a kadar geçen sürede, Almanlar 364 bombardıman ve avcı uçağı, İngilizler ise 203 avcı uçağı kaybetmişlerdi. İngilizler uçak kayıplarını bir haftada karşılayabiliyorlardı.
Hitler’in ana planına göre Alman Hava Kuvvetleri, düşmanın hava kuvvetlerini en kısa zamanda yok edecekti. İlk öngörülen tarih düşman hava kuvvetlerinin imha edileceği 1 Ağustos’tu. Ancak, Göring bu konudaki tarihi diğer komutanlarla tartıştıktan sonra söz konusu taarruzun başlangıcını 13 Ağustos günü olarak değiştirmek zorunluluğu doğdu. Hazırlıklar tam anlamıyla bitirilebilecekti o zaman. Taarruzun başladığı 13 Ağustos gününe “Adlertag” Kartal Günü dendi. Harekât günü öncesinde elde edilen nispi başarıların aşırı iyimser raporları, Göring’i hava üstünlüğünü elverişli hava koşullarında dört günde sağlayabileceğine inandırdı. Bununla beraber 13 Ağustos’ ta hava önceki günlere oranla pek elverişli değildi. Yine de Kartal Günü, yani 13 Ağustos’ta Almanlar güneydoğu İngiltere’de bulunan radar üslerine ve hava alanlarına karşı ilk taarruzlarını gerçekleştirdiler. Manston, Hawkinge ve Lympne ileri havaalanları ağır hasar gördü ve bazı radar üsleri birkaç saat devre dışı kaldı.
Radar istasyonlarının korunmasında Hava Kuvvetleri Yardımcı Kadınlar Birliği’nin kahramanlıklarla dolu, övgüye layık ayrı bir yeri vardır Britanya Savaşı’nda. Kendi bulundukları istasyon bombalanana dek, Alman taarruzlarını haber vermeyi sürdürmüşlerdir.
Güneydoğu İngiltere’nin üzerindeki kalın bulut tabakası, Göring’in asıl taarruzu öğleden sonraya ertelemesine neden olmuştu. Fakat bazı filolar erteleme haberlerini alamadıklarından sonuçsuz ve yararsız çıkışlarda bulunmuşlardı. Öğleden sonra gerçekleştirilen asıl taarruzda, uçakların dağınık bir düzende bombardımana katılmaları nedeniyle elde ettikleri sonuç düş kırıklığı yaratmıştır. O gün Alman Hava Kuvvetleri toplam 1485 çıkış (sorti) yapmıştı ki, bu sayı İngiliz uçaklarının yaptığı çıkışın iki katıydı. Almanların kaybı kırk beş uçak, buna karşılık İngilizlerin kaybı ise ancak on üç uçaktı.
Asıl taarruzun bu ilk safhasında, Alman Hava Kuvvetleri taarruzlarının ağırlığını muharip uçakların kullanılmadığı havaalanlarına yöneltmiş, asıl hedefleri olması gereken muharip uçakların bulunduğu bölgelere yöneltmemişti. Bunun dışında filolar ve avcı refakat uçakları arasındaki işbirliği ve irtibat da çok zayıftı. Ertesi gün, 14 Ağustos’ta havanın bulutlu olması Almanların taarruzunun şiddetini neredeyse ilk günkü taarruzun üçte birine kadar indirmişti. Fakat 15 Ağustos sabahı hava düzelmişti. Alman Hava Kuvvetleri bütün Britanya Savaşı’nın en büyük taarruzunu gerçekleştirdi. 500 pilotun katıldığı toplam 1786 çıkış yapıldı. İlk saldırılar Hawkinge ve Lympne havaalanlarına yapıldı. Her ne kadar Hawkinge çok önemli stratejik öneme sahip bir yer ise de fazla hasar görmedi. Lympne ise iki gün hizmet dışı kaldı.
Ve öğleden sonra 5 numaralı Filo, iki ayrı uçuş düzeninde Kuzey Denizi üzerinden Newcastle ve Yorkshire yakınlarındaki havaalanlarını da bombalamak için havalandılar. Yaklaşık altmış beş uçaklık büyük olan kol Norveç’ teki Stavanger üssünden geliyordu ve yaklaşık otuz beş adet ME-110 avcı uçağı refakat ediyordu. Bu avcı uçaklarının pek etkili koruyucu işlevi yoktu, ayrıca 13 numaralı İngiliz Filosu’nun çok şiddetli bir uçaksavar ateşiyle karşılaştılar. Bunun sonucunda on beş uçak kaybettikleri gibi, bir tane bile İngiliz uçağı düşüremediler. Diğer taarruz kolu ise, Danimarka, Aalborg’tan kalkan, avcı refakat uçakları bulunmayan elli civarındaki bombardıman uçağıydı. Bunları karşılamak için üç filoluk İngiliz birliği üzerlerine sevk edildiyse de, Driffield’daki üsse sızmayı ve büyük bir zarar verdirmeyi başardılar. Gerçi Almanların da burada on uçak kaybı vardı, ama verdikleri zararla karşılaştırınca önemsiz kalıyordu.
Güneyde ise İngiliz savunması daha az başarılıydı. Buraya yapılan taarruzlar daha kısa menzilli olduğundan önlemesi daha da zorlaşıyordu. Öğleden sonra ilk saatlerde, avcı uçaklarının çok iyi kontrolünde otuz kadar Alman bombardıman uçağı Rochester’e girip ve Short uçak fabrikasını bombaladı, aynı saatlerde ise yirmi dört bombardıman uçağı da Suffolk’taki Martlesham Heath havaalanına çok ciddi hasar verdi. Saldırıların çokluğu radar ekranlarında elektronik karıştırmaya neden oldu ve bu nedenle taarruz eden Alman uçaklarını vurmak için gönderilen İngiliz uçakları sağa sola, ileri geri gidip geliyorlardı. Şans eseri, 2 ve 3 numaralı Alman Filoları taarruz koordinatlarını bulmada pek başarılı değillerdi ve böylece kaçan İngiliz uçaklarını takip edemediler. Akşam saat 6’da 3 numaralı Filo’ya bağlı 200 uçak Manş Denizi’nin üzerinden geçerek İngiltere’nin orta güney bölgesinde yer alan havaalanlarını bombalamak için son hazırlıklarını yapıyorlardı. Radarların uçakları tespitini çok iyi değerlendiren 14 filo ve 170 uçaktan oluşan, ülkenin güneyini savunma görevi olan 10 ve 11 numaralı İngiliz Avcı Uçak Grupları taarruzu karşılamak için havalandılar. Almanlar bu taarruzlarında pek başarılı olamadılar. Hemen ardından Almanların 2 numaralı Filo’su, 100 uçakla taarruzu tekrarladı, ama yine benzer şekilde karşılık verildi. Taarruzlar hedeflerine ulaştıklarında bile İngiliz uçaklarını çok iyi dağılmış ve gizlenmiş vaziyette buluyorlardı.
15 Ağustos’ta belki Britanya Savaşı’nın bu en önemli ve belirleyici gününde Almanların gerçek kaybı yetmiş beş uçaktı buna karşılık İngilizlerin kaybı otuz dört uçaktı. Dikkati çeken bir nokta ise şuydu; Bombardıman uçaklarının avcı uçaklarına olan bağımlılığı, sonuçta bombardıman uçaklarının ancak yarısının kullanılabilmesi sonucunu doğuruyordu. Bundan başka 15 Ağustos günü, Alman Stuka pike bombardıman uçaklarının şu anda üstlendikleri görev için hiç uygun olmadıkları ortaya çıkmıştı.
Bununla beraber 16 Ağustos günü Alman Hava Kuvvetleri, İngilizlerin toplam 100 uçak kaybettiklerini ve ellerinde 300 uçak kaldığını varsayarak büyük bir taarruza kalkıştılar. Fakat her ne kadar taarruz birkaç yerde hasara neden olduysa da, genel olarak başarısız oldu. 17 Ağustos günü çok güzel bir hava olmasına karşın önemli sayılabilecek bir saldırı kaydedilmedi. 18 Ağustos’ta, Almanlar yeni ve şiddetli bir taarruzda bulundular. Sonuçta, yarısı bombardıman uçağı olmak üzere toplam yetmiş bir uçak kaybettiler. İngilizlerin kaybı ise sadece yirmi yedi uçaktı. Artık bundan sonra saldırılar azalmaya başladı. Aslında alçak uçuşla yapılan saldırılar Kenley ve Biggin Hill’e küçümsenmeyecek hasarlar verdi. Bu taarruzlara katılan uçaklar alçaktan uçtukları için radara yakalanmıyorlardı. Fakat Almanlar bunun farkına varamadılar ve kayıplarının taarruza devam edemeyecek kadar fazla olduğuna karar verdiler. Daha sonraki kötü hava iki tarafa da biraz soluk aldırdı. Göring, komutanlarla 19 Ağustos’ta bir toplantı yaptı ve tartışmalardan sonra İngiliz Hava Kuvvetleri’ni safdışı bırakmak için taarruzların devam etmesini kararlaştırdılar.

Her İki Tarafta da Gerilim ve Sürtüşme Yükseliyor

10 Ağustos’u izleyen iki hafta içerisinde, Alman Hava Kuvvetleri kırkı bombardıman uçağı olmak üzere toplam 167 uçak kaybetti. Bunun sonucunda bombardıman uçağı komutanlığı ileri gelenleri daha iyi avcı uçakları istediler. Bu gerilim ve sürtüşme Göring’in bombardıman uçağı pilotlarının safında yer almasıyla giderek sertleşti.
Keza İngiliz cephesinde de sürtüşme vardı. Özellikle İngiltere’nin güneydoğusunda çok kritik noktada görev yapan 11 numaralı Grup Komutanı Mareşal Keith Park ile Midland’da bulunan 12 numaralı Grup Komutanı Mareşal Trafford Leigh-Mallory arasında. Park’ın fikrine göre Alman uçakları hedeflerine çok yaklaştığı zaman vurulmalıydı. Böylelikle çok yeterli refakatçi avcı uçağı özelliği taşımayan ME-109’ların daha fazla kullanılmasını amaçlıyordu. Leigh-Mallory ise bunun pilotları aşırı gerilime soktuğu, aynı zamanda daha havalanmadan, yakıt alırken ya da yeterli irtifa kaydetmeden vurulma tehlikesini ileri sürerek karşı çıkıyordu. Taktikler konusunda da görüş ayrılığı vardı. Geniş kanat teorisini savunan Leigh-Mallory ve aynı görüşü paylaşanlara göre çok sayıda uçakla düşman kovalanacaktı. Halbuki Park ve aynı görüşü paylaşanlar daha esnek bir taktiği savunuyorlardı. Radarların tespit ettiği uçaklar tahrip edilecekti.
İngiliz Hava Kuvvetleri 8-18 Ağustos tarihleri arasındaki dönemde doksan dört pilotunu kaybetmiş, altmış pilotu da yaralanmıştı. Fakat şu anda 175 bombardımanının uçağı kaybına, altmış beş uçağının ağır hasar görmesine ve otuz uçağın daha pistte tahrip edilmesine karşın, henüz uçak sıkıntısı yoktu.
24 Ağustos’ta hava düzelince Göring ikinci büyük taarruzunu başlattı. Bu sefer planlama daha iyiydi. Kesselring’in komutası altındaki 2 numaralı Filo Mareşal Park’ın tahmin ettiği gibi Manş Denizi’nin Fransız kıyıları yönünden gelecekti. Radarlar, avcı ve bombardıman uçaklarını ekranda ayırt edemiyordu. Bu yeni safhada, 11 numaralı Grup’un ileri havaalanları epeyce hasar gördü ve Manston Havaalanı trafiğe tamamen kapatılmak zorunda kalındı.

Tarihin En Büyük Hatalarından Biri: Londra’nın Bombalanması

Yeni planın bir başka özelliği de, İngiliz Hava Kuvvetleri’nin Londra ve civarındaki üslerine ve radar merkezlerine yapılacak şiddetli taarruzlardı. Ve bu taarruzlarda hedefini bulmayan bombalar Londra ve civarına düşecekti. Aynı zamanda 24 Ağustos gecesi Rochester ve Thameshaven hedeflerini bombalamak için havalanan Alman bombardıman uçakları, bombalarını Londra’nın merkezine bıraktılar!
Aslında bu bir hataydı. Tarihi boyutlara ulaşacak olan bir hataydı bu. Hitler böyle bir emir vermemişti. Ancak Thameshaven petrol doklarını bombalama emrini alan bombardıman uçaklarının mürettebatı rotayı yanlış çizmişti. O gece İngiltere üzerine gelen 170’ten fazla Alman uçağının arasından birkaçının işlediği bu hatayı “New York Times” gazetesinin muhabiri Hanson Baldwin bir süre sonra şöyle değerlendiriyordu: “Tarihin en büyük düşüncesizliği!”
Bu düşüncesizlik birçok Alman kentinin yanıp yıkılmasına, oradan da Dresden ve Hiroşima’ya sivil hedeflerin vurulmasına neden olan yolun başlamasına öncülük etmiştir.
O güne değin her iki taraf da oyunun kurallarına sadık kalmıştı. Luftwaffe yalnızca İngiltere’nin hava üstünlüğünü elde edebilmesi için imha edilmesine inandığı askeri hedefleri bombalamıştı. Tabii bu bombardımanlar sırasında bazen hedeflerin tutturulamayışı bazen de bombaların aceleyle atılması nedeniyle siviller ölmüştü. Ancak RAF’ın Berlin’e saldırmasına değin hava saldırıları sırasında tam bir centilmenlik örneği gösterilmişti. Bu tarihten sonra ise artık “dehşet ve korku bombardımanları” başlamıştır. İngiliz halkı durumu daha iyice değerlendirmeden, enkazlar doğru dürüst kaldırılmadan 80 İngiliz bombardıman uçağı o gece Berlin’i bombalamaya gidecekti.
Ağustos’un son iki günü İngiliz avcı uçakları için hiç de iyi geçmedi. 31 Ağustos günü İngiliz Hava Kuvvetleri uçakları Britanya Savaşı’nın en ağır kaybına uğradılar. Kırk bir Alman avcı uçağına karşılık, otuz dokuz İngiliz avcı uçağı düşmüştü. Bu kayıp İngiliz uçaklarının karşılayabileceği sınırların dışına çıkıyordu ve Alman saldırıları için caydırıcı olmaktan uzaklaşıyordu. Uçak Üretim Bakanı Dowding bile, savaş hattını güneydoğuya çekerek bu hattı ME- 109’ların menzil sahasının dışına çıkarmayı düşünüyordu.
Ağustos ayı boyunca Avcı Uçakları Komutanlığı 338 Hurricane ve Spitfire uçağını kaybederken 104 uçağı da hasar görmüştü. Buna karşılık Almanların kaybı çok ağır hasar gören ve imha olan 177 adet ME-109 avcı uçağıydı. Bu ise İngilizlerin kaybını 1’e karşı 2 olarak ortaya koyuyordu.
Böylece Eylül’ ün başında, Göring’in hedefine yaklaştığını hissetmesi için hemen hemen bütün koşullar tamamdı. İngiltere’nin güneydoğusundaki uçak üsleri büyük ölçüde tahrip edilmişti. Fakat, kazandığı avantajların önemini kavrayıp kati neticeyi alabilmek için yeterli ve gerekli stratejiyi tespit edemedi.
4 Eylül’de Alman Hava Kuvvetleri’nin, İngiliz uçaklarına ve havaalanlarına yoğun saldırıları azaldı. Bunun yerine saldırılar, Rochester’deki Short uçak fabrikasına, Brooklands’deki Vickers-Armstrong fabrikalarına yöneldi.
Bu çeşitli yerlere yapılan taarruzlar kendi içlerinde başarılıydılar, ama öte yandan İngiliz Hava Üs Komutanlıklarının üzerindeki çok yoğun olan gerilimi azaltıyordu. Bu çok önemli bir gelişmeydi. Çünkü pilotların dayanma güçleri tükenmiş, gerilim had safhaya ulaşmıştı, bu nedenle giderek başarı oranı da düşmekteydi.
Dowding, kişisel öngörüsüyle güneydeki uçak fabrikalarına çok yoğun avcı koruması istemişti. Ve böyle yapmakla hemen iki gün sonra Brooklands’e ve Londra’da beş ayrı önemli yere gerçekleştirilmek istenen taarruzların yönlerini değiştirmişti.
24 Ağustos-6 Eylül arasındaki dönemde 295 İngiliz avcı uçağı düşürülmüş 171’i de ağır hasar görmüştü. Buna karşılık 269 yeni ve onarılmış uçakta muharebeye katılmıştı. Alman Hava Kuvvetleri, her ne kadar 100 kadar bombardıman uçağı kaybettiyse de, avcı uçakları olan ME-109’lardan kaybı 150 kadardı, yani İngiliz avcı uçaklarının yarısı kadar.
Alman Hava Kuvvetleri’nin bombardıman uçaklarına refakat eden avcı uçaklarına olan ihtiyacı da hesaba katıldığında mevcut kayıpları taarruz planlarını şimdi ciddi bir biçimde etkilemeye başlamıştı. Halbuki uçaklar günde 1500 çıkış yapıyorlardı. Ağustos’un son iki günü ise 1300-1400 çıkışta kaldılar. Eylül’ün ilk haftası boyunca asla 1000 çıkışa ulaşamadılar. Britanya Savaşı’nın yıpratma muharebeleri olarak geçen ilk iki ayı içerisinde Alman Hava Kuvvetleri 800’den fazla uçağını kaybetti. Kesselring’in, taarruzun asıl yükünü taşıyan 2 numaralı Filosu’nun mevcut faal bombardıman uçağı 450, ME-109 avcı uçağı ise 530 kadardı.
Böylece savaşın üçüncü safhasının sonunda dengeler artık İngiltere’nin lehine doğru değişmeye başlamıştı. Dördüncü safhada ise üstünlük, Alman Hava Kuvvetleri’nin hedef değiştirmesiyle İngiltere’ye geçecekti. Alman avcı uçakları yeni koruma taktikleri uygulamaya başlamışlardı. Avcı uçaklarının bir kısmı 8000 ila 10.000 metre irtifada uçarken, diğer avcı uçakları bombardıman uçaklarına 300 metreden daha yakın bir mesafeden koruma sağlıyorlardı.
Bu yeni taktikle İngiliz avcı uçaklarının baş edebilmesi oldukça zordu. Fakat bu ilk taarruzda böyle bir karşılamaya pek gerek kalmadı. Zira 11 numaralı Grup Karargahı hava kontrol merkezi, iç bölgelere ve radar istasyonlarına başka taarruzlar bekliyordu ve bu amaçla dört filo Thames’in kuzeyini kontrol altında tutuyordu. Bu nedenle Londra korumasız ve taarruza açıktı. İlk taarruz dalgası doğrudan tersanelere yöneldi, ikinci dalga ise önce Londra’nın merkezine, daha sonra geriye dönerek doğuya ve tersanelere yöneldi ve bombardımanlarına devam etti. Bombardımanlar, Almanların düşündüğü kadar isabetli olmamıştı. Bombaların birçoğu havada patladı. Almanların, Londra’ya düzenledikleri bu hem ilk hem de son kitlesel taarruz harekatı 300 sivilin ölümüne, 1300 sivilin de ağır biçimde yaralanmasına yol açtı. Yine de yeni Alman taktiği karşısında bocalamışlarsa da, kendilerinin yirmi sekiz uçağına karşılık Almanların kırk bir uçağını düşürerek hiç de küçümsenmeyecek bir zarar verdirmeyi başarmışlardı.
Bu arada Manş Denizi’ndeki istila için hazırlanan çıkarma gemileri gün geçtikçe çoğalıyordu. Ve 7 Eylül sabahı, İngiliz Hükümeti işgal için halkı uyarmaya başladı. Ve bunu izleyen hava taarruzlarından sonra işgali haber veren bütün kilise çanları çalmaya başlamıştı.
Diğer şehirlerde olduğu gibi Londra’yı da koruyan avcı uçaklarının yetersizliği, bu çok kritik dönemde savunmanın asıl olarak uçaksavar silahları ve ışıldaklarla yapılmasını zorunlu kıldı. 7 Eylül gecesi, Londra’da sadece 264 adet uçaksavar topu vardı. Fakat Pile’ın aldığı önlemler sayesinde bu sayı kırk sekiz saat içinde iki katına çıkarıldı.
Kesselring, Londra’ya ikinci gündüz taarruzunu 9 Eylül öğleden sonra başlattı. 11 numaralı Grup bu sefer hazırlıklıydı. Bu grubun 9 avcı uçağı filosu vardı. Başarılı bir takibin ardından Almanların uçuş düzenlerini Londra’ya varmadan bozdu. Bombardıman uçaklarının yarısından fazlası Londra’ya ulaşamadığı gibi hemen hemen hiçbiri hedefini de vuramadı.

Hitler Pes Ediyor

Bu yeni Alman saldırısının İngiliz Hava Kuvvetleri üzerindeki en önemli etkisi, avcı pilotların üzerindeki gerilimi biraz azaltması olmuştur. Almanlar yeni taktikleri uyarınca taarruzlarının yönünün Londra’ya çevirmişlerdi. Şayet taarruzlarını avcı uçakları filolarına yöneltmeye devam etselerdi İngiliz Hava Kuvvetleri personeli belki de dayanma noktasının sonuna gelebilirdi. Başkentin ve halkın çektiği ıstırap ve acı, ülkenin ve kentin savunmasındaki temel kurtarıcı unsur olacaktı.
Kesselring, 15 Eylül pazar sabahı çok büyük yeni bir taarruza başladı. 148 Alman bombardıman uçağı Londra ve civarına ulaştı. Ama yapılan müdahaleler bombaların hedeflerine ulaşmasını engelledi. Öğleden sonra bulutlu hava düşmana yardımcı oldu ve Londra’nın Doğu Bölgesi’ne çok hasar verdiler. Fakat bütün gün boyunca süren saldırılar sonucunda bombardıman uçaklarının dörtte biri saf dışı kalmıştı.
Daha sonra yapılan incelemeler Almanların o günkü gerçek kaybının altmış uçak olduğunu göstermiştir. Gerçi bu miktar İngiliz Hava Kuvvetleri’nin daha önce zafer edasıyla bildirdiği 185 uçağın üçte biri ediyordu ama İngilizlerin gerçek kaybının yirmi altı uçak olduğu, pilotlarının yarısının da sağ kurtulduğu düşünülürse, geçen haftalara göre dengenin İngiltere’nin lehine doğru dönmekte olduğu görülmektedir. Göring ise hâlâ sürekli avcı pilotlarını suçlayarak ve de iyimser tahminlerine devam ederek, İngiliz Hava Kuvvetleri’nin üç ya da dört gün içinde sonlarının geleceğini tahmin etmekteydi. Fakat artık ne amirleri ne de maiyeti onun bu iyimserliğini paylaşıyordu.
17 Eylül’de Hitler, Deniz Kuvvetleri komuta kademesiyle görüşerek İngiliz Hava Kuvvetleri’nin yenilgiye uğratılamadığı konusunda mutabakata varmış ve de kötü hava koşulları nedeniyle İngiltere’nin işgalini “süresiz olarak ertelediğini” bildirmişti. Bu esnada Manş Denizi’ndeki gemilerin durumu şöyleydi: Nakliye gemilerinden 170 adedinden 21’i, çıkarma ve tahliye gemilerinden ve botlarından 1918 adedinden 214’ü İngiliz saldırılan sırasında batmıştı. 12 Ekim’de “Denizaslanı”, yani İngiltere’nin işgali harekâtı 1941 baharına kadar kesinlikle ertelenmişti. Ve Ocak’ta Hitler, uzun dönemli olanlar hariç bütün hazırlıkların durdurulması emrini vermişti. Şimdi kafasında tek bir hedef vardı: Rusya.
1940 yılının Temmuz ayından, aynı yılın Ekim ayının sonuna kadar devam eden hava saldırıları (hava saldırıları bu tarihlerin dışında devam etse de Britanya Savaşı’nın 10 Temmuz ve 31 Ekim tarihleri arasında gerçekleştiği kabul edilmiştir) , kabul edilen ve bilinenden çok daha fazla zarar vermiş ve büyük karışıklığa yol açmıştır. Eğer Almanlar taarruzlarında daha ısrarcı olmuş olsalar ve endüstriyel bölgelere daha şiddetli taarruzlar düzenlemiş olsalardı daha başarılı olacaklar ve verdikleri hasar da çok fazla olacaktı. Ama ne İngiliz halkının moralini ne de İngiliz Hava Kuvvetleri’nin kendisini çökertmede başarılı olabildiler.
Hermann Göring tüm İngiltere savaşı boyunca taktik ve stratejik yönden saldırıların baş düzenleyicisiydi. Kendisine çok güvenen süslü mareşal gerçekte Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir askerdi. İlkel uçakların saldırı taktikleriyle modern uçakların savaş taktiğini birbirine karıştırmıştı. Hitler de modern uçak savaş taktiklerinden pek anlamıyordu. Nazi Almanya’sının bu iki güçlü adamı teknisyenlerin gösterdiği önerileri yeterince ciddiye almayınca Luftwaffe’nin İngiltere göklerindeki yenilgisini hazırlamış oldular. Her ikisi de Dowding’in radarlarını saldırı başında pek önemsemediler. Almanlar radar üslerine ve uçak fabrikalarına saldırmayı akıllarına getirebildiklerinde iş işten çoktan geçmişti.
1940 yılının Temmuz ayında başlayan ve Ekim ayının sonuna kadar devam eden “Britanya Savaşı”nda Almanlar, İngilizlerin iddia ettiği gibi 2698 değil 1733 uçak, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri de (RAF/Royal Air Force) Almanların iddia ettiği gibi 3058 değil, 915 uçak kaybetmişti.


Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)