bilgievlerim: İran İslam Devrimi Kakkında Bilmedikleriniz
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


24 Ocak 2019 Perşembe

İran İslam Devrimi Kakkında Bilmedikleriniz











Orta doğunun hem kültürel hem de jeopolitik önem itibari ile en kritik ülkelerinden birisi olan İran’daki 1979 İslam Devrimi’ni; İran tarihinden başlayarak incelemek daha doğru olacaktır.

Bundan 2500 yıl öncesinde bölgedeki önemli güç olan Persler, Akamanış Hanedanı'nın kurucusu Büyük Kirüs zamanında oldukça parlak yıllar yaşıyorlardı. Buna bir de Büyük Kiros’un MÖ 539 yılında, Babillileri yenmesi eklenince Persler giderek devleşiyordu. 





Bu da yetmiyor Büyük Kiros'un Babil halkı için "adalet, merhamet ve yüce gönüllülük ile muamele etmeye kararlı" olarak sunduğu anıt yazısı tarihe damgasını vuruyordu. Sebebi ise bu anıt yazının günümüzün en eski ‘insan hakları sözleşmesi’ olarak kabul görmesiydi.





Büyük Kiros (Günümüzdeki İran halkı; insanlığa, bilime ve edebiyata nice katkılar sağlayan Büyük Kirus’un bu denli büyük bir İmparatorluğu’nun varisleri olarak tanınmaktansa sadece medeniyet çatışması yaşayan ve petrol zengini bir ülke halkı olarak görülmekten oldukça rahatsızdır.)
Fakat dünya Sultan Süleyman’a kalmadığı gibi Büyük Kiros’a da kalmadı ve bölge işgallere doyamadı.
Bunlar işin devlet boyutlarıydı. Asıl önemli konu ise tarihten beri süre gelen insanın maneviyatı yani özündeki din duygusuydu. Persler zamanında bölgeye Zerdüştlük hakim olmuştu,  hatta Persler Zerdüştlüğü resmi din olarak kabul etmişti. Fakat Zerdüştlükten sonra da Emevilerle öncülüğünde M.S. 630'larda gerçekleşen Müslüman Arap akınları ile birlikte bölge İslam dini ile bütünleşmeye başladı.
Petrol:
İran geçen 20. Yüzyıla kadar birçok devletin egemenliğinde olmuştur. Fakat asıl hedef haline gelmesi ise petrolün keşfi ile oluşmuştur. Özellikle sanayi devrimiyle beraber emperyalizm sistemi baş göstermiş, ülkelerin doğal rezervleri oldukça önemli bir konu haline gelmişti. Bununla beraber de tarih sahnesinde ‘great game’ya da ‘büyük oyun’ olarak anılan strateji oynanmaya başlandı.
Başta İngiltere (Büyük Britanya) ve Çarlık Rusya’sı olmakla beraber, Almanya ve Fransa arasında Osmanlı İmparatorluğu topraklarını, Orta Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin topraklarını elde etme çabası başladı. Bunu da sanayi devrimine bağlayacak olursak değerli topraklara sahip olan Ortadoğu emperyalist güçlerin en sevdiği pastası oluverdi. Bu pastanın bütün dilimlerinde pay sahibi olmak isteyen devletlerce Ortadoğu’nun bitmek bilmeyen çilesi başlatılmış oluyordu.
Peki, bu durum İran’ını yani dönemin Kaçar Hanedanı’nı nasıl etkiledi? 20. Yüzyılın başlarında zaten bir otorite boşluğu ve yönetimsel sıkıntıları olan kaçar hanedanında kırsal bölgelerde hala feodal bir yapı hüküm sürerken kentlerde ise küçük ama tehlikeli burjuvazi havası vardı.  Bu grubun içinde mollalar, ulemalar ve çarşı esnafı olarak adlandırılan gruplar kendi içlerinde bir anda örgütlenip tehlike yaratabiliyorlardı.
Ortadoğu’da kıymetli topraklara sahip olan fakat yönetim yapısı oldukça istikrarsız olan Kaçar Hanedanı’nda yanı İran’da büyük oyunun oyuncuları teker teker devreye girmeye başladı. Ülkede petrol rezervlerinin olduğu 1900’lerin başında öğrenilince ülke, isyandan geçilmez oldu.
20. yüzyılın başlarında Kaçar hanedanındaki yönetim boşluğu, yabancı ülkelere tanınan imtiyazlar,  ülkede petrolün bulunması, Rusların bölge topraklarına göz dikmesi, ülkedeki feodalizme benzer yapı derken İngilizlerin petrol sevdalısı desteğiyle 1906 yılında İran'da meşrutiyet ilan edildi. 
İlan edilen bu meşrutiyetle beraber İran birdenbire liberal, zamanının örneklerine göre çok ileride bir anayasaya sahip oldu. Devrim niteliğinde olan bu meşrutiyetle İran ilk anayasasını ve ulusal parlamentosunu ortaya çıkardı. Hatta bu anayasa o kadar fazla kapsamlıydı ki ülke sınırları içerisinde yaşayan etnik gruplardan Hristiyanlar, Zerdüştler ve Yahudiler bile resmi olarak tanınmışlardı.
Bu meşrutiyetin ilanıyla Nasıreddin Şah ve akabindeki Muzaffereddin Şah Kaçar Hanedanlığı üyelerinin sahip olduğu ülke artık yoktu. Hiç bir meşrutiyetin kolay olmadığı gibi bu meşrutiyet de kolay olmadı ve 1911 yılına kadar Muzaffereddin Şah Kaçar meşrutiyetini kabullenemedi, kaldırmak istedi yapamadı, Rusların desteğini alarak hatta ve hatta Kuzey İran’ı Rusya’ya vererek direndi fakat yine de bu harekete engel olamadı ve çareyi Rusya’ya kaçmakta buldu.
İngiltere Yönetime El Atıyor:
1911’den 1920’lere kadar I. Dünya savaşının etkisiyle Kaçar hanedanı zor dönemler geçiriyordu. 140 yıldır ülkeyi yöneten Kaçar hanedanı Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ve Rus askerlerinin işgal hareketlerini takiben iyice zayıflamış; ulema ve ordu saflarında yönetimde değişim istekleri ve içten içe dış kuvvetli ayaklanmalar kendisini göstermeye başlamıştı. Ülkede bu değişim beklentisini yönetebilecek ve harekete geçirecek tek oldu ise ülkenin tek düzenli yönetim birimi olan Kazak Tugayı ordusuydu.
Kazak Tugay’ının en konuşulan ismi ise komutan Rıza Pehlevi Han’dı. Rıza Han dönemin en düzenli biriminin etkili karakteri olarak o dönemdeki siyasetin önemli düşünürlerinin desteğini almıştı. Ama bu iş öyle içerden gıcırdanmalar, hareketlenmeler ile olacak iş değildi dışarıdan bir destek gerekiyordu. 
O da tabiki büyük sömürge imparatorluğu İngiltere'ydi. 1921’de İngiltere’nin desteği ile Rıza Pehlevi bir askeri darbe gerçekleştirdi ve Kaçar şahı devrilip yerine İngilitere’nin adamı Rıza Pehlevi geldi. Böylelikle İran’da Pehlevi Hanedanlığı başlamış oldu. 
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bu şekilde de İngiltere hem aldığı petrol imtiyazlarıyla hem de desteklediği liderlerle İran politikasına egemen oldu. İlerleyen dönemlerde Musaddık gibi isimler petrolü ulusallaştırma çabaları içine girince de İngiltere gerektiği zaman CIA’in desteğini de alarak yine bir darbe kendi adamını yönetime getirdi.
 Fazla Para Devrime Yol Açıyor
İran’ın ekonomisi kazandığı petrol gelirleri sayesinde günden güne düzeliyordu. İkinci Dünya Savaşı atlatıldı, hem petrolün önemi hem de İngiltere’nin hâkimiyeti daha da arttı. Ta ki 1973 – 1974 petrol krizine kadar. Bu dönemde OAPEC’in Arap-İsrail Savaşları nedeniyle İsrail’e yardım yapan Amerika’ya ambargo uygulaması üzerine petrol fiyatları birden tavan yaptı ve İran’ın petrol gelirleri beklenmedik bir şekilde arttı.
İran, ise ülkeye akan dolarları kontrolsüz bir şekilde ülke içine harcıyor lüks ve gereksiz yatırımlar yapıyordu. Bu nedenle de ülkedeki enflasyon dev bir şekilde arttı. Para homojen dağılmıyordu, zengin daha da zenginleşiyor fakirin alım gücü ise enflasyon tarafından yutuluyordu.
 Kasabalarda yaşayanlar birden şehirlere göçmeye başladı ve ülkede ciddi anlamda bir siyasi kaos oluşmaya başladı. Ülkede ayaklanmalar baş göstermeye başlamıştı. Tüm bunların da üzerine Şah’ın 1977’de çıkardığı yasa ile kendi partisi dışındaki tüm partilerin faaliyetlerini sonlandırması da İran’daki bunalımı körükleyen etken oldu.
Zaten Şah’ın ülkeyi modernleştirme çabaları İslami kesim tarafından tepki ile karşılanıyordu. Bir de bu yaptırım ile halkın birçok farklı kesimi Şah’a güvenini kaybetti.  İran’daki isyanlar öyle bir hal almaya başladı ki ne İngiltere ne de ABD bu isyanları kontrol altına alamadı ve destekledikleri Şah’ı koruyamadı.
 Humeyni ve İslam Devrimi
Tüm bunların neticesinde tüm muhalif halk Şah’ın en büyük rakibi olan ve sürgüne gönderilen Şii molla Ayetullah Humeyni’nin İslam odaklı politikası altında birleşti ve Humeyni’nin örgütlediği eylemler ve grevlerle 16 Ocak 1979’da Şah ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı, ABD’ye kaçtı. Bunun üzerine yıllardır sürgünden halkı ateşleyen İslam devrimin lideri Ayetullah Hümeyni İran’a döndü başa geçti.

Önce 1 Şubat 1979’da İslam’a sadık bir İran istediğini televizyonlarca duyurdu. 1 Nisan 1979’da da gerçekleştirdiği referandum sonucu İran resmen İslam Cumhuriyeti haline geldi. Aralık 1979’da ülke teokratik anayasayı ve Humeyni’nin dini liderliğini onaydı. Bu şekilde İran’daki İslam Devrimi resmen gerçekleşmiş oldu



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)