Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yeni cami
içinde, abıhayat içince, ben kendimden geçince, bayırda "vak, vak"; "sultanım
börek" diye bağıran bir dervişti, Lala, buna ermişti, Ben de bilmem ne işti,
Oradan girdik bu yola, geldik geniş bir avluya. Oturduk bir kenara, başladık
masala.
Bir varmış, bir yokmuş, Bir padişah varmış. Bu
padişahın üç de oğlu varmış, O da insan değil mi? Padişah, bir gün hastalanmış,
Yataklara düşmüş ve durumu gittikçe ağırlaşmış. Artık ömrünün sonuna geldiğini
anlamış, Oğullarını yanına çağırtmış. Çocuklar, üzüntü içinde babalarının
yatağının etrafına toplanmışlar.
Padişah, güçlükle konuşarak:
- Ben öldükten sonra, büyük oğlum padişah olacak. Canı
istediği zaman, avlanmaya çıksın.
Ama ormanda bir üç yol ağzına geldiğinde, soldaki yola
sapsın, Ne sağdakine, ne de ortadakine sapmasın, demiş.
Padişah, iki gün sonra ölmüş. Çocuklar, üzüntü içinde
ağlamışlar.
Babalarının vasiyetini yerine getirip, ağabeylerini
tahta geçirmişler. Bir gün, padişahın canı sıkılmış, ava gitmeye karar vermiş.
Atına binmiş ve yanına baş vezirini de aiıp yola çıkmış, Gide gide üç yol ağzına gelmişler, Çocuk, babasının
söylediklerini hatırlamış. Ama diğer
yollara saparsa, ne olacağını da çok merak etmiş,
Yanındaki vezirine:
- Acaba, babam niçin soldaki yola sapmamızı tembih
etmişti? Öteki yollardan birine sapsak, ne olur ki? demiş,
Vezir:
-Sakın gitme! Elbet babanın bir bildiği vardır.
Bakarsın başına bir kaza gelir, etme eyleme, diyerek onu bırakmak istememiş.
Ama padişah, laf dinlememiş ve onu
orada bırakıp atını sağdaki yola sürmüş.
Yol kenarında, çimenlerin arasında sarı bir çiğdem çiçeği görmüş. Çiğdemin
böyle vakitsiz açtığını görünce, onu koparmak için atını çiğdeme doğru sürmüş,
Ama çiğdeme bir türlü yaklaşamamış. Çocuk, atını sürdükçe çiğdem uzaklaşmış.
Çiğdem önde, çocuk arkada, gide gide epeyce yol almışlar. Çocuk, başını
kaldırınca bir mağaranın önüne geldiğini görmüş. Mağaranın önünde, dumanı tüten
bir kazan sıcak pilav duruyormuş,
O sırada karnı acıkmış:
- Çiğdemi koparamadım, bari şu pilavdan birkaç lokma
yiyeyim, diyerek atından inmiş. Tam pilavdan bir kaşık alacakken, mağaradan bir
Arap çıkmış.
—Hey âdemoğlu! Selâmdan evvel, kelâm olmaz, Gel, seninle
bir dövüşelim. Pilavı sonra yersin, demiş.
Çocuk da ne yapsın, Arap'la dövüşmeye başlamış. Bunlar,
boğaz boğaza gelmişler. En sonunda Arap, çocuğu yenmiş ve hançerini çıkarıp
çocuğun başını kesmiş. Atı da kişneyerek kaçmış.
Yol ağzında uzun zaman bekleyen vezir, bakmış ki
çocuktan bir haber yok. Biraz daha bekleyip, saraya dönmüş. Olup bitenleri,
kardeşlerine anlatmış. Ağabeylerini, günlerce beklemişler, Gelmediğini görüp,
ortanca kardeşin tahta geçmesine karar vermişler.
Aradan bir zaman geçtikten sonra, ortanca çocuk
da
ava çıkmak istemiş. Yanına vezirini alıp,
yola koyulmuş. Gide gide o üç yol ağzına varmışlar, Çocuk, babasının
vasiyetini hatırlasa da:
- Gidip, bakayım ağabeyime ne oldu? diyerek, ağabeyinin
gittiği yola atını sürmüş.
Onun da önüne bir çiğdem çiçeği çıkmış. O da çiğdemi
koparmaya kalkıştıkça, çiğdem uzaklaşmış. Gide gide pilav kazanının başına
gelmiş, O J da, ağabeyi gibi acıktığı için pilav kazanına yaklaşmış.
Tam o sırada Arap ortaya çıkıp:
- Hey âdemoğlu!
Selamdan önce, kelâm
olmaz. Gel, seninle bir dövüşelim. Pilavı sonra yersin,
demiş,
Arap, onu da yenmiş ve hançerle başını kesmiş, Onun atı
da kişneyerek kaçmış ve diğer atın yanına gitmiş.
Vezir, üç yol ağzında çocuğu beklemiş, beklemiş, Bakmış
ki ne gelen var, ne giden:
- Padişahın
başına bir şey geldi galiba? demiş ve
saraya dönmüş.
Hem büyük, hem de ortanca çocuk dönmeyince, bu sefer de
küçük çocuğu tahta geçirmişler.
Küçük padişah, bir süre sonra ağabeyleri gibi yanına
vezirini alıp, yola çıkmış. Gide gide üç yol ağzına varmışlar. Çocuk,
ağabeylerinin gittiği yola sapmak İstemiş,
Vezir:
- Ağabeylerinin ikisi de bu yola saptı ve geri
dönmediler. Sen de gidersen, kim padişah olacak? demiş.
Ama genç padişah kararlıymış:
- Hem ağabeylerimi ararım, hem de bu yolda ne olduğunu
görürüm, demiş.
Gide gide epeyce yol almış. Demeye kalmaz, atların
kişnemelerini duymuş. Çocuk, ağabeylerinin yakında olduklarını anlamış. O
sırada, çiğdem çiçeğini görmüş ve çiğdemi koparmaya çalışmış. Çocuk yaklaştıkça,
çiğdem kaçmış. Çocuk, çiğdemin peşinde gide gide en sonunda pilav kazanının
yanına gelmiş.
Çok yorulup, karnı acıktığı için:
- Şu pilavla karnımı doyurayım, diyerek atından inmiş
ve kazanın başına gelmiş, Kaşığını, tam pilava daldıracağı sırada mağaradan
Arap çıkarak:
-Şehzadem, selâmdan evvel kelâm olmaz. Gel, seninle
yiğitçe bir dövüşelim. Ondan sonra pilavı ye, helâl olsun, demiş. Çocuk, Arap
ile dövüşmeye başlamış.
Şehzadenin bildiği, tılsımlı bir dua varmış. Bu duayı
okuyunca, Arap'ın elleri tutmaz, gücü kuvveti yetmez olmuş ve kılıç elinden
düşmüş. Şehzade, Arap'ı tuttuğu gibi yere yıkmış ve hançerini çekip öldürmüş,
Bir de bakmış ki, çiğdem hâlâ orada duruyor. Eğilip çiğdemi kopartmış ve
kavuğuna takmış. Atına atlayıp, ağabeylerinin atlarını da alarak, vezirin
yanına dönmüş. Vezire başından geçenleri anlatıp, ağabeylerini Arap'ın
öldürdüğünü söylemiş.
Padişah, saraya dönmâm dükten sonra, kavuğundan çiğdemi
çıkarmış ve bir bardağın içine koymuş. Bardağı da su ile doldurup
rafın üzerine koymuş. Sonra da yatıp, uyumuş.
Padişahın, bir âdeti varmış. Hizmetçiler, her gece
yatağının başucuna lokum, şerbet, altın şamdan ve ayakucuna da gümüş şamdan
koyarlarmış, Sonra da şamdanları yakarlarmış.
Padişah uyuduktan sonra, gece yarısı çiğdem bardaktan
çıkmış, Silkinip, bir kız olmuş ki eşi benzeri hiçbir yerde görülmemiş. Öyle
güzelmiş ki, bakmaya doyui-mazmış, Kız, padişahın lokumlarını yemiş, şerbetini
içmiş,
başucundaki altın şamdanı ayakucuna,
ayakucundaki gümüş şamdanı da başucuna koymuş. Padişahı, iki yanağından öperek
yine çiğdem olmuş.
Az sonra uyanan padişah, bir de bakmış ki lokumları
yenmiş, şerbetleri içilmiş ve şamdanların yerleri değişmiş. Bu işi kimin
yaptığını merak ederek, sabaha kadar düşünmüş. Sabah olunca da hizmetçileri
çağırıp:
- Bu akşam, benim odama kim girdi? diye
sormuş.
Hizmetçiler:
- Padişahım, kim
girecek? Kimse girmedi! demişler. Padişah, inanmamış; bu işe bir türlü akıl
erdirememiş. Akşam, padişah yine yatıp uyumuş, Lokumlar, şerbetler hazırlanmış
ve şamdanlar yerlerine konup mumlar yakılmış. Hizmetçiler, işlerini bitirince
odanın kapısını çekip çıkmışlar. Gece yarısı, padişah uyurken çiğdem yine
canlanıp, bir kız olmuş. Padişahın yanına gelip lokumlarını yemiş, şerbetini
içmiş, şamdanların yerlerini değiştirmiş ve padişahı iki yanağından öptükten
sonra yine çiğdem olmuş. Sabah uyanan padişah, lokumların yenmiş, şerbetin
içilmiş, şamdanların yer değiştirmiş olduğunu görünce öyle sinirlenmiş ki;
yapmadığını, söylemediğini bırakmamış.
Neyse, uzatmayalım meseleyi, çatlatalım kestaneyi.
Padişah, o akşam uyumadan beklemeye karar vermiş, O gece de bardaktan çıkan
çiğdem, bir silkinişte kız olur. Padişahın lokumlarını yemiş, şerbeti içmiş,
şamdanların yerini değiştirmiş ve sonra da padişahın yanaklarını
öpmek için eğiimiş. Padişah, gözlerini açıp
kızı bileğinden yakalamış.
Padişaha:
- Yalvarırım, beni bırak, demiş. Padişah, ömründe hiç bu
kadar güzel bir kız görmemiş, Onu görür görmez, aşık olmuş, Kızı, kaybetmek
istemediği için, hemen bardağın içindeki çiğdemi parçalamış, Böylece tılsımı
bozulan kız, bir daha çiğdem olamamış ve padişahın yanında kalmış.
Padişah ve çiğdem kız, birbirlerini öyle çok sevmişler,
birbirlerine öyle bir âşk ile bağlanmışlar ki, iki dünya bir araya gelse de
ayrılmamaya karar vermişler. Kırk gün kırk gece düğün yapıp, muratlarına
ermişler.
Düğüne giden bir adama, bir tabak helva ve bir tabak da
kemik vermişler. Helvayı dişinin kovuğuna kıstırmış, kemiği heybesine koymuş,
Heybesi kâğıttan, eşeğinin ayakları mumdanmış. Giderken bir yangına rastlamış.
Eşeğin ayakları erimiş, heybedeki kemikleri köpekler yemiş. Adam, dişinin
kovuğundaki helvanın tadıyla yetinmiş.