Kolomb öncesi Amerika toplumları bütünüyle dinin etkisi altındaydı. Dini inançlar, politik görüşlere olduğu kadar tarımsal faaliyetlere de egemen olmuş; doğum ve ölüm törenlerinde de bu inançlar ağır basmıştır. Aztekler, Mayalar ve İnkalar, çoktanrılı dinlere inanıyorlardı. Özellikle İnkalar ve Aztekler egemenlikleri altına aldıkları toplumların tanrılarını da benimsemişler, kendilerine mal etmişlerdi. Doğa güçleri, bazı gökcisimleri, hatta bazı bitkiler bile (Güneş, Ay, gök, mısır, yağmur, yıldırım vb) tanrılaştırılmıştı. Tam anlamıyla animist olan bu dinler, doğa güçlerini her şeyin temeli olarak görüyordu. Bu nedenle büyücülükle, tanrılar adına düzenlenen ayinleri birbirinden ayırt etmek zordu.
Dinler, mitler ve tanrılar da toplumlar, kabileler ve diller kadar çok ve çeşitliydi. Yine de bu tanrılar, tarım tanrıları ve kabile tanrıları olmak üzere iki grupta toplanabilir. İnsanların geçimi doğanın insafına bağlı olduğundan, tarım tanrılarının kırsal topluluklar için önemi büyüktü ve bunlar tarımsal hayatın her aşamasında kutlamalara konu olurdu. Buna karşılık İnkalarda Güneş, Azteklerde Huitzilopochtli gibi kabile tanrıları ayin törenlerinde daha ön plandaydı. Bu büyük tanrılar arasında Azteklerin korkuyla anılan ürkütücü tanrısı Tezcatlipoca veya Andlar’da Viracocha, Mayaların yaratıcı ve uygarlaştırıcı tanrısı İtzamna gibi gök tanrıları da vardır. İnsan, soyu ile dünyanın yazgısını çoğunlukla bu tanrılara bağlar. Tanrılar adına düzenlenen ayinler, hem dünyayı, hem de toplumu felaketlerden korumayı amaçlar. Bu nitelik, Kolomb öncesi ayinlerin ayırt edici özelliğini, yani insan kurban etme geleneğini açıklamaktadır; böylece insanlar sahip oldukları en değerli şeyleri tanrılara sunarak yok olmaktan kurtulmaya çalışıyorlardı. Mayalarda ender olarak, buna karşılık İnkalarda Mayalara göre daha yaygın biçimde görülen insan kurban etmek geleneği, Aztek ayinlerinin en önemli özelliğidir.
Kolomb öncesi ekonomilerin tarıma sıkı sıkıya bağlı olması, eski Amerika toplumlarında, tarım çevrimiyle ilgili doğa güçlerini temsil eden tanrıların önemini açıklamaktadır. Maya köylülerinin taptığı Chac da bu tür bir tanrıydı. Uzun bir burun ve ürkütücü sivri dişlerle betimlenen yağmur ve fırtına tanrısı Chac, aslında iyiliksever bir tanrıydı. İnkaların yıldırım tanrısı İnti İllapa ve Aztek yağmur tanrısı Tlaloc da benzer bir konuma sahipti. Mayaların tanrılaştırdığı Mısır bile zarif ve ince bir gencin yüz çizgilerini taşıyordu. Azteklerde “derisi soyulmuş yüce tanrı” Xipe Totec, doğayı yenileştiren bir tanrıydı; kurbanlarının yüzülen derisine sarınıyordu. Doğurganlık ve ölümün de kendilerine özgü tanrıları veya tanrıçaları vardı: Azteklerin ölmeden önce günahlarını itiraf ettikleri Aytanrıça ve cinsel aşk tanrıçası “pislik yiyici” Tlazolteotl, bunlardan biriydi. Nihayet yılan etekli yaşlı Coatlicue, ölümü ve doğurganlığı temsil eden en büyük yer tanrıçasıydı. Doğayla ilgili öteki etkinliklerin de kendilerine özgü tanrıları vardı: Kara avcılığı tanrısı, balıkçılık tanrısı, arıcılık tanrısı, kakao tarımı tanrısı…
Ruhban Sınıfı Denetiminde Yapılan Ayinler
Bazı mesleklerin de kendi özel tanrıları vardı. Ancak ruhban sınıfının yönetimi altında düzenlenen büyük tarım şenlikleri, toplumun tümünü bir araya getiriyordu. Bu şenlikler, dini bir takvime göre 20 gün çeken aylarda düzenleniyor ve gündönümleri, ekim, hasat gibi tarımsal etkinliklere denk getiriliyordu. Ayin törenlerinin can alıcı noktasını, tanrılara sunulan armağanlar oluşturuyordu; bu törenlerde ya hayvanlar ya da Azteklerde olduğu gibi erkekler, genç kızlar hatta çocuklar kurban ediliyordu. Günlük yaşamda yasaklanmış olan alkollü içkiler, tarım şenlikleri sırasında bol bol tüketiliyordu. Hastalıkları ve uğursuzlukları toplumdan uzak tutmayı amaçlayan arıtıcı ayinler, çoğunlukla büyük tarım şenlikleriyle birlikte düzenlenirdi. Köylülere özgü ibadet biçimleri özellikle Andlar’da çok iyi biliniyordu. Köylüler o yörelerde Huaca’ya büyük saygı gösterirlerdi; Huaca kutsal olarak kabul edilen bir dizi olayı ifade eden bir terimdi. Köylülerin putu, tapınaklarıyla birlikte bir Huaca oluşturuyordu. Daha genel olarak köylülerin doğaüstü bir güç atfettikleri her şey (dağ, kaya, acayip bir hayvan), Huaca olarak kabul edilir ve kutsal sayılırdı.
Ayinler, her yerde takvimi düzenlemek ve kehanette bulunmakla görevli bir bilgin-rahipler kastı tarafından denetlenirdi. Bütün eski ve ilkel toplumlarda olduğu gibi törenler ve ayinler önemli yer tuttuğu için kalabalık ve uzmanlaşmış bir din adamları sınıfı vardı. Toplumun üst kastlarından seçilerek alınan çocuklar, özel okullar olan Calmecac’larda rahip olarak yetiştirilir, bu okullarda çilecilik, dini ilahiler, yazı ve astronomi öğretilirdi. En saygın rahipler astronomi, yazı, tıp, kehanete ilişkin bilgileri öğrenen ve bunları daha da zenginleştirenlerdi. Denilebilir ki din adamları dinsel yaşamın düzenleyicisi olmaktan önce, kültürün korunmasının güvencesiydi. Bu nedenle yalnızca kurban törenlerini yönetmekle görevli olan rahipler ötekiler kadar önemsenmezdi.
Geniş halk kesimlerinin, yani sıradan insanların temel görevlerinden biri de anlamını hiç kavrayamadıkları dinsel törenlere katılmaktı. Buna karşılık köy komünlerinde popüler ayinler de varlığını sürdürmekteydi ve buralarda adaklara ve tanrılaştırılmış atalara yönelik büyü törenlerine daha çok yer verilirdi.
İkinci Maya kültürüne zemin hazırlayan ve Azteklerin habercileri olan Toltekler kanlı ve savaşçı Kolomb öncesi dinlerin temelini oluşturdular. Efsaneye dayalı Quetzalcoatl tarihini yaratarak, kutsal krallığa yasallık kazandırdılar, tanrılara insan kurban edilmesini gelenek haline getirdiler. Bu efsane yüzünden Aztekler Quetzalcoatl’ın bir gün geri döneceğine inanmışlar ve kurtarıcıları sandıkları İspanyol istilacılar tarafından tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Azteklerde İnsan Kurban Etme Geleneği
Hem İnkalarda hem Tolteklerde görülen insan kurban etmegeleneği, Azteklerde dinin temelini oluşturuyor ve ölümsüzlüğünün bir şartı olarak kabul ediliyordu. Aztekler zalim oldukları için değil, evrenin yıprandığını düşündükleri için bu törenleri düzenliyorlardı. Azteklerin dinsel inanışına göre zaman giderek ufalanmakta ve enerji durmadan kaybolmaktaydı. Güneşin doğudan doğması ve yeryüzünde yaşamın sürmesi için bu durum kurban edilecek insanların kanları ile beslenmeliydi.
Aztek kozmolojisine göre Güneş tanrısı Tonatiuh, savaş tanrısı Huitzilopochtli ile özdeşleşmişti ve kendisine sunulan kurbanların kanlarından yoksun bırakılırsa hareketsiz kalabilirdi.
Güneş Tanrıya insan kurban etme gerekçesi, Aztek takvimleriyle bağlantılıydı. Azteklerin, Mayalardan aldıkları, 20’şer günlük 18 aya beş gün eklenen (363 günlük) bir tarımsal güneş takvimleri vardı. Bir de, gene Mayalardan aldıkları, Venüs’ün (Kutup Yıldızı’nın) döngüsüne bağlanan 13’er günlük 20 aydan oluşan (260 günlük) dinsel takvimi kullanıyorlardı. Bu iki takvimin başlangıç günlerinin 32 yılda bir çakışması, güneşin yeniden doğarak gençleştiği tarih olarak yorumlanıyordu. Kızıllığını, beslendiği kurbanların kanından alan güneş, “değerli su” denen insan kanından yeterince içemezse rengi solabilirdi. Güneş, Aztek din adamlarının ve yöneticilerin sunduğu insan yüreği ve kanı ile beslenemezse, yaşamı 52 yıllık döngüyle tamamlanabilir, yeniden (gençleşerek) doğamayabilirdi. Bu ise, Güneş ile birlikte Azteklerin, öteki halkların, tüm olarak insanların, tüm canlıların, hatta evrenin sonu olabilirdi. Nasıl ki Aztek inanışlarına göre daha önce dört güneş doğmamak üzere batmış ve dört evren yok olmuşsa, beşincisi de yok olabilirdi. Aztekler yıllık kurbanlar yanı sıra 52 yılda bir yaptıkları “Yeni Ateş Töreni” ile bunu önlemeye çalışıyorlardı.
Her an zamanın durabileceği ve evrenin yok olabileceği düşüncesiyle tedirginlik içinde yaşayan Aztekler, insan kurban etme geleneğini öteki halklardan çok daha titiz ve sistemli bir biçimde sürdürdüler. Montezuma’nın hükümdarlığı döneminde, Tenochtitlan’daki yeni büyük tapınağın açılışı sırasında binlerce insan kurban edilmiştir.
Gerçekten, başkentleri Tenochtitlan’da büyük tapınağın (1486’da) açılış törenlerinde, bir kerede 20 bin kişinin kurban edildiği söylentisi aktarılmıştır. Bu sayılarda, kendilerine bu konuda ayrıcalık tanınmayıp tutsak alındıklarında kurban edilen İspanyolların abartma payı göz ardı edilmemeli. Yine de çok sayıda insanın kurban edildiği gerçeği, tapınak duvarlarına ikinci bir duvar gibi dizilen kurban kafataslarının, kafataslarından piramitlerin varlığının arkeologlarca ortaya çıkarılışından anlaşılabilir.
Huitzilopochtli’yi temsil eden put, çoğu kez, gıdası olarak kabul edilen kurbanlarının kanına bulanmış olarak betimlenirdi. Ancak bütün tanrılar adına düzenlenen kurban törenlerine, dini takvimin önemli tarihlerinin hepsinde ve tüm ayin yerlerinde rastlanırdı.
Mitos gereği kendisine kurban sunulan başka tanrılar da vardı. Bunlardan birinin, suyun, yağışın kıt olduğu bir yörenin insanlarının kafalarını taktıkları yağmur tanrı olmasında şaşılacak bir taraf yok. Hazır kan damlaları ile yağmur damlaları arasında çağrışım kurma olanağı da varsa! Aztekler, geçmişi Olmeklere dek dayanan Yağmur Tanrı Tlaloc’a, istediği “çocukları” kurban etmede duraksamamışlardı.
Tanrılara kurban edilen insanlar genellikle savaşlarda ele geçirilen tutsaklardan oluşurdu. Bu nedenle Azteklerde savaş kutsal bir nitelik kazanmıştı. Gerçek bir kahraman düşmanını öldüren değil, onu canlı olarak ele geçiren kimseydi. Bolca esir alınmışsa her savaşın sonunda kurban kesilirdi; eğer barış dönemi çok uzun sürerse, dost halklar arasında “zoraki savaş”a başvurulurdu; çünkü tanrıların gereksinimleri kesinlikle belirlenmiş ve ustalıkla resimlenmiş bir takvime göre belirleniyordu. Kısacası Azteklerde savaş dinsel nedenlerle yapılıyordu.
İnsan kurban etme törenlerinde tanrıçalara genç kızlar, tanrılara ise genç erkekler kurban edilirdi. Tören öncesi kurbanlar, yağmur tanrısının rengi olduğu kabul edilen maviye boyanırdı. Kurban töreni sırasında rahip bir hançer vuruşuyla kurbanın göğsünü yarar, çıkardığı kalbi tanrı ya da tanrıçaya sunardı. Çünkü kalp evrenin enerjisini simgeliyordu. Çoğunlukla kurbanın kafası bedeninden ayrılır, öteki yüzlercesiyle birlikte bu amaç için özel hazırlanmış olan bir anıtın üzerine konularak halka gösterilirdi. Bu gösteriye Tzompantli adı verilmekteydi.
Aztek savaşçıları tarafından her yıl alınan esirler içinden yalnızca bir tanesi Kanla Bezeme adı verilen tören için özel olarak seçilirdi. Tören gününe kadar kurbana onur konuğu gibi davranılır, Aztek savaşçıları onu sık sık ziyaret edip övgüler yağdırırdı.
Tören günü geldiğinde kurban, halkın rahatlıkla töreni izleyebileceği yüksek bir platforma çıkarılıp iple bağlanırdı. Yanında, birazdan kendisine saldıracak dört Aztek savaşçısına karşı kendini savunabilmesi için dört adet mızrak ve çakmaktaşı parçaları yerine tüylerle bezenmiş bir savaşçı kılıcı bulunurdu.
Kurbanın dizine ya da ayak bileğine indirilecek güçlü bir darbe törenin kısa sürede bitmesini sağlayabilirdi. Ama böyle bir darbe hem tören kurallarına aykırıydı hem de savaşçıların onuruna leke sürebilirdi. Asıl amaç, silah kullanma sanatının en üst düzey örneklerini sergilemek, daha doğrusu kurbanın bedenini olabildiğince uzun bir sürede ellerindeki ince bıçaklarla kesmek ve kanını olabildiğince fazla dışarı akıtmaktı. Törene bu nedenle kanla bezeme adı verilmişti. En sonunda kurban, aldığı yaraların etkisiyle yorgunluk ve kan kaybından yere serilir, hala atan kalbi tören kurallarına uygun olarak yerinden sökülürdü.
Tüm bunlar olurken savaşta kurbanı yakalamış olan savaşçı olanları yalnızca izlerdi. Ancak tapınakta teşhir edilmek için kurbanın kafası gövdesinden ayrıldıktan sonra ölen adamın kanını içer, bedenini kendi evine götürürdü. Sonra kurbanın bedeni parçalara ayırıp, kurallar gereğince dağıtır, derisini yüzer ve ölü savaşçının etinin parçaları serpiştirilmiş mısır yemeğini yine tören kurallarına uygun olarak yemelerini için ailesini verirdi. Bunu kendi genç savaşçı oğullarının aynı yazgıyla yüzleşebileceğini düşünerek ağıt yakılması izlerdi. Bu acıklı “ziyafet” nedeniyle esiri yakalamış olan savaşçı görkemli giysilerini çıkarıp, tıpkı ölü esir gibi bedenini tebeşirle beyaza boyayıp tüylerle süslerdi. Ölü esirin yüzülmüş derisini tamamen kurutup, çatlayıp paramparça oluncaya kadar sırtından çıkarmaz ancak “sırtına getirme onurunu kazanmak için yalvaranlara” arada ödünç verirdi.
Bu uygulamanın kökeninde, Aztek tanrıları içinde en ilginçlerinden biri olan, yine yörenin Aztek öncesi tanrılarından olan Ksibe Tolec (Derisi Yüzülmüş Tanrı) olması büyük olasılıktır. Bu tanrı yontularda derisi yüzülmüş, ağzı acıdan açık bir yüz ile gösterilirdi. Bitkiler dünyasının ve tarımsal yaşamın yıllık döngüsünü simgelemekteydi. Böyle bir aşkın özne kavramına, deri değiştiren (böylece gençleştiği düşünülen) yılan analojisiyle ulaşılmış olabilir. Derisi yüzülmüş izlenimi vermeye elverişli gözenekli bazalt taşından yontularında, bazen kucağında bir havuzcuk oluşturacak biçimde oturmuş gösterilir.
Tlachtli denilen bir sahada oynanan Ullamaliztli adlı bir top oyunu da hem Maya uygarlığında hem Aztek uygarlığında önemli dinsel törenlerden birisidir. Bu dini tören hem dünyanın algılanışıyla hem kurbanlarla ilişkilidir. Nitekim oyun alanı dört bölüme ayrılmıştır ve dolayısıyla dünyanın tasarımını simgeler. Oyun yolları da güneşin dünyaya can vermek için doğudan yeniden doğmadan önce yer altından geçmesi gereken dar geçidi temsil eder. İki takımın oyuncularının karşılaşmasıyla gün ve gece arasındaki evrensel çatışmanın simgesidir.
İspanyollar bölgeye geldiklerinde oynanmakta olan bu oyun, geçen iki bin yıllık sürede birçok değişiklikten geçirilmişti ve birkaç biçimi vardı. Bunların ortak yanlarından biri, 4 kilo ağırlığında lastik (kauçuk) bir topla, iki takım arasında oynanmasıdır. Ötekisi, topun elle ya da ayakla değil, deriden dizlik, kolluk, omuzluk, başlık ile korunmuş organlarla sürülmesidir. Ve oyunu kazanmak için, topun H biçimli alanda karşı takımın bölgesine girmesinin sağlanmasıdır. Ya da ortadaki alanın duvarlarındaki karşılıklı iki yuvarlak delikten (kaleden) geçirilmesidir.
Oyunun sonucu, ister kazansınlar ister kaybetsinler, oyuncuların tanrılara kurban edilmesiyle bağlanır.
Ölüm ve Öteki Dünya İnancı
Kolomb öncesi bütün dinler, ölümden sonra da bir yaşamın olduğunu ve öleni, ölüm nedenine bağlı olarak farklı bir kaderin beklediğini kabul etmişlerdi. Mayalar, yeraltındaki yaşamı düzenleyen dokuz gece tanrısının varlığına inanıyorlardı. Bir kurukafa biçiminde betimlenen ve deprem tanrısı olan Cimi, ölüler dünyasına hükmediyordu. Ixtab ise intihar ederek yaşamına son verenlerin tanrıçasıydı ve intihar edenlerin öbür dünyada sonsuz bir mutluluğa kavuşacaklarına inanılırdı. Ölülerin kaderini farklı yorumlayan anlayışlara Azteklerde de rastlamak mümkündü. Olağan bir ölüm durumunda, ölen kişi son amacına ulaşmak için ölüm tanrısı Mictlantecuhtli’nin katında, karanlıklar ve fırtınalar ülkesi olan Mictlan’da, uzun bir yeraltı yolculuğa çıkardı. Tuzak ve engellerle dolu olan yol, ölünün, başlangıçtaki hiçliğe düşen ruhunu iyice kurutup tüketirdi.
Çarpışırken öldürülen savaşçılarla doğururken ölen kadınları (doğum savaşla aynıydı) gıpta edilecek bir yazgı bekliyordu. Onlar Güneş Tanrı’ya kavuşacaklar ve savaş çığlıkları atarak her günkü yolculuğunda ona eşlik edeceklerdi. Yağmur tanrısı Tlaloc’un seçtiği kadınlar ve erkekler, yani boğularak, vücudu su toplayarak veya yıldırım çarpması sonunda ölenler, Tlalocan denilen yeşillikler içindeki yeraltı cennetinde sonsuzluğa uçacaklardı.
Kolomb öncesi toplumlarda, insanın ölüm ertesi tam bir hiçlikte tümüyle yok olduğuna inanılmadığı için, ölülerden korkulur ve onlara saygı gösterilirdi. Kolomb öncesi bütün toplumlar, özellikle de İnkalar, ister kendi ailelerinin ataları, ister köy topluluklarının efsanevi kurucuları olsun, ataları için özel ayinler düzenlerlerdi. Ölüler, doğaüstü güçler olarak algılanır ve saygıda kusur edilirse her an kötülükleri dokunabileceğine inanılırdı. Bir önlem olarak mezarlar evlerden uzakta, ya ağızları kapatılabilen mağaralarda yapılmış ya da kayaların içine oyulmuştur.