bilgievlerim
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


17 Ekim 2018 Çarşamba

NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)



AVRASYA’NIN ORTAK BAYRAMI NEVRUZ

Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı.

Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır.

Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş ilâhî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren bin bir renk cümbüşü... Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek... Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli... Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış...

Genellikle Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel Bayramı" bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem "çam ağacı" motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz'un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:

"... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!"

Bu sözler Türk'ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş olan ilk Müslüman konargöçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikal etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.

Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.

Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetname’sinden Melikşah'ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.

Ayrıca Nevruz'un Türk musikisinin en eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmü'mîn Urmevî (1224–1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde makam bulunmaktadır.

Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.

1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.

Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın, Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.

Kaynak: Hatice Emel AŞA, Yeni Avrasya Dergisi, Mart-Nisan 2000 


NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)

DESTANLARDA NEVRUZ’UN İZİ

Destanlar, milletlerin din, fazilet ve millî kahramanlık maceralarının şiirleşmiş hikâyeleridir. Destanlar, bir milletin bütün varlığını ifade ederler. Gerek tarih, gerek fikir ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Destanlar tarihi aydınlatarak fikir ve sanat hayatına kaynak olurlar. Tarihleri bilinemeyecek kadar eskilere uzanan milletlerin ilk çağlarını bize bir takım mitolojik menkıbeler halinde anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar bile, milletlerin kendi millî mazileri hakkında neler bilip neler düşündüklerini haber vermek bakımından önem taşırlar. Ancak destan, tarih demek değildir. Kökü tarihe dayanan, ilhamını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir. Bazı milletler, millî mizaçları gereğince, destanlarında tarih gerçeklerinden uzaklaşmaz ve halk diliyle söylenmiş birer tarih gibi, destanlarını tarihe uyan bir ifade ile söylerler. Türk Milleti'nin destanlarında bu vasıflar üstündür.

Türk destanlarının İslâmiyet’ten önce de, İslâmî devirde de öz bakımından aynı karakteri göstermeleri; İslâmî devirdeki Türk destanlarının, sadece değişen bir medeniyet ve yeni bir kültür anlayışının icabı olan değişikliklerin dışında bir farklılık getirmemesi, bütünlüğün bozulmamış olması destanlarımızın özelliklerindendir. Çeşitli ve farklı devirlere ait olmasına rağmen Türk destanları hiçbir zaman dağınık ve birbirlerinden uzak bir halde değildirler. Bu destanlar farklı zaman dilimlerinde hep aynı ülkünün peşindedirler: Dünya yaratılmıştır "Yaratılış Destanı"; insanların çoğalması için "Türeyiş Destanı". Çoğalan insanlar nereye sığar dersek göç başlar "Göç Destanı". Varılan ilde bazen de yok olma belası ile karşılaşılır. İşte bu anda "Bozkurt Destanı" doğar. Oğuz Kağan Destanı, bu yeniden dirilen milletin gelişmesi ve yayılışıdır. Ancak su uyur da düşman uyumaz. O zaman Türk, kabuğuna çekilir güç toplar. Şu Destanı ve Ergenekon destanı, bu ebedî gücün toplanışıdır.

Toprağın önce yağmur sularıyla sulanarak ardından da karın beyaz örtüsü altında kısa bir ölüm uykusuna yatıp ilkyaz ile yeniden doğması, Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon'da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da "Ergenekon Bayramı"dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını koruyor. Bu bayram aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendiriyor. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır. 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk'ün yaşama kavgasıdır. Ergenekon'dan bir bahar günü tekrar ata yurduna döndüğünde hürriyetini, istiklâlini tekrar kazanmış dosta, düşmana Türk'ün varolduğunu tekrar duyurmuştur.

İşte o gün 21 Mart günü, "İstiklâlin kazanıldığı" kurtuluş günü Türklerde bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur. Türk milleti için bu derecede önem kazanan destanı her Türk genci çok iyi bilmelidir. Çünkü geçmişten günümüze kalan bu miras, karşımıza aldatıcı maskelerle çıkacak farklı iddialara doğru cevaplar vermemize yardımcı olacaktır.

Bu destan, Gök Türklerin en büyük destanıdır. Türk destanları arasında müstesna ve çok mühim bir yeri vardır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır.

Ergenekon Destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta ÇianKen'in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir.
Ergenekon Destanı ile Gök Türklerin tarihi arasında açık benzerlik vardır.

Her şeyden önce Hun birliğinin dağılışından Gök Türk devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla, destandaki 400 yıl birbirine çok benzemektedir.

Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları çevresine göçen Gök Türklerin hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak anlatılır. Ergenekon Destanı; bir bakıma, Gök Türklerin doğuş destanıdır. Bu destan ilk defa 13. Asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilmiştir. Yazarın "Câmiü't-Tevârih" adlı kitabına kaydettiği bu rivayet, Farsça yazılmıştır.

Destanların milletlerin şekillenmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Özellikle son yıllarda, Doğu ve Güneydoğu Anadolulu bir kısım kişiler Ergenekon destanında yansımaları olan Nevruz bayramını vesile ederek bölücülüğe yeltenmektedirler. Aslında Türk'ün dirilişinin ve milliliğinin ifadesi olan Nevruz'u Kürt bayramı gibi tanıtmaktadırlar. Bu iddialarında ise delil olarak "Demirci Kava Destanı"nı esas almaktadırlar. Onlara göre bu günde (21 Mart'ta) Demirci Kava'nın önderi olduğu Kürtler Dahhak'a karşı ayaklanarak istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu iddialarını sabitleştirmek için bazı piyesler de kaleme almışlardır. Mesela Kemal Burkay imzasıyla yayınlanan "Dehak'ın Sonu" bunun bir örneğidir.

Bu destan Ergenekon Destanı ile paralel olarak düşünülerek Kürtlerin doğuşu için bir kaynak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Kava Destanı'nın Ergenekon Destanı'nın değişik bir rivayeti olduğuna ise hiç dikkat çekilmemektedir. Ayrıca bu destanın bir benzerine de Dede Korkut'taki "Basat'ın Tepegöz'ü öldürdüğü Destan"da rastlıyoruz. Ergenekon Destanı'nın 13. Yüzyılda ilk defa Farsça olarak yazıya geçirildiğinden bahsetmiştik. Kava Destanı ile ilgili ilk yazılı rivayet Firdevsî'nin "Şehname”sinde ve Şeref Han'ın "Şerefnâme"sinde yine Farsça olarak yazılıdır.

Peki, Firdevsî kimdir? Şehname’yi niçin yazmıştır? Ve nasıl olur da kaynağını ancak XI. Yüzyıla indirebildikleri bir destan parçası ile Nevruz bayramı özdeşleştirilebilir? Bu soruların cevaplarını tarihin yazılı kayıtlarında kolayca bulabiliyoruz.

Firdevsî dağılmaya yüz tutan Fars birliğini yeniden bir araya getirmek için, otuz yıl emek vererek manzum bir eser yazar. Bu eser Şehname (Şahnâme) adını taşır. Altmış bin beyit tutarındaki bu eser, İran'ın milli destanı olarak kabul edilir. Defalarca yayınlanır ve kısa zamanda dünyanın sayılı klasikleri arasına girer. Şehnâme'deki mücadele dışa dönüktür. Firdevsî, eserini birçok tarihî olaya, efsane, menkıbe, rivayet ve hayal unsuru motiflerle süsleyerek, Fars ırkının, Arap ve daha ziyade Türk ırkından üstün bir ırk olduğunu ispatlamaya çalışır. Bu destanda mücadelenin büyük bir bölümü Türklere karşı verilmiştir. Nitekim bu durum, Türklerin "Buku" veya "Buka Han" dedikleri "Alp Er Tunga" destanda "Afrasyab (Efrasiyab)" adıyla karşımıza çıkar; İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek, hile ile öldürülür. Onun ölümüyle birlikte Farslar kendilerine göre dolayısıyla büyük bir belâdan kurtulmuş olurlar. Bu günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaparlar. Bu bayram bildiğimiz Nevruz bayramından başka bir şey değildir. Daha sonraki asırlarda tarihe mal edilecek olan Kava ve Dahhak gibi şahısların varlığı da yine bu eserdeki efsanelerden kaynaklanır.

Böylece Firdevsî Nevruz'u İran geleneğine bağlamaya çalışır. Ancak onun kaynağının tarihi ancak XI. Yüzyıla kadar inebilmektedir. Ayrıca Kava Destanı, Türk destanları ile çok benzerlikler göstermekte ortak noktalar taşımaktadır.

Her iki destanda; müşterek olup önemli yer tutan unsurlar, şöyle gösterilebilir:
1. Çadır hayatı
2. Düşman saldırısı
3. Esaret
4. Esaretten kurtulmak
5. Dağlara sığınmak
6. Hayvan beslemek
7. Çoğalmak
8. Demircilik sanatı
9. Ateş yakmak
10. Yayılmak, göç etmek
11. Bayrak dalgalandırmak
12. Yeni bir hükümdarın başa geçmesi
13. Düşmandan intikam almak
14. Huzura kavuştukları günü "bayram" olarak kutlamak.

Gerek Demirci Kava, gerekse Ergenekon Destanı'ndaki ortak noktalar içinde özellikle "Demircilik sanatı" üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak dikkatimizi çekmektedir. Bilindiği üzere demirin Türk kültür ve medeniyeti tarihindeki yeri, çok eskilere dayanmaktadır. En aşağı, M.Ö. 1400'lerde Altay'ların batısında bol miktarda demir elde edilmekte olduğunu söyleyen W. Ruben; "tarihî vesikalara dayanarak bu eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte zaruret vardır." Demektedir.

M.Ö. 1022 yılına ait kayıtta, "lüks kılıç" anlamında bir "kingluk" kelimesi, "Hunların eski ecdadının sözü' olmak üzere M.Ö. 47 yılında yazılan bir Çin kaynağında zikredilmiştir. Fr. Hirt, bu sözü Türkçe'de "ikiyüzlü bıçak" anlamında, bugün dahi kullanılan "kingirlik" kelimesi ile birleştirmiş ve bunu "tarihte kayıtlı en eski Türkçe kelime" olarak kaydetmiştir.

Gök Türkler sahasından İran sahasına, mesela Horasan'a "demir levhalar', "karaçori' ve "bilgatekinî" denilen güzel kılıçların ihraç olunduğu bilinmektedir. İran destanı bile, Türkleri en eski zamanlardan beri bir "çeliğe bürünmüş" millet olarak anlatır.

Ergenekon Destanı'nın en önemli motiflerinden biri de, kuşkusuz bu "demircilik geleneği'dir. Oğuz Kağan Destanı'nda; "canavar geyik yedi, ayı yedi. Çıdam onu öldürdü. Demir olduğundandır" diyen Türkler, insanı başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim kılan silahın kıymetini elbette çok iyi biliyorlardı.
Gök Türklerin demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını da "demirci" sözüyle ebedîleştirmeleri bu yüzden önemlidir. O kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon'dan çıktıkları günün yıldönümlerini tiyatroyu andırır temsili törenlerle kutlamışlardır. Bu törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri çekiçle döverek asırlarca Avar'lara silah yapan ve bu silahlarıyla Türk illerinde büyük hâkimiyet kuran atalarını, hep saygıyla anmışlardır. Nitekim birçok Türk boyları demiri mukaddes saymışlar, üzerine and bile içmişlerdir.

Arapların "hakiki Türk" dedikleri Hakanlı Türkler, kendilerini soy itibarıyla bir "demirci millet" olarak tanımışlar, hükümdarları demirciliği kutlamışlar ve demircilik sayesinde esaretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler de Cucen (Avar)lerin demircileri demişlerdir.

Gök Türk devletini kuran Bumin Kağan ile İstemi Kağan "demirci" idi. Özbek Türklerinin şahları arasında da demirciler vardır.
Yukarıdan itibaren vermiş olduğumuz bu bilgiler ışığında Kürtleri Dahhak'ın zulüm ve esaretinden kurtaran Kava'nın da bir "demirci" olması, bu bakımdan önemlidir. Kava, sıradan bir demirci değil, tıpkı Gök Türklerde olduğu gibi, demirden savaş araç ve gereçleri yapan bir sanatkârdır. Kava'nın kimliği hakkında Ferhengi Ziya/Gencine-i Güftar'da bu yönde bilgiler verilir. Bu isme ilk defa İranlı Firdevsi'nin "Şehname”sinde rastlanmıştır. Ondan önceki eserlerde bu isim yoktur. Şehname’de Kava'nın kimliği ve milliyeti hakkında hiçbir bilgi verilmediği halde bir takım Kürt kaynakları bu kahramanı sahiplenerek kendilerine uydurma bir tarih oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu konuyla ilgili ilmî bilgiler de mevcuttur. Arthur Christensen'in öne sürdüğü iddia bir hayli ilgi çekicidir. Ona göre, Kava, Sasanîler (M.S. 226–642) döneminde ortaya çıkmıştır. Kava'nın adı bu devirde duyulmaya başlamış ve Dahhak Efsanesi'ne dahil edilmiştir. A. Christensen'in görüşü aslında bir gerçeği ifade etmektedir. Bu da şudur ki, Demirci Kava, Gök Türkler devrinde yaşamıştır. Bu bilgilere göre Demirci Kava'nın İran soyundan değil, Türk soylu bir kahraman olduğu ortaya çıkmaktadır. Kava, İran-Turan (Türk) savaşlarına sahne olan bir coğrafyada, zulme ve zorbalığa karşı direnen ve başkaldıran bir önderdir. Her iki destan da aynı coğrafyada kaleme alınmış, aşağı yukarı aynı asırlarda derlenmiş ve her ikisi de zamanın geçerli yazı dili olan Farsça ile yazılmıştır. Motifler hep aynıdır.

 

NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)

ATATÜRK’ÜN HUZURUNDA YAPILAN BİR NEVRUZ TÖRENİ - 21 Mart 1922

Aslında, Ergenekon Destanı, çok daha gerilere dayanmaktadır. Hunlar devrindeki bazı Çin kaynakları Ergenekon Destanı'ndan haberler vermektedir. Bu bilgilere dayanarak Demirci Kava'nın yaşadığı devri Hun'lar çağı olarak düşünebiliriz. Hun Türkleri'nin bir kahramanı olarak Kava, Türk boyları ve kavimlerinin muhayyilesinde hep canlı olarak yaşamış ve unutulmamıştır. Bu düşünceyi kuvvetlendiren bir diğer kaynak ise Hunlara ait Oğuz Kağan Destanı'nda, "Tömürdü Kağul" adı ile karşımıza çıkan kahramanda şekillenir.
Destana göre; Oğuz Kağan, Çürçet Kağan üzerine yürürken, yolda bir ev görmüştü. Bu evin duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı ise demirdendi. Bu demir çatıyı ancak, Oğuz ordusundaki Tömürdü Kağul adlı bir "demirci" açmıştı. "Tömür", "demir", "tömürdü" demirci demektir. Tömürdü Kağul da, Demirci Kağul anlamındadır.

Günümüze kadar gelebilmiş destan parçalarından hareketle Nevruz hakkında ortaya atılan iki görüşe rahatça cevap verebiliyoruz. Bu görüşlerden birincisi; Türklerde bahar bayramı (Nevruz), bilinebilen en eski zamandan beri Türklerin bayramıdır ve onlar vasıtasıyla bütün Asya'ya ve Avrupa'ya (Avrasya) yayılmıştır. İkinci görüş; bu bayram İran menşelidir, eski İran efsaneleriyle bağlantılıdır. Her iki görüşe Prof. Dr. Reşat Genç'in sözleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: "Eğer İran'da da, Hunlarda olduğu gibi milattan önceki yıllarda Nevruz bayramı olsaydı, milattan sonra XI. yüzyıla gelmeden önceki İran metinlerinde de bunların izlerinin bulunması gerekmez miydi?".

ETKİNLİKLER

NOT: (YAPILACAK KUTLAMALARA REHBERLİK ETMESİ AMACIYLA KONULMUŞTUR)

KÜLTÜR BAKANLIĞINCA 2001 YILINDA NEVRUZLA İLGİLİ GERÇEKLEŞTİRİLEN ETKİNLİKLER

Nevruz Genelgesi hazırlanıp Valiliklere gönderilerek, 21 Mart 2001 tarihinde Nevruz'un tüm yurtta Nevruz'un içeriğine yakışır bir şekilde kutlanması istenmiştir.

— Nevruz konusunda hazırlanan afiş, broşür ve çizgi romanların dağıtımı yapılarak, halkın bilgilendirilmesi sağlanmıştır.

— Bakanlığımızca önce hazırlanmış olan Nevruz konulu çizgi ve spot filmler çoğaltılarak televizyon kanalları ve illere dağıtımı yapılmış olup TRT ve diğer televizyon kanalları ile yerel televizyonlarda gösteriminin gerçekleşmesi sağlanacaktır.

— Eğitim Dairesi Başkanlığı tarafından yurtiçi ve yurtdışında ilk ve orta öğretim okulları öğrencileri arasında Nevruz konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmiştir.

— Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sanatçıları tarafından yurtiçinde (Adana, Mersin, Tarsus, Iğdır) ve yurtdışında (Belçika) konserler verilecektir.

— Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sanatçıları tarafından 29 Mart 2001 tarihinde Bitlis ili Ahlât ilçesinde Milli Piyango İdaresi Başkanlığı tarafından gerçekleştirilecek Nevruz özel çekilişinde konser verilecektir.

— Ülkemizin farklı bölgelerinden 15 ilden (Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Gaziantep, Hakkâri, Hatay, Mardin, Muş, Kahramanmaraş, Van, İçel, Kırşehir, Kırklareli, Manisa) öğrenci grupları Nevruz Etkinliklerine katılmak üzere Ankara'ya davet edilmiştir. Ankara'da gerçekleştirilecek etkinlikler çerçevesinde:

- Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü sanatçıları tarafından 20 Mart 2001 tarihinde "III. Selim" ve 25 Mart 2001 tarihinde "Bakhalar" adlı tiyatro oyunları sahnelenecek.

— Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü sanatçıları tarafından 19 Mart 2001 tarihinde "Florinda" adlı müzikal çocuk oyunu sahnelenecek.

— Kültür Bakanlığı Ankara Türk Dünyası Müzik Topluluğu tarafından 19 Mart 2001 tarihinde bir konser verilecek.

— Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 21 Mart 2001 tarihinde Nevruz konulu bir fotoğraf sergisi açılacak.

— 21 Mart 2001 tarihinde Hilton Oteli'nde devlet erkanı ve yabancı misyon şeflerinin de katılacağı Nevruz Resepsiyonu verilecek.

— Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü (TÜRKSOY) tarafından 21 Mart 2001 tarihinde "Türk Dünyası Öğrenci Gençliği Nevruz Buluşması" adlı şenlik gerçekleştirilecektir.

— Nevruz Kutlamalarını geleneksel boyutuyla tespit etmek amacıyla Tokat ve Iğdır illerinde alan araştırmaları yapılacaktır.

İLLERDE GERÇEKLEŞTİRİLEN 2001 YILI NEVRUZ ETKİNLİKLERİ

Gönderilen Nevruz Genelgesi doğrultusunda hazırlanan ve İl Kültür Müdürlükleri koordinasyonunda gerçekleştirilecek kutlama programları şu şekildedir:

- Nevruz konulu çizgi ve spot filmlerin, yerel televizyonlarda gösteriminin yapılması sağlanacaktır.

— Yerel basında Nevruz konulu yazılara yer verilmesi sağlanacaktır.

— Eğitim Dairesi Başkanlığı tarafından düzenlenen Nevruz konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışmalarına katılarak dereceye girenlere illerde gerçekleştirilecek törenlerle ödüller verilecektir.

— İllerde bulunan üniversitelerin öğretim üyeleri, bilim adamları ve uzmanlar tarafından Nevruz konulu konferans ve söyleşiler gerçekleştirilecektir.

— Yöre sanatçıları tarafından konserler verilecek, halk oyunları gösterileri yapılacaktır.

— Nevruz konulu yayınlardan oluşan kitap sergileri açılacaktır.

— Kamu kurum ve kuruluşları işbirliğinde Nevruz Ormanı oluşturma amacına yönelik olarak ağaç dikimi çalışmaları gerçekleştirilecektir.

— Bakanlığımızca hazırlanıp gönderilen Nevruz afişleri ve broşürü dağıtılarak etkin bir biçimde duyurulması sağlanacaktır.

KÜLTÜR BAKANLIĞI İŞBİRLİĞİNDE DİĞER KAMU KURUM VE KURULUŞLARINCA GERÇEKLEŞTİRİLEN 2001 YILI NEVRUZ ETKİNLİKLERİ

- Milli Piyango İdaresi Başkanlığı tarafından 29.03.2001 tarihinde Bitlis İli'nin Ahlât İlçesi'nde Nevruz Özel Çekilişi Yapılacak, bu çekilişte Bakanlığımız Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sanatçıları tarafından bir konser verilecektir.

— Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından TRT 4 kanalında Diyanet Saati programında konuyla ilgili bir söyleşi yapılacak, Diyanet Aylık Dergisi'nde ve Diyanet Avrupa Dergisi'nde "Türklerde Nevruz Geleneği" konusunu işleyen yazılar yayınlanacaktır.

— Camilerde okunacak Cuma Hutbesi'nde Nevruz konusuna yer verilmesi sağlanacaktır.

      Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından Nevruz konulu özel gün zarfları hazırlanacaktır.

NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)

NEVRUZUN TÜRK DÜNYASINDAKİ İSİMLERİ

Türk dünyasında, Hunlardan bazen farklı isimlerle günümüze kadar ulaşan tabiatın ve millî uyanışın birleştirilmesi anlamını taşıyan Nevruz (Yeni Gün) şenliklerinin şu isimlerle kutlandığı biliniyor:

• Nevruz,
• Navruz,
• Novruz,
• Sultan-ı Nevruz,
• Sultan-ı Navrız,
• Navrez,
• Nevris,
• Naorus,
• Novroz,
• Navrıs Oyıx,
• İlkyaz Yortusu, • Nevruz Norus,
• Ulustın Ulu
• Küni,
• Ulusun Ulu Günü,
• Ulu Kün,
• Ergenekon,
• Bozkurt,
• Çağan,
• Babu Marta,
• Kürklü Marta,
• Mevris • Yeni Gün,
• Yengi Kün,
• Yeni Yıl,
• Mart Dokuzu,
• Mereke,
• Meyram,
• Nartukan,
• Nartavan,
• Isıakh Bayramı,
• Altay Ködürgeni,
• Bahar Bayramı,
• Yörük Bayramı, 

NEVRUZ’UN FONKSİYONLARI

Bu bayramdaki kutlamalar, Türk toplum hayatında farklı fakat bütünleştirici fonksiyonlara da sahiptir. Bunları şu noktalar etrafında toplamak mümkündür:
• İnsanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı kuvvetlendirme.
• Dargınlıkları unutturarak insanları kardeşçe kucaklaştırma.
• Milli birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama isteğinin güçlenmesi ve dayanışmayı sağlama.
• Geleneklerin, göreneklerin, inançların sergilendiği bir bayram.
• Bolluk ve bereketin işareti, sembolü.
Huzur ve barış havasının evrensel ölçülerde geliştirilmesi.

TÜRKLERDE TAKVİM İHTİYACI VE NEVRUZ

İnsanların hayatlarında takvim, gerekli bir kültür unsurudur. Günümüzde bu konu bir bilim, meslek haline gelmiştir. Geçmişte ise bu ihtiyaç bugünden farklı olarak karşı karşıya kalınan şartlara göre şekillenmiştir. Türkler de konargöçer bir toplum olarak hayatlarını sürdürdükleri için kır ekonomisi yapısı içinde takvimi bilmek zorundaydılar. Böylece takvim ihtiyacı içinde bir kültür kalıbı olarak ortaya çıkmıştır. Geçimlerini toprağa bağlı olarak sürdüren Türkler, genellikle yazın, baharın başlangıcı ile hayvan sürülerinin otlağa çıkarılması, çiftçilik yapanların ekin döneminin başlaması için geleneklere uygun olan bir takvim kullanmışlardır. Bilindiği üzere, Türklerde yılların adları da, ayların adları da, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiştir. Yeni yılın başı ise 21 Mart'tır. Ancak Güneş Yılı ile Ay Yılı arasında 13 günlük bir fark bulunduğundan, 21 Mart tarihi, bazı topluluklarda Mart'ın 9'una, nadiren bazı topluluklarda 1 – 3 Nisan ve 21 Haziran'a tekâbül eden kutlamalara yol açmıştır.

Tabiat dinlerinin bu cins kutlamaları bünyesine alarak kutsallaştırdığı bilinmektedir. Hanefilik özelliği taşıyan, "Şamanlık" denilen Türklerin milli inanışında yer yer Türk destanlarının (Ergenekon, Göç, vb.), yer yer inanışların bünyesine karışmış olan "Yılın Başı" yahut "Yeni Gün", Türklerin Müslümanlığa geçişi sırasında farklı anlayışlarla İslâmîleştirilmeye çalışılmıştır. Bazı Türk topluluklarında Hz. Ali'nin doğumu, bazı Türk topluluklarında Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın evliliği, bazı Türk topluluklarında isme Hz. Hüseyin'in hilâfeti almak üzere arkadaşlarıyla hareket edip, Kerbela vakasıyla, bazılarının ise Hz. Hasan veya Hüseyin'in doğum tarihi olarak kabul ettikleri "Mart Dokuzu", destandan menkabeye, menkabeden efsaneye, efsaneden tevâtüre ve oradan da kültür tavrının görünüşü olmuştur.


Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa'ya yürümesiyle Macaristan'a ve Balkanlar'a ulaşmış, Milâttan sonra 800'den itibaren Hazar'ın güneyinden Anadolu'ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınışla birlikte yeni bir coğrafyada yaşatılmaya başlanmıştır. Hatta son yıllarda yapılan ve yeni bir kıta da, Amerika'da yaşayan Kızılderililer hakkında yapılan karşılaştırmalı halk bilimi çalışmalarına göre bu coğrafyada da Nevruz aynı ruhla kutlanmaktadır. Geçmişten gelen bu bayramın Müslüman Türkler arasında sadece gerekçesinin İslâmîleştirilmeye çalışıldığı görülmüştür. Takvimin başlangıcı kimilerince Hz. Nuh'a, Hz. Yunus'a, kimilerince Hz. Ali'ye bağlı yorumlara sığınılarak fakat hep Şamanlık kalıntısı ile sürdürülmüştür.

NATO GÜNÜ




NATO GÜNÜ

NATO

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü anlamına gelen North Athlantic Traty Organization olarak yazılan İngilizce aslındaki sözcüklerin kısaltılmış şeklidir. Uluslararasında sık kullanılan bu kısaltılmış biçim artık bir kısaltma olmaktan çıkmış, kendine özgün anlamı olan bir sözcük gibi kullanılmaya başlanmıştır.

Uluslararası bir kuruluştur. Birleşmiş Milletler Örgütü'ne üye bazı uluslar 1949 yılında kendi aralarında yeni bir birleşme ve dayanışma örgütü kurdular. Bu örgütü Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Fransa, İngiltere, İzlanda, Hollanda, Belçika, İtalya, Danimarka, Norveç ve Portekiz kurdu. Daha sonra NATO'ya 1952 yılında Türkiye, 1954 yılında Yunanistan, 1982 yılında da Batı Almanya ve ispanya katıldı. Bugün NATO'ya üye 16 ülke vardır.

Üye ülkeler tarafından savunma amacı ile kurulmuş olan bir örgüttür. Üye devletlerin birinin saldırıya uğraması durumunda öbürleri saldırgan ülkeye karşı işbirliği içinde savaşmayı kabul etmişlerdir. Üye devletler birbirlerini korur ve kollarlar. Bu amaçla işbirliği yaparlar. NATO'nun amacı; barış düzenini uluslararası güvenliği, sosyal gelişmeyi, üye ulusların özgürlüğünü korumak olarak özetlenebilir. NATO amacına ulaşmak için çalışmalarını belli bir düzen içinde yürütür.

NATO'nun çalışma organları ve görevleri şunlardır:

NATO Konseyi:  Üye ülkelerin sürekli temsilcilerinden ya da dışişleri bakanlarından oluşur. NATO Genel Sekreterinin başkanlık ettiği bu toplantılarda ekonomik, askeri, siyasal, kültürel konular görüşülür.

Sekreterya: Genel Sekreter ve yardımcılarından oluşur. Görevi NATO'nun günlük işlerini yürütmektir.
 
Askeri Komite: NATO'ya üye ülkelerin genel kurmay başkanlarından oluşur. Askeri Komite NATO Konseyine bağlıdır. Askeri bakımdan en yüksek kuruldur. Bu kurulda savunma sorunları görüşülür. Komite içinde Daimi Grup adı ile anılan üçlü bir grup vardır. Bu grup yürütme organı işlevini görür. Görevi NATO Komutanlarına gerektiğinde emir vermektir.

NATO'nun dört büyük komutanlığı vardır. Bunlar:

Avrupa Yüksek Komutanlığı,
Atlantik Yüksek Komutanlığı,
Manş Komitesi Komutanlığı,
Amerika, Kanada Bölgesi Komutanlığıdır.
Her yıl 4 Nisan, NATO Günü olarak üye ülkelerde kutlanır. NATO Gününde, NATO'nun kuruluşu, organları, amacı ve çalışmaları anlatılır.

NATO GÜNÜ - ŞİİRLER

NATO

İkinci Dünya Harbi
İnsanları korkuttu
Bunun için devletler
Yeni dostluklar kurdu.
 
Amacı savaş değil
Düşmandan korunmaktır.
Her türlü saldırıyı
Parçalayıp kırmaktır.
 
Bugünkü Savaşlarda
Bir devlet iş yapamaz
Büyük toprak kaybeder
Belki de yaşayamaz

Hasan ŞEN

NATO GÜNÜ - GÜZEL SÖZLER

Birlikten güç, güçten ise güven doğar.
Barışı korumanın en iyi yolu savaşa hazır olmaktır.

Güvensizlik başlayınca dostluk bozulur.

16 Ekim 2018 Salı

MÜZELER HAFTASI




18-24 Mayıs tarihleri arası Müzeler Haftası’dır. Müzeler Haftası'nda ülkemizin kültür varlıkları tanıtılır. Eski eserlerin korunması, gereği anlatılır. Müzelerimiz gezilerek milli kültür ve tarih bilgimiz zenginleştirilir. Hafta içinde açık oturumlar düzenlenir. Uzmanların konferans vermeleri sağlanır. Okullarda Tabiat Varlıkları ve Müzeler köşesi hazırlanır, bu köşede müzecilikle ilgili basında çıkan yazılar sergilenir.

Öğrencilerin müzecilikle ilgili yazıları burada değerlendirilir. Çevrede bulunan eski eser niteliğindeki belge ve kalıntılar bu köşede sergilenir.

Müze; sanat, bilim, tarih, kültürle ilgili eserlerin halka gösterilmek için toplanıp sergilendiği yerlerdir.
Eski eser; belge, anıt ve kalıntılardır. Eski eserler, bize, geçmiş yıllarda insanların düşünüş, inanç, yaşayış ve yetenekleri hakkında bilgi verirler. Geçmişi öğrenerek bugünü anlamamıza yardımcı olurlar.

 Eski eserlerin derlenip toplanması önce İngiltere’de başlamıştır. imparatorluğun değişik yerlerinden toplanan belgeler, kalıntılar, heykeller başkente getirilerek bugünkü müzenin ilk biçimi oluşturulmuştur. Daha sonra Avrupa'nın öteki ülkelerinde de benzer çabaların gösterildiğini görüyoruz.

Müzeler başlangıçta halka açık değildi. Müzelerden devlet yöneticileri ile bilginler yararlanıyordu. 1850 yılından sonra müzelerdeki eski eserler sergilenerek halkın ilgisine ve bilgisine sunuldu.

Yurdumuzda müze çalışmaları 1846 yılında Ahmet Fethi Paşa tarafından başlatıldı. İlk müze İstanbul’da Aya İrini Kilisesi'nde kuruldu. Daha sonra Osman Hamdi Bey zamanında yurdun çeşitli bölgelerinde özellikle Nemrut Dağı'nda eski Sayda kentinde yapılan arkeolojik kazılardan çıkan eserler İstanbul’a getirildi. Bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi kuruldu. Osman Hamdi Beyin ölümünden sonra bu göreve Halit Eldem atandı. Onun zamanında Türk İslam eserlerini içine alan «İslam Müzesi» kuruldu.

1924 yılında Topkapı Sarayı müze olarak hizmete açıldı. 1928 yılında Etnografya Müzesi tamamlanarak hizmete girdi. 1934 yılında Ayasofya müze olarak hizmete sunuldu. Bu arada Konya, Bursa, Manisa, İzmir, Kayseri, Afyon, Antalya, Edirne, Adana illerimizde müzeler açıldı. Açılan müzeler geliştirildi. Eski müzeler onarıldı.

Cumhuriyet döneminde bir yandan müzeler açılırken öte yandan da arkeolojik kazılar yapıldı. Roma Hamamı, Ahlatlıbel, Alacahöyük, Alişar, Boğazlıyan kazıları ilk milli arkeolojik kazılardır. Bu kazılardan çıkan eserler Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndedir.

Ülkemiz toprakları üstünde birçok uygarlıklar yaşanmıştır. Bu uygarlıkların kalıntıları, anıtları belgeleri müzelerimizde sergileniyor. Yurdumuzda bugün yüz yirmi yedi müzemiz vardır, bu müzelerde toplam iki milyonu aşan eski eser sergilenmektedir.

Yurdumuza gelen turistlerin büyük bir çoğunluğu bu müzelerimizi gezmektedir. Müzelerimizi zenginleştirmek için bulduğumuz eski eserleri müze yöneticilerine teslim etmeliyiz. Çevremizde izinsiz kazı yapılıyorsa durumu ilgili makamlara bildirmek bir yurttaşlık görevidir.

Yurdumuzun tarihi değerlerine eski eserleri koruyarak sahip çıkmalıyız. Bu onurlu bir yurttaşlık görevidir.

MÜZELERİMİZ

Aşağıda okuyacağınız yazıda müzeciliğimizin dünü ve bugünü özet olarak değerlendiriliyor.

Yüzyıldan fazla bir geçmişi olan Türk müzeciliği ilk zamanlar yalnız İstanbul’da ve belirli bir kesime seslenirken sonradan yurt düzeyine yayıl­mıştır. Bugün çağdaş batılı müzelerle boy ölçüşecek düzeye erişmiştir. Uzun bir süre camilerde, medreselerde, yıkık binalarda çeşitli zorluklarla müzeciliğimizi sürdüren Anadolu'nun müzecilerine bugün çok şey borçlu olduğu-muzu belirtmeliyiz.

Eski ve yıpranmış müzelerimizin yerine kültür birikiminin zengin olduğu il ve ilçelerde yapılan yeni modern müzelerimiz o kadar çoğalmıştır ki ülkemizi ziyaret eden yabancı turistler bile bu gelişmeyi şaşkınlıkla karşılamaktadırlar. Bu çoğalma Türkiye'de turizmin gelişmesine bağlanabilir.. Ya da kalkınma harekelerinin normal sonucu olarak kabul edilebilir.

Devletin bunca katkı ve ilgisine rağmen halkımızın müzelere olan ilgisi üzülerek belirtelim ki aynı oranda olmamıştır. Özellikle büyük müzelerimizde yerli ziyaretçi sayısı yabancılardan çok az olmuştur. Bunun nedenleri arasında on beş, yirmi yıl öncesine kadar özellikle Anadolu müzelerinin elverişsiz yapılarda ve tamamen bir depo görünümünde olmaları ve bu duru­mun insan üzerinde yarattığı kötü iz olabilir. Durum şimdi öyle değildir.

 Müzeler artık geçmişle aramızda kültür köprüsü kurulan eğitim yerleri olmuştur. Günümüzden yüzlerce yıl önce yaşamış insanların kültürleri, yaşa­yış biçimleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Müzeler yalnız geçmişteki kültür varlıklarının sergilendiği yer değil, aynı zamanda Etnografya, fen, doğa ve folklor müzelerinde yakın geçmişin sanat ve zekâ ürünlerinin ortaya konduğu yerlerdir.

Müzelerimizin görevlerinden biri kültürel varlıkları korumak ise diğeri eğitimdir.

Polonya’daki bir müzenin önündeki şu yazı müzenin önemini çok güzel açıklıyor «Geçmiş, gelecek içindir»

Sabahattin TÜRKOĞLU

MÜZELER HAFTASI - KONUŞMA

SEVGİLİ ARKADAŞLAR!

18-24 Mayıs tarihleri arası Müzeler Haftası’dır. Bu hafta süresince ülkemizin tarih ve kültür varlıkları tanıtılır. Müzeler gezilerek eski eserleri korumanın önemi anlatılır, milli kültür ve tarih bilgilerimiz zenginleştirilir.

Müzeler; sanat, bilim, tarih ve kültürle ilgili eserlerin sergilendiği yerlerdir. Geçmiş yıllarda yaşayan insanların düşünüş, inanç, yaşayış ve sanat anlayışlarını, bize bıraktıkları eserlerden öğreniriz. Geçmişi öğrenmek, bugünümüzü anlamamıza yardımcı olur.

Yurdumuzda ilk müze 1846 yılında Ahmet Fethi Paşa tarafından İstanbul’da Aya İrini Kilisesi’nde kuruldu. Bu yıllarda Osman Hamdi Bey tarafından İstanbul Arkeoloji Müzesi, Halit Eldem Bey tarafından da Türk ve İslam Eserleri Müzesi açılmıştır. Daha sonra ise 1924 yılında Topkapı Sarayı Müzesi, 1928 yılında Etnografya Müzesi, 1934 yılında Ayasofya Müzesi gibi önemli müzeler açılmıştır. Günümüzde ise hemen hemen bütün illerimizde müze bulunmaktadır. Müzelerimizi dolduran tarihi eserler yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmaktadır. Anadolu’muz dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Eski medeniyet kalıntılarının büyük çoğunluğu hala toprağın altında gün ışığına çıkarılmayı beklemektedir.

Yurdumuza gelen turistlerin büyük bölümü müzelerimizi gezmektedir. Müzelerin zenginleştirilmesi için bulduğumuz tarihi eserleri müzelere teslim etmeliyiz. İzinsiz kazı yapanlar devletimizin güvenlik birimlerine bildirilmelidir. Müzeleri bizim de mutlaka gezmemiz ve yaşadığımız topraklarda bizden önce yaşayan insanları tanımaya çalışmamız gerekir.
Sahip olduğumuz tarihi eserleri korumak ve sahip çıkmak bir yurttaşlık görevidir.

(Ev ve Sınıf Etkinlikleri Antolojisi Kitabı)

MÜZELER HAFTASI - ŞİİRLER

MÜZE

Tarih, sanat, kültürün
Hazinesidir müze.
En gerçek bilgileri
O verir hepimize.

Onunla aydınlanır,
En eski uygarlıklar;
Orada sergilenir
Çok değerli varlıklar.

Müzeleri gezmeyi
Hiç ihmal etmeyelim.
Bilgimize yepyeni
Bilgiler ekleyelim.

Antik eser bulursak,
Verelim müzelere;
Tarihi hazinemiz
Ün salsın ülkelere.

Tarihi eserleri
Özenle koruyalım.
Turisti çektiğini
Her an hatırlayalım.

Her turist yurdumuzun
Döviz, reklam kaynağı;
Onu hoşnut tutalım
Gezsin denizi, dağı.

Böylece hem tanınır,
Hem de gelir sağlarız.
Dünyayı ülkemize
Sevgilerle bağlarız.


Naim YILDIZ

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI




23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi'nin açılış günüdür. Her 23 Nisan günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı birlikte kutlarız.
Egemenlik yönetme yetkisidir. Ulusal egemenlik; yönetme yetkisinin ulusta olmasıdır. Osmanlı imparatorluğu döneminde egemenlik padişahta idi. Padişah ülkeyi dilediği gibi yönetirdi. İmparatorluğun son yıllarında padişahlar rahatlarını düşündüler. Yurt bakımsız kaldı.

Ülke sorunları yüzüstü bırakıldı. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başladı. Savaş 4 yıl sürdü. Bizimle birlikte olanlar savaşta yenildi. Savaş kurallarına göre biz de yenilmiş sayıldık. Yurdumuz İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, İtalyanlar tarafından paylaşıldı. Padişah ve yandaşları ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmadılar.

Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için İstanbul’dan Samsun'a 19 Mayıs 1919 günü geldi. Samsun'dan Amasya'ya, oradan Erzurum'a ve Sivas’a gitti. Sivas ve Erzurum'da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olduğuna inanıyordu. Bu inançla «Ulusu yine ulusun gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da ulusal egemenliktir» diyordu. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler - milletvekilleri - Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplandılar.

İlk Büyük Millet Meclisi'nin toplandığı yapı Ankara'da Ulus Alan'ından istasyona giden caddenin başındadır. Bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olan bu yapı tek katlıdır. O yıllar ülkemiz yokluk yoksulluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısınıyordu. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı. 

Ulusal Kurtuluş Savaşımızla ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde ulusumuz dünyaya Ulusal Kurtuluş Savaşı dersi verdi. Ezilen uluslara kurtuluş yolunu açtı. Bağımsızlık savaşının öncüsü olan kurtuluş savaşımız yeryüzünün öteki uluslarına örnek oldu.

23 Nisan 1920 ilk Büyük Millet Meclisi'mizin toplandığı gündür. 23 Nisan, ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bu gün Milli Egemenlik Bayramı'mızdır.

23 Nisan dünyada kutlanan ilk çocuk bayramıdır. Atatürk'ün Türk çocuklarına armağan ettiği bu bayram şenliklerine son yıllarda yabancı ulusların çocukları da katılmaya başlamıştır. Atatürk çocuklara çok değer verir, gezilerinde okullara uğrar, ders dinler, sorular sorardı. «Bugünün küçükleri yarının büyükleridir.» diyen Atatürk, yönetimin bayram süresince öğrencilere bırakılması geleneğini başlattı. 23 Nisan'da yönetim birimleri seçimle gelen kurullar bir süre çocuklara bırakılır. Bu güzel gelenek her yıl yinelenir. Her 23 Nisan'da yurdumuz bir bayram alanı olur. Çocuklar törenlerde konuşmalar yaparlar, şiirler okurlar. Gece fener alayları düzenlenir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı egemenliğin ulusta olduğu düşüncesinin kabul edildiği gündür. Çocuk bayramımızdır. Yarının büyükleri olan çocukların bayramıdır.

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI - YAŞANANLAR

23 NİSAN

23 Nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplanarak ulusun egemenliğini ilan etmişti. O heyecanlı günü yaşamış olan bir büyüğümüz şunları anlatıyor:

O gün, şimdiki Ulus Meydanında bir tabur piyade sıralanmıştı. Askerlerin arkasında da Ankaralılar toplanmıştı.

Saat on dörtte, birkaç yüz kişilik bir kafile, başlarında Mustafa Kemal olduğu halde Taşhan'a iniyordu. Bu bir avuç insan, yok edilmek istenen bir ulusu kurtarmak için birleşmişlerdi. Hepsinin ümidi de Mustafa Kemal'de idi.

Büyük Millet Meclisi olarak kullanılacak taş binanın pencerelerine ufak bayraklar asılmıştı. Binada başka bir olağanüstü durum göze çarpmıyordu. Sağdaki küçük kapıdan, önce Mustafa Kemal, mebuslar içeriye girdiler. Bir koridoru geçtikten sonra sağdaki salona girdiler. Salonda tahta bir kürsü tam kapının karşısına konmuştu. Oturmak için de okul sıraları dizilmişti. Salonu ısıtmak için bir soba kurulmuştu. Sobada eğri büğrü bir kaç boru yükseliyordu. Tavanda da bir gaz lambası sallanıyordu.

Herkes yerine oturunca, Sinop mebusu olan yaşlı bir zat başkanlık kürsüsüne geldi. Meclisi açtı. Onun bu sırada yaptığı konuşma heyecanla dinlendi.

Meclisin ertesi günkü toplantısında, Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesinden beri geçen olayları açıkladı. Bundan sonra Büyük Millet Meclisi'nin hak ve yetkilerini belirten bir teklifi Meclise sundu. Bunun kabul edilmesiyle Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kazandı. O günkü toplantıda Mustafa Kemal Birinci Başkan seçildi. Böylece Büyük Millet Meclisi Başkanı oldu.

DOĞANKARDEŞ  Dergisi'nden

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI - ŞİİRLER
  
ÇOCUK BAYRAMI

Gelin çocuklar gelin!
Bayramımız var bugün.
23 Nisan için,
Kuralım şenlik, düğün...
 
El ele tutuşarak,
Şarkılar söyleyelim,
Ellerimizde bayrak,
Sokak sokak gezelim.
 
Çocuklarıyız, yarının
Büyük insanlarıyız,
Üstünde bu vatanın
Hür, mesut ve kaygısız
Daima yaşayacağız.

Ali PÜSKÜLLÜOĞLU

BİZİM BAYRAMIMIZ

Bize gelen bizim bayram.
Yükseldi bak ünümüz,
Yirmi üç Nisan bizim
En şerefli günümüz.
 
Al bayrağı açalım,
Gel gidelim törene
Bin teşekkür bizlere,
Bu günleri verene.
 
Bizim için harcanan
Boşa gitmez bu emek
Çünkü her Türk çocuğu
Yirmi üç Nisan demek

İ. Hakkı SUNAT

23 NİSAN

Vatan tehlikedeydi; Atatürk karar verdi:
«Vatan kurtaracak yine millettir» dedi.
Ankara'da bir Meclis toplayıp kurmak için,
Günlerce, haftalarca, çalıştı, için için.
İşte bugün kuruldu Büyük Millet Meclisi,
Ankara'dan yükseldi Türk'ün gürleyen sesi.
Çocuklar! bayram yapın, sevinin ve haykırın,
Engel denen her şeyi gücünüzle siz kırın!
Çocuklar bilin ki siz koca bir cihansınız.
Vatanın her yerinden fışkıran volkansınız.
Doğan güneş sizindir yıldızla ay sizindir,
Artık vatan sizindir, artık saray sizindir.
Ey gül yüzlü çocuklar, gülün, koşun, ileri,
Hayatta durak yoktur; ya ileri ya geri.
Coşkun bir rüzgar gibi ufukları aşınız!
Göğsünüz kanasa da akmasın göz yaşınız!
Temiz olsun kalbiniz, çelik olsun kolunuz!...
Şen olsun bayramınız, aydın olsun yolunuz!...
Neşenizle bu yurdu aydınlatın her zaman,
Sizindir bu ünlü gün, ünlü 23 Nisan.

23 NİSAN

23 Nisan...
Yurdu koruyan,
Yarını kuran,
Sen ol çocuğum.
Eskiyi unut,
Yeni yolu tut,
Türklüğe umut,
Sen ol çocuğum.
Bizi kurtaran,
Öndere inan,
Sözünü tutan,
Sen ol çocuğum.
Küçüksün bugün,
Yarın büyürsün
Her işte üstün
Sen ol çocuğum.
Çalışıp öğren,
Her şeyi bilen
Yurduna güven
Sen ol çocuğum.

Hasan Ali YÜCEL

EGEMENLİK BAYRAMI

Egemen bir milletin,
Coştuğu bir gündür bu.
Yurduma hürriyetin,
Koştuğu bir gündür bu...
 
Başımızda Atatürk,
Ülkümüz yüce Türklük,
Milletimin en büyük,
Sevdiği bir gündür bu...
 
Bugünleri gösteren,
23 Nisan'ı veren,
Büyük Atam diyor ki:
«Türk, çalış öğün, güven...»

Ali PÜSKÜLLÜOĞLU

23 NİSAN

Biz dünyaya gelmeden
Her yeri düşman almış.
Atatürk düşmanları,
Yurdumuzdan çıkarmış
 
23 Nisan günü
Meclis kuruldu diye,
Büyük bayram verilmiş
Çocuklara hediye.
 
Gülelim eğlenelim
Kutlayalım bayramı
Verelim hep el ele
Yükseltelim vatanı.

Melahat UĞURKAN

HOŞ GELDİN 23 NİSAN

Günlerdir yolunu bekledik durduk.
Sen geleceksin diye çiçek açtı,
Bahçelerdeki bütün ağaçlar.

Leylekler yuvalarına döndü
Toprak ısındı, uyandı karıncalar.
Çoluk çocuk yollara döküldü.
 
Bugün sevinç içindeyiz hepimiz,
Bayraklarla süsleniyor balkonlar.
Caddelere taklar kuruluyor,
Bizim marşı çalıyor bandolar.
 
Nasıl sevinmeyelim geldiğine?
Okulda bayram, evde bayram,
Sokakta bayram...
 
Hoş geldin, 23 Nisan!
Sana gözlerimizden sevinç,
Bahçelerimizden bahar getirdik.

Bari hemen bitivermese bu yolculuk.
Seni kucaklamaya geliyor bugün,
Köyler, şehirler dolusu çocuk.

Ş. Enis REGÜ

TÜRK ÇOCUĞU DİYOR Kİ

Seneler kutlu bana,
Aylar umutlu bana.
Her an haykırıyorum :
Türk'üm ne mutlu bana.
 
Cesaretim candadır.
Şöhretim dört yandadır,
Benim bütün cevherim,
Nabzımdaki kandadır.
 
Tarihten eski yaşım,
Harpte eğilmez başım,
Toplar can yoldaşımdır,
Silahlar arkadaşım.

İzmir benim, Van benim
Şeref benim, şan benim,
Kars, Erzurum, Erzincan,
Konya Ardahan benim.
 
Yurda nasıl doyarım?
Uğruna can koyarım,
Ona, bir yan bakanın,
Gözlerini oyarım.
 
Türk, dünyada bir tektir,
Milletlere örnektir,
Türklüğün meşalesi
Asla sönmeyecektir.

Halil SOYUER

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI - KONUŞMA

SEVGİLİ ARKADAŞLAR

23 Nisan 1920, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gündür. Atatürk’ümüz 23 Nisan gününü, bayram yapalım diye biz çocuklara armağan etmiştir.

Meclisimiz, Kurtuluş Savaşı’nın en ateşli günlerinde açılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun içine düştüğü durumu, düşmanlarımızın yurdumuzu paylaşmak için topraklarımıza nasıl üşüştüklerini ve Atatürk’ün Samsun’a, Amasya’ya, Erzurum’a ve Sivas’a hangi zor şartlarda gittiğini hepiniz biliyorsunuz. Mustafa Kemal Atatürk, düşmanı topraklarımızdan, ancak savaşarak atacağımıza inanıyordu. Bu nedenle ülkemizin ileri gelenlerini bir meclis çatısı altında toplamak için var gücüyle çalıştı. 23 Nisan 1920 günü Atatürk’ün bunu başardığını görüyoruz. Padişah İstanbul’da milletin vekilleri ise Ankara’da idi. Artık padişahın hiçbir etkinliği kalmamıştı. Çünkü bu millet, kendi egemenliğini, bir daha tek adamlara kaptırmak niyetinde değildi. Bütün kararları meclis veriyor ve padişahı devreden çıkarıyordu. Sonunda Kurtuluş Savaşımız kazanılmış, Milli Egemenlik ise padişahın elinden alınıp, milletimize verilmişti.

Ulusal kelimesi Ulus’tan türemiştir. Ulus, aynı zamanda Millet kelimesinin de karşılığıdır. Aralarında dil, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insanlar topluluğuna ulus, ya da millet diyoruz. Egemenlik ise; hakim olma, yönetme gücünü elinde bulundurma anlamına gelir.

Öyleyse, Ulusal Egemenlik sözlerinden şunları anlayabiliriz: Ulusu meydana getiren insanların, yönetme yetkisini bütünüyle elinde bulundurmasıdır. Elbette ki, bir ulusu meydana getiren bütün fertlerin yönetici olması düşünülemez. Ulus, yani millet yetkisini vekilleri aracılığı ile kullanmaktadır. Kim bilir belki de, gelecekte milletimiz, kendisine vekil olmak için bizlere de yetki verebilir.

Bu büyük bayram, hepimize kutlu olsun!..

Ev ve Sınıf Etkinlikleri Antolojisi (Mehmet Vural)

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI - GÜZEL SÖZLER

 Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.
 Ulusal egemenlik, ulusun namusudur, onurudur, şerefidir.
 Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar yok olur.
 Özgürlüğün de, eşitliğin de adaletin de dayanağı ulusal egemenliktir.



Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)