Çok, çok eskiden üç oğlu olan bir padişah yaşarmış.
Padişahın, sihirli bir aynası varmış. Her sabah yatağından kalkar kalkmaz,
aynaya bakarmış. Aynaya bakarak, o gün neler olacağını öğrenirmiş, Bir gün,
aynaya bakmayı unutmuş. Aynaya bakmadığı aklına gelince, odasına geri dönmüş.
Ama ayna yerinde yokmuş! Telâşla, her yeri aramış, Ama bir türlü bulamamış. O
gün,
üzüntüden eli ayağı tutmaz, ne iş
yapacağını bilemez olmuş.
Düşünüp dururken, oğulları gelip:
- Baba, derdin nedir? Bugün, çok dalgınsın, demişler,
Padişah:
- Oğullarım,
bugün aynamı kaybettim. Bu yüzden üzgünüm, demiş,
Oğulları:
-Eğer, izin verirseniz gidip aynanızı bulalım, demişler
ve babalarını teselli etmişler,
Çocuklar, babalarının izniyle aynayı bulmak için yola
çıkmışlar. Giderlerken yanlarına, bol bol para almışlar.
Gide gide bir üç yol ağzına gelip, durmuşlar. Her yolun
başında, bir dikili taş varmış. Sağdaki taşın üzerinde, "Bu yol, bir hana
gider", ortadaki yolun başında "8u yol bir hamama gider." ve soldaki yoiun
başında da nBu yoldan giden dönemez." yazıyormuş.
Büyük kardeş, han yoluna. Ortanca kardeş, hamam yoluna.
Küçük kardeş de giden dönmez, yoluna sapmaya karar vermiş. Birbirlerinden
ayrıldıktan sonra, kimin geri dönebildiğini anlamak için yüzüklerini bir taşın
altına saklamaya karar vermişler, Kim önce dönerse yüzüğünü, taşın aitından
alacakmış. Aralarında sözleşerek,
yüzüklerini bırakıp yola
çıkmışlar,
Küçük oğlan, gide gide bir dağ başına varmış. Bakmış
ki, bir dev anası oturmuş helva yapıyor. Oğlan, korktuğu halde deve yaklaşmış
ve nazik bir şekilde:
- Kolay gelsin anacığım! demiş ve devin elini öpmüş. Dev
anası:
- Oğlum, sen bana çok nazik ve saygılı davrandın. Bana,
'anacığım' demeseydin seni yerdim, demiş. Oğlan:
- Sen de bana
'oğulcuğum' demeseydin, ben de seni kılıcımla keserdim, diye karşılık
vermiş.
Dev anası:
- Oğlum, nereden gelip nereye gidiyorsun? Buraya neden
geldin? diye sormuş,
Oğlan:
- Anacığım, ben padişahın oğluyum. Babamın aynası
kayboldu, onu arıyorum, demiş.
Dev anası:
- Oğlum, o aynayı devler çaldı. Şu dağın arkasında bir
bağ vardır; aynayı çalan devler, orada yaşarlar. Sen şimdi oraya git. Gittiğin
zaman, devleri göreceksin. Eğer, gözleri açıksa uyuyorlar demektir, O zaman hiç
korkma, aynayı al. Ama bağın içindeki elmaslarla ve
yakutlarla donatılmış ağaçlara sakın
dokunma! Sonra yakalanırsın, demiş.
Oğlan, dev anasına teşekkür ederek yola çıkmış, Gide
gide dev anasının söylediği bağı bulmuş, Biraz yaklaşınca, devierin yattığını
görmüş, Devlerin gözleri, ateş gibi yanıyormuş, Oğlan, uyuduklarını görünce
aynayı aramaya başlamış. Sonunda aynayı bulup, tam oradan ayrılacakken dalları
elmaslarla ve yakutlarla dolu ağaçları görmüş.
Karanlıkta ışıl ışıl parlayan ağaçlara
yaklaşıp:
- Nasılsa mışıl mışıl uyuyorlar, beni nereden
görecekler? Şu dallardan bir tane koparayım, diyerek elini uzatınca devler
uyanmış. Oğlanın etrafını sarmışlar.
Onu yakalayıp:
- Sen, ne
cesaretle buraya gelip, aynamızı ve
ağaçlarımızı çalmaya kalkarsın? diye gürlemişler.
Hepsi, çok öfkeliymiş, Oğlan, korkudan zangır zangır
titreyerek yalvarmaya başlamış,
Devler:
- Eğer, Arap'ın
kılıcını bize getirirsen, seni bırakırız, demişler,
Oğlan, hemen kabul etmiş ve dev anasının
yanına
dönmüş, olanları anlatmış.
Dev anası:
- Oğlum, ben
sana demedim mi? Niçin onların ağaçlarına dokundun? Şimdi ne yapacaksın?
demiş.
Oğlan:
- Aman anacığım! Bana yardım et! diye yalvarmış. Dev
anası:
- Biraz ileride büyük bir saray vardır. Sarayın bir
kapısı açık, bir kapısı kapalıdır. Kapalı kapıyı aç, açık olanı da kapat ve
içeriye gir, Kapının sağında bir aslan göreceksin; önünde et durur. Solunda da
bir köpek göreceksin, Onun önünde de ot var. Otu aslana, eti de köpeğe vererek
doğru yukarı çık, Arap, odasında yatar ve kılıcı duvarda asılıdır. Kılıcı hemen
oradan al ve çıkıp buraya gel. Ama sakın kılıcı kınından çekme,
demiş.
Oğlan, dev anasına teşekkür etmiş ve yola çıkmış. Az
gitmiş, uz gitmiş. Dere, tepe düz gitmiş ve sonunda saraya ulaşmış. Kapalı
kapıyı açmış, açık kapıyı kapatmış. Aslana otu, köpeğe eti vermiş ve yukarı
çıkmış. Arap'ın yattığı odaya girerek, duvarda asılı duran kılıcı alıp saraydan
dışarı çıkmış ve koşmaya başlamış.
Yarı yola gelince:
- Artık, beni yakalayamaz! Bakalım şu kılıcın içinde ne
var? deyip kılıcı, kınından çıkarmış.
O anda Arap, oğlanın yakasından yakalayıp:
- Seni gidi seni! Benim sarayıma gelip kılıcımı
alırsın
ha? Ben, şimdi sana gör bak neler
yapacağım! diyerek oğlanı alıp, sarayına götürmüş.
Dev anası, daha önceden oğlanı uyarmış. Arap onu
yakalarsa, kırk gün boyunca çeşitli şeyler öğretirmiş. Sonra da "Öğrendin mi?"
diye sorarmış. Dev, oğlanı sakın "öğrendim" dememesi için sıkı sıkı tembih
etmiş.
Arap, oğlana türlü beceriler ve kılıktan kılığa
girmenin yollarını öğretmiş,
Sonra da:
- Öğrendin mi? diye sormuş, Oğlan, her seferinde
de:
- Öğrenmedim, diye cevap vermiş. Aradan kırk gün
geçtikten sonra, Arap:
- Haydi oradan! Ben de seni, adam sandım. Senin, hiç bir
şey öğreneceğin yok! Bana peri padişahının kızını getirirsen, seni bırakırım,
demiş.
Oğlan, canını kurtarmak için, kabui etmiş ve dev
anasının yanına dönmüş; olanları dev anasına anlatmış.
Dev anası:
- Arap'ın istediği kız, bir şehirde oturur. Ama o
şehirde hiç erkek yoktur. Oraya kimse giremez. O kız, tılsımlıdır. Kızın
oturduğu şehre, bir erkek girecek olursa tılsımı bozulur.
İşte, bu yüzden de şehirde sadece kızlar yaşıyor. Hem,
devler ji hem de Arap bu kıza âşıktır, Yıllardır onu ellerine
geçirli mek için uğraştılar. Ama
tılsımı yüzünden
hiçbiri şehre giremedi, Senin, oraya nasıl
gideceğini ben de
bilemiyorum. Arap'tan hiçbir marifet
öğrenmedin mi? • demiş.
— Kuş kılığına girmeyi öğrendim, demiş oğlan. Dev
anası:
- Tamam, şimdi bir kuş olup doğru o kızın yaşadığı şehre
uçarsın, Sarayın içinde bir havuz, havuzun üzerinde de taş oymalı bir kafes
vardır.
Gidip, o kafesin üzerine konarsın. O zaman kızın
tılsımı bozulur ve sana yalvarmaya başlar, Onu alıp, Arap'a götürürsün, Böylece
sen de bu dertten kurtulmuş olursun, demiş,
Oğlan, hemen bir kuş olmuş ve şehre gitmiş, Sarayın
penceresinin önüne konunca, kız onu görmüş.
Kız, hizmetçilerine:
- Ne kadar güzel bir kuş! Pencereleri açın, belki içeri
girer de yakalarız, demiş.
Hizmetçiler, pencereleri açmışlar. Kuş içeri girip,
doğru havuzun üzerindeki kafese konmuş. Konduğu anda da kızın tılsımı
bozulmuş.
Kuşun, bir erkek olduğunu anlayan kız:
- Ademoğlu, şimdi ben de senin gibi oldum, demiş. Oğlan
silkinip, eski haline dönmüş.
Kız, artık tılsımı bozulduğu için her tarafa haberciler
göndermiş; isteyenlerin şehre girebileceğini duyurmuş. Bu oğlanla evlenmek
istediğini de babasına söylemelerini emrederken, oğlan:
- Olmaz sultanım! Benim babam, bir padişahtır,
Düğünümüzü, bîzim sarayımızda yapalım, demiş.
Kızla beraber yola çıkmışlar. Arap'ın sarayına
yaklaştıkları zaman, kız nereye götürüldüğünü anlamış. Ağlamaya, bağırmaya
başlamış.
Oğlan:
- Sultanım, ben seni vermezdim, ama başımı kurtarmak
için seni Arap'a götürmek zorundayım, demiş.
Saraya geldiklerinde Arap, oğlanın kızı getirdiğini
görüp:
- Gelme, gelme! Ben senden korktum! Benim, bunca yıldan
beri uğraşıp alamadığım kızı sen aldın. Kim bilir,
bana neler yaparsın? Kız da senin olsun,
kılıç da, Yeter ki yanıma gelme! demiş.
Oğlan, kılıcı ve kızı alıp sevinç içinde devlerin
yaşadığı bağa gitmiş, Devler, oğlanın kızı ve kılıcı getirdiğini görünce, onlar
da:
- Gelme, gelme! Biz, senden korktuk! Sen hem Arap'ın
kılıcını, hem de kızı almışsın! Biz bile, onların haklarından gelemedik, Kim
bilir, sen onlara ne yaptın? Kız
da, kılıç da, ayna da, kopardığın allar da senin olsun!
diye bağırmışlar.
Oğlan, dev anasının i yanına dönmüş. Ona, İ yaptığı
iyilikler için teşekkür etmiş. Sonra da dev anasına veda edip, sarayına doğru
yola çıkmışlar. Üç yol ağzına gelmişler. Oğlan, taşı kaldırıp bakınca yüzüklerin
orada olduğunu görmüş. Tam o sırada, kardeşleri de gelmiş. Ama tanınmayacak bir
hal-deymişler. Üstleri başları kirli ve yırtık pırtıkmış. Neyse, birbirlerine
kavuşunca kucaklaşmışlar. Büyük oğlanlar, aynayı küçük kardeşlerinin bulmasını
kıskanmışlar. Bu yetmiyormuş gibi, yanında da güzel bir kız varmış. Biraz
oturup dinlendikten sonra susadıklarını söylemişler. Küçük kardeşlerini de
yanlarına alarak, su aramaya çıkmışlar, Kızı, orada bırakmışlar. Biraz gittikten
sonra, az ileride büyük bir kuyu görmüşler. Bu kuyunun ağzında, demir bir kapak
varmış. Küçük oğlana:
- Sen, aşağıya inip şu kaba su doldurursun. Su kabının
ucuna da ip bağlarız ve dolunca yukarı çekeriz. Sonra da ipi sarkıtıp, seni
çekeriz, demişler,
Oğlanın beline bir ip bağlayıp, kuyuya sarkıtmışlar.
Oğlan inince kabı suyla doldurmuş. Ağabeyleri, suyu yukarı çekmişler. Sonra da
oğlanı kuyuda bırakıp, kuyunun kapağını kapatmışlar. Oğlan, kuyuya atıyla
gelmiş, Ağabeyleri, atı orada bırakıp, kızın yanına dönmüşler.
Kız, oğlanın nerede olduğunu sorunca:
- O biraz gezecek, Haydi, biz yola çıkalım, O
arkamızdan yetişir, demişler.
Onlar, gide dursunlar; oğlan, çaresizlik içinde
ağlamaya başlamış. O da orada ağlaya dursun. Ağabeyleri, babalarının sarayına
varmışlar.
Padişah:
- Küçük kardeşiniz nerede? diye, endişeyle sormuş. Onlar
da:
- O bizden ayrıldı, bir daha bulamadık, Nereye
gittiğini bilmiyoruz, demişler.
Neyse, padişah aynayı görünce oğiunu unutmuş, Aynasına
kavuşmanın sevinciyle gözü başka bir şey görmez olmuş. Kızı, büyük oğlu ile
evlendirmiş ve kırk gün,
kırk gece düğün yapılmış. Bu arada, oğlanın
gözleri kuyunun içinde ağlamaktan kör olmuş. At da aç susuz, kuyunun kapağına
ayağıyla vura vura, ağlamaktan kör olmuş, Neyse, günlerden bir gün at kuyunun
kapağını kırmış; başını kuyunun içine doğru eğip, kişnemiş. Oğlan, atının orada
olduğunu görünce biraz kendine gelmiş ve bu sevinçle biraz güçlenmiş. El
yordamıyla, kuyunun ağzına tırmanmış, O sırada iki kuş gelmiş. Kuşların biri
oğlanın sağ, biri de sol omzuna konmuş. Kuşlardan biri:
- Yere düşen tüyümü, şu oğlan bulup gözüne sürse gözleri
açılır, demiş.
Diğeri de:
- Kanadımdan düşen tüyü bularak şu atın gözlerine sürse,
onun da gözleri açılır, demiş.
Oğlan, kuşdili bildiği için kuşların öterek söylediği bu
sözleri anlamış. Hemen, elleriyle yerleri yoklamaya ve tüyleri aramaya başlamış,
Tüyün birini bulup kendi gözlerine, öbürünü de bulup atın gözlerine sürmüş.
İkisinin de gözleri iyileşmiş. Atına atladığı gibi, doğru babasının sarayına
gitmiş, Padişah, oğlunu görünce çok sevinmiş; onu bağrına basmış. Nerelerde
olduğunu sorunca, oğlan da başına gelenleri bir bir anlatmış, Bunu duyan
padişah, büyük oğullarını o şehirden kovmuş. Kızı da küçük oğlu ile evlendirip,
kırk gün kırk gece süren güzel bir düğün yapmış.