bilgievlerim: SİHİRLİ AYNA
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


SİHİRLİ AYNA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİHİRLİ AYNA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2018 Cuma

Keloğlan ve Devanası




Çok, çok eskiden üç oğlu olan bir padişah yaşarmış. Padişahın, sihirli bir aynası varmış. Her sabah yatağın­dan kalkar kalkmaz, aynaya bakarmış. Aynaya baka­rak, o gün neler olacağını öğrenirmiş, Bir gün, aynaya bakmayı unutmuş. Aynaya bakmadığı aklına gelince, odasına geri dönmüş. Ama ayna yerinde yokmuş! Te­lâşla, her yeri aramış, Ama bir türlü bulamamış. O gün, üzüntüden eli ayağı tutmaz, ne iş yapacağını bilemez olmuş.
Düşünüp dururken, oğulları gelip:
- Baba, derdin nedir? Bugün, çok dalgınsın, demişler, Padişah:
-  Oğullarım, bugün aynamı kaybettim. Bu yüzden üzgünüm, demiş,
Oğulları:
-Eğer, izin verirseniz gidip aynanızı bulalım, demişler ve babalarını teselli etmişler,
Çocuklar, babalarının izniyle aynayı bulmak için yo­la çıkmışlar. Giderlerken yanlarına, bol bol para almış­lar.
Gide gide bir üç yol ağzına gelip, durmuşlar. Her yo­lun başında, bir dikili taş varmış. Sağdaki taşın üzerinde, "Bu yol, bir hana gider", ortadaki yolun başında "8u yol bir hamama gider." ve soldaki yoiun başında da nBu yoldan giden dönemez." yazıyormuş.
Büyük kardeş, han yoluna. Ortanca kardeş, hamam yoluna. Küçük kardeş de giden dönmez, yoluna sap­maya karar vermiş. Birbirlerinden ayrıldıktan sonra, kimin geri dönebildiğini anlamak için yüzüklerini bir taşın altı­na saklamaya karar vermişler, Kim önce dönerse yüzü­ğünü, taşın aitından alacakmış. Aralarında sözleşerek, yüzüklerini bırakıp yola çıkmışlar,
Küçük oğlan, gide gide bir dağ başına varmış. Bak­mış ki, bir dev anası oturmuş helva yapıyor. Oğlan, kork­tuğu halde deve yaklaşmış ve nazik bir şekilde:
- Kolay gelsin anacığım! demiş ve devin elini öpmüş. Dev anası:
- Oğlum, sen bana çok nazik ve saygılı davrandın. Bana, 'anacığım' demeseydin seni yerdim, demiş. Oğlan:
-  Sen de bana 'oğulcuğum' demeseydin, ben de seni kılıcımla keserdim, diye karşılık vermiş.
Dev anası:
- Oğlum, nereden gelip nereye gidiyorsun? Buraya neden geldin? diye sormuş,
Oğlan:
- Anacığım, ben padişahın oğluyum. Babamın ay­nası kayboldu, onu arıyorum, demiş.
Dev anası:
- Oğlum, o aynayı devler çaldı. Şu dağın arkasında bir bağ vardır; aynayı çalan devler, orada yaşarlar. Sen şimdi oraya git. Gittiğin zaman, devleri göreceksin. Eğer, gözleri açıksa uyuyorlar demektir, O zaman hiç korkma, aynayı al. Ama bağın içindeki elmaslarla ve yakutlarla donatılmış ağaçlara sakın dokunma! Sonra yakalanırsın, demiş.
Oğlan, dev anasına teşekkür ederek yola çıkmış, Gi­de gide dev anasının söylediği bağı bulmuş, Biraz yak­laşınca, devierin yattığını görmüş, Devlerin gözleri, ateş gibi yanıyormuş, Oğlan, uyuduklarını görünce aynayı aramaya başlamış. Sonunda aynayı bulup, tam oradan ayrılacakken dalları elmaslarla ve yakutlarla dolu ağaçları görmüş.
Karanlıkta ışıl ışıl parlayan ağaçlara yaklaşıp:
- Nasılsa mışıl mışıl uyuyorlar, beni nereden görecek­ler? Şu dallardan bir tane koparayım, diyerek elini uza­tınca devler uyanmış. Oğlanın etrafını sarmışlar.
Onu yakalayıp:
-  Sen, ne cesaretle buraya  gelip, aynamızı ve ağaçlarımızı çalmaya kalkarsın? diye gürlemişler.
Hepsi, çok öfkeliymiş, Oğlan, korkudan zangır zangır titreyerek yalvarmaya başlamış,
Devler:
-  Eğer, Arap'ın kılıcını bize getirirsen, seni bırakırız, demişler,
Oğlan, hemen kabul etmiş ve dev anasının yanına
dönmüş, olanları anlatmış.
Dev anası:
-  Oğlum, ben sana demedim mi? Niçin onların ağaçlarına dokundun? Şimdi ne yapacaksın? demiş.
Oğlan:
- Aman anacığım! Bana yardım et! diye yalvarmış. Dev anası:
- Biraz ileride büyük bir saray vardır. Sarayın bir kapı­sı açık, bir kapısı kapalıdır. Kapalı kapıyı aç, açık olanı da kapat ve içeriye gir, Kapının sağında bir aslan göre­ceksin; önünde et durur. Solunda da bir köpek göre­ceksin, Onun önünde de ot var. Otu aslana, eti de kö­peğe vererek doğru yukarı çık, Arap, odasında yatar ve kılıcı duvarda asılıdır. Kılıcı hemen oradan al ve çıkıp bu­raya gel. Ama sakın kılıcı kınından çekme, demiş.
Oğlan, dev anasına teşekkür etmiş ve yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere, tepe düz gitmiş ve sonunda saraya ulaşmış. Kapalı kapıyı açmış, açık kapıyı kapat­mış. Aslana otu, köpeğe eti vermiş ve yukarı çıkmış. Arap'ın yattığı odaya girerek, duvarda asılı duran kılıcı alıp saraydan dışarı çıkmış ve koşmaya başlamış.
Yarı yola gelince:


- Artık, beni yakalayamaz! Bakalım şu kılıcın içinde ne var? deyip kılıcı, kınından çıkarmış.
O anda Arap, oğlanın yakasından yakalayıp:
- Seni gidi seni! Benim sarayıma gelip kılıcımı alırsın ha? Ben, şimdi sana gör bak neler yapacağım! diyerek oğlanı alıp, sarayına götürmüş.
Dev anası, daha önceden oğlanı uyarmış. Arap onu yakalarsa, kırk gün boyunca çeşitli şeyler öğretirmiş. Sonra da "Öğrendin mi?" diye sorarmış. Dev, oğlanı sa­kın "öğrendim" dememesi için sıkı sıkı tembih etmiş.
Arap, oğlana türlü beceriler ve kılıktan kılığa girme­nin yollarını öğretmiş,
Sonra da:
- Öğrendin mi? diye sormuş, Oğlan, her seferinde de:
- Öğrenmedim, diye cevap vermiş. Aradan kırk gün geçtikten sonra, Arap:
- Haydi oradan! Ben de seni, adam sandım. Senin, hiç bir şey öğreneceğin yok! Bana peri padişahının kızı­nı getirirsen, seni bırakırım, demiş.
Oğlan, canını kurtarmak için, kabui etmiş ve dev anasının yanına dönmüş; olanları dev anasına anlatmış.
Dev anası:
- Arap'ın istediği kız, bir şehirde oturur. Ama o şehir­de hiç erkek yoktur. Oraya kimse giremez. O kız, tılsımlı­dır. Kızın oturduğu şehre, bir erkek girecek olursa tılsımı bozulur.
İşte, bu yüzden de şehirde sadece kızlar yaşıyor. Hem, devler ji hem de Arap bu kıza âşıktır, Yıllardır onu  ellerine  geçir­li mek için  uğraştılar. Ama tılsımı yüzünden hiçbiri şehre giremedi, Senin, oraya nasıl gideceğini  ben  de bilemiyorum. Arap'tan hiçbir marifet öğrenmedin mi? • demiş.
— Kuş kılığına girmeyi öğrendim, demiş oğlan. Dev anası:
- Tamam, şimdi bir kuş olup doğru o kızın yaşadığı şehre uçarsın, Sarayın içinde bir havuz, havuzun üzerin­de de taş oymalı bir kafes vardır.
Gidip, o kafesin üzerine konarsın. O zaman kızın tılsı­mı bozulur ve sana yalvarmaya başlar, Onu alıp, Arap'a götürürsün, Böylece sen de bu dertten kurtul­muş olursun, demiş,
Oğlan, hemen bir kuş olmuş ve şehre gitmiş, Sarayın penceresinin önüne konunca, kız onu görmüş.
Kız, hizmetçilerine:
- Ne kadar güzel bir kuş! Pencereleri açın, belki içe­ri girer de yakalarız, demiş.
Hizmetçiler, pencereleri açmışlar. Kuş içeri girip, doğru havuzun üzerindeki kafese konmuş. Konduğu an­da da kızın tılsımı bozulmuş.
Kuşun, bir erkek olduğunu anlayan kız:
- Ademoğlu, şimdi ben de senin gibi oldum, demiş. Oğlan silkinip, eski haline dönmüş.
Kız, artık tılsımı bozulduğu için her tarafa haberciler göndermiş; isteyenlerin şehre girebileceğini duyurmuş. Bu oğlanla evlenmek istediğini de babasına söylemele­rini emrederken, oğlan:
- Olmaz sultanım! Benim babam, bir padişahtır, Dü­ğünümüzü, bîzim sarayımızda yapalım, demiş.
Kızla beraber yola çıkmışlar. Arap'ın sarayına yak­laştıkları zaman, kız nereye götürüldüğünü anlamış. Ağ­lamaya, bağırmaya başlamış.
Oğlan:
- Sultanım, ben seni vermezdim, ama başımı kurtar­mak için seni Arap'a götürmek zorundayım, demiş.
Saraya geldiklerinde Arap, oğlanın kızı getirdiğini görüp:
- Gelme, gelme! Ben senden korktum! Benim, bunca yıldan beri uğraşıp alamadığım kızı sen aldın. Kim bilir, bana neler yaparsın? Kız da senin olsun, kılıç da, Yeter ki yanıma gelme! demiş.
Oğlan, kılıcı ve kızı alıp sevinç içinde devlerin yaşa­dığı bağa gitmiş, Devler, oğlanın kızı ve kılıcı getirdiğini görünce, onlar da:
- Gelme, gelme! Biz, senden korktuk! Sen hem Arap'ın kılıcını, hem de kızı almışsın! Biz bile, onların hak­larından gelemedik, Kim bilir, sen onlara ne yaptın? Kız
da, kılıç da, ayna da, kopardığın allar da senin olsun! diye bağırmışlar.
Oğlan, dev anasının i yanına dönmüş. Ona, İ yaptığı iyilikler için teşek­kür etmiş. Sonra da dev anasına veda edip, sarayı­na doğru yola çıkmışlar. Üç yol ağzına gelmişler. Oğlan, taşı kaldırıp bakınca yüzüklerin orada olduğunu görmüş. Tam o sıra­da, kardeşleri de gelmiş. Ama tanınmayacak bir hal-deymişler. Üstleri başları kirli ve yırtık pırtıkmış. Neyse, bir­birlerine kavuşunca kucaklaşmışlar. Büyük oğlanlar, ay­nayı küçük kardeşlerinin bulmasını kıskanmışlar. Bu yet­miyormuş gibi, yanında da güzel bir kız varmış. Biraz otu­rup dinlendikten sonra susadıklarını söylemişler. Küçük kardeşlerini de yanlarına alarak, su aramaya çıkmışlar, Kızı, orada bırakmışlar. Biraz gittikten sonra, az ileride büyük bir kuyu görmüşler. Bu kuyunun ağzında, demir bir kapak varmış. Küçük oğlana:
- Sen, aşağıya inip şu kaba su doldurursun. Su kabı­nın ucuna da ip bağlarız ve dolunca yukarı çekeriz. Sonra da ipi sarkıtıp, seni çekeriz, demişler,
Oğlanın beline bir ip bağlayıp, kuyuya sarkıtmışlar. Oğlan inince kabı suyla doldurmuş. Ağabeyleri, suyu yukarı çekmişler. Sonra da oğlanı kuyuda bırakıp, kuyu­nun kapağını kapatmışlar. Oğlan, kuyuya atıyla gelmiş, Ağabeyleri, atı orada bırakıp, kızın yanına dönmüşler.
Kız, oğlanın nerede olduğunu sorunca:
- O biraz gezecek, Haydi, biz yola çıkalım, O arka­mızdan yetişir, demişler.
Onlar, gide dursunlar; oğlan, çaresizlik içinde ağla­maya başlamış. O da orada ağlaya dursun. Ağabeyle­ri, babalarının sarayına varmışlar.
Padişah:
- Küçük kardeşiniz nerede? diye, endişeyle sormuş. Onlar da:
- O bizden ayrıldı, bir daha bulamadık, Nereye gitti­ğini bilmiyoruz, demişler.
Neyse, padişah aynayı görünce oğiunu unutmuş, Aynasına kavuşmanın sevinciyle gözü başka bir şey gör­mez olmuş. Kızı, büyük oğlu ile evlendirmiş ve kırk gün, kırk gece düğün yapılmış. Bu arada, oğlanın gözleri ku­yunun içinde ağlamaktan kör olmuş. At da aç susuz, ku­yunun kapağına ayağıyla vura vura, ağlamaktan kör olmuş, Neyse, günlerden bir gün at kuyunun kapağını kırmış; başını kuyunun içine doğru eğip, kişnemiş. Oğlan, atının orada olduğunu görünce biraz kendine gelmiş ve bu sevinçle biraz güçlenmiş. El yordamıyla, kuyunun ağ­zına tırmanmış, O sırada iki kuş gelmiş. Kuşların biri oğla­nın sağ, biri de sol omzuna konmuş. Kuşlardan biri:
- Yere düşen tüyümü, şu oğlan bulup gözüne sürse gözleri açılır, demiş.
Diğeri de:
- Kanadımdan düşen tüyü bularak şu atın gözlerine sürse, onun da gözleri açılır, demiş.

Oğlan, kuşdili bildiği için kuşların öterek söylediği bu sözleri anlamış. Hemen, elleriyle yerleri yoklamaya ve tüyleri aramaya başlamış, Tüyün birini bulup kendi göz­lerine, öbürünü de bulup atın gözlerine sürmüş. İkisinin de gözleri iyileşmiş. Atına atladığı gibi, doğru babasının sarayına gitmiş, Padişah, oğlunu görünce çok sevinmiş; onu bağrına basmış. Nerelerde olduğunu sorunca, oğ­lan da başına gelenleri bir bir anlatmış, Bunu duyan pa­dişah, büyük oğullarını o şehirden kovmuş. Kızı da küçük oğlu ile evlendirip, kırk gün kırk gece süren güzel bir dü­ğün yapmış.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)