Evvel zaman içinde, iki kardeş varmış. Büyüğünün adı,
Ahmet; küçüğünün adı ise Mehmet'miş. Anaları, babaları öldükten sonra kalan
malları aralarında paylaşmışlar. Mehmet, biraz akılsızmış. Ahmet, anasından
babasından kalan mallaria bir dükkân açmış, Mehmet de orada burada yemiş, içmiş,
gezmiş. Paralarını har vurup, harman savurmuş,
Sonunda, bütün parasını bitirmiş ve Ahmet'e
gidip:
- Hiç param kalmadı, Bana biraz para verir misin? demiş.
Ahmet, kardeşine acıyıp paraları vermiş. Mehmet, parasını bitirince gene gelip
istemiş. Ahmet vermiş, o harcamış, Bu şekilde, uzun bir süre devam etmiş,
Ahmet, bakmış ki kurtuluş yok dükkânını kapatmış. Mısır'a gitmek üzere köprüye
gitmiş ve gemiye binmiş.
O sırada, Mehmet yine para istemek için Ahmet'in
dükkânına gitmiş. Dükkânın kapalı olduğunu görünce, komşularına sormuş ve
ağabeyinin Mısır'a gittiğini öğrenmiş. Hemen köprüye koşmuş ve Mısır'a giden
gemiyi sormuş. Onu aramak için, gemiye binmiş. Ahmet, kardeşine görünmemek için
gemide sakianmış. Gemi, yelken açarak yola koyulmuş. Ahmet, gemi hareket
ettikten sonra saklandığı yerden çıkmış. Bir de bakmış ki kardeşi karşısında
duruyor.
Ahmet'in canı çok sıkılmış, ama yapacak bir şey
olmadığı için birlikte Mısır'a kadar gitrnişier.
Mısır'a vardıklarında gemiden inip, limanda dolaşmaya
başlamışlar.
Ahmet, kardeşine:
- Mehmet, sen burada bekle. Ben, iki at bulup geleyim,
demiş ve oradan kaçmış.
Mehmet beklemiş, beklemiş ve Ahmet'in gelmediğini
görünce yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş; dere, tepe düz gitmiş. Sonunda, bir
dağın eteğine varmış, Üç kişi, kavga ediyormuş,
Yanlarına yaklaşmış:
- Neden kavga ediyorsunuz? diye sormuş.
Onlar:
- Biz, üç kardeşiz, Babamız ölünce, bize bir külah, bir kırbaç ve bir de halı
bıraktı. Bunları, aramızda nasıl
paylaşacağımızı konuşurken, kavga çıktı, demişler.
Mehmet:
-Bu yüzden kavga etmeye utanmıyor musunuz?
demiş.
Onlar:
- Külah, kamçı ve halı sihirlidir, Külahı giyen,
görünmez olur. Halıya oturup, kırbaçla vurunca istediğin yere gidebilirsin,
demişler.
Mehmet:
- Ben, bir ok yapacağım, Siz de bana bir ağaç bulun.
Oku uzağa fırlatacağım. Hanginiz, oku bulup getirirse bunları ona veririm,
demiş.
Adamlar, hemen bir ağaç bulup getirmişler. Mehmet,
ağacı kesip biçmiş, yontmuş ve bir ok yapmış. Sonra oku bütün gücüyle atmış.
Kardeşlerin üçü birden, okun arkasından koşuşmuşlar. Onlar gider gitmez, Mehmet
külahı başına takmış ve halının üzerine oturup kamçıyı vurmuş.
Halı, diie gelmiş:
- Emret! demiş, Mehmet:
- Beni ağabeyimin yanına götür, demiş.
Halı şimşek gibi fırlayıp, havalanmış. Bir şehre gelince
süzülüp, yere inmiş. Mehmet, halıdan inmiş ve şehirde dolaşmaya
başlamış.
Bir tellal:
- Padişahımız, geceleri kaybolan kızının nereye
gittiğini öğrenen cesur bir delikanlıyı kızıyla evlendirecek!
Başaramayanların başını vurdurarak
cezalandıracak!
diye bağırıyormuş.
Mehmet, hemen ortaya çıkmış:
- Ben öğrenebilirim, demiş. Onu, hemen padişahın
huzuruna çıkarmışlar. Padişah, onu kızının odasına saklamış. Gece olunca, kız
odasına girip yatmış, Mehmet, saklandığı yerden kızı gözetlemeye
başlamış.
Kız, bir iki saat sonra kalkmış ve Mehmet'in yanına
gelmiş. Elindeki iğneyi, Mehmet'in ayağına hafifçe batırmış, Mehmet, sesini
çıkarmayınca da uyuduğunu sanmış. Kız, bir şamdan alıp, odasındaki gizli bir
kapıdan çıkmış. Mehmet de kalkıp, gizlice onu takip etmeye başlanmış. Kız, bir
Arap'ın başında taşıdığı altın bir tepsinin üzerine oturmuş, Mehmet, külahını
takıp, görünmez olmuş, Tepsinin üzerine sıçramış ve kızın yanına oturmuş. Tepsi
sallanınca, Arap:
- Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Az daha düşeçektiniz!
demiş.
Lalacığım,
kımıldamıyorum bile, demiş.
Arap, yürüdükçe başına ağırlık çökmüş:
- Efendim, bu
gece ne oluyor? Çok ağırsınız, boynum kopacak, demiş.
Kız:
- Her akşam nasılsam, yine öyleyim, demiş.
Neyse, az sonra bir bağa gelmişler. Ağaçların bütün
dalları altınlar ve elmaslarla doluymuş. Mehmet, ağaçtan bir dal koparıp,
cebine koymuş, Ağaçlar, bağırarak:
- İnsanoğlu canımıza kıydı! demişler. Arap:
- Aman sultanım! Bu gece bize neler oluyor? diye
sormuş.
Kız:
- Lalacığım, bu
akşam odama bir keloğlan koydular. Neler oluyor bilemem ki! Her halde onun
rüzgârına uğradık, diye cevap vermiş.
Gide gide bir bağa daha varmışlar. Buradaki ağaçlar,
gümüşler ve zümrütlerle doluymuş. Mehmet, yine bir dal koparıp cebine koymuş.
Bütün ağaçlar, yeri göğü inleterek:
- İnsanoğlu canımıza kıydı! diye
bağrışmışlar.
Kız ve Arap, bir köprüye varmışlar, Mehmet, tepsiden
atlamış ve köprünün kenarından bir parça koparıp cebine sokmuş.-Yine yerler
zangır zangır sallanarak, bağrışmış, Uzatmayalım, kız ve lala bir saraya
varmışlar.
Mehmet, arkalarından saraya girmiş. Sarayın kapısına
dizilen hizmetçiler, kızı karşılamışlar ve inmesine yardım etmişler, Hizmetçiler
elmas, inci ve zümrüt işlemeli bir çift terlik getirip kızın önüne koymuşlar,
Mehmet, terliğin tekini alıp cebine sokmuş, Kız, teriiğin bir tekini giymiş,
sonra da ötekini aramaya başlamış. Bulamayınca, hizmetçiler hemen bir çift
daha getirmişler. Mehmet, gene
bunlardan birini daha alıp cebine sokmuş,
Kız sinirlenmiş:
- Aman terlik filân flk istemem! diyerek yürüyüp içeriye
girmiş,
Bir odanın kapısını m açmışlar, Mehmet, kızın arkasından
odaya girmiş. Odada, bir dudağı yerde
bir dudağı gökte bir Arap oturuyormuş.
Arap:
- Sultanım! Nerede kaldın? Ne zamandan beri seni
bekliyorum. Niçin böyle geç geldin? diye sormuş. Kız:
—Aman efendim, bu akşam bize bir hal oldu. Biz de ne
olduğunu bilemiyoruz. Babam, bu akşam odama bir
keloğlan koydu. Buraya gelinceye kadar,
neler oldu, neler! diye anlatmaya başlamış.
Arap:
- Endişelenmene gerek yok. Baksana ortada bir şey yok.
Ne olacak sanki? demiş.
Arap, hizmetçilerine emir vererek, sultana bir şerbet
getirilmesini istemiş. Hizmetçiler, elmaslar, billurlar içinde bir kupa şerbet
getirmişler. Kıza verecekleri sırada, Mehmet kupaya vurduğu gibi kupayı yere
düşürüp kırmış.
Arap hizmetçi, şaşırarak:
- Aman bu gece bize neler oluyor? diye bağırmış. Bunun
üzerine kız:
- Efendim, şerbet falan istemem! Bu akşam, başıma bir iş
gelmeden bir an önce şuradan gideyim, demiş, Arap, yine emirler verip yemekler
getirtmiş. Kız ile Arap, sofraya oturmuşlar ve yemek yemeye başlamışlar, Mehmet
de onlarla beraber yiyormuş.
Arap:
- Sultanım, tabağın bu kenarından ben yiyorum, şu
kenarından da sen yiyorsun, diğer kenarından yiyen kim acaba? diye
sormuş.
Sormuş, ama kız nereden bilsin! Neyse yemeyi yemişler,
arkadan hoşaf gelmiş, Mehmet, kızın önündeki kaşığı alıp cebine sokmuş. Ne
olduğunu anlayamayan hizmetçiler, bir kaşık daha getirmişler, O da
ortadan
kaybolunca bir üçüncü kaşığı kızın önüne
koymuşlar. Üçüncü kaşık da yok olunca, kız hoşafı içmekten de
vazgeçmiş.
Bu gece acayip olaylar olduğunu gören Arap:
- Efendim, sahiden de bu gece ortalıkta bir şeyler
dönüyor; vakit geçirmeden saraya dönün, diyerek lalayı çağırmış.
Kız, yine lalanın başında taşıdığı tepsiye binip gitmiş,
Mehmet, orada kalmış, Arap'ın odasında asılı duran kılıcı almış ve bir vuruşta
Arap'ın kafasını vücudundan ayırmış.
Arap, peri padişahıymış, Ölünce, sarayın içinde bir
gürültü, bir patırtı kopmuş:
- Eyvah, insanoğlu padişahımızın canına kıydı! diye
çığlıklar ortalığı kaplamış.
Mehmet, bu gürültüleri duyunca hemen saraydan çıkmış ve
sihirli halısına oturmuş. Kamçıyı halıya vurunca,
halı:
- Emret, demiş. Mehmet:
- Beni hemen sultanın odasına götür, demiş,
Kızdan önce gelip, sanki hiç oradan ayrılmamış gibi
yine yatağına yatmış. Aradan epeyce zaman geçtikten sonra, kız gelmiş. Oğlanın,
hala uyuduğunu görünce:
- Seni gidi kel seni! Beni bu akşam çok rahatsız ettin,
diyerek elindeki iğneyi oğlanın ayağına batırmış. Oğlandan ses çıkmadığını
görünce, uyuduğunu sanmış. Sessizce yatağına girip, yatmış.
Sabah Mehmet'i, padişahın huzuruna çıkarmışlar,
Padişah:
- Oğlum, ne gördün? Söyle bakalım! demiş.
Mehmet:
- Efendim, gördüklerimi burada söyleyemem. Bütün halkı,
meydana toplayın, Sultan hanım, bir kafesin içinde yanımda dursun. O zaman,
bütün gördüklerimi anlatıp, herkese duyuracağım, demiş.
Padişah, onun dediği gibi herkesi toplamış. Mehmet,
sarayın balkonuna çıkmış ve yüksek sesle, kızın odasına girdiği andan başlayıp,
sabah oluncaya kadar neler gördüyse hepsini birer birer anlatmış.
Kız, onun söylediklerini yalanladıkça sözlerini
ispatlamak için cebine soktuğu şeyleri teker teker çıkarmış ve halka göstermiş,
Ahmet de oradaymış, Kardeşine görünmemek için, bir ağacın arkasına saklanmış,
Mehmet, uzaktan ağabeyini görmüş. Sözlerini bitirince de hemen kalkıp ona doğru
koşmuş, Ahmet, kardeşinin neler anlattığını duyamıyormuş, Kendisi hakkında bir
şeyler söylediğini sanmış ve korkup, kaçmaya başlamış. O kaçmış, öteki
kovalamış. Sonunda, Mehmet ağabeyini
yakalamış. Onların koşuştuklarını gören
padişah, adamlarını yollamış ve onları yanına getirtmiş.
Padişah:
- Neden kaçıyordun? dîye sormuş,
Ahmet, kardeşinden çektiklerini padişaha bir bir
anlatmış, Padişah, kızının nereye gittiğini öğrenen Mehmet ile kızını
evlendirmek istemiş,
Mehmet:
- Kızınız ile ağabeyim evlenmen, O bunu hak ediyor,
demiş,
Padişah, kızını Ahmet ile evlendirmiş. Kırk gün, kırk
gece düğün dernek kurmuş, Mehmet, ağabeyinden ayrılmamış ve ölünceye kadar onun
yanında kalmış.