DEVAMINI OKUMAK İÇİN KİTABI SATIN ALIN
Çevirci -Translate - Перевести
18 Temmuz 2018 Çarşamba
15 Temmuz 2018 Pazar
HIRDAVATÇI DEDE - Kemalettin Tuğcu
Hava iyiden iyiye kararmıştı. Yağmur ince ince çiseliyordu. Çocuk kapının eşiğine çekildi.
Çıplak ayakları üşümüştü. Daha yeni oturmuştu
ki saçaklı bir köpek kuyruğunu sağa sola sallayarak yanına geldi. Çocuk eliyle onu iter gibi yaptı.
- Hoşt, dedi.
Köpek aldırmadı. O da yağmurdan kaçmıştı.
Çocuğun yanına oturdu, ıslanmış olan ayaklarını iki defa yaladı.
Çocuk biraz çekinerek aşağı sarkık olan kulaklı başını okşadı. Köpek onun çıplak dizini yaladı.
Böylece anlaşmışlardı. Birbirlerine bir ziyanları dokunmayacaktı. Yağmur da bir yandan hızını arttırıyordu.
Çocuk kararan yollara üzüntü ile bakıyordu.
Eli hâlâ köpeğin başının üstündeydi.
Önündeki eşiğe oturdukları kapının arkasında bir takunya sesi duyuldu.'Kapı ağır ağır açıldı. Başı takkeli, arkasında bembeyaz bir entari bulunan bir ihtiyar adam kapının eşiğinde belirdi. Ayaklarındaki pabuçlar ayak bileklerine kadar uzundu ve oradan bileklerine bağlanmıştı. Elinde bir kap vardı. Köpek onu görünce kalkmış, kuyruğunu daha hızlı sallamaya başlamıştı.
İhtiyar adam durakladı:
- Sen de kimsin? diye sordu.
Çocuk ona ıslak gözleriyle baktı.
Yağmur hızını arttırmıştı.
Yaşlı adam kapının yanındaki tabağa getirdi
ği yiyeceği döktü. Köpek hem bunu yemeye başladı. Adam tekrar:
- Senin evin barkın yok mu? dedi.
Çocuk ağlamaya başladı:
- Babam beni kovdu, dedi.
- Baban seni kovdu mu?
- Hııı.
- Bir yaramazlık mı yaptın, dedi yaşlı adam.
- Ağladım da ondan, dedi çocuk.
KİTABIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN KİTABI SATIN ALIN
ÇOCUK İHTİYAR - Kemalettin Tuğcu
ÇOCUK İHTİYAR
Hayrettin Bey parkın güneşte kalmış sıralarından birinde oturuyordu. Nisan sabahıydı ve parktaki ağaçlarda yapraklar fare kulağı kadar büyümüşlerdi. Nereden geldiği belli olmayan tatlı ve ılık bir koku vardı. Bahar kokusu.
Hayrettin Bey üşütmeyen ve serinlikten hoşlanıyordu.
İçinde gizli bir sevinç vardı. Yeni bir yaza doğru gidiliyordu.
Yakacak derdi, soğuk derdi, kat kat giyinme derdi kalkıyordu artık. Ama onun arkasında yine eski pardesüsü vardı. Bu pardesüyü, emekliye ayrıldığı yıl yaptırmıştı. On yıl evvel. O
zamandan beri giyiyordu işte. Sivil hayata dönmenin bir rahatlığı olacak sanmıştı. İş, hiç de öyle olmamıştı.
Albaylığa kadar yükselmiş, savaşa katılmış, İstiklal madalyası almış bir asker için sivil hayat hiç de hoş değildi. Artık ona askerler, küçük aşamalı subaylar selam vermiyordu.
O şehrin ahalisinden birisi oluvermişti. Eskiden nereyegitse ikram görür, saygı görürdü. Bir otobüse binse yer veren verene. Şimdi öyle mi ya?
Hayrettin Bey'in dertlerini depreştirmemek için askerlikten, albaylıktan hiç söz etmemeli. Bazen canı yanar ve içinden:
— Ah, keşke asker elbisesinin içinde ölseydim, der.
Yaş yetmiş beş, bütün akranları, hatta kendisinden daha
küçük olanlar ölüp ölüp gitmişler. O dağ başında, nöbet
bekleyen, yapayalnız bir askercik gibi arkadaşsız, akransız kalmış.
Emekliliği o, bir rahatlık, bir dinlenme, bir istediğini yapabilme sanmıştı. İstememişti ordudan ayrılmasını. Ama artık yaşlanmıştı adamakallı. İki defa emekliliğine itiraz etmişti. Ama üçüncüsünde başını eğmiş ve ayrılığı kabul etmek zorunda kalmıştı.
Hayrettin Bey, hayatını büsbütün zehir eden düşüncelerden kurtulmak için çevresine bakıyordu. Park bekçisi Bekir Efendi uzak bir sırada uyuklarken kalkmış, ona doğru geliyordu.
Hayrettin Bey biraz toparlandı. Bastonunu sol tarafa aldı. Gülümseyerek karşıladı adamı.
— Ve Aleyküm Selâm Bekir Efendi, dedi.
Bekir Efendi sıraya ilişti:
— Nasılsın bakalım Bey baba, dedi.
— Şükür bu günümüze de. Nasıl olacağım, işte bildiğin
gibi.
— Haydi haydi iyisin, dedi adam.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)