İnsan beyninin(beynin ruhsal mekanizmasının)
insanların çoğunun bilmediği bir özelliği vardır. İnsanların verdiği emirleri
uygulamaya koyar ve daha sonra verilen emir-kabul edilmesi şartıyla- insanlar
unutsa da yerine getirilir. Psikologlar bu durumu “şuuraltı mekanizmasının” bir
özelliği olarak tanımlıyorlar.
Verilen emir ne olursa olsun mutlaka yerine getirilir.
Emir zamanla veya konuyla ilgili olabilir. Saat 4.25’te Yaşar Beyle randevusu
olduğunu düşünen ve bu saatte randevusunun kendisine haber verilmesini emreden
kişi-çelişkili ve disiplinsiz yaşamıyorsa- emrettiği dakikada randevusu
kendisine bu mekanizma tarafından hatırlatılır. Kendi hayatımdaki disiplinsizlik
sebebiyle ben bu kabiliyeti yeterince geliştiremedim; ancak yıllar önce çok
sevdiğim değerli büyüğüm İrfan Özçelik’te bu kabiliyetin keskin bir örneğini
gözlemledim. Keçiören’de oturduğumuz sıralarda İrfan Bey sabah namazlarında
evimize gelir ve namazımızı birlikte kılardık. Sabah namazı için istediği
zamanda uyanabileceğini öğrendim. Bir gün misafirimiz olduğunda sözleştiğimiz
gibi- yanlış hatırlamıyorsam- saat 5.27 de uyandığına ve beni uyandırdığına
şahit oldum. Şüphesiz şuuraltı her insanda emre böylesine dakik itaat
etmeyebilir. Ama geliştirilebilir bir kabiliyettir bu.
Konuyu biraz daha genişletelim. Bahsini ettiğimiz olay
şuuraltına hedef göstermekle ilgilidir. Eğer hedefi gösterir, sonra açıkça
tanımlar, sonra da şuuraltımızı ikna eder ve kendimizi hedefe kilitlersek hedefi
sık sık unutmamızın hiç önemi yoktur. Beynimiz biz uyurken bile emrettiğimiz
hedef üzerinde ilerlemektedir. Şuuraltı bütün mesaj algı girişlerini ve düşünce
mekanizmasını hedef konusunda açık tutar. Bu açıklık son derece önemlidir.
Yazar olmaya karar verdiğimizi ve yukarıdaki şekilde
hedefimizi tanımlayarak şuuraltımızı ikna ettiğimizi varsayalım. Olanlara
bakınız. Beynimiz bizim kontrolümüze ihtiyaç duymadan her fırsatta yazarlık
kabiliyeti üzerinde “yorumlar” üretecektir. Bu kendi içsel hayal mekanizmamızla
ilgilidir. Birileri kendi aralarında konuşurken beynimiz, (beyin şuursuz bir et
parçasından farklı değildir, biz beynimiz derken beyni bilinç dahilinde veya
bizim bilincimiz haricinde kontrol eden şuuru kastediyoruz) konuşulanlar
arasında konumuzla ilgili unsurları otomatik olarak yakalayacaktır. Ve otomatik
sistem bizi yeni bilgileri bilinçli olarak yoğurmaya zorlayacaktır. Zaten bu
zorlamaya karşı direnirsek şuuraltına verdiğimiz emirle çelişmiş oluruz ve
şuuraltı emri değiştirmeye başlar.
Bir başka çok önemli durum daha var. Bunun bazı
eserlerde savunulduğunu görerek kendi hayatımda tatbik etmek istedim. Aldığım
sonuç çok ilginçtir. Yukarıdaki örnek çerçevesinde konuşursak, bizim ihtiyarımız
olmadan bir “el” bizi yazarlıkla ilgili merkezlere sürükler. Ya da yazarlıkla
ilgili merkezler bize doğru sürüklenir. Bu ruhsal çekiş mekanizmasının nasıl
olduğunu doğrusu ben de henüz öğrenemedim. Ancak Anthony Robins’in “Şans
fırsatlara hazırlıklı olmaktır” şeklindeki sözünün bu durumu tanımladığını
vurgulayalım. Yani yapılması gereken şey kişinin hedef noktaya kendini çok iyi
hazırlamasıdır. Sonra bir el ya insanı götürüp o hedefe oturtuyor ya da o hedef
insanın ayakları altına getirilip bırakılıyor. Önemli olan hedefin
gerçekleşmesidir yoksa gerçekleşme biçimi ayrı bir konudur. Kayyum-u Bakinin
koyduğu ve koruduğu ilginç bir işleyiş...
Beynin hem bilgi bakımından hedefle ilgili konularda
teçhiz edilmesi , hem de hedefle kişinin birleştirilmesinin beynin “hedefe açık
tutulmasından” geçtiğini tekrar edelim. Ümit ederim söylemeye çalıştığım hususu
yeterince açıklayabildim.
Şimdi bize hedefi nasıl tanımlayacağımız, hedefe nasıl
kilitleneceğimiz, zihnin hedefe nasıl açık tutulacağı ve verilen emre
şuuraltının nasıl ikna edileceği sorulacaktır tahmin ederim. Ümit ederim
bunların cevaplarını önümüzdeki aylarda tartışmaya fırsatımız olur.
Yalnız burada küçük bir noktaya değinelim. Şuuraltının
insanda otomatik davranışa dönüştürdüğü emirler insanın aynı şekilde yapa
geldiği emirlerdir. Örneğin tenkit edildiğinde kendini gülmeye alıştıran kişi
artık her tenkit edildiğinde bilincine başvurulmaksızın otomatik olarak güler.
Oysa-bir başka örnek- gül çiçeğini “bir gün seviyorum, bir gün sevmiyorum”
diyerek verdiği emirleri birbiriyle çeliştiren insanın şuuraltı o kişinin gül
çiçeğini sevip sevmediğine karar veremez. Dolaysıyla kişi gerektiğinde her
defasında gül çiçeğini sevip sevmediğini düşünmek zorundadır.
Ayrıca şuuraltı olumsuz emirleri de tersinden anlar.
Olumsuzluğa itaat etmez. Aklına “tavuk yemek” düşen kişi bu düşünce baskınken
“ben tavuk yemeyi düşünmeyeceğim” derse her defasında bu düşünce daha güçlü
olarak ona hücum eder. Düşünceye, onun ürünü olan davranışa, onun ürünü olan
alışkanlığa ve onun ürünü olan karaktere doğrudan hücum eden kişi bütün bunların
daha güçlü olarak kendisini kuşattığını görür. Oysa çare bütün bunların
yönlerinin değiştirilmesidir. Bu son örnekte, birkaç defa “ tavuk yerine balık
yiyeceğim” diyen kişi farklı sonuç alır.
Bir üçüncü nokta, şuuraltı gelecekle
ilgili emirleri sürekli geleceğe atar. Çünkü-insan ruhunun özelliği olan
şuuraltı insan ruhu gibi- “sonsuz şimdi” zaman düzlemindedir. Dünü ve yarını
ayrı yaşamaz. “Ben namaza başlayacağım” diyen kişi elli yıl geçer ve hala
başlayamaz. Çünkü elli yıl sonrası geldiğinde şuuraltı hala “ilerde bir gün
namaza başlayacaksın” emrinden haberdardır. Bunun yerine kişi -gerçekte yapmasa
da- “ben yaptım veya yapıyorum” demelidir. Bunlar şuuraltının ikna mekanizması
için sadece birkaç husus. İnsan ne acayip bir bilinmez değil mi?