bilgievlerim: ŞEHZADE
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


ŞEHZADE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞEHZADE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2018 Cuma

KIRKLAR HAMAMI




Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Vaktin bir zamanında, zamanın bir anında, bir padişahın bir oğlu, bu oğlanın da bir lalası varmış. Lalası, şehzadeyi bir dakika bile yanından ayırmazmış. Şehzade, bir gece rüyasında çok güzel bir kız görmüş. Kalbini bu kıza kaptır­mış. Kız, "kırklardan" mış, Bu yüzden, ona kim sevdalanırsa, sevdasından çıralar gibi yanıp tutuşur, yataklara düşer­miş. Şehzade, başka bir gece gene rüyasında bu kızı görmüş. Oğlan ağlayınca, kız:
- Ağlama! Beni görmek is­tiyorsan, kırklar hamamına gel, demiş,
Ertesi sabah, şehzade lalasına:
-  Canım lalacığım, kırklar hamamı nerededir, biliyor musun? diye sor­muş.
-   Aman şehzadem, bunu sana kim söyledi?
O zaman şehzade, gör­düğü rüyayı lalasına anlatmış.
Lala;
- Sen hiç üzülme şehzadem. Ben sana o kızı bulurum. Ama, bunu hiç kimseye söyleme, çünkü kız kırklardan, yani o bir peri. Belki, sana bir kötülüğü dokunur, demiş.
Ertesi gece lala, doğruca kırklar hamamına gitmiş. Daha hamamın kapısından adımını atar atmaz, zavallı lalayı sille tokat dövmeye başlamışlar, Ama, lala hiç al­dırmadan ta göbek taşına kadar ilerlemiş ve oturmuş. Bir iki dakika sonra, hamamın kubbesi gök gürültüsünü andıran bir sesle açılmış, Lala, korkmuş ama, belli etme­miş. Derken, şehzadenin âşık olduğu kız hamama gel­miş. Lalayı hiç görmüyormuş gibi bileziğini, küpelerini çı­kartarak göbek taşına koymuş. Başlamış yıkanmaya. La­la, kızın bileziklerini ve küpelerini almış. Gene dayak yiye yiye hamamın kapısına gelmiş. Hamamdan çıkar çık­maz, tabana kuvvet saraya doğru koşmaya başlamış. Saraya gelince, hemen şehzadenin yanına gitmiş. Lala, hamamdan aldıklarını şehzadeye göstermiş.
Şehzade:
- Lalacığım, bu bilezikleri ve küpeleri nasıl da aldın? diye sormuş.
-  Kırklar hamamında dayak yiye yiye göbek taşın­dan aldım, diye cevap vermiş lala.
Şehzade:
- Aman lala, ne olur hamama beni de götür!
Lala;
- Her şeyi yaparım ama, bunu yapamam. Sen benim yediğim dayağı yeseydin, aklını kaçırırdın. Ama, bir gün seni kızın yaşadığı yere götürürüm. Kızı, gizlice seyreder­sin. Sakın, onlara görünme. Yoksa, sen de kırklara karışır, onlar gibi peri olursun! Bir daha ne ananı, ne padişah babanı, ne de beni göremezsin, demiş. Şehzade:
- Lalacığım, yeter ki sen beni götür. Sen ne istersen yapacağıma söz veriyorum, demiş.
Bir gece, gizlice saraydan çıkmışlar, Gide gide, bir bahçeye varmışlar. Lala, şehzadeyi bir ağacın arkasına saklamış. Kendisi de onun yanı başına gizlenmiş. Biraz son­ra, nazlı nazlı kanat çırparak kırk güvercin bahçeye inmiş. Bahçede, kocaman bir havuz varmış. Hangi güvercin ha­vuza dalarsa, ay parçası gibi güzel bir kız olup çıkıyormuş. Şehzade, rüyasında gördüğü kızı hemen tanıyarak:
-  Lala, lala, şu en öndeki benim sevdalandığım kız, demiş.
Lala, şehzadenin ağzını kapayarak:
- Sakın konuşma oğlum! Bizi duyacak olurlarsa, hep­si güvercin olup kaçarlar. Biz de buradan bir daha dışa­rıya çıkamayız, demiş.
Şehzade, hemen susmuş. Kızlar, bir ziyafet sofrası ha­zırlamışlar bahçede. Yiyip, içmeye başlamışlar. Yemek­ten sonra şehzadenin sevdiği kız, bir testi şerbet getirmiş,
Kupalara doldurarak:
- Beni sevenin aşkına! diye hep birlikte içmişler. Son­ra da oynamaya başlamışlar. Oyun bittikten sonra, hepsi soyunup havuza girmiş. İşte, bu sırada kurnaz lala şehzadenin sevdiği kızın elbiselerini gizlice almış, Kızların yıkanması bitince, birer ikişer güvercin olup havalanmış­lar, Şehzadenin sevgilisi, elbiselerini aramış durmuş. Bula­mayınca, üzüntüden gözlerinden inci gibi yaşlar süzül­müş. Kızın ağlamasına dayanamayan şehzade, saklandığı yerden çıkmış. Kız, karşısında şehzadeyi görünce:
- Aman şehzadem, kulun kurbanın olayım! Elbisele­rim sendeyse bana ver! demiş.
Şehzade, yemin ederek elbiseleri almadığını söylemiş. Kız:
- Burada senden başka kimse olmadığına göre, sen almış olmalısın. Ne olur, ver onları bana! diye ısrar etmiş.


Şehzade:
-  Ben senin sevdanla yanıp tutuşurken, sen eğlen­mekten başka hiç bir şey düşünmüyorsun,
Benimle evleneceğine yemin et, elbiselerinin nere­de olduğunu söyleyeyim, demiş.
Kız:
- Peki, seninle evleneceğime yemin ederim! demiş.
Demiş ve arkasından ortalığı öyle bir rüzgâr kasıp kavurmuş ki o güzelim bahçe ve havuz yok olmuş,
Kız:
-  Eyvah! Şehzadem, beni bütün kardeşlerimden ayırdın! Şimdi, ben de senin gibi bir insan oldum, demiş,
Şehzade:
- Sevgilim, senin elbiselerini lalam almıştı.
Ama, şimdi ortalıkta yok. Acaba, nereye gitti? demiş, Kız:
- Şehzadem, artık iafanı arama. Eğer, benim elbise­lerimi yakmış olsaydın, o zaman lalanı kaybetmezdin, Şimdi, benim elbiselerimi ona giydirdiler. O bir peri oldu ama, ben kurtuldum.
Şehzade, sevgilisine kavuşup, [alasını kaybettiği için çok üzülmüş.
Kız:
- Şehzadem, sen nasıl lalanı kaybettiysen, ben de insan olunca dadımı kaybettim. Ama üzülme, Dadım, mutlaka beni arayıp, bulacaktır. O zaman, lalanı ona anlatırım. Bir çaresini buluruz, demiş.
Şehzade, kızın sözleriyle teselli olmuş ve onunla be­raber saraya dönmüş. Şehzade ve kız, odalarında otu-ruyorlarmış. Kızın dadısı, bir güvercin olup, penceresine konmuş ve kıza:
- Ey sultanım, benden nasıl ayrıldın? Şimdi, ben sen­siz ne yaparım? demiş,
Kız:
- Sevgili dadıcığım, şu bahçedeki havuza gir ve şeh­zademin lalası neredeyse onu bana çağır, demiş.
Dadı:
-  Sultanım, arkadaşları onun yanından hiç ayrılmı­yorlar, Onu alıp buraya getirecek olsam, beni öldürür­ler. Sonra sana hasret, senden tamamen ayrı kalırım. Ama, onu yalnız başına görürsem, belki buraya getire­bilirim, demiş,
Şehzade:
- Dadıcığım, ne yaparsan yap onu buraya getir. Hiç olmazsa, bir kez yüzünü göreyim, demiş.
Dadı, uçup gitmiş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra dadı, şehzadenin lalasını bulmuş ve demiş ki:
-  Şehzade, senin için çok ağlıyor. Seni biraz olsun görmek için, benden yardım istedi. Ne yapıp, edip seni gitmeliyiz?
Lala:
- Sana çok teşekkür ederim. Bir gece, kimselere gö­rünmeden şehzademe gideriz. Birkaç dakikalığına da olsa onu görmüş, üzüntüsünü dindirmiş olurum. Ama, çok dikkatli olmalıyız. Kısa bir zaman aralarından ayrıl-sam, arkadaşlarım beni sorup duruyorlar. Benim şehza­deye gittiğimi öğrenirlerse mutlaka öldürürler, demiş.
Masalı çok uzatmayalım, pişmiş aşa su katmayalım, Çok yükseklerde, pek alçaklarda yatmayalım. Bir gece, lala ve dadı güvercin olup, şehzadenin bahçesine gel­mişler. Bahçedeki havuza girince iala bir erkek, halayık ise bir kadın olmuş, Şehzadenin sevgilisi, lala ile dadısını içeri almış. Onlara, insan elbiseleri vermiş, giyinmişler,
Şehzade de onların havuz başına bıraktıkları elbise­leri, ateşe atıp, yakmış.
Elbiseler ateşte yanınca dadı ve lala:
- Eyvah yandık, mahvolduk! diye bağırıp, bayılmışlar,
Bayılmışlar ya, şehzade ile kız ikisini de ayıltmış. Artık m  kurtulduklarını söyleyince, iki­si de rahat bir nefes almış. Çok mutlu olmuşlar, Her şey yoluna girince, şehzade kızla, lala da dadı ile evlenmiş, Düğünleri, tam kırk gün kırk gece sürmüş.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

11 Temmuz 2018 Çarşamba

ÇİĞDEM ÇİÇEĞİ VE ŞEHZADE


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yeni ca­mi içinde, abıhayat içince, ben kendimden geçince, bayırda "vak, vak"; "sultanım börek" diye bağıran bir dervişti, Lala, buna ermişti, Ben de bilmem ne işti, Ora­dan girdik bu yola, geldik geniş bir avluya. Oturduk bir kenara, başladık masala.
Bir varmış, bir yokmuş, Bir padişah varmış. Bu padişa­hın üç de oğlu varmış, O da insan değil mi? Padişah, bir gün hastalanmış, Yataklara düşmüş ve durumu gittikçe ağırlaşmış. Artık ömrünün sonuna geldiğini anlamış, Oğullarını yanına çağırtmış. Çocuklar, üzüntü içinde ba­balarının yatağının etrafına toplanmışlar.
Padişah, güçlükle konuşarak:
- Ben öldükten sonra, büyük oğlum padişah olacak. Canı istediği zaman, avlanmaya çıksın.
Ama ormanda bir üç yol ağzına geldiğinde, soldaki yola sapsın, Ne sağdakine, ne de ortadakine sapmasın, demiş.
Padişah, iki gün sonra ölmüş. Çocuklar, üzüntü içinde ağlamışlar.                
Babalarının vasiyetini yerine getirip, ağabeylerini tahta geçir­mişler. Bir gün, padişahın canı sıkılmış, ava gitmeye karar vermiş. Atına binmiş ve ya­nına baş vezirini de aiıp yola çıkmış, Gide gide  üç yol ağzına gelmişler, Çocuk, babasının söylediklerini  hatırlamış. Ama diğer yollara sa­parsa, ne olacağını da çok merak etmiş,
Yanındaki vezirine:
- Acaba, babam niçin soldaki yola sapmamızı tem­bih etmişti? Öteki yollardan birine sapsak, ne olur ki? demiş,
Vezir:
-Sakın gitme! Elbet babanın bir bildiği vardır. Bakar­sın başına bir kaza gelir, etme eyleme, diyerek onu bı­rakmak istememiş. Ama padişah, laf dinlememiş ve onu orada bırakıp atını sağdaki yola sürmüş. Yol kenarında, çimenlerin arasında sarı bir çiğdem çiçeği görmüş. Çiğ­demin böyle vakitsiz açtığını görünce, onu koparmak için atını çiğdeme doğru sürmüş, Ama çiğdeme bir tür­lü yaklaşamamış. Çocuk, atını sürdükçe çiğdem uzak­laşmış. Çiğdem önde, çocuk arkada, gide gide epey­ce yol almışlar. Çocuk, başını kaldırınca bir mağaranın önüne geldiğini görmüş. Mağaranın önünde, dumanı tüten bir kazan sıcak pilav duruyormuş,
O sırada karnı acıkmış:
- Çiğdemi koparamadım, bari şu pilavdan birkaç lokma yiyeyim, diyerek atından inmiş. Tam pilavdan bir kaşık alacakken, mağaradan bir Arap çıkmış.
—Hey âdemoğlu! Selâmdan evvel, kelâm olmaz, Gel, seninle bir dövüşelim. Pilavı sonra yersin, demiş.
Çocuk da ne yapsın, Arap'la dövüşmeye başlamış. Bunlar, boğaz boğaza gelmişler. En sonunda Arap, ço­cuğu yenmiş ve hançerini çıkarıp çocuğun başını kes­miş. Atı da kişneyerek kaçmış.
Yol ağzında uzun zaman bekleyen vezir, bakmış ki çocuktan bir haber yok. Biraz daha bekleyip, saraya dönmüş. Olup bitenleri, kardeşlerine anlatmış. Ağabey­lerini, günlerce beklemişler, Gelmediğini görüp, ortan­ca kardeşin tahta geçmesine karar vermişler.
Aradan bir zaman geçtikten sonra, ortanca çocuk da ava çıkmak istemiş. Yanına vezirini alıp, yola koyulmuş. Gi­de gide o üç yol ağzına varmışlar, Çocuk, babasının vasi­yetini hatırlasa da:
- Gidip, bakayım ağabeyime ne oldu? diyerek, ağa­beyinin gittiği yola atını sürmüş.
Onun da önüne bir çiğdem çiçeği çıkmış. O da çiğdemi koparma­ya kalkıştıkça, çiğdem uzak­laşmış. Gide gide pilav kazanının başına gelmiş, O J da, ağabeyi gibi acıktığı için pilav kazanına yaklaşmış.
Tam o sırada Arap ortaya çıkıp:
-  Hey âdemoğlu! Se­lamdan  önce,  kelâm  olmaz. Gel, seninle bir dövüşelim. Pilavı sonra yersin, demiş,
Arap, onu da yenmiş ve hançerle başını kesmiş, Onun atı da kişneyerek kaçmış ve diğer atın yanına gitmiş.
Vezir, üç yol ağzında çocuğu beklemiş, beklemiş, Bakmış ki ne gelen var, ne giden:
-  Padişahın başına bir şey geldi galiba? demiş ve saraya dönmüş.
Hem büyük, hem de ortanca çocuk dönmeyince, bu sefer de küçük çocuğu tahta geçirmişler.
Küçük padişah, bir süre sonra ağabeyleri gibi yanı­na vezirini alıp, yola çıkmış. Gide gide üç yol ağzına var­mışlar. Çocuk, ağabeylerinin gittiği yola sapmak İstemiş,
Vezir:
- Ağabeylerinin ikisi de bu yola saptı ve geri dönme­diler. Sen de gidersen, kim padişah olacak? demiş.
Ama genç padişah kararlıymış:
- Hem ağabeylerimi ararım, hem de bu yolda ne ol­duğunu görürüm, demiş.
Gide gide epeyce yol almış. Demeye kalmaz, atla­rın kişnemelerini duymuş. Çocuk, ağabeylerinin yakında olduklarını anlamış. O sırada, çiğdem çiçeğini görmüş ve çiğdemi koparmaya çalışmış. Çocuk yaklaştıkça, çiğdem kaçmış. Çocuk, çiğdemin peşinde gide gide en sonunda pilav kazanının yanına gelmiş.
Çok yorulup, karnı acıktığı için:
- Şu pilavla karnımı doyurayım, diyerek atından in­miş ve kazanın başına gelmiş, Kaşığını, tam pilava dal­dıracağı sırada mağaradan Arap çıkarak:
-Şehzadem, selâmdan evvel kelâm olmaz. Gel, se­ninle yiğitçe bir dövüşelim. Ondan sonra pilavı ye, helâl olsun, demiş. Çocuk, Arap ile dövüşmeye başlamış.
Şehzadenin bildiği, tılsımlı bir dua varmış. Bu duayı oku­yunca, Arap'ın elleri tutmaz, gücü kuvveti yetmez ol­muş ve kılıç elinden düşmüş. Şehzade, Arap'ı tuttuğu gi­bi yere yıkmış ve hançerini çekip öldürmüş, Bir de bak­mış ki, çiğdem hâlâ orada duruyor. Eğilip çiğdemi ko­partmış ve kavuğuna takmış. Atına atlayıp, ağabeyleri­nin atlarını da alarak, vezirin yanına dönmüş. Vezire ba­şından geçenleri anlatıp, ağabeylerini Arap'ın öldürdü­ğünü söylemiş.
Padişah, saraya dönmâm dükten sonra, kavuğundan çiğdemi çıkarmış  ve bir bardağın  içine koymuş. Bardağı da su ile doldurup rafın üzerine koymuş.  Sonra da  yatıp, uyumuş.
Padişahın, bir âdeti var­mış. Hizmetçiler, her gece yatağının başucuna lokum, şerbet, altın şamdan ve ayakucuna da gümüş şamdan koyarlarmış, Sonra da şamdanları yakarlarmış.
Padişah uyuduktan sonra, gece yarısı çiğdem bar­daktan çıkmış, Silkinip, bir kız olmuş ki eşi benzeri hiçbir yerde görülmemiş. Öyle güzelmiş ki, bakmaya doyui-mazmış, Kız, padişahın lokumlarını yemiş, şerbetini içmiş, başucundaki altın şamdanı ayakucuna, ayakucundaki gümüş şamdanı da başucuna koymuş. Padişahı, iki yanağından öperek yine çiğdem olmuş.
Az sonra uyanan padişah, bir de bakmış ki lokumla­rı yenmiş, şerbetleri içilmiş ve şamdanların yerleri değiş­miş. Bu işi kimin yaptığını merak ederek, sabaha kadar düşünmüş. Sabah olunca da hizmetçileri çağırıp:
- Bu akşam, benim odama kim girdi? diye sormuş.
Hizmetçiler:
-  Padişahım, kim girecek? Kimse girmedi! demişler. Padişah, inanmamış; bu işe bir türlü akıl erdirememiş. Ak­şam, padişah yine yatıp uyumuş, Lokumlar, şerbetler ha­zırlanmış ve şamdanlar yerlerine konup mumlar yakılmış. Hizmetçiler, işlerini bitirince odanın kapısını çekip çıkmışlar. Gece yarısı, padişah uyurken çiğdem yine canlanıp, bir kız olmuş. Padişahın yanına gelip lokumlarını yemiş, şerbe­tini içmiş, şamdanların yerlerini değiştirmiş ve padişahı iki yanağından öptükten sonra yine çiğdem olmuş. Sabah uyanan padişah, lokumların yenmiş, şerbetin içilmiş, şam­danların yer değiştirmiş olduğunu görünce öyle sinirlenmiş ki; yapmadığını, söylemediğini bırakmamış.
Neyse, uzatmayalım meseleyi, çatlatalım kestaneyi. Padişah, o akşam uyumadan beklemeye karar vermiş, O gece de bardaktan çıkan çiğdem, bir silkinişte kız olur. Padişahın lokumlarını yemiş, şerbeti içmiş, şamdan­ların yerini değiştirmiş ve sonra da padişahın yanaklarını öpmek için eğiimiş. Padişah, gözlerini açıp kızı bileğin­den yakalamış.
Padişaha:
- Yalvarırım, beni bırak, demiş. Padişah, ömründe hiç bu kadar güzel bir kız görmemiş, Onu görür görmez, aşık olmuş, Kızı, kaybetmek istemediği için, hemen bar­dağın içindeki çiğdemi parçalamış, Böylece tılsımı bo­zulan kız, bir daha çiğdem olamamış ve padişahın ya­nında kalmış.
Padişah ve çiğdem kız, birbirlerini öyle çok sevmiş­ler, birbirlerine öyle bir âşk ile bağlanmışlar ki, iki dünya bir araya gelse de ayrılmamaya karar vermişler. Kırk gün kırk gece düğün yapıp, muratlarına ermişler.

Düğüne giden bir adama, bir tabak helva ve bir ta­bak da kemik vermişler. Helvayı dişinin kovuğuna kıstır­mış, kemiği heybesine koymuş, Heybesi kâğıttan, eşeği­nin ayakları mumdanmış. Giderken bir yangına rastla­mış. Eşeğin ayakları erimiş, heybedeki kemikleri köpekler yemiş. Adam, dişinin kovuğundaki helvanın tadıyla ye­tinmiş.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)