AVRASYA’NIN ORTAK BAYRAMI
NEVRUZ
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa
yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın
gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı.
Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden
güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan
toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır. Bütün
bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir
hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir
olayından doğduğuna inanılır.
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa
yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın
gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda
uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan
hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş ilâhî
orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk
tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı
kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda
yeşilin değişik tonları arasında baş veren bin bir renk cümbüşü... Birisi
hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek... Kış, sağır
ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli...
Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş
kalmış...
Genellikle Nevruz, yani Farsça "Yeni
Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte
kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden
doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında
yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile
şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği
kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel Bayramı" bunun farklı bir örneğini
teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem "çam ağacı" motifi
etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden
bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim
değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus "baharın
başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile
özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat,
varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz'un ruhî atmosferini ve
eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski
sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında,
niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:
"... Yüce Göktanrı'nın ilk defa
gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü
hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası)
yaradıldın!"
Bu sözler Türk'ün yaratılış
felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve
millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden,
duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan
Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında
kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı
şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş
olan ilk Müslüman konargöçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ
vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir.
Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikal
etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden
kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır.
Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan
biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.
Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde,
farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler
arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir.
Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından
biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi
nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda
görülmektedir.
Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e,
Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetname’sinden Melikşah'ın
takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide
Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı
Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî),
Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların,
Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam
Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal,
Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve
Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük
Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih
boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle
kutladıklarını da biliyoruz.
Ayrıca Nevruz'un Türk musikisinin en
eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir
maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn
Abdulmü'mîn Urmevî (1224–1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde
yirminin üzerinde makam bulunmaktadır.
Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne
Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok
öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu
yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe
adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim
edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine
aykırıdır.
1990 yılında bağımsızlıklarını ilan
eden Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan
ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart
Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün
coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan
Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle
zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir
bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün
olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
Nevruz; Türk insanını birbirine
kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının
ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve
gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür
ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın, Türk âleminin Nevruz toyu
kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.
Kaynak: Hatice Emel AŞA, Yeni
Avrasya Dergisi, Mart-Nisan 2000
NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)
DESTANLARDA NEVRUZ’UN
İZİ
Destanlar, milletlerin din, fazilet
ve millî kahramanlık maceralarının şiirleşmiş hikâyeleridir. Destanlar, bir
milletin bütün varlığını ifade ederler. Gerek tarih, gerek fikir ve sanat
bakımından büyük değer taşırlar. Destanlar tarihi aydınlatarak fikir ve sanat
hayatına kaynak olurlar. Tarihleri bilinemeyecek kadar eskilere uzanan
milletlerin ilk çağlarını bize bir takım mitolojik menkıbeler halinde
anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar bile, milletlerin
kendi millî mazileri hakkında neler bilip neler düşündüklerini haber vermek
bakımından önem taşırlar. Ancak destan, tarih demek değildir. Kökü tarihe
dayanan, ilhamını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir. Bazı milletler,
millî mizaçları gereğince, destanlarında tarih gerçeklerinden uzaklaşmaz ve halk
diliyle söylenmiş birer tarih gibi, destanlarını tarihe uyan bir ifade ile
söylerler. Türk Milleti'nin destanlarında bu vasıflar üstündür.
Türk destanlarının İslâmiyet’ten
önce de, İslâmî devirde de öz bakımından aynı karakteri göstermeleri; İslâmî
devirdeki Türk destanlarının, sadece değişen bir medeniyet ve yeni bir kültür
anlayışının icabı olan değişikliklerin dışında bir farklılık getirmemesi,
bütünlüğün bozulmamış olması destanlarımızın özelliklerindendir. Çeşitli ve
farklı devirlere ait olmasına rağmen Türk destanları hiçbir zaman dağınık ve
birbirlerinden uzak bir halde değildirler. Bu destanlar farklı zaman
dilimlerinde hep aynı ülkünün peşindedirler: Dünya yaratılmıştır "Yaratılış
Destanı"; insanların çoğalması için "Türeyiş Destanı". Çoğalan insanlar nereye
sığar dersek göç başlar "Göç Destanı". Varılan ilde bazen de yok olma belası ile
karşılaşılır. İşte bu anda "Bozkurt Destanı" doğar. Oğuz Kağan Destanı, bu
yeniden dirilen milletin gelişmesi ve yayılışıdır. Ancak su uyur da düşman
uyumaz. O zaman Türk, kabuğuna çekilir güç toplar. Şu Destanı ve Ergenekon
destanı, bu ebedî gücün toplanışıdır.
Toprağın önce yağmur sularıyla
sulanarak ardından da karın beyaz örtüsü altında kısa bir ölüm uykusuna yatıp
ilkyaz ile yeniden doğması, Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon'da
bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da "Ergenekon Bayramı"dır. Bu
isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını
koruyor. Bu bayram aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan
güven bağını güçlendiriyor. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır
Han'ın Şecere-i Türk'ünde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının
verdiği tarihî olayların bir yankısıdır. 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla
çevrili bir vadide kalan Türk'ün yaşama kavgasıdır. Ergenekon'dan bir bahar günü
tekrar ata yurduna döndüğünde hürriyetini, istiklâlini tekrar kazanmış dosta,
düşmana Türk'ün varolduğunu tekrar duyurmuştur.
İşte o gün 21 Mart günü, "İstiklâlin
kazanıldığı" kurtuluş günü Türklerde bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur.
Türk milleti için bu derecede önem kazanan destanı her Türk genci çok iyi
bilmelidir. Çünkü geçmişten günümüze kalan bu miras, karşımıza aldatıcı
maskelerle çıkacak farklı iddialara doğru cevaplar vermemize yardımcı olacaktır.
Bu destan, Gök Türklerin en büyük
destanıdır. Türk destanları arasında müstesna ve çok mühim bir yeri vardır.
Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden
işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir
toprağın adıdır.
Ergenekon Destanı, çoğu kaynaklara
göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta ÇianKen'in M.Ö. 119
yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği
bilinmektedir.
Ergenekon Destanı ile Gök Türklerin
tarihi arasında açık benzerlik vardır.
Her şeyden önce Hun birliğinin
dağılışından Gök Türk devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla,
destandaki 400 yıl birbirine çok benzemektedir.
Büyük Hun birliğinin Çinlilerle
birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları
çevresine göçen Gök Türklerin hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların
göçü olarak anlatılır. Ergenekon Destanı; bir bakıma, Gök Türklerin doğuş
destanıdır. Bu destan ilk defa 13. Asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya
geçirilmiştir. Yazarın "Câmiü't-Tevârih" adlı kitabına kaydettiği bu rivayet,
Farsça yazılmıştır.
Destanların milletlerin
şekillenmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Özellikle son
yıllarda, Doğu ve Güneydoğu Anadolulu bir kısım kişiler Ergenekon destanında
yansımaları olan Nevruz bayramını vesile ederek bölücülüğe yeltenmektedirler.
Aslında Türk'ün dirilişinin ve milliliğinin ifadesi olan Nevruz'u Kürt bayramı
gibi tanıtmaktadırlar. Bu iddialarında ise delil olarak "Demirci Kava Destanı"nı
esas almaktadırlar. Onlara göre bu günde (21 Mart'ta) Demirci Kava'nın önderi
olduğu Kürtler Dahhak'a karşı ayaklanarak istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu
iddialarını sabitleştirmek için bazı piyesler de kaleme almışlardır. Mesela
Kemal Burkay imzasıyla yayınlanan "Dehak'ın Sonu" bunun bir örneğidir.
Bu destan Ergenekon Destanı ile
paralel olarak düşünülerek Kürtlerin doğuşu için bir kaynak olarak gösterilmeye
çalışılmaktadır. Kava Destanı'nın Ergenekon Destanı'nın değişik bir rivayeti
olduğuna ise hiç dikkat çekilmemektedir. Ayrıca bu destanın bir benzerine de
Dede Korkut'taki "Basat'ın Tepegöz'ü öldürdüğü Destan"da rastlıyoruz. Ergenekon
Destanı'nın 13. Yüzyılda ilk defa Farsça olarak yazıya geçirildiğinden
bahsetmiştik. Kava Destanı ile ilgili ilk yazılı rivayet Firdevsî'nin
"Şehname”sinde ve Şeref Han'ın "Şerefnâme"sinde yine Farsça olarak yazılıdır.
Peki, Firdevsî kimdir? Şehname’yi
niçin yazmıştır? Ve nasıl olur da kaynağını ancak XI. Yüzyıla indirebildikleri
bir destan parçası ile Nevruz bayramı özdeşleştirilebilir? Bu soruların
cevaplarını tarihin yazılı kayıtlarında kolayca bulabiliyoruz.
Firdevsî dağılmaya yüz tutan Fars
birliğini yeniden bir araya getirmek için, otuz yıl emek vererek manzum bir eser
yazar. Bu eser Şehname (Şahnâme) adını taşır. Altmış bin beyit tutarındaki bu
eser, İran'ın milli destanı olarak kabul edilir. Defalarca yayınlanır ve kısa
zamanda dünyanın sayılı klasikleri arasına girer. Şehnâme'deki mücadele dışa
dönüktür. Firdevsî, eserini birçok tarihî olaya, efsane, menkıbe, rivayet ve
hayal unsuru motiflerle süsleyerek, Fars ırkının, Arap ve daha ziyade Türk
ırkından üstün bir ırk olduğunu ispatlamaya çalışır. Bu destanda mücadelenin
büyük bir bölümü Türklere karşı verilmiştir. Nitekim bu durum, Türklerin "Buku"
veya "Buka Han" dedikleri "Alp Er Tunga" destanda "Afrasyab (Efrasiyab)" adıyla
karşımıza çıkar; İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek, hile ile
öldürülür. Onun ölümüyle birlikte Farslar kendilerine göre dolayısıyla büyük bir
belâdan kurtulmuş olurlar. Bu günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaparlar. Bu
bayram bildiğimiz Nevruz bayramından başka bir şey değildir. Daha sonraki
asırlarda tarihe mal edilecek olan Kava ve Dahhak gibi şahısların varlığı da
yine bu eserdeki efsanelerden kaynaklanır.
Böylece Firdevsî Nevruz'u İran
geleneğine bağlamaya çalışır. Ancak onun kaynağının tarihi ancak XI. Yüzyıla
kadar inebilmektedir. Ayrıca Kava Destanı, Türk destanları ile çok benzerlikler
göstermekte ortak noktalar taşımaktadır.
Her iki destanda; müşterek olup
önemli yer tutan unsurlar, şöyle gösterilebilir:
1. Çadır hayatı
2. Düşman saldırısı
3. Esaret
4. Esaretten kurtulmak
5. Dağlara sığınmak
6. Hayvan beslemek
7. Çoğalmak
8. Demircilik sanatı
9. Ateş yakmak
10. Yayılmak, göç etmek
11. Bayrak dalgalandırmak
12. Yeni bir hükümdarın başa geçmesi
13. Düşmandan intikam almak
14. Huzura kavuştukları günü
"bayram" olarak kutlamak.
Gerek Demirci Kava, gerekse
Ergenekon Destanı'ndaki ortak noktalar içinde özellikle "Demircilik sanatı"
üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak dikkatimizi çekmektedir.
Bilindiği üzere demirin Türk kültür ve medeniyeti tarihindeki yeri, çok eskilere
dayanmaktadır. En aşağı, M.Ö. 1400'lerde Altay'ların batısında bol miktarda
demir elde edilmekte olduğunu söyleyen W. Ruben; "tarihî vesikalara dayanarak bu
eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte zaruret vardır."
Demektedir.
M.Ö. 1022 yılına ait kayıtta, "lüks
kılıç" anlamında bir "kingluk" kelimesi, "Hunların eski ecdadının sözü' olmak
üzere M.Ö. 47 yılında yazılan bir Çin kaynağında zikredilmiştir. Fr. Hirt, bu
sözü Türkçe'de "ikiyüzlü bıçak" anlamında, bugün dahi kullanılan "kingirlik"
kelimesi ile birleştirmiş ve bunu "tarihte kayıtlı en eski Türkçe kelime" olarak
kaydetmiştir.
Gök Türkler sahasından İran
sahasına, mesela Horasan'a "demir levhalar', "karaçori' ve "bilgatekinî" denilen
güzel kılıçların ihraç olunduğu bilinmektedir. İran destanı bile, Türkleri en
eski zamanlardan beri bir "çeliğe bürünmüş" millet olarak anlatır.
Ergenekon Destanı'nın en önemli
motiflerinden biri de, kuşkusuz bu "demircilik geleneği'dir. Oğuz Kağan
Destanı'nda; "canavar geyik yedi, ayı yedi. Çıdam onu öldürdü. Demir
olduğundandır" diyen Türkler, insanı başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim
kılan silahın kıymetini elbette çok iyi biliyorlardı.
Gök Türklerin demirden bir dağ
eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını da "demirci" sözüyle ebedîleştirmeleri bu
yüzden önemlidir. O kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon'dan
çıktıkları günün yıldönümlerini tiyatroyu andırır temsili törenlerle
kutlamışlardır. Bu törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri
çekiçle döverek asırlarca Avar'lara silah yapan ve bu silahlarıyla Türk
illerinde büyük hâkimiyet kuran atalarını, hep saygıyla anmışlardır. Nitekim
birçok Türk boyları demiri mukaddes saymışlar, üzerine and bile içmişlerdir.
Arapların "hakiki Türk" dedikleri
Hakanlı Türkler, kendilerini soy itibarıyla bir "demirci millet" olarak
tanımışlar, hükümdarları demirciliği kutlamışlar ve demircilik sayesinde
esaretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler de Cucen
(Avar)lerin demircileri demişlerdir.
Gök Türk devletini kuran Bumin Kağan
ile İstemi Kağan "demirci" idi. Özbek Türklerinin şahları arasında da demirciler
vardır.
Yukarıdan itibaren vermiş olduğumuz
bu bilgiler ışığında Kürtleri Dahhak'ın zulüm ve esaretinden kurtaran Kava'nın
da bir "demirci" olması, bu bakımdan önemlidir. Kava, sıradan bir demirci değil,
tıpkı Gök Türklerde olduğu gibi, demirden savaş araç ve gereçleri yapan bir
sanatkârdır. Kava'nın kimliği hakkında Ferhengi Ziya/Gencine-i Güftar'da bu
yönde bilgiler verilir. Bu isme ilk defa İranlı Firdevsi'nin "Şehname”sinde
rastlanmıştır. Ondan önceki eserlerde bu isim yoktur. Şehname’de Kava'nın
kimliği ve milliyeti hakkında hiçbir bilgi verilmediği halde bir takım Kürt
kaynakları bu kahramanı sahiplenerek kendilerine uydurma bir tarih oluşturmaya
çalışmaktadırlar. Ancak bu konuyla ilgili ilmî bilgiler de mevcuttur. Arthur
Christensen'in öne sürdüğü iddia bir hayli ilgi çekicidir. Ona göre, Kava,
Sasanîler (M.S. 226–642) döneminde ortaya çıkmıştır. Kava'nın adı bu devirde
duyulmaya başlamış ve Dahhak Efsanesi'ne dahil edilmiştir. A. Christensen'in
görüşü aslında bir gerçeği ifade etmektedir. Bu da şudur ki, Demirci Kava, Gök
Türkler devrinde yaşamıştır. Bu bilgilere göre Demirci Kava'nın İran soyundan
değil, Türk soylu bir kahraman olduğu ortaya çıkmaktadır. Kava, İran-Turan
(Türk) savaşlarına sahne olan bir coğrafyada, zulme ve zorbalığa karşı direnen
ve başkaldıran bir önderdir. Her iki destan da aynı coğrafyada kaleme alınmış,
aşağı yukarı aynı asırlarda derlenmiş ve her ikisi de zamanın geçerli yazı dili
olan Farsça ile yazılmıştır. Motifler hep aynıdır.
NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)
ATATÜRK’ÜN HUZURUNDA YAPILAN BİR
NEVRUZ TÖRENİ - 21 Mart 1922
Aslında, Ergenekon Destanı, çok daha
gerilere dayanmaktadır. Hunlar devrindeki bazı Çin kaynakları Ergenekon
Destanı'ndan haberler vermektedir. Bu bilgilere dayanarak Demirci Kava'nın
yaşadığı devri Hun'lar çağı olarak düşünebiliriz. Hun Türkleri'nin bir kahramanı
olarak Kava, Türk boyları ve kavimlerinin muhayyilesinde hep canlı olarak
yaşamış ve unutulmamıştır. Bu düşünceyi kuvvetlendiren bir diğer kaynak ise
Hunlara ait Oğuz Kağan Destanı'nda, "Tömürdü Kağul" adı ile karşımıza çıkan
kahramanda şekillenir.
Destana göre; Oğuz Kağan, Çürçet
Kağan üzerine yürürken, yolda bir ev görmüştü. Bu evin duvarları altından,
pencereleri gümüşten, çatısı ise demirdendi. Bu demir çatıyı ancak, Oğuz
ordusundaki Tömürdü Kağul adlı bir "demirci" açmıştı. "Tömür", "demir",
"tömürdü" demirci demektir. Tömürdü Kağul da, Demirci Kağul anlamındadır.
Günümüze kadar gelebilmiş destan
parçalarından hareketle Nevruz hakkında ortaya atılan iki görüşe rahatça cevap
verebiliyoruz. Bu görüşlerden birincisi; Türklerde bahar bayramı (Nevruz),
bilinebilen en eski zamandan beri Türklerin bayramıdır ve onlar vasıtasıyla
bütün Asya'ya ve Avrupa'ya (Avrasya) yayılmıştır. İkinci görüş; bu bayram İran
menşelidir, eski İran efsaneleriyle bağlantılıdır. Her iki görüşe Prof. Dr.
Reşat Genç'in sözleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: "Eğer İran'da da,
Hunlarda olduğu gibi milattan önceki yıllarda Nevruz bayramı olsaydı, milattan
sonra XI. yüzyıla gelmeden önceki İran metinlerinde de bunların izlerinin
bulunması gerekmez miydi?".
ETKİNLİKLER
NOT: (YAPILACAK KUTLAMALARA
REHBERLİK ETMESİ AMACIYLA KONULMUŞTUR)
KÜLTÜR BAKANLIĞINCA 2001 YILINDA
NEVRUZLA İLGİLİ GERÇEKLEŞTİRİLEN ETKİNLİKLER
Nevruz Genelgesi hazırlanıp
Valiliklere gönderilerek, 21 Mart 2001 tarihinde Nevruz'un tüm yurtta Nevruz'un
içeriğine yakışır bir şekilde kutlanması istenmiştir.
— Nevruz konusunda hazırlanan afiş,
broşür ve çizgi romanların dağıtımı yapılarak, halkın bilgilendirilmesi
sağlanmıştır.
— Bakanlığımızca önce hazırlanmış
olan Nevruz konulu çizgi ve spot filmler çoğaltılarak televizyon kanalları ve
illere dağıtımı yapılmış olup TRT ve diğer televizyon kanalları ile yerel
televizyonlarda gösteriminin gerçekleşmesi sağlanacaktır.
— Eğitim Dairesi Başkanlığı
tarafından yurtiçi ve yurtdışında ilk ve orta öğretim okulları öğrencileri
arasında Nevruz konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışmaları
düzenlenmiştir.
— Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
sanatçıları tarafından yurtiçinde (Adana, Mersin, Tarsus, Iğdır) ve yurtdışında
(Belçika) konserler verilecektir.
— Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
sanatçıları tarafından 29 Mart 2001 tarihinde Bitlis ili Ahlât ilçesinde Milli
Piyango İdaresi Başkanlığı tarafından gerçekleştirilecek Nevruz özel çekilişinde
konser verilecektir.
— Ülkemizin farklı bölgelerinden 15
ilden (Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Gaziantep, Hakkâri, Hatay, Mardin, Muş,
Kahramanmaraş, Van, İçel, Kırşehir, Kırklareli, Manisa) öğrenci grupları Nevruz
Etkinliklerine katılmak üzere Ankara'ya davet edilmiştir. Ankara'da
gerçekleştirilecek etkinlikler çerçevesinde:
- Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü
sanatçıları tarafından 20 Mart 2001 tarihinde "III. Selim" ve 25 Mart 2001
tarihinde "Bakhalar" adlı tiyatro oyunları sahnelenecek.
— Devlet Opera ve Balesi Genel
Müdürlüğü sanatçıları tarafından 19 Mart 2001 tarihinde "Florinda" adlı müzikal
çocuk oyunu sahnelenecek.
— Kültür Bakanlığı Ankara Türk
Dünyası Müzik Topluluğu tarafından 19 Mart 2001 tarihinde bir konser
verilecek.
— Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde
21 Mart 2001 tarihinde Nevruz konulu bir fotoğraf sergisi açılacak.
— 21 Mart 2001 tarihinde Hilton
Oteli'nde devlet erkanı ve yabancı misyon şeflerinin de katılacağı Nevruz
Resepsiyonu verilecek.
— Türk Kültür ve Sanatları Ortak
Yönetimi Genel Müdürlüğü (TÜRKSOY) tarafından 21 Mart 2001 tarihinde "Türk
Dünyası Öğrenci Gençliği Nevruz Buluşması" adlı şenlik
gerçekleştirilecektir.
— Nevruz Kutlamalarını geleneksel
boyutuyla tespit etmek amacıyla Tokat ve Iğdır illerinde alan araştırmaları
yapılacaktır.
İLLERDE GERÇEKLEŞTİRİLEN 2001
YILI NEVRUZ ETKİNLİKLERİ
Gönderilen Nevruz Genelgesi
doğrultusunda hazırlanan ve İl Kültür Müdürlükleri koordinasyonunda
gerçekleştirilecek kutlama programları şu şekildedir:
- Nevruz konulu çizgi ve spot
filmlerin, yerel televizyonlarda gösteriminin yapılması
sağlanacaktır.
— Yerel basında Nevruz konulu
yazılara yer verilmesi sağlanacaktır.
— Eğitim Dairesi Başkanlığı
tarafından düzenlenen Nevruz konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışmalarına
katılarak dereceye girenlere illerde gerçekleştirilecek törenlerle ödüller
verilecektir.
— İllerde bulunan üniversitelerin
öğretim üyeleri, bilim adamları ve uzmanlar tarafından Nevruz konulu konferans
ve söyleşiler gerçekleştirilecektir.
— Yöre sanatçıları tarafından
konserler verilecek, halk oyunları gösterileri yapılacaktır.
— Nevruz konulu yayınlardan oluşan
kitap sergileri açılacaktır.
— Kamu kurum ve kuruluşları
işbirliğinde Nevruz Ormanı oluşturma amacına yönelik olarak ağaç dikimi
çalışmaları gerçekleştirilecektir.
— Bakanlığımızca hazırlanıp
gönderilen Nevruz afişleri ve broşürü dağıtılarak etkin bir biçimde duyurulması
sağlanacaktır.
KÜLTÜR BAKANLIĞI İŞBİRLİĞİNDE DİĞER
KAMU KURUM VE KURULUŞLARINCA GERÇEKLEŞTİRİLEN 2001 YILI NEVRUZ ETKİNLİKLERİ
- Milli Piyango İdaresi Başkanlığı
tarafından 29.03.2001 tarihinde Bitlis İli'nin Ahlât İlçesi'nde Nevruz Özel
Çekilişi Yapılacak, bu çekilişte Bakanlığımız Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
sanatçıları tarafından bir konser verilecektir.
— Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından TRT 4 kanalında Diyanet Saati programında konuyla ilgili bir söyleşi
yapılacak, Diyanet Aylık Dergisi'nde ve Diyanet Avrupa Dergisi'nde "Türklerde
Nevruz Geleneği" konusunu işleyen yazılar yayınlanacaktır.
— Camilerde okunacak Cuma
Hutbesi'nde Nevruz konusuna yer verilmesi sağlanacaktır.
— Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü
tarafından Nevruz konulu özel gün zarfları hazırlanacaktır.
NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)
NEVRUZUN TÜRK DÜNYASINDAKİ
İSİMLERİ
Türk dünyasında, Hunlardan bazen
farklı isimlerle günümüze kadar ulaşan tabiatın ve millî uyanışın
birleştirilmesi anlamını taşıyan Nevruz (Yeni Gün) şenliklerinin şu isimlerle
kutlandığı biliniyor:
• Nevruz,
• Navruz,
• Novruz,
• Sultan-ı Nevruz,
• Sultan-ı Navrız,
• Navrez,
• Nevris,
• Naorus,
• Novroz,
• Navrıs Oyıx,
• İlkyaz Yortusu, • Nevruz Norus,
• Ulustın Ulu
• Küni,
• Ulusun Ulu Günü,
• Ulu Kün,
• Ergenekon,
• Bozkurt,
• Çağan,
• Babu Marta,
• Kürklü Marta,
• Mevris • Yeni Gün,
• Yengi Kün,
• Yeni Yıl,
• Mart Dokuzu,
• Mereke,
• Meyram,
• Nartukan,
• Nartavan,
• Isıakh Bayramı,
• Altay Ködürgeni,
• Bahar Bayramı,
• Yörük Bayramı,
NEVRUZ’UN
FONKSİYONLARI
Bu bayramdaki kutlamalar, Türk
toplum hayatında farklı fakat bütünleştirici fonksiyonlara da sahiptir. Bunları
şu noktalar etrafında toplamak mümkündür:
• İnsanlar arasındaki karşılıklı
sevgi ve saygıyı kuvvetlendirme.
• Dargınlıkları unutturarak
insanları kardeşçe kucaklaştırma.
• Milli birlik ve beraberliğin,
birlikte yaşama isteğinin güçlenmesi ve dayanışmayı sağlama.
• Geleneklerin, göreneklerin,
inançların sergilendiği bir bayram.
• Bolluk ve bereketin işareti,
sembolü.
Huzur ve barış havasının evrensel
ölçülerde geliştirilmesi.
TÜRKLERDE TAKVİM İHTİYACI VE
NEVRUZ
İnsanların hayatlarında takvim,
gerekli bir kültür unsurudur. Günümüzde bu konu bir bilim, meslek haline
gelmiştir. Geçmişte ise bu ihtiyaç bugünden farklı olarak karşı karşıya kalınan
şartlara göre şekillenmiştir. Türkler de konargöçer bir toplum olarak
hayatlarını sürdürdükleri için kır ekonomisi yapısı içinde takvimi bilmek
zorundaydılar. Böylece takvim ihtiyacı içinde bir kültür kalıbı olarak ortaya
çıkmıştır. Geçimlerini toprağa bağlı olarak sürdüren Türkler, genellikle yazın,
baharın başlangıcı ile hayvan sürülerinin otlağa çıkarılması, çiftçilik
yapanların ekin döneminin başlaması için geleneklere uygun olan bir takvim
kullanmışlardır. Bilindiği üzere, Türklerde yılların adları da, ayların adları
da, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiştir. Yeni yılın başı ise 21
Mart'tır. Ancak Güneş Yılı ile Ay Yılı arasında 13 günlük bir fark
bulunduğundan, 21 Mart tarihi, bazı topluluklarda Mart'ın 9'una, nadiren bazı
topluluklarda 1 – 3 Nisan ve 21 Haziran'a tekâbül eden kutlamalara yol
açmıştır.
Tabiat dinlerinin bu cins
kutlamaları bünyesine alarak kutsallaştırdığı bilinmektedir. Hanefilik özelliği
taşıyan, "Şamanlık" denilen Türklerin milli inanışında yer yer Türk
destanlarının (Ergenekon, Göç, vb.), yer yer inanışların bünyesine karışmış olan
"Yılın Başı" yahut "Yeni Gün", Türklerin Müslümanlığa geçişi sırasında farklı
anlayışlarla İslâmîleştirilmeye çalışılmıştır. Bazı Türk topluluklarında Hz.
Ali'nin doğumu, bazı Türk topluluklarında Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın evliliği,
bazı Türk topluluklarında isme Hz. Hüseyin'in hilâfeti almak üzere
arkadaşlarıyla hareket edip, Kerbela vakasıyla, bazılarının ise Hz. Hasan veya
Hüseyin'in doğum tarihi olarak kabul ettikleri "Mart Dokuzu", destandan
menkabeye, menkabeden efsaneye, efsaneden tevâtüre ve oradan da kültür tavrının
görünüşü olmuştur.
Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden,
Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa'ya yürümesiyle Macaristan'a ve
Balkanlar'a ulaşmış, Milâttan sonra 800'den itibaren Hazar'ın güneyinden
Anadolu'ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınışla birlikte yeni bir coğrafyada
yaşatılmaya başlanmıştır. Hatta son yıllarda yapılan ve yeni bir kıta da,
Amerika'da yaşayan Kızılderililer hakkında yapılan karşılaştırmalı halk bilimi
çalışmalarına göre bu coğrafyada da Nevruz aynı ruhla kutlanmaktadır. Geçmişten
gelen bu bayramın Müslüman Türkler arasında sadece gerekçesinin
İslâmîleştirilmeye çalışıldığı görülmüştür. Takvimin başlangıcı kimilerince Hz.
Nuh'a, Hz. Yunus'a, kimilerince Hz. Ali'ye bağlı yorumlara sığınılarak fakat hep
Şamanlık kalıntısı ile sürdürülmüştür.