Aeneas’tan Romulus, Remus ve Roma’ya
Romalılar Roma Şehrinin kuruluşuna dair iki efsane türetmişlerdi. Birisi (şaşırtıcı gelebilir ama), tamamen Yunanlara aitti. Yunanlara göre, eski ve kahramanlıklarla dolu tarihlerindeki belki de en önemli olaydan türetilmiş bir efsaneydi bu: Yunanların Helen’i geri almak için Truva’yı kuşatmalarının hikâyesi, yani Truva Savaşı. Antik Yunanlar bunun yaklaşık olarak MÖ 1200’lerde meydana geldiğini düşünüyorlardı. Bu efsane Batı’da ilk edebiyatın konusunu oluşturmuştur; yani birçok Yunanın Sicilya ve İtalya’nın güneyine göç ettiği, takriben MÖ 700’lerde Yunan şair Homeros tarafından yaratılmış olan İlyada destanının.
Truva Atı Çanakkale
Homeros’un anlattığı hikâyede ikincil derece öneme sahip karakterlerden biri olan Truvalı Aeneas’ın kaderinde, savaştan sağ çıkmak ve daha sonra Truva’yı yeniden dirilterek burada hüküm sürecek bir hanedan kurmak vardı. Fakat Homeros, Truva’nın Yunanlar tarafından yakılıp kül edildiğini ve öylece terk edildiğini, hayatta kalan Truvalıların da memleketlerinden kaçtıklarını söylüyordu. Öyleyse Truvalılar ve Aeneas nereye gitmişlerdi? Aeneas, Truvayı nasıl ”yeniden diriltecekti?” Yunanlar MÖ 6. yüzyıl gibi çok erken bir dönemden itibaren bu konuyu merak etmeye başlamışlardı ve bazıları da Aeneas’ın, diğer Yunanlar ve o savaşta kahramanlık sergilemiş olan Truvalılarla birlikte İtalya’ya gittiğini söylüyordu. MÖ 5. yüzyılın sonlarında Yunan tarihçi Hellanikos, Aeneas’ı, Roma’nın kurucusu olarak adlandırdı, tabiî onu buna Romalıların sevk edip etmediğin bilmiyoruz.
Yunan Kültürünün Önemi
Romalıların, Aeneas’ın hikâyesini kendilerine mal etmek istedikleri kesindi. Neden mi? Çünkü Romalılar için Yunanlar “yaşayan bir efsaneydi” ve onlarla ilintilendirilmek istiyorlardı. Böylece Romalılar, Truva’nın düşüşünden ve Akdeniz’de birçok maceralardan sonra Aeneas ve onu izleyenlerin Italya kıyılarına nasıl ulaştıklarını ve Jüpiter’in (tanrıların kralı) yardımıyla Roma soyunu nasıl oluşturduklarını (MÖ 753) anlattılar. Artık tarihteki yerleriyle, ünlü Yunanlarınkine denk olduğunu söyleyerek övünebilecekierdi. Britanya tarihi de MS 12. yüzyılda tarihçi Monmouthlu Geoffrey tarafından aynı şekilde yeniden düzenlenmişti. Britanya’nın ilk kralının, Aeneas’ın soyundan geldiğini iddia ediyordu: Brutus -Britain – Brutain! Yunanlar ve Romalılarla ilişkilendirilmek herkesin isteğiydi.
Romulus ve Romus’u Besleyen Dişi Kurt Heykeli
Romulus ve Remus’un Doğumu
Aeneas, Romalıların, kuruluşlarıyla ilgili anlattıkları hikâyelerden biriydi. Diğer hikâye ise çok farklıydı. İtalya’da çok eski bir şehir olan Alba’nın Kralı Numitor, kardeşi Amulius tarafından tahttan indirilmişti. Fakat Numitor’un bir kızı vardı ve adı da Rhea Silvia’ydı. Amulius onun intikam peşine düşecek varisler doğurması istemediğinden onu Vesta Bakireleri’nden biri yaptı. Fakat savaş tanrısı Mars bir gün onu tek başına buldu ve eski tanrıların geleneksel olarak yaptıkları şeyi yaptı, yani ona tecavüz etti ve Rhea’nın ikizleri oldu. Amulius ikizleri derhal Tiber Nehri’ne attırdı ama içine kondukları sepet kıyıya vurdu. Bir çoban onları bulana dek bir kurt, ikizleri emzirdi. Çoban onları evine, Alba’ya götürdü, o ve karısı onları büyüttüler.
Aeneas Yaşlı Babasını Truvadan Kaçırıyor. Heykeltraş Bernini
Romulus ve Remus diye isimlendirilen ikizler büyüdüklerinde doğumlarıyla ilgili gerçeği öğrendiler. Böylece bir ordu toplayarak Amilius’u tahtından indirip Numitor soyunun Alba tahtına geçmesini sağladılar. İkizler daha sonra Alba yakınlarında yeni bir şehir kurup şehrin surlarını inşa ettirmeye başladılar. Romulus’un inşa ettirdiği surların büyüklüğüyle alay adan Remus, öfkeli kardeşi tarafından öldürüldü. Bu yeni şehre böylelikle Roma adı verildi. Roma’nın genel olarak kabul edilen kuruluş tarihi MÖ 753’tü ve Romulus da Roma’nın yedi kralının ilki oldu.
Romulus ve Romalılar
Romulus efsanesi bayağı bir gaddarlık hikâyesiydi, pek de asalet, cesaret ve doğruluk destanı sayılamazdı. Fakat Romalılar buna bayılmıştı, ne de olsa onlar Mars’ın çocuklarıydı. Savaş onların kanında vardı. Bu arada Aeneas efsanesinin getirdiği avantaj da Romalı olmanın başka bir yönünü vurguluyordu. Keza Aeneas bir pietas adamı olarak tasvir edilir olmuştu ki burada tam olarak “dindarlık” değil, daha çok “aileye, şehre ve tanrılara saygı ve bağlılık” söz konusuydu. E daha ne olsun! Dünya, diğer kurucusu böylesine medeni bir insan olan insanların egemenliğine girmekten (ki böyle olacaktı) nasıl fayda sağlamasındı ki? Fakat bir sorun vardı. Acaba Aeneas efsanesi Romulus’unkiyle nasıl bağdaştırılabilirdi? Romalılar Aeneas’ı Roma halkının lideri ve onun soyundan gelen Romulus’u ise 300 yıl sonra Roma şehrinin kurucusu ilan ederek ikisi arasında ilişki kurmuş oldular.
Roma Forumu
Romalı Tarihçilerin Olaylara El Atması
Livius’un yazdıkları, neredeyse tamamen, daha erken dönem Yunan ve Romalı tarihçilerin sözlerine dayanmaktadır. MÖ 3. yüzyıl Yunan tarihçisi Timaeus, Romalılar hakkında çok kapsamlı bilgiler aktarmıştır. İlk Romalı tarihçi Fabius Pictor’dur (takriben MÖ 200). Romalı Varro (MÖ 116-27), her yerden toparladığı bilgilerle dolu devasa ansiklopediler yazmıştı. Onların da bu bilgileri nereden aldıklarına dair pek fazla fikrimiz yok.
Sözlü gelenek burada önemli bir rol oynamış olmalı ama Romalılar aynı zamanda çok eskilere dayanan belge şeklinde kayıtlar da tutuyorlardı; konsüllerin listesi, antlaşmalar, vatandaşlık onayları, yasalar vs., kıtlıklar, savaşlar, zaferler vs. gibi bir yılın olaylarını kapsayan kayıtlar ve resmi görevlilerin listeleri. Böylece Livius da bu tarihçilerinden istediği bilgileri çekip almış ve daha sonra onların anlattıklarını kendi Roma tarihi vizyonuna uyduracak şekilde” eğip bükmüştü”. Livius, gelmiş geçmiş en iyi öykücülerden biri olduğundan, ortaya çıkan sonuç da muhteşemdi. Onun yazdıklarını okumanın harika bir şey olduğuna şüphe yok, oysa yazdıklarında ne kadar doğruluk payı olduğu ise başka bir meseledir.
Cum Grano Salis
Livius’un yazdıklarından herhangi birinin doğruluğunu kontrol edebilir miyiz? Ansiklopedist olan Genç Plinius (Vezüv Dağı patlamasında MS 79’da ölmüştü), tarih denemeleri yazan Plutarkhos (MS 46-120) ve Halikarnaslı Dionysius (takriben MÖ 10’da yazılar yazmıştır) ve Cassius Dio (takriben MS 165-230) gibi Roma tarihçileri, bu hikâyelere kendilerine göre ”şekil vermiştir”. Peki ama neden onlara Livius’tan daha fazla güvenelim ki? Gerçi elimizde bir de MÖ 1000’Iere ve daha öncesine kadar uzanan kazılarıyla arkeolojinin olduğu da doğru.
Kolezyum
Kusursuz bir dünyada bu tip kazılar, muhtemelen, tarihçilerin açıklamalarının doğruluk içerip içermediğini bize söyleyebilirdi. Fakat arkeolojinin gün ışığına çıkardığı her şey maddesel kalıntılardır. Bize hikâye anlatmaz (tabii eğer yerin altından bir metin bulup çıkartmazsak). Bize sağlayabileceği en iyi şey, maddesel eğilimler ve gelişimlerin bir anlık görüntüleridir. Mesela acaba halk gitgide zenginleşiyor muydu yoksa fakirleşiyor muydu, şehirleşmişler miydi ya da başka kültürlerle temas etmişler miydi gibi şeyleri gösterebilir bulduklarımız bize. Romalıların bu tip bir öğretiden haberi bile yoktu. Bu sebeple bir uyarıda bulunalım: MÖ 300’e kadar Roma’yla ilgili her tür açıklamanın “cum grano salis” yani bir parça tuzla birlikte yenmesi gerekir.
Kaynakça :
- Geldim Gördüm Yendim – Romalılar hakkında bilmek isteyeceğiniz HER ŞEY – Peter Jones
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder