bilgievlerim: Külah
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


Külah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Külah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2018 Cuma

UÇAN HALI


Evvel zaman içinde, iki kardeş varmış. Büyüğünün adı, Ahmet; küçüğünün adı ise Mehmet'miş. Anaları, babaları öldükten sonra kalan malları aralarında pay­laşmışlar. Mehmet, biraz akılsızmış. Ahmet, anasından babasından kalan mallaria bir dükkân açmış, Mehmet de orada burada yemiş, içmiş, gezmiş. Paralarını har vurup, harman savurmuş,
Sonunda, bütün parasını bitirmiş ve Ahmet'e gidip:
- Hiç param kalmadı, Bana biraz para verir misin? demiş. Ahmet, kardeşine acıyıp paraları vermiş. Meh­met, parasını bitirince gene gelip istemiş. Ahmet vermiş, o harcamış, Bu şekilde, uzun bir süre devam etmiş, Ah­met, bakmış ki kurtuluş yok dükkânını kapatmış. Mısır'a gitmek üzere köprüye gitmiş ve gemiye binmiş.
O sırada, Mehmet yine para istemek için Ahmet'in dükkânına gitmiş. Dükkânın kapalı olduğunu görünce, komşularına sormuş ve ağabeyinin Mısır'a gittiğini öğren­miş. Hemen köprüye koşmuş ve Mısır'a giden gemiyi sor­muş. Onu aramak için, gemiye binmiş. Ahmet, kardeşine görünmemek için gemide sakianmış. Gemi, yelken aça­rak yola koyulmuş. Ahmet, gemi hareket ettikten sonra saklandığı yerden çıkmış. Bir de bakmış ki kardeşi karşısın­da duruyor.
Ahmet'in canı çok sıkılmış, ama yapacak bir şey ol­madığı için birlikte Mısır'a kadar gitrnişier.
Mısır'a vardıklarında gemiden inip, limanda dolaş­maya başlamışlar.
Ahmet, kardeşine:
- Mehmet, sen burada bekle. Ben, iki at bulup gele­yim, demiş ve oradan kaçmış.
Mehmet beklemiş, beklemiş ve Ahmet'in gelmedi­ğini görünce yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş; dere, tepe düz gitmiş. Sonunda, bir dağın eteğine varmış, Üç kişi, kavga ediyormuş,
Yanlarına yaklaşmış:
- Neden kavga ediyorsu­nuz? diye sormuş.
Onlar:
- Biz, üç kardeşiz, Babamız ölünce, bize  bir külah, bir kırbaç ve bir de halı bıraktı.  Bunları, ara­mızda nasıl paylaşacağı­mızı konuşurken, kavga çıktı, demişler.
Mehmet:
-Bu yüzden kavga etmeye utanmıyor musunuz? demiş.
Onlar:
- Külah, kamçı ve halı sihirlidir, Külahı giyen, görün­mez olur. Halıya oturup, kırbaçla vurunca istediğin yere gidebilirsin, demişler.
Mehmet:
- Ben, bir ok yapacağım, Siz de bana bir ağaç bu­lun. Oku uzağa fırlatacağım. Hanginiz, oku bulup getirir­se bunları ona veririm, demiş.
Adamlar, hemen bir ağaç bulup getirmişler. Meh­met, ağacı kesip biçmiş, yontmuş ve bir ok yapmış. Son­ra oku bütün gücüyle atmış. Kardeşlerin üçü birden, okun arkasından koşuşmuşlar. Onlar gider gitmez, Meh­met külahı başına takmış ve halının üzerine oturup kam­çıyı vurmuş.
Halı, diie gelmiş:
- Emret! demiş, Mehmet:
- Beni ağabeyimin yanına götür, demiş.
Halı şimşek gibi fırlayıp, havalanmış. Bir şehre gelince süzülüp, yere inmiş. Mehmet, halıdan inmiş ve şehirde dolaşmaya başlamış.
Bir tellal:
- Padişahımız, geceleri kaybolan kızının nereye gitti­ğini öğrenen cesur bir delikanlıyı kızıyla evlendirecek! Başaramayanların  başını vurdurarak cezalandıracak! diye bağırıyormuş.


Mehmet, hemen ortaya çıkmış:
- Ben öğrenebilirim, demiş. Onu, hemen padişahın huzuruna çıkarmışlar. Padişah, onu kızının odasına sak­lamış. Gece olunca, kız odasına girip yatmış, Mehmet, saklandığı yerden kızı gözetlemeye başlamış.
Kız, bir iki saat sonra kalkmış ve Mehmet'in yanına gelmiş. Elindeki iğneyi, Mehmet'in ayağına hafifçe ba­tırmış, Mehmet, sesini çıkarmayınca da uyuduğunu san­mış. Kız, bir şamdan alıp, odasındaki gizli bir kapıdan çık­mış. Mehmet de kalkıp, gizlice onu takip etmeye başla­nmış. Kız, bir Arap'ın başında taşıdığı altın bir tepsinin üze­rine oturmuş, Mehmet, külahını takıp, görünmez olmuş, Tepsinin üzerine sıçramış ve kızın yanına oturmuş. Tepsi sallanınca, Arap:
- Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Az daha düşeçektiniz! demiş.
Lalacığım, kımıldamıyorum bile, demiş.
Arap, yürü­dükçe başına ağırlık çökmüş:
-  Efendim, bu gece ne oluyor? Çok ağırsınız, boy­num kopacak, demiş.
Kız:
- Her akşam nasılsam, yine öyleyim, demiş.
Neyse, az sonra bir bağa gelmişler. Ağaçların bütün dalları altınlar ve elmaslarla doluymuş. Mehmet, ağaç­tan bir dal koparıp, cebine koymuş, Ağaçlar, bağırarak:
- İnsanoğlu canımıza kıydı! demişler. Arap:
- Aman sultanım! Bu gece bize neler oluyor? diye sormuş.
Kız:
-  Lalacığım, bu akşam odama bir keloğlan koydu­lar. Neler oluyor bilemem ki! Her halde onun rüzgârına uğradık, diye cevap vermiş.
Gide gide bir bağa daha varmışlar. Buradaki ağaç­lar, gümüşler ve zümrütlerle doluymuş. Mehmet, yine bir dal koparıp cebine koymuş. Bütün ağaçlar, yeri göğü inleterek:
- İnsanoğlu canımıza kıydı! diye bağrışmışlar.
Kız ve Arap, bir köprüye varmışlar, Mehmet, tepsi­den atlamış ve köprünün kenarından bir parça koparıp cebine sokmuş.-Yine yerler zangır zangır sallanarak, bağrışmış, Uzatmayalım, kız ve lala bir saraya varmışlar.
Mehmet, arkalarından saraya girmiş. Sarayın kapısına dizilen hizmetçiler, kızı karşılamışlar ve inmesine yardım etmişler, Hizmetçiler elmas, inci ve zümrüt işlemeli bir çift terlik getirip kızın önüne koymuşlar, Mehmet, terliğin te­kini alıp cebine sokmuş, Kız, teriiğin bir tekini giymiş, son­ra da ötekini aramaya başlamış. Bulamayınca, hizmet­çiler hemen bir çift daha getirmişler. Mehmet, gene
bunlardan birini daha alıp cebi­ne sokmuş,
Kız sinirlenmiş:
- Aman terlik filân flk istemem! diyerek yürüyüp içeriye girmiş,
Bir odanın kapısını m açmışlar, Mehmet, kızın arkasından odaya girmiş.  Odada, bir dudağı  yerde  bir dudağı gökte bir Arap oturuyormuş.
Arap:
- Sultanım! Nerede kaldın? Ne zamandan beri seni bekliyorum. Niçin böyle geç geldin? diye sormuş. Kız:
—Aman efendim, bu akşam bize bir hal oldu. Biz de ne olduğunu bilemiyoruz. Babam, bu akşam odama bir keloğlan koydu. Buraya gelinceye kadar, neler oldu, neler! diye anlatmaya başlamış.
Arap:
- Endişelenmene gerek yok. Baksana ortada bir şey yok. Ne olacak sanki? demiş.
Arap, hizmetçilerine emir vererek, sultana bir şerbet getirilmesini istemiş. Hizmetçiler, elmaslar, billurlar içinde bir kupa şerbet getirmişler. Kıza verecekleri sırada, Meh­met kupaya vurduğu gibi kupayı yere düşürüp kırmış.
Arap hizmetçi, şaşırarak:
- Aman bu gece bize neler oluyor? diye bağırmış. Bunun üzerine kız:
- Efendim, şerbet falan istemem! Bu akşam, başıma bir iş gelmeden bir an önce şuradan gideyim, demiş, Arap, yine emirler verip yemekler getirtmiş. Kız ile Arap, sofraya oturmuşlar ve yemek yemeye başlamışlar, Meh­met de onlarla beraber yiyormuş.
Arap:
- Sultanım, tabağın bu kenarından ben yiyorum, şu kenarından da sen yiyorsun, diğer kenarından yiyen kim acaba? diye sormuş.
Sormuş, ama kız nereden bilsin! Neyse yemeyi ye­mişler, arkadan hoşaf gelmiş, Mehmet, kızın önündeki kaşığı alıp cebine sokmuş. Ne olduğunu anlayamayan hizmetçiler, bir kaşık daha getirmişler, O da ortadan kaybolunca bir üçüncü kaşığı kızın önüne koymuşlar. Üçüncü kaşık da yok olunca, kız hoşafı içmekten de vazgeçmiş.
Bu gece acayip olaylar olduğunu gören Arap:
- Efendim, sahiden de bu gece ortalıkta bir şeyler dönüyor; vakit geçirmeden saraya dönün, diyerek lala­yı çağırmış.
Kız, yine lalanın başında taşıdığı tepsiye binip gitmiş, Mehmet, orada kalmış, Arap'ın odasında asılı duran kı­lıcı almış ve bir vuruşta Arap'ın kafasını vücudundan ayırmış.
Arap, peri padişahıymış, Ölünce, sarayın içinde bir gürültü, bir patırtı kopmuş:
- Eyvah, insanoğlu padişahımızın canına kıydı! diye çığlıklar ortalığı kaplamış.
Mehmet, bu gürültüleri duyunca hemen saraydan çıkmış ve sihirli halısına oturmuş. Kamçıyı halıya vurunca,
halı:
- Emret, demiş. Mehmet:
- Beni hemen sultanın odasına götür, demiş,
Kızdan önce gelip, sanki hiç oradan ayrılmamış gibi yi­ne yatağına yatmış. Aradan epeyce zaman geçtikten sonra, kız gelmiş. Oğlanın, hala uyuduğunu görünce:
- Seni gidi kel seni! Beni bu akşam çok rahatsız ettin, diyerek elindeki iğneyi oğlanın ayağına batırmış. Oğlan­dan ses çıkmadığını görünce, uyuduğunu sanmış. Ses­sizce yatağına girip, yatmış.
Sabah Mehmet'i, padişahın huzuruna çıkarmışlar, Padişah:
- Oğlum, ne gördün? Söyle bakalım! demiş. Mehmet:
- Efendim, gördüklerimi burada söyleyemem. Bütün halkı, meydana toplayın, Sultan hanım, bir kafesin için­de yanımda dursun. O zaman, bütün gördüklerimi anla­tıp, herkese duyuracağım, demiş.
Padişah, onun dediği gibi herkesi toplamış. Meh­met, sarayın balkonuna çıkmış ve yüksek sesle, kızın odasına girdiği andan başlayıp, sabah oluncaya kadar neler gördüyse hepsini birer birer anlatmış.
Kız, onun söylediklerini yalanladıkça sözlerini ispatla­mak için cebine soktuğu şeyleri teker teker çıkarmış ve halka göstermiş, Ahmet de oradaymış, Kardeşine gö­rünmemek için, bir ağacın arkasına saklanmış, Meh­met, uzaktan ağabeyini görmüş. Sözlerini bitirince de hemen kalkıp ona doğru koşmuş, Ahmet, kardeşinin ne­ler anlattığını duyamıyormuş, Kendisi hakkında bir şeyler söylediğini sanmış ve korkup, kaçmaya başlamış. O kaçmış, öteki kovalamış. Sonunda, Mehmet ağabeyini yakalamış. Onların koşuştuklarını gören padişah, adam­larını yollamış ve onları yanına getirtmiş.
Padişah:
- Neden kaçıyordun? dîye sormuş,
Ahmet, kardeşinden çektiklerini padişaha bir bir an­latmış, Padişah, kızının nereye gittiğini öğrenen Mehmet ile kızını evlendirmek istemiş,
Mehmet:
- Kızınız ile ağabeyim evlenmen, O bunu hak ediyor, demiş,

Padişah, kızını Ahmet ile evlendirmiş. Kırk gün, kırk gece düğün dernek kurmuş, Mehmet, ağabeyinden ayrılmamış ve ölünceye kadar onun yanında kalmış.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)