bilgievlerim
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


21 Ekim 2018 Pazar

Canlıların Dünyasını Gezelim Tanıyalım


Canlılar Nasıl Sınıflandırılır ?

Çevremizde değişik özelliklere sahip pek çok canlı yaşar. Bu canlılar birbirinden farklı özellikler taşırlar. Kedi, köpek, civciv, balık gibi canlılar besleyebiliriz. Ayrıca karınca, sinek gibi hayvanlar da evimizde yaşayabilir. Bunların yanında saksıda yetiştirdiğimiz bitkiler de vardır. Evimizin dışında da pek çok canlı görürüz. Tarlalarda domates, fasulye, buğday gibi bitkileri yetiştiririz. Parklarda kavak, çam, söğüt ağaçlarını görebiliriz. Güvercin, serçe, tavuk, ördek yakın çevremizde görebildiğimiz sevimli hayvanlardır. Su kenarlarında ise kurbağalarla karşılaşabiliriz. Şimdiye kadar karşılaştığımız canlıların isimlerini alt alta yazalım. Meydana gelen listemiz ne kadar uzun oldu değil mi?
Bu listedeki canlıları tek tek inceleyebilir miyiz? Bu incelemeyi yapmak oldukça zordur. Şimdi de bunları benzer özelliklerine göre gruplandıralım. Bunu yaptıktan sonra listemizi tekrar inceleyelim. İşimiz kolaylaştı mı?  









Vücudu tüylerle kaplı, kanatları olan, omurgalı, yumurtayla çoğalabilen canlıları "kuş" adıyla incelemek daha kolay değil midir? Görüldüğü gibi canlıları benzer özelliklerine göre sınıflandırmak, onları incelememizi kolaylaştırır. Doğada milyonlarca canlı yaşar. Canlılar yaşadıkları bölgelere göre farklı özellikler gösterirler. Bu canlıları tek tek incelemek zordur. Bu nedenle bilim insanları canlıları belirli gruplar altında sınıflandırmışlardır. Bu sınıflandırma canlıların benzerlikleri ve farklılıkları gözetilerek yapılmıştır. Canlıların dış görünüşleri ve iç yapıları incelenmiştir. Benzer özellikler gösteren canlılar da aynı gruplar altında toplanmıştır. Bundan dolayı herhangi gruptaki bir canlıyı inceleyerek o grup hakkında bilgi edinebiliriz. İnceleme kolaylığı sağlamak amacıyla bilim insanları canlıları; hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve mikroskobik canlılar olmak üzere sınıflandırmışlardır. 




Bitkileri Sınıflandıralım

Bitkiler yeryüzündeki yaşamın temelini oluştururlar. Bu canlılar soluk alıp vermemiz için gerekli oksijeni üretirler. Bitkiler, insanların ve hayvanların en önemli besin kaynağıdır. Bu canlılar, karalardan denizlere hatta çöllere kadar geniş bir alana yayılmışlardır. Bununla birlikte hepsi farklı özellikler gösterirler. Bu farklılıkları hep birlikte bulalım
Çiçeksiz Bitkilere Örnekler Verelim
Bir başka çiçeksiz bitki de ciğer otudur.




Ciğer otları nemli toprak ve ağaçlar üzerinde yaşayan çiçeksiz bitkilerdendir. Yeşil renkli ve yassıdırlar. Eğrelti otu, atkuyruğu ve kibrit otları kara yosunlarına göre daha gelişmiştir. Bu bitkilerde kök, gövde ve yaprak gibi yapılar bulunur. Nehir ve göl kenarları gibi nemli yerlerde yaşarlar. Evlerinizde yetiştirdiğiniz aşk merdiveni isimli bitki de bir eğrelti otudur
Çiçekli Bir Bitkide Hangi Kısımlar Var ?

Kök 






Çiçekli bitkileri incelediğimizde, bitkinin toprak altında kalan bölümünde gördüğümüz yapıya kök deriz. Farklı şekil ve yapılarına rağmen kök, bitkide üç önemli görevi üstlenir.

Bu görevler şunlardır;
Bitkinin toprağa tutunmasını sağlar. Topraktaki suyu ve suda çözünmüş maddeleri alır.
Bazı bitkilerde besin depo eder. Kök topraktan aldığı su ve mineralleri bitkinin diğer kısımlarına nasıl taşır? 






Bitkilerin toprak üstünde bulunan kısımları da vardır, Bunlardan biri bitkinin gövdesidir. Kimi bitkilerin gövdeleri ince, yumuşak ve yeşildir. Bezelyenin, ayçiçeğinin, buğdayın ve yediğimiz sebzeleri gövdesi ots Gövdesini besin olarak kullandığımız bitkiler de vardır. Patates bunlardan birisidir. Gövdesinde besin biriktirir.
Kimi bitkilerin gövdesi ise oldukça sert ve kalındır. Genellikle yeşil renkli değillerdir. Çevremizde gördüğümüz ağaçlar odunsu gövdeye sahiptir.

Bitkilerde gövdenin işlevinin ne olduğunu birlikte öğrenelim.

Gövdenin bitkideki görevlerini şöyle sıralayabiliriz;
Suyu ve suda çözünmüş maddeleri köklerden yapraklara taşımak.
Yapraklarda üretilen besini bitkinin diğer bölümlerine iletmek.
Çiçeği, meyveyi ve yaprağı taşımak.
Bitkinin dik durmasını sağlamak. 



Yapraklar, bitkilerin besin ihtiyacını karşılar, Genellikle renkleri yeşildir. Yaprakların biçimleri birbirinden farklılık gösterir. Kaktüste yapraklar, gövde üzerindeki dikenlerdir, Böcek yiyen bitkinin yaprakları ise böcekleri yakalamak için kapan şeklinde gelişmiştir. Tüm bu çeşitliliğe rağmen yaprağın Besin yapmak (fotosentez)
Solunum yapmak (gaz alış verişi)
Terleme Yaprağın bu işlevlerinden terlemenin nasıl gerçekleştiğini birlikte inceleyelim. 


Bitkiler topraktan emdikleri suyun tamamını kullanmazlar. Fazla suyu yapraklardaki gözeneklerden dışarı atarlar. Bu olaya terleme adını veririz. Terleme hava sıcaklığının etkisiyle gerçekleşir. Bitkinin güneş ışığı alması terlemeyi hızlandırır.

Terleme olayı dışında yaprağın bir başka görevi de besin üretmektir. Yeşil bitkilerin yapraklarında bitkiye yeşil renk veren tanecikler bulunur. Bu taneciklerde, havadan alınan karbon dioksitle topraktan gelen su, güneş enerjisi yardımıyla birleştirilir. Böylece besin (basit şeker) oluşur. Bu işlem sonucunda bitkiler havaya oksijen verir.
Bütün canlılar gibi bitkiler de gece gündüz solunum yapar. Yapraklar solunum sırasında oksijen kullanarak dışarıya karbon dioksit verir.



Çiçek

Çiçeği oluşturan bölümleri birlikte inceleyelim.

Sınıfımıza bir gül getirelim. Gülün dış kısmındaki renkli yaprakları koparalım. Yapraklar güzel kokuyor mu? Parlak renkli ve güzel kokulu bu yapraklar çiçeğin taç yapraklarıdır. Şimdi de çiçek sapının üst kısmında yer alan yeşil renkli yapılarıinceleyelim. Taç yaprakların altındaki bu yapılar çiçeğin çanak yapraklarıdır. Çiçeğimizin ortasında yer alan çok sayıda ince, uzun yapıları gördünüz mü? Bu uzantılar çiçeğin erkek organıdır. Erkek organların uç kısımlarına dokunalım. Sarı bir toz görüyorsunuz değil mi? Elinize bulaşan bu sarı tozlara çiçek tozları deriz. Ayrıca erkek organların çevrelediği şişkin yapı da çiçeğin dişi organıdır. Gördüğümüz gibi bir çiçeği oluşturan dört ana kısım bulunmaktadır.


Bunlar;
çanak yaprak
taç yaprak
dişi üreme organı
erkek üreme organıdır.
  



Ağalar Saltanatı Dönemi



Osmanlı tarihinde daha çocuk yaştaki IV. Mehmet’in tahta çıkmasından Kösem Mahpeyker Sultan’ın öldürülmesine kadar geçen Osmanlı tarihinin 3 yıl, 26 günlük dönemi “Ağalar Saltanatı Dönemi” olarak anılır. Bu tanım gerçekten de 8 Ağustos 1648- 3 Eylül 1651 arasındaki bu devreyi karakterize etmektedir. Çünkü bu tarihler arasında Kösem Mahpeyker Büyük Valide Sultan saltanat naibesi olmakla birlikte, gerçek iktidar yeniçeri ağalarının elindedir. Bu yıllar Osmanlı tarihinin karanlık bir anarşi dönemidir. İktidarı ele geçiren yeniçeri ağaları bu dönemde olağanüstü zenginleşmiş ve devleti tam anlamıyla soymuşlardı.
Osmanlı padişahlarının 21.’si olarak 8 Ağustos 1648’de tahta oturan IV. Sultan Mehmet, daha henüz 6 yaşını 7 ay ve 8 gün geçmiş bir çocuktu. Öyle ki, korkmasın diye biat merasimi bile kısa kesilmiş ve Şeyhülislam Abdürrahim Efendi’nin işaretiyle, ricalden birçoğu biat edemeden huzurdan ayrılmak zorunda kalmıştı.  IV. Mehmet’in annesi Hatice Tarhan Sultan da 21 yaşlarındaydı ve devlet yönetiminde fazla nüfuzu yoktu. Buna karşın IV. Mehmet’in babaannesi ve Hatice Tarhan Sultan’ın baş rakibesi olan Kösem Mahpeyker Sultan’ın seçkin zümre içinde birçok destekçisi vardı. İktidarı hırsı olan ve politikayı seven Kösem Sultan Ocak Ağaları ile işbirliği yaparak imparatorluğun yönetimini eline aldı; “Büyük” Valide Sultan, yani çocuk hükümdarın babaannesi saltanat naibesi oldu. Kösem Sultan, vaktiyle büyük oğlu IV. Murat’ın çocukluğunda da aynı görevde bulunmuştu.
Tahttan indirilen Sultan İbrahim, Topkapı Sarayı’nın bir odasında feci şartlar içinde hapsedilmiş, bulunduğu odanın pencere ve kapıları örülmüştü. Hislerini ve fikirlerini saklamasını bilmeyen ve henüz 33 yaşında olan eski hükümdar yüksek sesle bağırıyor, feryat ediyor, yeni rejimin ileri gelenlerine sövüp sayıyor, dehşetli tehditlerde bulunuyordu. Söyledikleri odasının önünden geçenler tarafından duyuluyor ve derhal bütün İstanbul’a yayılıyordu. İstanbul halkı yeni yönetimden memnun değildi ve Sultan İbrahim’i tutuyordu.
Yeniçeri Ocağı dışında kalan askeri sınıflar da padişahın tahttan indirilmesinden ve yeniçeri ağalarının çocuk hükümdarın adına saltanat sürmesinden memnun değillerdi. Bilhassa sipahiler, memnuniyetsizliklerini açıktan açığa söylüyor, Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesi için bir neden olmadığını, daha yedi yaşına bile basmamış bir çocuğun padişah ve halife olamayacağını ileri sürüyorlardı. Sultan İbrahim’in hapisten çıkıp tekrar tahta geçtiği haberleri bilinmeyen kimseler tarafından yayılıyor ve bu haber karşısında İstanbul halkı sevincini açıkça belli ediyordu. İstanbul zenginlerini, armatörleri, tacirleri, hatta esnafı haraca kesmeye başlayan yeniçerilerin zorbalığından kurtulmak için İstanbullular, bütün umutlarını hapisteki padişaha bağlamışlardı.

Evlat Katili Kösem Sultan


Öyle bir an geldi ki, Kösem Sultan, Sultan İbrahim öldürülmediği takdirde halkın zorla onu hapisten çıkartıp tahta oturtacağını Sadrazam’a ve Şeyhülislam’a bildirdi. Kösem de, yeniçeri ağaları da böyle bir durumda kellelerini kaybedeceklerini biliyorlardı. İhtilalciler, bilhassa Karaçelebizade, Kösem’den memnun değillerdi; onun ihtirasından ve entrikalarından ürküyorlardı. Ancak onu bertaraf etmenin çaresi de yoktu. O zaman halkın nefretiyle baş başa kalırlar ve sonları yine aynı olurdu. Şimdi ise Sultan İbrahim yaşadığı sürece yaşamlarının bıçak sırtında olduğunu görmüşlerdi.
Saray askeri ile sipahilerin, Sultan İbrahim’in yeniden tahta geçirilmesi konusunda anlaştıkları ve Kösem Sultan’ın acele hareket edilmesi hakkındaki haberi üzerine Yeniçeri Ağaları, Sadrazam Koca Mehmet Paşa ile Şeyhülislam Abdürrahim Efendi’yi derhal harekete geçirdiler. Devletin bu en yüksek iki memuru, yanlarına meşhur cellat başı Kara Ali Ağa’yı alarak Saray’a geldiler. Sultan İbrahim bu sırada 32 yaşını 9 ay ve 3 gün geçmişti. Sultan İbrahim karşısındakilerin ne için geldiğini anlayınca dehşetli küfür etmeye ve Sadrazamla Şeyhülislamın nasıl adamlar olduklarını haykırmaya başladı. Padişahın heybetinden korkan ve padişah katillerinin asla yaşatılmadığını bilen Kara Ali Ağa, gözyaşı dökerek bu görevden kurtulmayı denedi. Ancak Sadrazam, elindeki asa ile Kara Ali Ağa’ya vura vura kemendi Sultan İbrahim’in boynuna geçirtebildi. Ağalar Saltanatı döneminin başlamasından yalnızca 10 gün sonra, 18 Ağustos 1648’de Sultan İbrahim celladın kemendiyle can verdi. Ayasofya Cami avlusuna, amcası Sultan Mustafa’nın yanına gömüldü. Ancak sorun bununla bitmedi. Ağabeyi II. Osman’ın şehadetinde olduğu gibi, bu olayda da padişahın kan davasını güdenler ortaya çıktı.
Olayı öğrenen sipahiler ve İstanbul halkı ayaklandılar ve “İbrahim Han’ın katillerini isteriz” parolasıyla yeniçerilerin karşısına çıktılar. Sipahilerin bu ayaklanması yeniçeriler tarafından oldukça kanlı biçimde bastırıldı. O zaman 7 yaşında olmasına rağmen IV. Sultan Mehmet, babasının öldürülmesiyle ilgili 70 kişinin adlarını bir deftere yazdırıp saklamış ve ileride bunları teker teker ortadan kaldırmıştır.
Yeniçeri ağalarının ortak diktatörlüğünün ne demek olduğunu bilenler, Sultan İbrahim’in katlinden sonra da yeni rejimi yıkmak için birçok girişimde bulundularsa da başarılı olamadılar. 28 Ekim’de Saray’ın içoğlanları ile sipahiler, Sultanahmet Meydanı’nda toplandılar. Sadrazamla Şeyhülislamın, padişah katilleri olmaları nedeniyle idam edilmelerini istediler. Bunun üzerine yeniçeriler, kanlı bir vuruşmadan sonra sipahilerle içoğlanlarını dağıttılar. Sultan İbrahim’in yakın adamları da ortadan kaldırıldı. Sultanahmet olayında yüzlerce ölü veren sipahilerde, artık yeniçerilere kafa tutacak ve onları dizginleyecek güç kalmamıştı. Sipahiler sindi ve yeniçeriler devletin yönetiminde büsbütün nüfuz kazandı. Bektaş Ağa, Muslihuddin Ağa, Kara Çavuş gibi yeniçeri ağaları devlet ve millet gelirleri arasında el atmadık şey bırakmadılar. Bütün memuriyetleri rüşvetle satıyorlardı. Birkaç ay içinde muazzam servetler edindiler ve padişahtan farksız bir yaşam sürmeye başladılar.
Ağalar Saltanatı döneminin iyice diktatörlüğe dönüşmesiyle Anadolu’daki Celali İsyanları yeniden alevlendi. Bilhassa Katırcıoğlu Mehmet ve Karahaydaroğlu Mehmet Beyler, Batı ve Orta Anadolu’nun büyük parçaları üzerinde nüfuz kazandılar. Bunlardan ikincisi daha sonra yakalandı ve 12 Kasım 1648’de İstanbul’a getirilerek asıldı. Bu ünlü Celaliyi yakalamayı başaran Isparta sancak beyi vekili Abaza Kara Hasan Ağa (ki sonradan o da Celali olacaktır), büyük şöhret kazandı. Katırcıoğlu Mehmet Bey ise bir süre affedildi ve Bursa’dan Girit’e gönderilerek devlet hizmetine girdi.
Seksenlik Koca Mehmet Paşa’nın sadareti, 21 Mayıs 1649’a kadar 9 ay, 15 gün sürdü. Malkara’ya sürüldü ve birkaç gün sonra orada boğuldu. Yeniçeri ağaları Sadrazamın diktatörlüğe sapmasını çekememişlerdi. Bunun üzerine ağaların içinden biri, yeniçeri ağası Kara Murat Paşa birden sadrazam oldu. Ocak zorbalarının en temiz ve en dirayetlisi oydu Değerli bir asker, sert, sözünü sakınmaz, nispeten doğru, icabında hileye başvurmasını bilen bir adamdı.
Ne var ki Murat Paşa da bu anarşi ortamını düzeltemedi. Yeniçeri ağaları, onu da tahakkümleri altına almak istediler. Murat Paşa olabildiği kadar direndi. Sonunda eski arkadaş ve yoldaşı Bektaş Ağa, başını kurtarmak istiyorsa iktidardan çekilmesi tehdidinde bulundu. Murat Paşa, Kösem Mahpeyker Sultan’a istifasını sundu. Arzusu üzerine Budin (Macaristan) beylerbeyi oldu. Böylece ilk sadareti, 1 yıl, 2 ay, 15 gün sürdü.
Murat Paşa,  kendisinin yerine Damat Melek Ahmet Paşa’nın sadarete getirilmesini önermişti.  Murat Paşa’nın aksine zayıf bir kişiliği olduğu için bu durum hem yeniçeri ağalarının işine, hem de küçük damadı olduğu için Kösem Sultan’ın işine geliyordu. Bu nedenle sadarete getirilmesine kimse karşı çıkmadı.
Sert karakterli Murat Paşa’dan sonra yumuşak karakterli Ahmet Paşa’nın anarşiyi ortadan kaldırması elbette beklenemezdi. Artık Osmanlı’da hak, hukuk ve adaletten eser kalmamıştı. Doğal olarak Damat Melek Ahmet Paşa’nın sadareti de ancak 1 yıl, 17 gün sürdü. 21 Ağustos 1651’de ayaklanan halk onu iktidardan aldı…

Ağalar Saltanatı Döneminin Sonu

Aslında bir ayaklanmanın yaklaştığı fakat bu defa Kapıkulu Ocakları’ndan değil, İstanbul halkından geleceği seziliyordu. Ağalar Saltanatı’nı sona erdirmek ve soyulmaktan kurtulmak için bilhassa ticaretle uğraşan İstanbullular, uzun zamandan beri fırsat bekliyorlardı. Sadrazam’ın Ocak Ağaları’na uyarak Hazine’nin açığını kapatmak için gümüş miktarı gayet az akçalar kestirip bunları piyasadaki altın parayla değiştirmek istemesi bardağı taşıran son damla oldu. İflasa gittiklerini anlayan tacirler, armatörler, hatta küçük esnaf ayaklandı. Şeyhülislâm olarak muradına eren Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’yi de zorla yanlarına alarak Saray’a giden on binlerce İstanbullu, sadrazamın azlini istedi. Çaresiz kalan Kösem Sultan, damadını azlederek Abaza Siyavuş Paşa’yı sadarete getirdi.
Gerçekte ayaklanma yeniçeri ağalarına karşı yapılmıştı. Fakat İstanbul halkının ertesi gün daha kalabalık bir şekilde Sultanahmet’te toplanacağını öğrenen yeniçeriler, geceden bütün önlemleri alarak yolları kestiler. Halk toplanamadı. Bu önlem, Ağalar Saltanatı döneminin ancak 13 gün daha uzamasını sağlayabildi.
Melek Ahmet Paşa’yı deviren halk ayaklanmasından sonra yeniçeri ağaları sonlarının yaklaşmakta olduğunu hissettiler. Onlara bağlı olan Kösem Sultan da telaşa düşmüştü. Saray’da bile herkes Kösem’e karşı cephe almış, Hatice Tarhan Sultan’ın etrafında toplanmaya başlamıştı. Bu sıralarda Kösem Sultan 56, gelini Tarhan Sultan ancak 24 yaşındaydı. IV. Mehmet henüz 10 yaşını bitirmemişti. Kösem Sultan, oğlu Sultan İbrahim’den sonra torunu IV. Mehmet’i de ortadan kaldırmak, bu sayede Tarhan Sultan’ı bertaraf etmek, diğer torunu Veliaht Şehzade Süleyman’ı tahta oturtup onun namına saltanat naibeliğini sürdürmek gibi pek hain düşünceler içindeydi. Şurası kesinki, Osmanlı tarihinde hiçbir ana, oğluna Kösem’in yaptığı gibi ihanet etmemişti.
Ne var ki IV. Mehmet’i öldürmek o kadar kolay değildi. Kösem Sultan zaten kendi öz oğlu Sultan İbrahim’in öldürülmesinde rol alarak halkın gözünde evlat katili durumuna düşmüştü. Şimdi ise torununu cellatlara öldürtürse halkın üzerindeki otoritesini tamamen yitirebilirdi. O halde başka bir yol düşünmeliydi. Örneğin hazırlanacak zehirli bir şerbeti torununa içirmek gibi…
Ancak pek haince olan ve devletin bünyesini esaslı bir şekilde kemirebilecek nitelikteki bu son entrikasını yaşama geçirmeye fırsat bulamadı. Kösem’in dairesinde bulunan ve Tarhan Sultan tarafından elde edilen Meleki Hatun, Büyük Valide’nin niyetini gelinine bildirdi. Tarhan Sultan da Saray’ın en büyük amiri olan Darüssaade Ağası’nı durumdan haberdar etti. Uzun Süleyman Ağa, zaman yitirmeden adamlarını silahlandırdı ve çocuk padişahı suikasttan korumak için en kestirme yolu, Kösem Sultan’ı ortadan kaldırmayı tercih etti.
Bir dolabın içine saklanarak kurtulmaya çalışan Kösem Sultan, 2 Eylül’ü 3 Eylül’e bağlayan gece, Topkapı Sarayı’nda 40 yıldan beri oturduğu muhteşem dairesinde bir perde ipiyle alelacele boğuldu. Öylesine direnmişti ki, öldürülene kadar Harem’in her tarafı kan içinde kalmıştı. Kösem Sultan, Harem’de öldürülen ilk Valide Sultan’dı.
Kösem Sultan’ın öldürülmesinden sonra Tarhan Sultan saltanat naibesi oldu. Tarhan Sultan da Hürrem Sultan gibi Ukraynalı yani Slav’dır. Ancak Hürrem, Kösem ve İtalyan (Venedikli) asıllı Safiye Sultanlar gibi tarihe menfi şekilde değil, müspet şekilde geçmiştir. Devletin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan 24 yaşındaki bu genç kadın, anarşiye son vermek için bitmek tükenmek bilmez bir enerjiyle harekete geçmiş, şahsen siyasi nüfuz edinmeyi hiç düşünmemiş, Köprülü Mehmet Paşa gibi dirayetli bir devlet adamını bulunca da naibelik sıfatını da bırakmıştır. Bu akıllı, merhametli, hayırsever kadın, Osmanlı tarihinin en genç valide sultanıdır.
Ertesi sabah, 3 Eylül 1651 günü, Kösem namına saltanat süren yeniçeri ağaları, Kösem Sultan’ın katlini öğrenince dehşete düştüler. Sadrazam Siyavuş Paşa, yeni Saltanat Naibesi’nin davetiyle Saray’a geldi ve yeniçeri ağalarını ortadan kaldırmak için yardımcı olacağının sözünü verdi. Şeyhülislam Karaçelebizade Abdülaziz Efendi, o derecede ihtirasla yapıştığı makamından azledilerek Bursa’ya sürüldü. Son yıllarını, değerli eserlerini tamamlamak suretiyle Bursa’da geçirdi ve oraya gömüldü. Zorbalar, halkın bütün kudretiyle Saray’ı desteklemesi, çıkarılan Sancak-ı Şerif altında Sultanahmet Meydanı’nda toplanması ve Topçu Ocağı askerlerinin de bunlara katılması üzerine karşı koymayı akıllarına bile getiremeyerek dağıldılar. Her gün birkaçı yakalandı ve tam 38 ağa idam edildi. Silahtar Eğinli Mustafa Paşa, ağaların ortadan kaldırılması konusunda büyük hizmet gördü. Ağalar Saltanatı denen uğursuz dönem sona erdi. Ancak bu adamlar devlet düzenini o şekilde bozmuşlardı ki, Köprülü iktidara gelinceye kadar daha yıllarca anarşi sürüp gitti. Sadrazam üstüne sadrazam değiştiren Tarhan Sultan, Köprülü’ye kadar devletin büyük derdine çare bulamadı.

20 Ekim 2018 Cumartesi

EKOSİSTEM, EKOSİSTEMLERİN ÖZELLİKLERİ, MADDE DÖNGÜLERİ VE ENERJİ AKIŞI



Canlılarla (hayvanlar,bitkiler,mikroorganizmalar) içinde bulundukları maddi ortamı birleştiren fonksiyonel (işlevsel) bütündür.

Yeryüzünde canlı yaratıkların tümü, biyosfer denilen ince bir kabukta yaşar. Biyosferin belirgin özelliği onu oluşturan hayvan ve bitki türlerinin çok çeşitliliği ve yapısındaki düzensizliktir. Bu düzensizlik, canlı yaratıklarla fizik ortam öğelerinin eşitsizlik eşitsiz dağılımında açıkça görülür

Ama bu çeşitliliğe karşın, canlıların biyosferdeki yerleşimi bir kargaşa şeklinde değildir. 1935 yılında ingiliz botanikçisi Arthur C. Tansley’in ekosistem adına verdiği birimler halindedir.

Belirli bir ortamda yaşayan canlıların tümüne biyosenoz, bunların barındıkları ortama da biyotop denir. Ekosistem bu ikisinin ilişkisi ortak tanımlanabilir Biyotop + Biyosentez = Ekosistem

A. EKOSİSTEMDE YAŞAYAN CANLILARIN İŞLEVLERİ

a. Ekolojik Piramit

Bütün ekosistemi özetlemek için ekolojik pramid yararlı bir yoldur. Piramit yaşayan canlıların enerjilerini nasıl elde ettiklerine göre yukarıdan aşağıya (yaklaşık olarak yediklerine göre) bir listedir. Piramid‘in her bir tabakasının (bölümden bölüme) genişliği yaşayan canlıların (bireyin sayısını, türün sayısını değil) nasıl çoğaldığını göstermektedir.



Ekosistemi oluşturan öğeler, başlıca dört gurupta toplanır.

1-Cansız varlıklar. (inorganik ve organik maddeler)
2-Primer üreticiler. (yeşil bitkiler)
3-Tüketiciler (bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler)
4-Ayrıştıcılar (bakteri ve mantarlar)

b. Üreticiler – Tüketiciler – Ayrıştırıcılar .

Üreticiler, klorofil içeren yeşil yapraklı bitkilerdir. Bu klorofil ile havada ki CO2‘i ve su‘dan (şekerler) karbonhidratlar yapmak için ihtiyaçları olan güneşin enerjisini tutarlar. Bu üretim sürecine fotosentez denir. Bitkiler büyüme ve tüm diğer gelişme süreçleri için karbonhidrat temin eder. Bitkiler dışında yaşayan canlılardan hiç birinin gıdasını üretememesi önemli bir noktadır. Bu nedenle onlara üreticiler denir.

Tüketiciler, direk veya indirek üreticilerin ürettiklerini (karbonhidratla) yiyerek yaşayan hayvanlardır. Tüketiciler daha fazla gruplara bölünebilirler: Birinci tür, ikinci tür, üçüncü tür vb. Birinci tür otçul hayvanları (bitki yiyenler) kapsar. İkinci tür et obur hayvanlardır, örümcekler, kurbağalar gibi, parazit (alsak böcekler) ki birinci türün tüketicilerini yerler. Üçüncü tür, yılanlar gibi et obur hayvanlardır ki ikinci türün tüketicilerini yerler. Tüketiciler grubunun son halkasını örneğin; kaplanlar kartallar veya insanlar oluşturur, yüksek tüketici sınıfı adını alırlar.

  

c. Ekosistemlerin Belirgin Özelikleri

Bir ekosistem biyosferin, bir bölümü ya da parçasıdır ; büyüklüğü ya da genişliği çok değişik olabilir. Bir su birikintisi, bir buğday tarlası birer ekosistemdir. Fakat kurumuş bir Ağaç kütüğü gibi son derece belirgin ve dar sınırlı öğeler de birer ekosistem parçası sayılabilir. Ama kısıtlı ekosistemelerin genellikle zaman içinde sınırlı bir yaşamı vardır. Bu yüzden bunlar birer ekosistem parçası sayılır, sinüzi adıyla anılır. Bunun tam tersine Afrika savanaları ya da Avrupa’nın geniş yapraklı ormanları gibi, kimi ekosistemler çok geniş bölgeleri kaplar. İklimin denetimi altında bulunan kutuplardan ekvatora kadar az çok paralel bölgelere yayılan bu öğeler deformasyon (oluşum) veya biyom adıyla anılır. Bunlar, bir genel görünümün kendine özgü bir direy (fauna) ve bitey (flora) içeren karakteristik ana öğeleridir.

Boyutları ne olursa olsun, bir ekosistemin sınırları az çok belirgindir. Çoğunlukla birbirine komşu ekosistem arasında bir geçiş bölgesi (ekoton) vardır. Geçiş bölgesi, bir ormanın kıyı çizgisi gibi veya ekvator ormanından savanalara geçişte olduğu gibi yaygın bir bölge olabilir. Ekotonların belirgin özelliği, kendine özgü iklimi ve daha zengin direyidir. Bunun için, kıyı kuşu türlerinin sayısı kara ve açık deniz kuşlarınınkinden fazladır. (Çünkü kıyı kesimi, anakara ile Okyanus arasında bir ekoton oluşturur.)
Ekosistemlerin sınırlarının belirlenmesi, özellikle hayvan sayısı gözönünde bulundurulacak olursa, hiç de kolay değildir

Bu konuda birçok örnekleme ve istatistik verilerini değerlendirme yöntemleri bulunmuştur. Bu bakımdan, belli başlı hayvan türlerinin bolluğunu, dağılımını, yıllık çevrimlerini, sayılarının azalıp çoğalmasını, metabolizmalarını bilmek gerekir. Bu veriler ya yerinde ya da yetiştirme yoluyla elde edilebilir. Bu birinci aşama tamamlandıktan sonradır ki, ekosistemleri yapısını ve işleyişini incelemeye başlamak mümkün olabilir.


B. BESLENME İLİŞKİLERİ

Dünyamızdaki bütün canlılar beslenme bakımından ototrof ve heterotrof olarak iki grupta toplanabilir.

İnorganik maddelerden organik besin yapanlara, ototrof (üretici) denir. Bunu yapamayıp da hazır organik besin kullananlara da heterotrof (tüketici) denir.

1. Ototrof Canlılar

Fotosentez yapanlar (Fotoototroflar) ve kemosentez yapanlar (Kemoototroflar) olarak iki grupta toplanabilir.

a. Fotosentez Yapanlar : Yeşil bitkiler, bazı bakteriler, mavi-yeşil alg'ler ve bazı tek hücreliler tarafından klorofillerde gerçekleştirilir.

b. Kemosentez Yapanlar : Işık enerjisi kullanılmaz. Sadece bazı bakteri türleri tarafından gerçekleştirilir. Klorofil ve kloroplastları yoktur. Kimyasal enerjiyi kullanarak CO2 ve H2O yu birleştirerek organik besin yaparlar.


2. Heterotrof Canlılar

Organik besinlerini hazır olarak alan canlılardır. Besinleri alma biçimine göre üçe ayrılır.

a. Holozoik Yaşam : Besinlerini daha çok katı ve büyük parçalar halinde alan canlılardır.

Etçiller (Karnivorlar) : Daha çok hayvansal besinlerle beslenirler. Aslan, kedi, kurt bu gruba örnek verilebilir.

Otçullar (Herbivorlar) : Daha çok bitkisel kaynaklı besinlerle beslenirler. Keçi, Koyun, İnek, Kaplumbağa, Kirpi bu gruba örnek verilebilir. Bu hayvanların diş yapıları ve sindirim sistemleri selülozu sindirecek şekilde özelleşmiştir.

Etçil ve Otçullar (Omnivorlar) : Hem bitkisel hemde hayvansal kaynaklı besinlerle beslenirler. İnsan, bazı balıklar, bazı kuşlar bu gruba girer. Dişleri hem parçalayıcı, hem kesici olarak bulunur.

b. Simbiyoz (Birlikte) Yaşam: Bu gruptaki canlılar birbirleri üzerinde veya içinde yaşarlar. Bazı birlikler zararlı, bazıları faydalıdır.

Kommensalizm: Zararsız bir birliktir. Beraber yaşayan canlılardan biri fayda elde ederken diğerinin faydası veya zararı yoktur. İnsanların ağız ve bağırsak bölgelerinde yaşayan bazı bakteriler bu şekildedir.

Köpek balıkları ile onların karın bölgelerine tutunarak yaşayan Echeneis balıkları da buna örnektir. Bu balıklar köpek balığının parçaladığı besinleri kullanırken köpek balığına fayda veya zarar vermezler.

Mutualizm: Karşılıklı fayda esasına dayalı bir yaşam birliğidir.

Likenler mantarlarla, alglerin (su yosunları) oluşturduğu bir mutualist yaşam örneğidir. Mantar, su yosununa CO2 ve H2O verirken, bunun karşılığında O2 ve besin alır.

Parazitlik : Beraber yaşayan iki canlıdan biri fayda görür. Bu esnada faydalandığı canlıya zarar verir. Bu yüzden bu birliklere zararlı birlikler denir. İki canlı ayrılacak olursa, fayda gören bu faydayı kaybettiği için yaşamını yitirebilir.


Parazitlik Çeşitleri:

Parazitler canlının dış kısmına yerleşmişse bunlara ektoparazit (dış parazit) denir. Bunların sindirim sistemleri vardır. Örneğin, keneler, bitler, pireler v.b.

Parazitler canlının iç kısmına yerleşmişse bunlara Endoparazit (İç parazit) denir. Bunların sindirim sistemleri yoktur. Örneğin, plazmodyum mikrobu, bağırsak kurtları, tenyalar v.b.

Parazitler canlı bir hücre olmadan hiç bir canlılık özelliği göstermiyorsa bunlara mecburi parazit denir. Örneğin, virüsler

Bazı bitkiler fotosentez yapabildikleri halde, kök sistemleri gelişmediği için su ve mineral madde ihtiyaçlarını emeç adı verilen kökleriyle üzerinde yaşadıkları bitkinin odun borularından (ksilem) alırlar. Bunlara yarı parazit bitkiler denir. Örneğin, ökse otu.

Bazı bitkiler fotosentez yapamadıkları için bütün ihtiyaçlarını üzerinde yaşadıkları bitkiden karşılarlar. Bunlara tam parazit bitkiler denir. Örneğin, küsküt otu.

c. Saprofit (Çürükçül) Yaşam : Bu gruptaki canlılarda sindirim sistemi tam gelişmemiştir. Bu yüzden besinlerini bulundukları ortamlardan “yarı sindirilmiş sıvılar” olarak alırlar. Bazıları salgıladıkları enzimlerle hem kendi besinlerini kısmen sindirmiş olurlar, hem de organik artıkları parçalayarak ölmüş bitki ve hayvan artıklarını ortadan kaldırırlar. Bu sayede tabiattaki madde devri'ne önemli katkıda bulunmuş olurlar.


3. Hem Ototrof, Hem Heterotrof Olanlar

Bu gruptaki canlılara en güzel örnek böcekçil bitkilerdir. Böcekçil bitkiler azotça fakir topraklarda yaşamakta olup, topraktan alamadıkları azotu böcekleri yakalayarak onların proteinlerinden karşılarlar. Bu yönleriyle besini hazır aldıkları için heterotrofturlar. Böceği yakaladıktan sonra sindirim enzimlerini dış ortama salgılayarak, yakaladıkları böceği sindirir. Sonra onun amino asitlerini hücre içine alırlar.

Böcekçil bitkiler aynı zamanda fotosentez yaparak nişasta ve diğer karbonhidratlarını kendileri üretirler. Bu yönleriyle ise besin ürettikleri için ototrofturlar.


C. EKOLOJİK KAVRAMLAR

Ekoloji; organizmalar ve onların çevresiyle olan ilişkilerini inceleyen biyoloji dalıdır.

Biyosfer (Ekosfer) : Okyanusların 1000 metre derinliğine kadar ve deniz seviyesinden 6 bin m yüksekliğe kadar uzanan, canlıların yaşayabildiği alandır. Kısaca hava, toprak ve sulardan oluşan canlı küredir.

Ekosistemlerin kesişme noktaları birden fazla iklime ait özellikler gösterir. Normal bir ekosistemden daha çok tür çeşidi barındıran bu geçiş bölgelerine ekoton denir. Bir bölgede yaşayan hayvanların tamamına fauna, bitkilerin tamamına da flora denir. Canlıların üzerinde yaşadığı ve hayatın devamı için gerekli kaynakları içeren büyük bölgelere biyotop denir.

Biyosferdeki yaşama birlikleri, Komünite'ler ve Ekosistemler'dir. Belli bir alanda yaşayan bütün populasyonlar komüniteyi oluşturur. Bu populasyonlar cansız ortamla (fiziki çevreyle) beraber ekosistemleri meydana getirir.

Yaşama birlikleri kara ve su ekosistemleri olmak üzere ikiye ayrılır. Komünite'deki bazı türler fert sayıları ve faaliyetleri bakımından daha belirgindirler.

Böyle türlere baskın türler denir. Karalarda ışığı seven bitkiler en baskın türlerdir. Bu baskın türlerden dolayı, çam ormanı, ardıç ormanı gibi isimlendirmeler yapılır. Su ekosisteminde ise belirli baskın tür yoktur.

Baskın türler çevre şartlarının etkisiyle yerini başka türlere bırakabilir. Buna da süksesyon denir.



D. EKOSİSTEMLER

Ekosistem'ler tabiattaki olayların meydana geldiği küçültülmüş birer model'dirler.

Bir yaşama birliği olan ekosistemde üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar olmak üzere üç canlı grubu bulunmalıdır. Üreticileri, fotosentetik ve kemosentetik canlılar oluşturur. Tüketicileri ise en çok etçil ve otçullar oluşturur. Ayrıştırıcılar ise saprofit bakteri ve mantarlardan meydana gelir.

Ekosistemlerde bir besin ve enerji zinciri olup, bunun ana kaynağı güneştir. Enerji ve maddelerin devirli olarak kullanılması ekosistemlerin en önemli görevidir.

Ekosistem'de ototrofların gerçekleştirdiği en önemli olay fotosentez, heterotrofların solunum ve saprofitlerin gerçekleştirdiği en önemli olay ise organik artıkların çürütülmesidir.


E. MADDE DÖNGÜLERİ

Yaşama birliklerinde ve onun büyütülmüşü olan tabiatta canlılığın aksamadan devam edebilmesi için bazı önemli maddelerin, kullanılan kadar da üretilmesi gerekmektedir. Buna madde devri denir.

Doğadaki karbonun canlı gruplarında ve cansız ortamda izlediği yolu yukarıdaki şekilden takip edebilirsiniz.

Azot bütün canlılar için çok önemlidir. Enzim, DNA, RNA, yapısal protein, ATP, vitamin gibi birçok hayatsal molekül azot içerir.

Her canlının, organik veya inorganik olarak azotu temin etmesi yukarıda gösterilmiştir.

Bütün canlılar için su vazgeçilmez bir sıvıdır. Hem canlılarda, hemde fiziksel şartlarla döngüsünü tamamlar.


Canlıların yeryüzüne dağılışını etkileyen faktörler:

1-Fiziki Faktörler

2-Biyolojik Faktörler

3-Paleocoğrafya’ dır

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)