bilgievlerim
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


29 Ekim 2018 Pazartesi

SEVGİLİ PEYGAMBERİM CİLT 8





Kureyş kâfirleri, hicret etmiş mü'minlerin Mekke'de kalan mal ve mülklerine el koymuş vermiyorlar. Az sayıdaki Mekkeli müslüman, tam bir ateş çemberi içinde. Müşrikler, bunlara eziyet üstüne eziyet yapıyor; hatta ev ve eşyalarını bile tahrip ederek kullanılamaz hâle getiriyorlar...ama buna rağmen kâfirler için asıl hedef, Mekke'den çıkamamış bu bir avuç garip mümin değil; onlar için düşman ve tehlike Medine. "Medine" denince tüyleri diken diken oluyor. Biliyorlar ki Medine, gün gün devleşmektedir...bu tehlikeyi yerinde ve daha büyümeden boğmak lâzım. Bunun için Medineli yahudiler kışkırtılıyor; Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem'i ortadan kaldırma planları tezgâhlanıyor, savaşlar tasarlanıyor.
Ancak "savaş" para demek. Parayla savaşılır; parayla zafer kazanılır...öyle zannediyorlar. O halde bir büyük savaşı karşılayacak para nasıl bulunacaktır?
...düşünülen çare şudur:
Ev ev bütün Mekke'den para, eşya veya hayvan ne varsa toplanarak Şam'a büyük bir ticaret kervanı gönderilecektir. ihraç edilerek orada satılan emtia bedeli ile Şam'dan ithal edilip Mekke'de nakde çevrilecek mallardan elde edilecek para, müslümanlarla yapılacak muharebeye harcanacaktır. Başta Mahzumoğulları, Abdi Menafoğulları, Ümmeyye bin Halef, Ebu Cehil olmak üzere kadın-erkek bütün Kureyş'in iştirak ettiği ellibin dinar sermayeli, bin develik bir kervan kısa zamanda hazırlanarak Şam yoluna girdi.
Eşrafdan Mahreme bin Nevfel ve Amr bin Âs da kervanda.
Müşrik kervanına otuz kadar silahlı muhafız eşlik ediyor.
Şam'ın Gazze Pazarı'na gitmekte olan bu kervanın reisi Mekkeli seçkinlerden Ebû Süfyan..
...tam ismi ile Sahr bin Harb. Ebû Süfyan ve Ebû Hanzala iki ayrı künyesi. Amr bin Âs; bu dahi insan gibi o da ileride islâmla ve ayrıca Ümmi Habibe radıyallahü anha anneciğimizden dolayı Resulullah'ın kayınpederi olmakla şereflenecek ve küffar orduları-na karşı yaptığı cihadlardan birinde bir gözünü ve diğerinde de öbür gözünü kaybedecektir...lâkin şimdi büyük bir islâm düşmanı. Hidayete kavuştuktan sonra ne kadar dövünecek; ne kadar gözyaşı dökecek ama maalesef bugün inkâr cephesinin yaman adamlarından biri.
.....
Sevgili Peygamberimiz, kervan haberini alınca bu malumatı daha da derinleştirmek istediler. Bu maksatla bir kaç muhacire vazife tevdi ettiler...görevli sahabiler, Zül Aşire mevkiine geldiklerinde Ebu Süfyan, idaresinde bir büyük Şam kervanının, bir kaç gün evvel buradan Şam istikametine geçip gittiğini öğrendiler.
İstihbarat peşindeki sahabiler, bu malumatı getirince İki Cihanın en üstünü, hemen bir durum değerlendirmesi yaptılar...anlaşılan ve görünen o ki Kureyş, bir büyük hücûma geçmek için ciddî hazırlıklar içindedir. Bu alış-verişten elde edeceği kazancı silah ve diğer ihtiyaçlara yatırarak Medine üzerine taarruza geçecektir...buna mutlaka, ama mutlaka mani olmak lâzımdır...her ne pahasına olursa olsun düşmanın bu maksadına sed çekilmeli.
İslâm düşmanlarının bu niyet ve faaliyetlerinden gününde haber alınmış olması ilâhî bir lütuf olmuştur. Eğer teşebbüs vaktinde öğrenilmemiş olsaydı müminler, toparlanılması zor ağır bir sarsıntı geçirebilirlerdi...
.....
Efendimiz, emir buyurdular:
-Talha İbni Abdullah ve Sa'd ibni Zeyd, kervanının dönüşünü takip edecektir!...
-Başüstüne ey Allahın Resulü!...
-Başüstüne ey Allahın Resulü!...
.....

Hazreti Talha ve Hazreti Sa'd radıyallahü anhüma, Cebar mevkiine kadar geldiler. Keşdi-i Cehni isminde biri onları misafir etti.
Diğer taraftan Seçkinlerin Seçkini sallallahü aleyhi ve sellem, derhal hazırlığa başladılar.
Danışıp-konuşarak varılan karar:
Düşman kervanına Şam dönüşü el konacaktır.
Kâinatın Efendisi'nin emir ve komutasında dinimizin şan, şeref ve izzeti ve varolması ve yükselmesi için düşmana hücum etmek, esir almak, esir olmak, mecbur kalınırsa öldürmek veya şehid olmak... islâmın karasevdalısı Sahabiler için en büyük arzu...bu sebeple imanları uğruna ecdat yurdu Mekke'yi bırakarak Sevgili Peygamberimiz'in peşinde Medine'ye göçen Muhacirler; Akabe'de Resulallah'a biat eden ve şehirlerine hicret ettiği takdirde kanlarının son damlasına kadar kendisini koruyacaklarına dair söz veren Medineli seçilmişler / ensar....yani çocuklar, gençler, bahadırlar, ihtiyarlar hatta sakatlar, hatta kadınlar...şimdi de sevgililer sevgilisi büyük Nebi'nin etrafında Allah için; ser vermek ve ser almak için toplanıyorlar.
.....
Sefere iştirak etmek isteyenleden biri de Ümmü Varaka isminde bir hanım sahabi; radıyallahü anha... daha sonraki asırlarda hep şanlı numuneleri görülecek olan binlerce arslan yürekli anadan biri. Cephenin gerisinde hizmete; en önünde cihada koşan mubarek kadınların ilki ve öncüsü...
İşte aynı zamanda hafız-ı Kur'an olan Ümmü Varaka Sevgili Peygamberimiz'e istirhamlarda bulunuyor... bütün eshab, yek vücud, yek kalb konuşmaları dinliyorlar. Uzakta rüzgâr, hurma ağaçlarını hışırdatıp geçiyor; iki-üç kırlangıç eshabın ihlasından koklamak için çığlık çığlığa şöyle bir dalış yaparak aynı çığlıklarla göğün uçuk maviliğinde kaybolup gidiyorlar.
-Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah! Ben de sizlerle gelmek, müminlere hizmet etmek; şehid olmak istiyorum!...
O ne güzel sözdür öyle:
"Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah!"
Bir mümin, Peygamberini anasından babasından ve öz canından daha çok sevmedikçe îmânı kâmil değildir. Bu sebeple Ümmü Varaka, en tabii, en içten yalvarışla "anam-babam sana feda olsun" diyor...bir şey daha feda olsun: Can; bu din uğruna şehid olmak için can da fedaya hazırdır.
Eshab-ı güzinin erkekleri bir tarafa kadınlarının bile böylesine kahramanca duygular içinde olmaları Efendimizi çok memnun etti.
Buyurdular ki:
-Ya ümmü Varaka sen burada kal; evinde Kur'an-ı Kerim oku ve bizlere dua et. Şüphesiz ki Allahü teâlâ, sana şehidliği nasip eder...
Peygamberimiz, şehidlik müjdesi verdiği bu yiğit hanımdan "şehide" diye bahsederlerdi...daha hayatta iken "şehide" sıfatına kavuşan Ümmü Varaka radıyallahü anha hazretleri, Hazreti Ömer zamanında şahadet şerbetini içecektir.
.....
.....
Üç kişi muhacirînden, beş kişi ensardan olmak üzere toplam sekiz sahabi Bedr seferinden izinli. Muhacirlerden izinli olanların ilki Hazreti Osman bin Affan. Hanımı Sevgili Peygamberimizin kızları Rukayye radıyallahü anha ağır hasta olduğu için hizmetinde bulunmak maksadıyla müsaadeli...diğer iki muhacir ise kervanın dönüş gününü öğrenmek için giden Talha ibni Abdullah ve Said ibni Zeyd.
Ensar-ı kiramdan izinli olanlar ise şunlar:
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, namaz kıldırmak için Abdullah ibni Ümmi Mektum'u Medine'de vekil bıraktılar.
Medine'den çıkış tarihi oniki ramazan Pazartesi.

Ruha'ya varıp da mola verince orada da Asım İbni Abdil Ensar'ı bozgun ve ayrılık haberleri alınan Kuba ve Avil denilen köyler üzerine idareci Ebu Lübabe'yi de Medine'ye Vali olarak gönderdiler. Haris İbni Samed ve Havvab İbni Cübeyr ise deveden düşerek kaza geçirdikleri için yola devam edemiyorlardı; bu sebeple bunların da Medine'ye dönmelerine müsaade edildi ki böylece Bedr'den izinli Ensar yekunu beş kişi olmaktadır.
.....
Medine'den bir mil ayrıldıktan sonra Buyütussukya'-nın Ebu Ukbe kapısında Ebu İnebe kuyusu yanında Peygamber Efendimiz'in emriyle çadırlar kuruldu. Allah'ın Resulü eshabını teftiş ediyorlar...hasta, sakat, çocuk ve yaşlılara sefere çıkma izni yok.
Bera bin Azib'le Abdullah bin Ömer'in her ikisi de önüç yaşındalar.. Tabii çok küçük olmaları sebebiyle onlara müsaade edilmiyor. Ve daha başka küçük yaşta olanlarla çok ihtiyar olduğu için Amr bin Cemuh geri gönderiliyor
Fakat bir sahabi, daha onaltısı gibi çocuk sayılacak kadar körpe yaşta olduğu halde O'na izin veriliyor.
İşte manzara:
Umeyr bin Ebi Vakkas'ı ilk müslüman olanların yedincisi; aşere-i mübeşşere'den, bütün gazalarda bulunup kahramanca vuruşan ve islamda ilk ok atma şerefine sahib ağabeyi Sa'd bin Ebi Vakkas'dan dinleyelim:
-Ebu Ukbe kapısında kardeşim Umeyr bin Ebi Vakkas'ı bir kayanın arkasına saklanırken gördüm. "Umeyr ne yapıyorsun orada?" dediğimde; "Resulullah, beni de çocuk sayarak geri gönderebilir. Halbuki ben Allah yolunda şehid olmak istiyorum. O'nun için gizleniyordum" dedi.
-Az sonra o'nu gören arkadaşlarım, Peygamberimize haber verdiler; Efendimiz, Umeyr'i çağırdılar. Resulullah'ın huzurunda ayakta dururken belindeki kılıcın ucu nerede ise yere değiyordu. Yola çıkarken kılıcını kendisi kuşanamamış ben bağlamıştım... Merhamet Sultanı büyük Nebi, Umeyr'e "olmaz, buyurdular. Sen geri dön yaşın daha çok küçük!" Fakat korktuğuna uğrayan Umeyr, ağlamaya başladı. "Ya Resulallah anam-babam sana feda olsun. Lütfen müsaade ediniz. Ben de gelmek istiyorum. Ben de şehid olmak istiyorum! Lütfen beni geri yollamayınız! Şehid olmak istiyorum!"
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu günahsız gencin arzulu yalvarışına; boncuk boncuk akan göz yaşlarına dayanamayarak "peki, dediler, gel"...
.....
O ne coşkun ve parlak îmân ki henüz çocukluktan çıkıp gençliğe adım atmak üzere iken; onaltı yaşının baharında ölüme koşan; düşmanla çarpışmaya gittiği için değil; gidemediği için billur gözyaşları döken; tarihin kaydettiği en yüksek insan örneklerinden biri ile karşı karşıyayız...Allahım senin ne kahraman kulların var...radıyallahü anh...
.....
Ensar'dan ibni Hiram ve bazı sahabiler Resulullah'ı sevindirmek için şu haberi veriyorlar:
-Cahiliyet zamanımızda yahudilerle çarpışmaya gittiğimiz zamanlarda giderken yine burada; Ebu Ukbe kapısında mola vermiş; kumandanlarımız orduyu denetlemişlerdi. O seferlerden ganimet ve zaferle dönmüştük...inşallah bu defa da biz müminler muzaffer olarak döneriz...
.....
.....
Müslümanların yetmiş deve ve üç atı var.
Atlılar; Mik'dat ibni Esved, Zübeyr ibnil Avvam ve Mersed Ganevi.
Mikdat radıyallahü anh'ın mubarek atının ismi Ba'zce, Zübeyr radıyallahü anh'ınki ise Ye'sub..
Az mü'minde kılıç var. Zırhlı insan sayısı ise onu bulmuyor...
.....
Teftiş bitince yürüyüş başladı. İki üç sahabi bir deveye nöbetleşe biniyorlar.
Fahri Kâinat Efendimiz de bir deveyi Ali bin ebi Talib, Mersed bin ebi Mersed ve Ebu Lübabe ile paylaşıyorlar. Hazreti Lübabe'nin Mekke'ye vali olarak gönderilmesinden sonra O'nun yerini Zeyd ibni Haris aldı. Son Peygamber, iki arkadaşı ile aynı deveyi ortaklaşa kullanıyor; sırası gelince de hayvandan inerek yaya yürüyor... Eshab-ı Kiram efendilerimiz, Peygamberimizden hayvandan aşağı inmemesini; yayan yürüme zahmetine girmemesini istirham ediyorlar.
İşte Âlemlerin Sultanı'nın cevabı:
-Siz yola benden daha çok dayanıklı değilsiniz. Ben de sevaba sizden daha az muhtaç değilim.
.....
Dağlardan Bedr'e varma gayreti ve bu uğurda katlanılan sayısız meşakkat. En münasip yol seçilmesine rağmen bacaklara dolanan dikenli otlar, ayakları kesen bıçak gibi taşlar, dili damağa yapıştıran, ağızda tükrük bırakmayan sıcak hava ve islamiyetin şan ve şerefi için bu zahmetlere severek, gülerek ve bu sıkıntıları nimet bilerek katlanan yüce insanlar.
...bu insanları engin bir muhabbet ve tarifsiz merhametlerle gözden geçiren Allah Resulü dua buyuruyorlar..
-Allahım!
Eshabım aç; yiyecek ver.
Allahım!
Eshabım çıplak; giyecek ver.
Allahım!
Eshabım yaya; binecek ver.
Allahım!
Eshabım fakir; imkân ver...
.....
.....
İslâm istihbarat elemanları Talha ibni Abdullah ve Sa'd ibni Zeyd radıyallahü anhüm, müşrik kervanının iki güne kadar Cebar'dan geçeceğini öğrenince oradan ayrıldılar. Onlar gittikten sonra kervan geldi.
.....
.....
Ebu Süfyan, çevrede müslüman casusu olup olmadığını soruşturuyor. Zira daha Gazze'de iken bazı müslümanların Zül Aşire'ye kadar geldiklerin işitmişti.
Keşdi, bir sır vermediyse de Ebu Süfyan, Cebar'a iki kişinin geldiğini ve meydandaki hurma ağacının altında develerini çökerterek bir mikdar oturmuş olduklarını etraftan öğrendi.
Kervan reisi, denilen yerde inceleme yaptı.
Yerde deve pislikleri vardı. Bunları bir sopa ile karıştırınca Medine hurmalarına ait çekirdekler gördü. "Eyvah demek ki müslümanlar hâlâ kervanı takip ediyorlardı.. Ya beklenmedik bir yerde baskın verip şu koca serveti elinden alırlarsa?" Birden paniğe kapıldı. Mekke'nin her şeyi demek olan bu kervanın Medine'nin eline geçmesi müslümanlara büyük bir maddi güç kazandıracağı gibi, Mekke'yi de iktisadi bakımdan zora sokacaktı.
Hemen Gıfar Aşiretinden Zamzam bin Amr'ı yanına çağırarak vaziyeti anlattı ve eline bir miktar altın tutuşturarak:
-Çabuk Mekke'ye git! Kervanın tehlikede olduğunu; müslümanların bizi takip ettiğini; her ân baskın yapabileceklerini haber ver. Dağ-bayır demeden kestirmeden gitmelisin. Haydi çabuk ol...
.....
.....
Zamzam'ın Mekke'ye gelmesinden üç gün evvel Âtike binti Abdülmüttalip, bir rüya görmüştü; sırlarla dolu bir şey. Sabah kalktığında hâlâ rüyanın tesirinde idi... Abbas bin Abdülmuttalib'e haber göndererek yanına çağırttı.
Abbas:
-Hayırdır; merakta kaldım ya Âtike! Umarım endişe edecek birşey yoktur...
Atike:
-Heyecanın bir faidesi yok kardeşim. Hele önce şöyle bir otur...
-Evet oturdum; seni dinliyorum.
-Tahmin ediyorum ki yakında Kureyş'in başına bir musibet gelecek!
Abbas şaşırdı:
-Bunu da nerden çıkardın durup dururken?
-Hayır kardeşim. Ne durup dururken...Dün gece bir rüya gördüm. Korkunç birşey. Hâlâ tesirindeyim.. Sanki hâlâ o ânı yaşıyorum.
-Korkunç bir rüya! Garip...tez anlat bari. Bir kâhine falan gidelim.. Bir şey yapalım.
-Hayır! Kâhin-mahin istemem. Yalnız kimseye söyleme.
-Söylemem, söylemem çabuk anlat...
-Deve üstünde bir adam gördüm. Deli mi desem, çılgın mı desem, yalancı mı desem. Tuhaf bir insan, üstünde bir acaib kıyafet Ebdah'da durmuş bağırıp çağırıyor: "Ey hayırsız Kureyş! Üç güne kadar savaş meydanında vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!!!" Bu nidayı avazı çıktığı kadar bağırarak üç kere tekrarladı. Kureyşliler başına toplandılar. Sonra adam Mescid-i Haram'a girdi. İnsanlar da onu takip ediyordu. Derken oradan çıktı. Yine aynı şekilde ve aynı sözlerle ve çirkin bir yüzle bağırmaya başladı... Ardından Ebu Kubeys dağının tepesine tırmandı. Malum sözleri ard arda üç kere orada da tekrarladı. Sonra dağın tepesinden şehrin üstüne bir koca kaya yuvarladı... kaya, parçalar saça saça hızla aşağı indi. ...kayadan fırlayan parçaların isabet aldığı her ev çöküyordu.

-Evet müthiş; müthiş bir rüyaymış.. Endişende haklıymışsın.
.....
Abbas, Âtike'nin yanından tuhaf bir ruh hali ile ayrıldı. Rüyanın muamması O'nu da sarsmıştı. Yolda Velid bin Utbe ile karşılaştı. Velid, arkadaşındaki garipliği hemen sezdi.. Abbas, bir şey belli etmemeye çalıştıysa da Velid, O'nu sıkıştırarak meseleyi anladı. Abbas, Velid bin Utbe'den rüyayı kimseye anlatmamasını rica etti. Velid, söz verdi ama; babasına nakletmekten de geri kalmadı..ertesi gün bütün Mekke bu rüyayı öğrenmişti..
Abbas, Kâbe'yi tavaf ederken, Ebu Cehil de bir gurup ahbabı ile ileride oturmuş Âtike'nin dedikosunu yapıyordu..
Abbas'a seslendi:
-Ya Ebel Fadl!! Tavafı bitirince yanımıza gel..
-Olur; geliyorum.
.....
Abbas, Ebu Cehil'in yanına gidince hiç beklemediği bir sualle şaşırdı:
-Şimdi de Abdülmuttaliboğulları ortaya kadın peygamber çıkardı öyle mi ya Abbas?
-Anlamadım! Bu ne demek? Açık konuş..
-Atike'nin şu malum rüya meselesi...
-Ne rüyası?
-Ne rüyasımış! Aranızdan bir erkek peygamber çıkardığınız yetmezmiş gibi şimdi de kadın peygamber safsatası öyle mi?
-Hayır; iftira!
-Âtike, güya rüyada görmüş ki biri: "Ey Kureyş üç güne kadar vurulup düşeceğiniz yerlere yetişin" diyormuş. Göreceğiz eğer doğru söylüyorsa elbette şu günlerde bir şeyler ortaya çıkar. Fakat üç gün geçmesine rağmen herhangi bir fevkaledelik olmazsa ne yapacağımızı biliyoruz...

-Ne yapacaksınız?
-Arablar arasında Abdülmuttalip kadınlarından daha yalancı insan olmadığına dair bir yazı hazırlatarak bunu her tarafta dolaştıracak ve sonra da götürüp Kâbe duvarına asacağız!!!
Abbas sertleşti:
-Yalancı sen ve kabilen Mahzumoğullarıdır! Aşağılanmaya layık olan da sizlersiniz!..
-Ey Abbas şunu bilki şan ve şerefte biz sizinle yarışıyoruz. Siz diyorsunuz ki "Kâbe'de zemzem dağıtma işi bizdedir." Biz de diyoruz ki bu bir fazilet değildir. Siz diyorsunuz ki "Kâbe'nin kapıcılığı ve perdedarlığı bizdedir." Bizim kabile de diyor ki bu övünülecek bir üstünlük değildir. Siz diyorsunuz ki "Meclis toplama işi bizdedir." Biz de diyoruz ki ahaliyi toplayıp yemek ve hurma yedirmek bir şeref değildir. Sonra iddia ediyorsunuz ki "Kâbe ziyaretçilerine ziyafet vermek vazifesi bizimdir." Biz de diyoruz ki biz de insanlara yemek yediriyoruz...
-Bitti mi?
-Şunu kafanıza koyun ki ey Abbas! Biz Abdimenafoğulları, şan ve şerefte Abdülmuttalipoğulları ile aynı seviyeye gelinceye kadar hep yarışacak ve peşinizi bırakmayacağız. Bunu anladığınız için "bizden bir Peygamber çıktı diyorsunuz"...bu bozgunculuğu yapmanız yetmezmiş gibi şimdi de "kabilemizden kadın peygamber de çıktı" demeye başladınız.. Hayır! Lat ve Uzzaya ondulsun ki bunlar doğru değil. Abdülmuttalipoğulları bizi geçerek insanları aldatamaz, onların yalanlarını herkese göstereceğiz!!!
.....
O akşam hadiseyi işiten Abdülmuttalip kabilesinin kadınları Abbas'ın başına üşüştüler. Demediklerini bırakmıyorlar:
-O şeytan yüzlü adam, Abdülmuttalip erkeklerine saldırırken sen sustun ha! Yazıklar olsun ey Abbas! Biz ki seni bahadır bilirdik...
-Sadece erkeklere mi? Ebu Cehil mel'unu Abdülmuttalip kadınlarına da hakaretler yağdırmış. Ama Abbas yine O'na birşey yapmamış..
-Yazıklar olsun! Bir şerefsiz sefil adam bizlere demediğini bırakmayacak da kabilemizin erkekleri sus-pus olup çıt bile çıkarmıyacak!... Vah başımıza.
-Ey ahirete göçmüş Abdülmuttalip oğulları! Mezarınızdan kalkın da Ebu Cehile karşı bizi siz koruyun bari...
Kabile damarları kabaran kadınların sözleri gibi gözleri de şimşek çakıyor; bazıları dizlerini dövüyor; bazıları saçlarını yoluyor.
Beklemediği bir söz taarruzunun altında ezilen Abbas bin Abdülmuttalip ancak şunu diyebildi:
-Ben, O'na yarın ne yapacağım göreceksiniz!... Yeter ki aynı şeyleri bir kere daha desin!
Âtikenin rüyasının üçüncü günü sabahında Abbas kan beynine sıçramış halde Mescid-i Harama gitti. Ebu Cehil oradaydı. Aynı sözleri bir kere daha söylettikten sonra haddini bilmez bu azgına çullanarak esaslı bir meydan dayağı atacaktı.
Abbas, Ebu Cehil'e doğru yürürken O, birdenbire bir sesi dinliyormuş gibi yaparak Sehmoğulları Kapısı'na doğru fırlayarak Mescid-i Haram'dan çıkıp gitti..
Abbas kendi kendine "vay saldırgan korkak vay!.. Niyetimi anlayınca nasıl da bir anda kaçıp kayboldu" diye düşündü..
Ebu Cehil suratsızı, kimseden kaçmıyordu. Abbas, kendine doğru gelirken bir takım sesler işitmiş ve oraya doğru koşmuştu. Sesin sahibini görünce olduğu yerde dona kaldı. İşte meşhur rüyada tasvir edilen adam şurada bağırıp duruyordu.
Üstündeki gömleğin önünü ve arkasını yırtmış, devesinin semerini ters vurmuş Zamzam, sanki o rüyadan ve rüyadaki adamdan haberliymiş ve sanki onun taklidini yapıyormuş gibi aynı çılgın tavırlar ve aynı şaşırtan manzara ile avaz avaz bağırıyor ortalığı mübalağalı bir şekilde velveleye veriyordu...bunlar bir samimiyetin sıcak çığlıklarından çok avucuna sıkıştırılan dinarların iki yüzlü bağırtısı idi.
-Heyy Kureyş! Şam kervanı tehlikede! Müslümanlar, kervanı bastı basacak! Durmayın, çabuk Ebu Hanzala'nın imdadına yetişin! Yetiştiniz yetiştiniz. Yetişemezseniz kervan, müslümanların eline geçecek! İmdat! Durmayın! İmdaaat!!!...
.....
Zamzamın bağırışını işiten yanına koştu.
Hadisenin tafsilatını öğrenmek istiyorlardı.
Ebu Cehil, derhal Mekke'de seferberlik ilan etti. Eli değnek tutan herkes, düşmanın üstüne yürüyecekti.
Süheyl ibni Amr, milletin şecaat damarlarını kabartan şeyler söylemeye başlamıştı bile... Kureyş erkekleri, savaş için toplanmaya başladılar....duracak zaman değildi. Daha evvel de Hadrami'nin kervanını vurmuşlardı ama; şimdi buna izin vermeyeceklerine and içtiler...tabiî bu arada araya büyük bir hadise girmiş olduğundan Abbas bin Abdülmuttalib de Ebu Cehil'i unuttu...
İslâm düşmanları, kısa zamanda Mekke meydanına bir ordu topladılar... Ebu Cehil, o yılan bakışlı kupkuru adam, mevcudu tek tek süzdü; gelmeyenler varsa onları tesbite çalışıyordu...
Evet sefere iştirak etmeyenler vardı:
Ebu Leheb ve Umeyye bin Halef.
Kureyş'in bu iki çok namlı insanı nasıl olur da akından geri kalırlardı?
Ebu Leheb, Atike'nin rüyasından korkmuştu. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem'e karşı dinmez kinler beslemesine rağmen; rüyanın kendileri için pek de iyi olmayan şeyleri haber verdiğini sezdiğinden evinde kalmıştı.
Ebu Cehil ve diğer Kureyş reisleri yanına giderek çok ısrar ettiler:
-Sen bu kavmin büyüğüsün! Sen gelmezsen bizim sözümüzü kim dinler.
-Evet Ebu Cehil doğru söylüyor ya Eba Leheb! Sen hepimizin büyüğüsün. Bu hesap gününde aramızda ve başımızda olmalısın..
-Hayır ben gelmeyeceğim siz gidin..
-Ya Eba Leheb senin bu sefere mutlaka katılmanı istiyoruz. Söz almadan şu eşikten dışarı adım atmayız.
-Yemin olsun yerimizden kıpırdamayız.
-Evet günlerce burada kalır yine fikrimizden caymayız.
-Pekâlâ..öyleyse şöyle yapacağız. Ben yine gelmeyeceğim ama yerime adam göndereceğim.
-Kimi?
-Kardeşin Âs bin Hişam'ı ya Eba Cehil. İflas ettiğinden kendisinde olan dörtbin dinarımı alamadım. Söyleyin O'nda olan bu alacağıma karşılık benim yerime sizinle harbe gelsin..buyurun. Maksat hasıl olmuştur.
.....
Ebu Leheb kâfirinin yanından biraz da asabi şekilde ayrılan Ebu Cehil, Ukbe bin Ebi Muayt'la beraber Umeyye bin Halef'in kapısına vardılar.
Umeyye daha evvel Sa'd bin Muaz'dan Efendimizin bir sözünü işitmiş ve iliklerine kadar titremişti: "Benim ümmetim Ümeyye bin Halefi katleder!"
Bunu diyen asla gerçek dışı konuşmamış ve hiç bir gün olmayacak bir şey söylememiş "Muhammed'ül emin"di. O yüzden Umeyye, Ebu Cehil'i uyutabilirse bir kenarda kalmaya karar vermişti.. Ama ne mümkün! İşte Ebu Cehil, hızla kapıya vurmaya başladı bile. Koşturan Umeyye:
-Geldim, geldim!
-Ya Umeyye...
-Oo siz misiniz ya Eba Cehil. Ukbenin elindeki o ateş dolu tava nedir öyle? İçeri gelmez misiniz?
-Vaktimiz dar ya Umeyye? Bir şeyden haberin yokmuş gibi öyle serin davranma. Müslümanlar, Kureyş hazinesi bir kervanı basarken biz Umeyye'nin evinde rahat sedirlere uzanıp alev renkli şaraplar içip söz dahisi arap şairlerinin şiirlerini mi söyleyeceğiz? Durma çabuk atını, zırhını, kılıcını al ve gel...
-Ama ya Eba Cehil! Ben hem şişman; hem yaşlıyım.
-Yalancı! İşine gelince yaşlı ve şişman olursun. Al öyleyse şu sürmeyi kadınlar gibi evinde otururken gözlerine çekersin. Ukbe ateşe buhur dök de ver ki bizden sonra tütsülensin!..
Umeyye bin Halef; Bilal'i Habeş radıyallahü anh'ın efendisi iken müslüman oldu diye O'na en vicdansızca zulümler yapan kibir putu. Şimdi bu adama kendi dindaşları kadın yerine koyarak alenen hakaret ediyorlardı. Kurnaz Ebu Cehil, en sinirli anında bile muhatabının hassas tarafını tahrik etmesini bilmişti..
Umeyye:
-Hayır ben kadın değilim. Buhur da sürme de size kalsın...ben ömrüm boyunca şerefli ismime leke sürdürmedim. Birazdan orada olacağım, siz gidin!..
.....
Umeyye, hemen evden çıkarak Mekke'nin en seçme ve en sür'atli devesini sahibine bir dolu para ödeyerek satın aldı ve hazırlık için evine geldi. O'nu gören hanımı:
-Hayrolsun ya Umeyye! O kadar bineğin varken bu deve nedir; bu telaş nedir?
-Harbe gidiyorum!
-Ne, ne dedin? Harbe mi? E, peki o Medine'linin dediğini unuttun mu?
-Hayır unutmadım. Ama Ebu Cehil bir bela gibi yapıştı yakama. Söz verdim. Bir mikdar aralarında bulunup ayrılacağım.
-Ayrılacakmış! Sen öyle zannet! Ebu Cehil'in pençesine düştükten sonra artık ayrılamazsın.. Ah Ebu Cehil ah!.
.....
Umeyye Mekke meydanına geldiğinde hayli kalabalık toplanmıştı.
Suheyl bin Amr:
-Ey Kureyş!
İşte kahramanlığımızı gösterecek gün, bugün! Haydi yiğitliğinizi göstermeye! Deve lazım olana işte develer! Ok, kılıç, mızrak isteyene hepsi var. Seçip beğensin. Yiyecek isteyen dilediğinden, dilediği kadar alsın!!!
Diye nida ediyordu. Daha başkaları da Kureyşlilerin damarlarını kabartacak; onları kışkırtacak sözler söylüyorlardı:
Zem'a bin Esved:
-Lat ve Uzzaya andolsun! Bin kere andolsun ki Kureyş kabilesinin başına bundan daha büyük felaket gelmemiştir. Şu işe bakın ki Muhammed'le Yesribli şu basit çiftçiler asil Mekke tüccarlarının kervanına saldırıyor. Kureyş, tarihinde hiç böyle bir zillete maruz kalmış mı? Duracak zaman değil. Kimin ne eksiği varsa işte her şey burada tamamlasın!.. Eğer bu tehlike bugün bertaraf edilemezse; onları yarın Mekke kapılarında da durduramazsınız!
Tuayme bin Adiy:
-Evet Zem'a doğru diyor. Mallarımıza el koymayı mubah sayıyorlar. Bu kervana kadın-erkek bütün Abdi Menaf oğulları katıldılar! Şimdi bu koca servet müslümanların eline mi geçecek? İşte benden ordumuza yirmi deve yükü yiyecek.
Abdullah bin ebi Rebia beşyüz dinar, Huveyt bin Abd'ül Uzza üçyüz dinarlık silah bağışladı.
Tartışmalardan sonra Allah düşmanları şu karara vardılar:

-Bu harbe her Kureyşlinin iştirak etmesi mecburidir. İştirak edemeyen olursa; onlar da yerlerine adam bulup göndermeye mecburdur.
.....
Kureyş kısa zamanda hazırlandı...ancak bir korkuları vardı. Ya Kureyş'in hasmı Bekiroğulları, müslümanlarla çarpışırken kendilerine arkadan saldırırsa!
Kureyş'in ileri gelenleri, Bekiroğullarının ileri gelenleri ile görüştüler...bazı tavizler karşılığı Bekiroğullarının Kureyşe saldırmayacağına dair teminat ve kefalet alındı.
Bunun üzerine, örme zırh ve dövme zırhlara bürünmüş kılıçlı, mızraklı, yerinde durmayan cins arap atları ve soylu develere binmiş müşrik ordusu... arkada tef ve şarkılarıyla orduyu coşturan güzel sesli kadınlar, hürriyetlerine kavuşmuş cariyeler olduğu halde yürüyüş başladı.
Utbe bin Rebia ve Şeybe bin Rebia da Kureyş ordusundaydı...bunlar sefer için kılıç kuşanıp zırh giyerken kendilerini köleleri Addas gördü. Bir fevkaledelik olduğunu gören bu garip mümin merakla sordu:
-Ne oldu? Nedir bu hal? Nereye gidiyorsunuz?
-Hani Taifte iken bizim bağın yanına yorgun ve ayakları kanlar içinde bir adam gelip oturmuştu.
-Evet, benimle üzüm göndermiştiniz.
-İşte O adam ve taraftarları ile savaşa gidiyoruz.
Sanki Addas'ın başından kaynar sular dökülmüştü.
-Ey efendilerim! Sizin "O adam" dediğiniz en son Peygamber.. Yalvarırım gitmeyin. Bir Peygambere kılıç çekilmez. Emin olun savaşa değil; felakete gidiyorsunuz. Gelin bir kerecik de siz beni dinleyin; bu habis işten vazgeçin..
Addas'ın gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyordu ama Utbe ve Şeybe çıkıp gittiler.

Az sonra oraya As bin Münebbih bin Haccac isminde bir genç geldi...
-Nedir bu gözyaşları ya Addas? Niye böyle rengin uçmuş?
-Felakete gittiler; düşüp ölecekleri yere kendi ayakları ile gittiler.
-Kim?
-Utbe ve Şeybe Resulullahla çarpışmaya gittiler.
-Ya Addas! Muhammed hakikaten peygamber midir?
Soru, bu sağlan iman sahibi mubarek Sahabiyi zangır zangır titretti. Tüyleri diken diken olmuştu:
-Vallahi O bütün insanlara gönderilmiş son Peygamberdir.
.....
.....
Mü'minler Bedr'e doğru yol alıyorlar. Akik mevkiinde iken Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı arasında Medineli müşriklerden Hubeyb bin Yesâf ile Kays bin Muharris'i gördüler.
Cesur ve mahir bir savaşçı olan Hubeyb bütün yüzünü örtecek şekilde bir miğfer giymiş olmasına rağmen Kâinatın Efendisi, kendisini tanıdılar; ve Sa'd bin Muaz radıyallahü anh'a:
-Ya Sa'd! Sağ tarafında giden Hubeyb bin Yesaf değil mi? Diye sual buyurdular.
-Evet ya Resulallah; Hubeyb ve Kays...
İslama gelmedikleri halde bu iki kişi, islâm saflarında ne arıyordu; onların bu kutlu saflarda, bu üstün insanlar arasında ne işleri olabilirdi? Bir hesapları var ki sonu meçhul bir seferin ortasına dalmışlar? Evet bir hesapları var...nasıl ki bu akında bulunan muhacirin ve ensarın bir hesabı varsa bu iki Medineli gayrımüslimin de bir hesapları var...ancak eshab-ı kiram aleyhimürridvan efendilerimizinki ahiret hesabı; bu iki insanınki dünya hesabı; dünya menfaati... Seçilmiş ve süzülmüş iyiler cemaati eshab'ın hesabı şu:
Sevgili Peygamberimiz'in rızasına kavuşmak. Yüce Allah'ın rızası ancak ve ancak O'nun sevgilisinin sevgisini kazanmakla mümkün... Eshab, can pazarına bu maksatla çıkıyorlar..herşeyin bir bedeli var; bu rızanın en zirve noktadaki bedeli de ölümü hayata tercih etmek..
Hubeyb bin Yesaf ile Kays bin Muharris'in hesapları ise dünyalık...onlar müşrik kervanına karşı çarpışarak bir kaç dünyalık bir şey elde etmek için gelmişler...ne yapsınlar; işin idrak ve özünden haberli değiller...olamazlar da. Ta ki kendilerine hidayet erişene kadar.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, iki yabancıyı yanlarına istettiler:
-Siz ne maksatla bizimle geliyorsunuz?
Cevapları şu:
-Anneniz Halime Hatun tarafından sizinle akrabayız. Ayrıca şimdi de komşuyuz. Tecrübeli birer cengaveriz; iyi dövüşürüz. Saflarınızda Mekke'lilere karşı çarpışmak buna mukabil biz de ganimet malı almak istiyoruz.
Peygamberimiz sordular:
-İslamiyete girdiniz mi?
-Hayır; müslüman değiliz.
-Öyleyse geldiğiniz yere geri dönün. Bir müşrike karşı bir başka müşrikin yardımını kabul edemeyiz. Dinimizde olmayan saflarımızda da olamaz.
Yürüyüş devam ediyor...bir zaman gittikten sonra Hubeyb, Beyda'da bir kere daha Efendimiz'e geldi ve kendilerine de izin verilmesi için ısar etti:
-Benim nasıl bir kahraman muharip olduğumu; düşman saflarında nasıl gedikler açtığımı herkes bilir...müslüman olmamızı şart koşma; sırf ganimet almak için saflarınızda mücadele etmemize izin ver. Hasımlarınla dövüşelim.

Sevgili Peygamberimiz:
-Allah'a ve Resulüne îmân ettiniz mi?
Diye sordular.
Hubeyb:
-Hayır, dedi..
-Öyleyse geri dönünüz..
Geri döndüler...
.....
Eshab-ı Kiram aleyhimürridvan, ilk gün yola oruçlu olarak devam ettiler...ama ikinci gün Resulullah efendimizin emirleri ile ve cihaddan sonra tekrar tutmak üzere ağır tabiat ve iklim şartları yüzünden oruçlar açıldı.
O, yüksek insan da, oruçlarını açmışlardı.
Akik Vadisinden sonra ibni Ezher Deresi'ne kadar ıssız yollar takip edildi. Bu dereye varıldığında mola verildi. Sevgili Peygamberimiz, bir ağacın altına indiler...bu sırada Efendimizin güzel arkadaşı Hazreti Ebu Bekr radıyallahü anh da taşlardan bir küçük mescid yaptı. Resulullah Hazreti Ebubekr'le birlikte bu mescidde namaz kıldılar... Bir kaç gün burada kalındı.
Sonra Zülhuleyfe, Zâ'tül reyş, Türban yolu takip edildi.
Türban'da iken Efendimiz, karşılarındaki dağ yamacında bir geyik gördüler ve Sa'd bin ebi Vakkas'a:
-Ya Sa'd geyiğe bak! Buyurdular.
Hazreti Sa'd, Peygamberimizin muradını anladı; ve derhal nişan vaziyeti aldı. Resulullah, oku kendi mubarek elleri ile Sa'd radıyallahü anh'ın omuzuna yerleştirdi ve:
-At ya Sa'd, dediler ve, Allahım Sa'd'ın okunu isabet ettir, diye dua buyurdular.
Vınlayan ok, Resuller Resulü ve O'nun aziz arkadaşlarına rızık olma nimetine kavuşan mubarek ceylanı boynundan vurarak devirdi.

Sevgili Peygamberimiz tebessüm buyuruyorlar.
Biraz sonra nefis bir kızarmış geyik kokusu tâ uzaklardan bile alınıyordu...
.....
Müslümanlar Ruha'ya geldi. Sevgili Peygamberimiz buyurdular ki:
-Rûhâ arap vadilerinin en güzelidir...
Ruha'da konakladılar.. Hubeyb bin Yesaf, geri dönmüşken tekrar müslümanların yanına geldi ve Resulullahın yüsek huzurlarına çıkmak istediğini bildirdi. Âlemlerin efendisi kabul ettiler. Hubeyb ısrar ediyor.
-İzin ver ben de Mekkelilerle çarpışayım.
-Dinimizde olmayan; saflarımızda da olamaz ya Hubeyb! Önce Müslüman ol; sonra çarpışırsın..
İşte o ân Bedr yolunda islam, bir yiğit daha kazandı; Hubeyb bin Yesaf müslüman oldu; radıyallahü anh..
...böylece Peygamberler Peygamberi, kahraman ve korkusuz bir savaşçı olduğunu beyan eden ve islam saflarında yer almak isteyen birine kılıcı önce küfrüne çektiriyordu...Hubeyb bu cesareti gösterek Hazreti Hubeyb oldu...
Kays bin Muharris ise maalesef gitti...ama hidayet O'na da nasib oldu; islam ordusunun Bedr'den dönüşünde Kays da müslüman olacaktır.
Ebu Lübabe ve Asım ibni Abdil Ensar vazifeli olarak; Haris ibni Samed ile Havvab ibni Cübeyr ise yola devam edemeyecek kadar ciddi bir kaza geçirdikleri için Ruha'dan geri gönderildiler.
.....
Peygamberimiz komutasında yürüyüş devam etti.. Safra köyüne yaklaşınca bu köy solda bırakılacak şekilde bir dirsek yapılarak Zefiran Vadisine girildi ve bir müddet gittikten sonra Safna Vadisine varıldı. Müslümanlar burada Şam kervanı hakkında gönderdikleri habercilerden haber bekleken; Kureyş'in kuvvetli bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduğunu öğrendiler.
.....
.....
Bedr'e yaklaştığı sırada Cebar'da kervanın müslümanlar tarafından takip edildiğini anlayan Ebû Süfyan, Şam-Bedir-Mekke hattını değiştirerek Bedir'i solunda bırakacak şekilde Şam-Kızıldeniz sahil şeridine yöneldi ve bir ân evvel takipten kurtulmak için kervanın sür'atini arttırdı...kervandakilerden bazıları önce vaziyeti kavrayamadıkları için hem gidiş yolunun değiştirilmesi hem de kaçarcasına gidilmesine bir mânâ verememişlerdi? Nihayet tehlike kalmadığına; selamet sayılacak bir yere vardıklarına kanaat getirince Ebu Süfyan bin Harb, hızını kesti ve yanına Kays bin İmr'ül Kays'ı çağırarak:
-Bir tehlike geçirdik. N'olur n'olmaz diyerek Zamzam'ı Mekke'ye yardım getirmesi için yollamıştım.
-Evet ya Hanzala.
-Şimdi böyle bir tehlike kalmadı. Hemen bineğine atla ve Kureyş'i nerede olursa olsun bul ve tehlikenin geçtiğini haber ver. Vazifen gayet mühimdir. Lüzumsuz yere kan dökülmemeli; çabuk olmalısın.
-Derhal!..
Müşriklere gelen Kays bin İmr'ül Kays, Ebu Süfyan'ın haberini vererek.
-Kervan emniyettedir. Ebu Süfyan, hiç kimsenin endişeye kapılmamasını ve bu yüzden sefere çıkılmamasını tenbih etti.
...dediyse de fırsatı bir kere yakalamış olan Ebu Cehil, teklifi reddederek ateşli bir konuşma ile milleti coşturdu:
-Ey Kureyş! İçimizden çıkan biri, inandıklarımızı, geleneklerimizi reddederek kendisinin ahir zaman nebîsi olduğunu iddia etti ve Allah tarafından vazifeli olduğunu söyledi!.. O, bunları söyler ve aramızdan bir takım saf kimseleri müslüman yaparken; biz ne yazık ki gerekli cesareti göstererek O'na hakettiği cezayı veremedik. Bizim zamanında cezasını veremediğimiz O insan, bugün elimizden kurtularak Medine'nin başına geçmiş, kervanlarımızı basarak bizi cezalandır-maktadır. Bu karşımıza çıkan, belki de son fırsattır. Müslümanlar, hergün daha çoğalıyor; her gün biraz daha kuvvetleniyorlar. Bana kalırsa ölmek var dönmek yok diyorum. Bunları kendim için mi istiyorum? Hayır! Ebu Cehil Amr bin Hişam, bu fani dünyada her şeyi gördü ve her şeye kavuştu. Benim korkum bütün arap kabilelerinin müslüman olarak yolumuzdan çıkmaları; nesillerin bozulmasıdır. Eğer; "biz, evlatlarımızın müslüman olmalarına razıyız" diyorsanız; haydi geri dönelim. "Sen bilirsin" diyorsanız. Ben, "Cenk" diyorum. Siz ne diyorsunuz ey Kureyş?
-Cenk! Cenk edelim!!!
.....
Ebu Süfyan'a dönüp gelen Kays, olanları anlattı ve Ebu Cehil'i ikna edemediğini ve bir harbin, adım adım yaklaşmakta olduğunu söyledi.
Bu haber üzerine Ebu Süfyan hayret edilecek kadar doğru şeyler söyledi:
-Kureyş'e yazık oldu. Bunlar hep Amr bin Hişam'ın Kureyş hakimi olma ihtirasının zararları...
.....
.....
Diğer taraftan Ahnes bin Ebi Şerif, reis vekili olduğu Zühreoğullarını harpten caydırmaya uğraşıyordu:
-Bakın kervan kurtuldu. Reisimiz Nevfel'e de zarar gelmedi. Muhammed'le çarpışmaktan vaz geçin. Çünkü sizin çok yakın bir akrabanız. Biraz sabredin; biraz bekleyin. Bunda ne ziyanınız olur ki? Şayet O, hakikaten bir Peygamber ise bu sizin için de bir yüce şeref olur. Eğer Peygamber olmadığı anlaşılırsa zaten başkaları O'nunla harp ederler. Mutlaka geri dönün. Ebu Cehil'in sözü ile amel edilmez. O kara- kuru, sinir küpü adam, insanın ancak başını derde sokar.
Beni Zühre kabilesinden birisi sordu:
-Peki nasıl bir çare bulalım?
-Şöyle yaparız, dedi, Ahnes. Akşam olunca ben kendimi deveden aşağı atarım. Siz "Ahnes'i yılan soktu" diye feryad eder ve ben olmadan sefere gidemeye-ceğinizi söyler ve geri dönersiniz.
Beni Zühre, Ahnes'in bu zekice buluşu ile bir felaketten kurtuldu.. Bu kabile ile birlikte onların müttefiki Ubeyye ibni Şerik en-Nakıy da geri döndü.
.....
.....
Kureyş'in bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduğunu öğrenen Resulullah efendimiz, Eshab-ı Kirama buyurdular ki:
-Kervanı mı takip edelim? Gelen düşmanı mı karşılayalım? Ey eshabım! Siz ne dersiniz; fikriniz nedir?
Bir kısım arkadaşları, Kureyş kervanının takip edilerek kendilerinin Mekke'de kalan ve düşmanın gasp edip bir türlü vermediği mal ve mülklerine karşılık onların kervanına el konulması taraftarıydı...bazıları da düşmanın sayı ve silah üstünlüğünü dile getirdiler.
Hazreti Ebu Bekr ve Hazreti Ömer efendilerimiz, bu gelenlerin Kureyş'in müslümanlara en fazla düşmanlık besleyenleri olduklarını; mağlup edilmeleri halinde islâmın önünden mühim engellerin kalkacağını bu sebeble cihad etmenin isabetli olacağını beyan ettiler.
Mikdat İbni Esved Hazretleri söz aldı:
-Ya Resulallah! Allahü teâlâ, ne emrediyorsa öyle yapınız. Biz, İsrailoğullarının Peygamberleri Musa aleyhisselama dediği gibi demeyiz. Malümâliniz olduğu üzre onlar, O büyük Peygambere "ya Musa git Rabbinle beraber düşmanla savaş" demişlerdi. Biz ise: ey Allah'ın Resulü emrindeyiz! diyoruz.. Canımızı, malımızı; her şeyimizi Allah ve Resulünün yolunda feda etmeye hazırız. Tâ Habeş diyarına gitsen gideriz. Sana bağlıyız ve kararını bekliyoruz...öl dersen ölürüz. Bu can nedir ki senin için vermeyelim?
Sevgili Peygamberimiz, Mikdat Hazretlerinin gönül ferahlatan bu güzel sözlerine çok memnun oldular ve O'na dua ettiler.
.....
Mekkeli müslümanlar / muhacirler, böyle diyordu.
Ya Medineli müslümanlar / ensar ne diyor?
Ensar, Medine'ye hicret ettiği takdirde Resulullah'ı canla başla koruyacaklarına dair Akabe'de söz vermişlerdi; ama Medine dışı için herhangi bir vaadleri yoktu...
Bu sebeple sual buyurdular:
-Eyyühe'n nâs!/Ey insanlar! Siz ne dersiniz?
Medineli mü'minlerden Sa'd ibni Muaz Hazretleri söz aldı:
-Ya Resulallah! "Ey nas" diyerek bizleri ayrı ayrı saymadığınıza ve burada Ensar çoğunlukta olduğuna göre mubarek sözünüz bize olmalı. İşte bütün Ensar hazır; tahmin ediyorum onlar da benim gibi düşünüyorlar.
Ensar, Sa'd hazretlerini tasdik etti.
-Ya Resulallah biz sana îmân ettik! Nübüvvetini tasdik ettik. Her ne getirdi isen hakdır ve doğrudur. Seninle Akabe'de sözümüz var. Her nerede olursa olsun her ne pahasına olursa olsun; canımızı Allah Resulunün uğruna vermeye hazırız. Emrinizin başımız üstünde yeri vardır. "Bir denizin bir ucundan girip öbür ucundan çıkacağız" desen gözümüzü kırpmadan suya atlarız. Harpte elbette sabredecek ve en şerefli şekilde dövüşeceğiz. Arzumuz Allah'ın Resulünü sevindirmektir. Allahın rahmeti, O'nun Resulünün ve yolunda gidenlerin üzerine olsun!..
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, bu sözlere de çok memnun oldular. Ve Sa'd'e de dua ettiler.
Ve Eshab-ı Kiram'a müjde verdiler:
-Ey eshabım! Size müjdeler olsun ki Hak teâlâ hazretleri, bana düşmanın iki kafilesinden birini ele geçireceğimizi vâdetti. Ya Şam'a giden ticaret kervanı veya Kureyş ordusu malı-mülkü ile müslümanların olacaktır.
-İnşallah ya Rasulallah!
-İnşallah!
-İnşallah.
......
Yola devam ettiler.

Zefiran'ı takiben Esafir Tepesi, Debbe köyü geçilip Hannan Kum Dağı sağda bırakıldıktan sonra Bedr yakınına vardılar.
.....
.....
Bedir, bu isimdeki birinin açtığı bir kuyu adı. Kuyu etrafında zamanla Bedir Köyü kurulmuş. Medine'nin güneybatısında Mekke-Medine-Şam yollarının kesiştiği bir ortak nokta.
Müslümanlar, dağ yollarını takip ederek Bedr Vadisine ulaştılar. Anayollardan gelen münkirler ise kum tepesinin arka-sındaki Yelyel Vadisinin Bedr'e en uzak yerine kondular.
Vadi, ince yumuşak kum içinde; mü'minler, kumlarda bata çıka yürüyebiliyorlar.
Resuller Önderi, muhacirîn ve ensarı dinledikten sonra açıkça bir şey demedilerse de belliki hava savaş kokuyor...
Allâh'ı inkâr ve O'nun hak Peygamberini reddedenler, müslümanları imha niyet ve kasdı ile gelirken; mü'minlerin kervan peşine gitmeleri hem yanlış olur, hem de küffar, bunu "müslümanlar kaçtı" şeklinde yayardı.
Sevgili Peygamberimiz'in Hicret'ten sonra hakkında bilgi edinmek için zaman zaman Bedr'i sormalarındaki sırrı eshab, şimdi şimdi anlıyor.
Resullullah, yanına Katade ibni Numan ve Muaz ibni Cebel'i alarak deve sırtında etrafı dolaştı. Düşman hakkında malumat elde etmek istiyordu...
Süfyan-ı Zamiri isminde yaşlı bir kimseye rastladılar.
Efendimiz, ihtiyara kendilerini tanıtmadan Kureyş Ordusunu sordular. Süfyan, duyduklarına dayanarak ordunun Mekke'den çıktığı günü ve şimdi muhtemelen bulunması gereken yeri bildirdi. Peygamberimiz, dediklerinin isabetini anlamak için Muhammedîler hakkında bildiklerini de sordu. Medine'den ayrıldıkları tarihi ve şu an bulundukları yeri elifi elifine doğru tahmin etti...demekki ihtiyarın Kureyş hakkında dedikleri de doğruydu.
.....
Sevgili Peygamberimiz, Hazreti Ali, Zübeyr bin Avvam ve Sa'd ibni Ebi Vakkas'ın da aralarında olduğu bazı sahabileri çevreyi tarayarak düşmanın yeri hakkında bilgi toplamaları için gönderdi.
Sahabiler, ayrılmadan onlara şunu buyurdular:
-Şu karşı küçük tepenin arka eteğindeki kuyu başından bazı bilgiler toplayacağınızı zannediyorum.
Buraya gelen vazifeli eshab, düşman sakalarını kuyudan su çekerken buldular. Mü'minleri gören sucuların bazıları develeri ile kaçtılarsa da ikisi yakalandı. Haccacoğullarının kölesi Eslem ile Âs bin Saidoğullarının kölesi Ariz Ebu Yesâr da yakalananlar içindeydi. Sahabiler, yakaladıkları sakaları islâm karargâhına doğru getirirken kaçanlar da son sür'at Kureyş çadırlarına doğru deve koşturuyor-du...ilk yetişen Uceyr oldu. Heyecanla bağırıyordu:
-Nihayet müslümanlar sakalarınıza da saldırdı. Bazı arkadaşlarımız ellerine düştü. Beni duydunuz mu ey Kureyş?
Bu sırada Kureyş ordusu kızartılmış deve etleri yemekteydi. Uceyr'i işiten Hâkim bin Hizam yemeği olduğu gibi bırakarak kalktı ve diğer Kureyş büyüklerine gitti.
.....

SEVGİLİ PEYGAMBERİM CİLT 7



Sevgili Peygamberimizin Medine'ye yerleştikten sonra ilk yaptığı işlerden biri Hicret'den evvel vefat etmiş bir mü'minin kabri başında cenaze namazı kılmak oldu...
Bera bin Marur, Hazreç kabilesinin reislerinden ve Medineli müslümanların önderlerinden.O da Resulullah'a Akabe'de biat etti...ve biat merasiminde ayağa kalkarak veciz bir konuşma yaptı... Yüce Allah'a hamd ettikten sonra O'na, sallallahü aleyhi ve sellem, uymanın, O'nun ümmeti olmanın anlam ve değerine dikkatleri çekiyor ve kazanılan bu nimetin üzerine titremek lâzım geldiğini hatırlatıyordu...
Bera, radıyallahü anh, daha o günden son Peygamberin sevgisini kazanmıştı...
Bütün Medineli müslümanlar, namazlarını Kudüse dönerek kılarken Bera bin Marur Kâbe'ye yöneliyordu.
Bir gün bir Medine kafilesi ile Mekke'ye giderken diğer mü'minlerle aralarında bu Kâbe-Kudüs bahsi açıldı.
Bera:
-Ben sırtımı Kâbe'ye dönerek; Kâbe-i Şerifi arkamda bırakarak Beytülmakdise yönelemem. Bu sebeple namazlarımı Mekke'ye doğru eda ediyorum, dediğinde oradakiler:
-İyi ama; sen, Resulullahın bildirmediği bir şeyi nasıl yaparsın. Ümmeti olduğun Peygamber üstelik Mekke'de hemen Kâbe-i Şerifin yanında yaşadığı halde kıble olarak Kâbe'ye değil de Mescidi Aksaya duruyor; sen aklına uyuyorsun... böyle olur mu?
Israr etti...
-Ben Kâbe'ye sırtımı dönemem...dediAma huzursuz olmuştu.. Ya bu yaptığından Peygamber aleyhisselâm memnun olmazsa... Bu sebeple Mekke'ye gelince doğruca ahir zaman Nebisine gitti ve yolda arkadaşları ile aralarında geçen konuşmaları arz etti...
-Ey Allahın Resulü ben namazlarımı Kâbe'ye dönerek kılmaya devam ettim ama; arkadaşlarımın ikaz ve muhalefetlerinden dolayı içime bir huzursuzluk girdi... nedir bu işin doğrusu?
Sevgili Peygamberimiz cevap buyurdular... kısa, lâkin mânâsı derin, işareti geleceği kucaklayan bir cevap:-Biraz sabretseydin ne iyi olurdu...
Bera, radıyallahü anh'ın ondan sonra bu sözün dışına çıkması mümkün mü? ...anlaşılan daha evvel kıble hususunda Allah Resulünden nakledilen bilgiler kendisine tam ulaşamamıştı...
Sonra, bütün diğer mü'minler gibi o da vefatına kadar namazlarını hep Kudüse doğru kıldı...
Hazreti Berâ, Hicret'den bir ay evvel Medine'de dünyasını değiştirdi.
Hazreç'in reisi hasta yatağında iki şey vasiyet ediyordu:
-Malımın üçte birini dilediği yere sarf etmek üzere Resulullah'a veriniz... Bir de beni, ölünce kabirde Kâbe istikametine çeviriniz. Çünkü Peygamberimize Hac mevsiminde yine ziyaretine gideceğimi vaad etmiştim; ama, görüyorsunuz ki ölüyorum. Sözümde durmam mümkün değil.
Vasiyet edildiği gibi mezarında Kâbe tarafına çevrildi...
ve öylece toprakla örtüldü..
Hicret'ten sonra Sevgili Peygamberimiz, eshabı ile birlikte Bera radıyallahü anh'ın kabrine giderek saf tutup cenaze namazını kıldılar ve Hazreti Bera için:
-Ya Rabbi Bera'yı affeyle. O'na rahmet eyle; O'ndan razı ol!Diye dua ettiler...
İşte ilk cenaze namazı.
O'nu ziyaret etmek isteyen sahabi, araya ölüm engeli girdiği için Peygamberimize gidemeyince; Peygamberi; rahmet ve merhamet kaynağı olan O Sultan, kabri ziyaret ediyor ve cenaze namazını kılıyor...
Mezarında Mekke tarafına uzanarak Peygamber yolunu gözleyen; O'nun hicretini bekleyen Berâ radıyallahü anh... Sevgisiyle Allah Resulünü kabrine çeken Berâ radıyallahü anh.
Kâbe sevdalısı ve Resulullah âşıkı böyle bir Bera bin Murar ölmüş, aradan zaman geçmiş olsa da cenaze namazı kılınmaz mı?
....Hicretten sonra; Mescid-i Nebi yapılırken ensar'dan ilk vefat eden Külsüm bin Hidm oldu.
Sevgili Peygamberimi'zi Kuba'da evinde misafir eden bu aziz insan Hicretten önce iman edenlerdendir. Eşraf'tan biri idi...ama O'na tarihin verdiği yüksek liyakat Medine şereflilerinden olduğu için değil bütün zamanların en büyüğüne gösterdiği hürmet ve hizmet sebebiyle.
İleri bir yaşta müslüman olan ve ayrıca Peygamberini evinde misafir etme bahtiyarlığına kavuşan Külsüm, radıyallahü anh, kavuştuğu nimetlerin huzuru içinde Kuba köyündeki evinde ebedi âleme göçtü...
Az bir zaman sonra da Es'ad bin Zürare, radıyallahü anh, dünyasını değiştirdi...
Hazreti Es'ad, islâmiyeti Medine'ye ilk getiren onu orada ilk yayan insan. Başka bir hususiyeti de Âkabe biatlarının hepsinde bulunmak.
Ölümü boğmaca hastalığından. Son nefesini verirken aziz ve kadirşinas Peygamberi hemen başucundaydı. Mubarek sahabi, kızlarını Allah'ın Resulüne havale etti... Ve O da engin bir huzur içinde ruhunu Rabbine teslim etti.
Cenazesini Sevgili Peygamberimiz yıkadılar üç parçalı bir bürüdle kefenlediler, namazını kıldırdılar ve cenazenin önü sıra yürüdüler ve Baki kabristanına defnettiler.
Es'ad bin Zürare, Cennet'ül Baki'nin mukaddes toprağına gömülen ensarın ilki...
Kureyşli kâfirler, bir ân olsun boş durmuyorlar. Hiç bir şey yapamasalar mü'minleri dilleri ile rahatsız etmekteler.
Etrafında pervane gibi dönen o aziz arkadaşlarını Sevgili Peygamberimizden soğutmak için, insanlığın biricik kurtarıcısı şan ve şerefde eşsiz ve en büyük rehberi karalayıcı laflar ediyorlar...
dedikleri, mü'minler tarafından üzüntüyle Efendimize naklediliyor.
En üstün kul, en üstün Peygamber ve Kâinatın Efendisi, müslümanların mescidi doldurdukları vakitlerden birinde minbere çıkarak ayakta oldukları halde hakikatleri bir bir dile getirdiler. Maksatları övünmek değil. Övünmeye ihtiyaçları yok ki niçin buna niyetlensinler? Onların yüksek arzuları zihinlerin bulanmaması.... Hiç bir mü'min kalbinin yalanlara meyletmemesi. Buna mani olmak istiyorlar.
Yaradılmışların en yücesi, geçmiş ve gelecek zamanların en iyisi, sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdular ki:
-Her asırda yaşıyan insanların en seçilmişlerinden dünyaya geldim.
-Allâhü teâlâ, İsmail aleyhisselam evlâdından Kinâne ismindeki kimseyi ve O'nun sülalesinden Kureyş ismindeki zâtı beğendi. Kureyş evlâdından da Hişam oğullarını sevdi. Onlardan da beni süzüp seçti.
Allâhü teâlâ, insanları yarattı; beni, insanların en iyi kısmından vücude getirdi. Sonra bu kısımlardan en iyisini Arabistan'da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden, ailelerden en iyilerini seçip beni bunlardan meydana getirdi. O halde benim ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım, en iyi insanlardır.
Allâhü teâlâ, her şeyi yoktan var etti. Bunların içinde en çok insanları sevdi. İnsanlar içinden de seçtiklerini Arabistan'da yerleştirdi. Arabistan'daki seçilmişler arasından da beni seçti. Beni her zamanki insanların seçilmişlerinde; en iyilerinde bulundurdu.
-Benim dedelerimin hiç biri gayrı meşru yola sapmadı. Allâhü teâlâ, beni iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı; ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum...
...kâfirler, aynı zamanda şiirlerle Resulullahı ve mü'minleri kötülüyorlar. Onların şiirlerine Ensar şairleri de gerekli karşılığı vermeye başladılar.
Kılıçla cihaddan önce kelâmla cihad başlamıştı.
Ensarın üç büyük şairinden Kâ'b bin Malik, bir destan şairi... Allah düşmanlarının iftira ve karalamalarına karşılık Efendimizle mü'minlerin kahramanlıklarını terennüm ediyor.
Abdullah bin Revaha, müşriklerin batıl olan itikat ve amellerini hicvederek yerden yere vuruyor.
Ensarın en büyük şairi Hasan bin Sabit, peygamber düşmanlarının soy sop ve ahlakî ayıplarını dile getirerek onları el içine çıkamaz hale sokuyor.
San'at, islâmın hizmetinde.
Seçilmişlerin en kıymetlisi Resulullah, sallallahü aleyhi ve sellem, bu üç aziz dosta, radıyallahü anhüm:
-Mü'min kılıcıyla da, diliyle de cihad eder. Diyerek yaptıklarından memnuniyetlerini ifade buyuruyorlar...
....Yesrib", "fesad" veya "ayıplanmış" demek. Bir Peygamber beldesinin bu ismi taşıması hiç de güzel değil. Bu sebeple Peygamber Efendimiz, hicret ettiği bu şehrin ismini "Medine" olarak değiştirdi ve bundan sonra Yesrib denmesini yasakladı ve:
-Her kim, bir kere "Yesrib" derse on kere "Medine" desin, buyurdular.
Ve yine buyurdular ki:
-Medine'ye "Yesrib" diyen Allah'dan af dilesin...
...Hatta "Allah'dan af dilesin" cümlesini tam üç kere ard arda tekrarladılar...
Bu sebeple Hicret'den sonra "iki kara taşlık arasındaki yer" Son Peygamberin de orada bulunmasından dolayı "Medine-i Münevvere" oldu... nurlu şehir.
İlk İslam Devletinin ilk Başşehrinin hukuku korunuyordu..
Sıra geldi hududunun tayinine..
İki küçük dağ Medine'nin tabii sınırıydı. Sevr ve Ayr.. Sevgili Peygamberimiz, bu iki dağın arasını harem/yasak bölge ilan ettiler.
Efendimiz buyurdular ki:
-İbrahim aleyhisselam, Mekkeyi haremleştirdiği gibi ben de Medine'nin Ayr ve Sevr dağları arasını haremleştirdim. Her Peygamberin dokunulmaz ve seçkin bir yeri vardır.
Çevresi belli edilen bu bölgede silah taşınması, ağaç kesilmesi, ot biçilmesi ve insana yakışmayan kötü bir fiilin işlenmesi yasaklandı. Yasak Bölge'de her şey izne bağlanıyordu.
Böyle bir fiili işlemeye cesaret edecekler için Resulullah en büyük mânevi müeyyideyi koydular:
-Böyle habis bir iş işleyen veya o suçluları evlerinde saklayanlara Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olsun.
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, daha sonra Medine'nin hudutlarının tesbit edilmesini emir buyurdular. Kâ'b bin Malik, radıyallahü anh bu işle vazifelendirildi...
Tâ Nuh aleyhisselâmdan beri çeşitli millet, kavim ve kabilenin kaynaştığı, birbiriyle çekiştiği "nurlu şehir" şimdi tarih içindeki mânâsını buluyordu. Kabile ve aşiretlerin nefsî ve ırkî sebeplerle kavgalaştıkları yerde şimdi İslâmiyet henüz açmış güller gibi renk renk koku koku yeryüzüne yayılacaktı...
Bütün müminler, bu "harem" şartına kayıtsız şartsız bağlılar. O kadar ki...bir çocuk bu bölgede bir serçe kuşu avlasa; "burası harem, sen bilmiyor musun; o kuşu derhal olduğu yere bırak" deniliyor ve çocuk da hakikaten bu ikaz üzerine elindeki avı usulcacık yere bırakarak mahcup mahcup oradan ayrılıyordu.
Eğer bu mutlak teslimiyet olmasa bir avuç insana o muhteşem zaferler nasip olur muydu?
Eshab-ı Kiram, her şeyleri ile örnek insanlar...
Her mü'min için ebedi model işte onlar...
Ensar'dan imkânı olanlar, fazla olan arsa, arazi veya hurmalıklarını muhacirlere verilmek üzere Sevgili Peygamberimize arz ettiler...
Peygamberimiz, bağışlanan bu gayrimenkullerden muhacirlere ev yerleri ayırdı ve ellerine tapuları verildi...
Ancak, Medine'de içecek su sıkıntısı çekiliyor. Şehrin suyu içilebilen tek kaynağı Rume kuyusu.
Kuyu bir yahudinin elinde. Yahudi, bir damla suyu bile parasız vermiyor. Mü'minlerin kuyuya şiddetle ihtiyaçları var... bu ise neticede Yahudinin kesesine yarıyor.
Peygamberimiz:
-Rume kuyusunu müslümanların hizmetine verecek olanın mükafaatı cennet olacaktır, buyurdular...
Suyun müminlerin tasarrufunda olmasının arzu edildiği anlaşılınca Hazreti Osman, radıyallahü anh, yahudiye giderek kuyuyu kendisine satmasını teklif etti. Ama yahudi, bütün ısrara rağmen Rume'nin ancak yarısını elden çıkardı... O da onikibin dirhem gibi yüksek bir bedelle...
Kuyuyu birgün müslümanlar, bir gün bu israiloğulları kullanacaktı...
öyle yapıldı.. Lakin su, müminlere yine yetmiyordu...
Bir zaman sonra yahudi yüksek bir bedelle diğer hissesini de satmaya razı edildi.Hazreti Osman ikinci hisseyi de satın alınca müjdeyi Peygamber efendimize götürdü. Buyurdular ki:
-Allah rızası için vakfet. Zaten bu emri bekleyen büyük ve cömert sahabi Rume kuyusunu derhal vakfetti...
Sonra Sevgili Peygamberimiz, vakıf kuyuya kadar geldiler; suyundan çektirerek içtiler ve bu suyun tad ve lezzetini methettiler.
-Tatlı ve soğuk bir su...
Çarşı-pazar yahudi hakimiyetinde.
Efendimiz, mü'minlerin aldatılmadan alış-veriş yapacakları yerlerin olmasını arzu buyuruyorlar. Her şeyle yakından alakadar olmaktalar.Evvela Nebit Çarşısı'nda inceleme yaptılar:
-Burası mü'minlere yaramaz, dediler. Sonra başka bir çarşıyı tedkik ettiler.
-Burası da münasip değil, buyurdular.
Zübeyr, radıyallahü anh'ın arsasına bir çadır kurdurarak ensar ve muhacirlere:
Ama bir musevi bu çadırın iplerini keserek mü'minleri rahatsız edince; Efendimiz, Kaynuka yahudilerinin çarşısında araştırma ve incelemeler yaptıktan sonra bir arsa beğenerek eshabın çarşı-pazarı buraya kurmalarını emrettiler.
Müslümanlar, böylece yavaş yavaş idari-siyasi istiklâlden sonra iktisadi istiklâle de kavuşuyorlardı...
Sevgili Peygamberimiz, buradaki ticari hayatla çok yakından ilgileniyorlar. Satılanların uygun olup olmadığını, satanların hal ve davranışlarını, alıcıların memnun kalıp kalmadıklarını araştırıyorlar...
bir gün çarşıya uğradıklarında izinsiz kurulmuş bir tezgâh gördüler ve derhal emir verdiler: Kaldırılsın!../Daha sonra gelen Halifeler devrinde de çarşı-pazar disiplini aynen devam ettirildi.
Öyle ki çarşı girişine yine habersiz olarak konan bir su testisini Hazreti Ömer, görür görmez oradan kaldırttılar../Maksat bir kaç...
Hem mü'minleri ticarete alıştırmak, hem onları başka dinden olan insanların ekonomik baskısından uzak tutmak, hem temiz gıda ve giyecek temini. Ölçerken, biçerken, tartarken, yaşanan bu güzel ahlakla alış-veriş eden kimseler ister istemez tanışıyor ve mutlaka tesirinde kalıyorlar...
Ticaret ehline o devirde verilen isim "simsar".Efendimiz, bu kelimeyi ticaret ehline yakıştıramadılar ve onlara "tüccar" olarak değiştirdiler..
Ve dürüst tüccarın, ahirette peygamberler, sıddıklar ve şehidlerle beraber olacağını müjdelediler...
Sonra da her müslümanı iliklerine kadar titretecek olan sözü ifade buyurdular:
-Aldatan, bizden değildir.
Ve bir ölçü koydular:
-Alış-veriş ederken, alacağını ister veya borç öderken kibar ve yumuşak hareket edenle kolaylık gösterene Allâh, rahmet eylesin.Peygamber Efendimiz, bir yahudiye bir mikdar borçlu..
Paranın ödenmesi gereken tarihe daha bir gün varken yahudi, Resulullah'ın mubarek saadethanelerine çıkageldi...
-Alacağımı istiyorum! Abdülmuttalib oğulları, zaten aldığını zamanında iade etmez; uzatır durur... Bunun için borcunu hemen bugün ödeyeceksin!...
Bu sırada Hazreti Ömer, radıyallahü anh, da Peygamberimizde misafir... Yahudinin ağır sözleri büyük sahabiyi şiddetle rahatsız etti...
Ey habis! Eğer Resulullahın evinde olmasaydık vallahi senin gözünü patlatırdım!!! Bu nasıl ahlaktır böyle?
...Ömer, radıyallahü anh'ı çileden çıkaran musevinin vadesinden birgün önce kapıya dayanıp param da param demesindeki çiğlikti. Oysa o'nun parasının zerresine zarar gelmesi imkânsızdı. Çünkü borçlu olan şu-bu kimse değil Muhammedül Emin, sallallahü aleyhi ve sellem...
Muhteşem sahabinin sert çıkışı yahudiyi sindirdi ise de, Sevgili Peygamberimiz üzüldüler...
Allah, seni affetsin ya Ömer. Biz, senden başka türlü davranmanı beklerdik... bana borcumu üzüntüye sebebiyet vermeden ödememi; o'na da alacağını daha nazikçe istemesini söyleyebilirdin.
Peygamberimiz, yahudiye borcun vâdesine daha bir gün zaman olduğunu; ancak, arzu ederse kendisine hurma verebileceklerini buyurdular...
Alacaklı razı oldu.
Bunun üzerine alacaklıya istediği mikdarda hurma teslim edildi.. Hurmaları alan yahudi, âniden kelime-i şahadet getirdi...
Çünkü O, Resulullah'ı uzun zamandır takip etmekteydi.. ahir zaman nebisi olduğunu beyan eden bu insan, her şeyiyle Tevrat'ta anlatılan son peygambere benziyordu... ama bir tarafını bilmiyordu... sert, öfkeli, çabuk hiddetlenen biri mi, yoksa yumuşak ve sabırlı mı? Tevrat'ta zikredilen resul, yumuşak huyluydu...
Bu sebeple, alacağını kasten bir gün önceden talep etmiş ve Sevgili Peygamberimiz'in böyle bir haksızlığa karşı tavrının ne olacağını anlamak istemişti...
...Ve anladı.
Yumuşak, ipek gibi bir ahlâk...
Musevinin maksadı ne paranın şu veya bugünde tahsili, ne de para yerine hurma almak.
Bu sebeple:
-Şahid olun ki, dedi. Şu bana verdiğiniz hurmalarla, servetimin bir kısmını fakir mü'minlere hediye ettimYüce Allah'ın seçtiği bir bahtlı kul...
.....Bu ne güzel ahlâktır Allahım!
Yumuşak ve sabırlı.
O'nun büyük mirası.
Yahudiler, Peygamberliğin İsrailoğullarından araplara geçmesini kabul edemiyorlar. Bu sebeple mü'minleri engellemek için her yolu kullanıyorlar. Yalan, sihir, nifak..
İşte yalanlarından biri... Hicreti takip eden günlerde çıkardılar..
-Muhacirlerin nesli kesildi. Onlara büyü yaptık. Bundan sonra çocukları olmayacak...
Mü'minler, fısıltı halinde dolaşan bu söze pek inanmıyorlar ama yine de zihinlere bir soru takılıyor. "Ya dedikleri olursa!"Onların bir yalancı oldukları Hazreti Ebu Bekr'in kızı Esma'nın bir erkek çocuğu olması ile anlaşıldı.. Esma, radıyallahü anha, bebeği önce Allah'ın Resulüne getirip kucağına bıraktılar.
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, bir hurma istediler. Ve hurmayı çiğnedikten sonra bebeğin damağına sürdüler ve salih, ömürlü ve hizmet ehli olması için dua buyurdular...
...Mü'minler, doğum üzerine rahat bir nefes almışlardı...
......Bu ilk "sihir" sözleri yalandı ama şimdiki sahi:
Resulullah rahatsızlar.
Yapılan araştırma gösterdi ki Efendimiz'e sihir yapılmış...
...Peygamberimizin tarağından düşen bir mikdar saç okunup üflenerek bükülmüş ve buna onbir tane düğüm atılmıştı...
Büyüyü yapan mı?
Zürayk yahudilerinden Lebid bin A'sam.
Bu şahıs, sihir yaptıktan sonra onbir düğüm atılmış saçları bir şeylere sararak Zi-Arvan kuyusuna bırakmıştı...
...Cebrail aleyhisselam geldi:
"Kul euzü birabbil felak" ve "Kul euzü birabbinnas" surelerini getirmişti.
Büyü yapılmış saçların atıldığı yeri bildirdi ve; sihirlenmiş saçlardan bulunarak bu surelerin onlara okunmasını söyledi.
Efendimiz, Hazreti Ali'yi gönderdiler. Ali, kerremallahü vecheh, kuyunun dibinde düğümlenmiş ve bezlere sarılmış saçları bulup getirdiler...
Hemen sureleri okumaya başladılar. Her okuyuşta bir düğüm çözüldü...
...Allahın Resulü rahatladılar..
Mekke, hep sabır dönemi... Müminler az... bu azlık sebebiyle müslümanların sayıca kendilerinden mukayese edilmeyecek kadar fazla düşmanla cihad etmeleri imkânsız...
Bu yüzden çekilen azap, işkence ve zulüm tahammül edilmez noktalara varınca mecburen Hicret vaki oldu... ama Mekke müşrikleri rahat durmuyorlar. Çevre kabileleri, yahudileri, Medine müşriklerini hem tehdit, hem tahrik ediyorlar. Bu korkutma ve kışkırtmaların bir sebebi var: Sevgili Peygamberimiz'in, sallallahü aleyhi ve sellem, hayatına son vermek. Zira O, şimdi üstelik Medine'ye gitmeyi başarmış ve kendine inananların başına geçmiştir.
Mekke kafirleri, tehlikeyi daha da geç kalmadan ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu yüzden tehditler durmuyor. Yolda-belde yakaladıkları müminlere yine eski dinlerine döndürmek için işkenceler yapıyorlar.
Bu mazlum ve mağdur kahramanlar, Peygamberimize gelerek:
-Ey Allahın Resulü işte müşriklerin yaptıkları. Halimize bakın...
Dediklerinde Sevgili Peygaberimiz, acıları kalbine gömerek şöyle buyuruyorlardı:
-Sabredin. Henüz cihad için izin gelmedi...
İfadeden anlaşılan o ki bu iznin gelmesine fazla zaman da yok. "Henüz" dendiğine göre beklenen müsade yakında verilecektir.
Bu sebeple Eshab-ı Kiram duadalar. Gözyaşı döküp yalvarıyorlar:
-Ya Rabbi! Düşmanın olan şu müşriklerle cihad etmekten daha kıymetli bir şey bilmiyoruz. O müşrikler ki Habibinin Peygamberliğini kabul etmeyerek ana-ata yurdu Mekke'yi terke mecbur ettiler....
Allahım! Ey duaları kabul eden Rabbimiz Mekke müşrikleri ile harbetmemize müsaade buyur.
Sevgili Peygamberimizse sabırla adım adım gidiyorlar:
...Akabe'de Medine müminlerinden söz almak, biat, sonra Hicret, sonra Muhacirleri kendi aralarında kardeş yapmaları, sonra Mekke ve Medine müslümanlarını kardeş yapmaları, sonra Medine'deki gayrı müslim unsurlarla anlaşmalar yaparak onları tarafsızlık konumuna getirmek, sonra devletin sınırlarının tayini, bu sınırları içinde bazı hareketleri izne bağlamak, müminleri ekonomik bakımdan kuvvetlendirecek tedbirler almak...
Düşman, amansız; zalim ve gaddar. Çokluklarına, mallarına-mülklerine zenginliklerine güveniyorlar..
Bir çarpışma olsa müminleri silip süpüreceklerine öyle eminler ki...
Bu kibir kumkumaları, neye nasıl inanır ve güvenirlerse güvensinler... Müminler, o asalet abideleri, Allah'a ve Resulüne inanıyorlar....
Ve işte Cebrail aleyhisselam geldi; vahiy geldi... Cihad müsaadesi geldi...
Bundan sonra yeryüzü şahid olsun, savaş atlar şahid olsun, güneşte yıldır yıldır yanan çifte su verilmiş o yaman kılıçlar şahid olsun ki, savaş neymiş, can neymiş, gaye neymiş, ölmek neymiş... görülsün..
Yüce Allah buyuruyor ki:
-Size karşı harb açanlarla, siz de Allahü teâlâ'nın yolunda çarpışın. Fakat haddi tecavüz edip, aşırı gitmeyin. Muhakkakki Allahü teâlâ, aşırı gidenleri sevmez. Onları nerede bulursanız öldürün. Onlar sizi (Mekke'den) çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Onların Allah'a ortak koşma fitneleri adam öldürmekten daha kötüdür. Onlar mescid-i Haram'da sizinle çarpışmadıkça siz de orada kendileriyle savaşmayın.
Cenab-ı Hak, ayrıca yardım vaadediyor:
-Şüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeğe her yerde her zaman kadirdir.
Ve şimdi de sıra devletin hudutlarına nöbetçiler dikmekte. Ani bir saldırı vukuunda habersiz kalmamak için düşman gözleniyor..
Hicret üzerine aziz Sahabi Hazreti Ebu Bekr dememişler miydi:
-Onlar Peygamberi zorla Mekke'den çıkardılar. İnna lillah inna ileyhi raciun. Onlar muhakkak helak olacaklardır.
Hudutları nöbetçiler beklerken, beride atlarkıpır kıpır; atlar eşiniyor yeni zamanlara doğru. Gerilmiş yaylar gibi ufuklara koşmak için.
Beş kişiden dörtyüz kişiye kadar olan askeri birliklere "seriyye" deniyor.
Seriyyeler, keşif, takip-baskın küçük çaplı vuruşmalara çıkıyor.
Seriyyelerin akınlarına Sevgili Peygamberimiz iştirak etmiyorlar.
Efendimizin iştirak ettikleri seferlerin ismi "gaza"Efendimiz, yirmiyedi gazaya çıktılar. Bunlardan dokuzunda silahlı mücadele oldu... Bedir, Uhud, Müreysi, Hendek, Kurayza, Hayber, Mekke'nin Fethi, Huneyn, Taif...bu dokuz savaşta bizzat savaştılar.
Abdullah bin Amr, radıyallahü anh, Sevgili Peygamberimize gelerek:
-Ya Resulallah bana cihadı anlatır mısınız? Deyince,
Efendimiz:
-Ey Abdullah bin Amr! Eğer sen, Allah rızası için sıkıntılara katlanarak çarpışırsan Allah, seni kıyamet günü o hal üzere diriltir. Eğer gösteriş için, övünmek için, çarpışırsan Allah, seni kıyamet günü o hal üzere diriltir... hasılı sen Hangi niyetle öldürür veya öldürülürsen Allah da seni o hal üzere diriltir.
Başka birisi de şunu sordu:
-Ey Allahın Resulü! Allah yolunda cihad etmek ne demektir?
La ilahe illallah Muhammedün Resulullah sözünün yeryüzünde daha çok yayılması; Allah isminin daha çok yücelmesi için çarpışmaya Allah yolunda cihad etmek denir, buyurdular.
Bir sahabi de şunu sordular:
-Ya Resulallah! Allah yolunda çarpışan ve aynı zamanda dünya mallarından bir şeyler elde etmek isteyen bir şahıs için ne dersiniz?
Sevgili Peygamberimiz cevap olarak buyurdular ki:
-Ona ecir ve sevap yoktur.
Sualin sahibi sahabi, dinleyenler tarafından iyice anlaşılsın diye soruyu üç kere tekrarladı. Her üçünde de cevap aynı oldu:
-Ona ecir ve sevap yoktur...
...Gaye açık!Silah ancak ve sadece Allah için çekilir.... ama nasıl kullanılır?
...kime çekilir?
Bir küçük askerî takım veya büyük bir ordu hangisi olursa olsun...
Allahın Resulü asakir-i islamı/islam askerini cihad için uğurlarken nasihat buyuruyorlar:
Sanki zaman durmuş; sanki nefesler tutulmuş herkes, her şey O'nu dinliyor; al atlar, doru atlar, cins arap atları bile.
-Allah'dan korkunuz ve emrinizdekilere adalet ve merhametle muamele ediniz.
-Allah yolunda O'nun ismi ile cihada çıkınız.
-Allah'ı inkar edenlerle çarpışınız.
-Savaşırken haddi aşmayınız.
-Ahdi bozmak, ahde vefasızlık gibi hareketlerden sakınınız... kulak-burun kesmek gibi işkenceler yapmayınız, çocukları, yaşlıları, hizmetçileri, köleleri ve din adamlarını öldürmeyiniz.
Bir yeri fethedince düşmanı önce islama davet ediniz, kabul etmezlerse cizye vermeye razı olmalarını isteyiniz, bunu da reddederlerse ölümü haketmiş olurlar....eğer bir yerde mescid varsa veya bir ezan sesi işitilirse orası bir islam beldesidir. Böyle bir yerde kılıç çekilmez...
Evet; O'nun, aleyhissalatü vesselam, mubarek nasihatlerinden çıkan netice o ki; silah, islam düşmanlarına karşı kullanılır. Ve had aşılmaz.
Sınırlarda nöbetçiler beklerken İslam Devletinin haber alma teşkilatı da çalışmaya başladı.Hicretten altı-yedi ay geçmiş durumda.Tehditleri durmayan ve müslümanlara Hac yolunu kapayan müşriklerin Şam'la irtibatları kesilerek iktisadi bakımdan zayıflatılmaları lâzım.
İşte ilk istihbarat:
Şamdan dönen bir Kureyş kervanı Medine yakınlarından geçiyor.
Peygamberimiz, derhal aziz arkadaşlarını toplayarak aralarında, Hamza bin Abdülmuttalip, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Ebu Huzeyfe bin Utbe bin Rebia, Amr bin Süraka, Zeyd bin Harise, Kennaz bin Huseyn, Mersed bin Kennaz ve azadlısı Enese'nin de olduğu otuz bahadırı ayırdılar...
Efendimiz, Hazreti Hamzaya beyaz bir bayrak vererek onu bu ilk seriyyeye kumandan tayin ettiler...
Ve önce O'na nasihatte bulundular:
-Ey Hamza! Düşmandan değil Allah'dan kork! Emrin altındakilere iyi davran.Mubarek Peygamber sonra askerlere döndüler:
-Allah yolunda O'nun ismini anarak gazaya çıkınız. Allah'ı inkâr edenlerle çarpışınız...
.....Otuz sahabi, derhal silahlanarak bineklerine atlayıp düşman istikametine akmaya başladılar.
Ebu Mersed'in taşıdığı beyaz bayrak en önde rüzgarda dalgalanıyor...
İşte ilk Başkumandan: Sevgili Peygamberimiz.
İşte ilk Kumandan: Hazreti Hamzaİşte İlk Bayraktar: Ebu Mersed bin Kennaz.
İşte İlk Mücahitler: Otuz yaman atlı.
Ve haber alındıki düşman kervanını içlerinde Ebu Cehil'in de olduğu üçyüz atlı ve silahlı suvari koruyor.
Haber, İslâm askerini daha da biledi...
Hazreti Hamza komutasındaki Seriyye, düşmana Sif-ül Bahr'de yetişti...
Hamza, radıyallahü anh, askeri derhal çarpışmak için mevzilendirdi...
Düşman da çarpışma düzenine girdi...ama akıllarının almadığı bir şey vardı:
Kendilerinin onda biri olan bir kuvvet nasıl karşılarına çıkma cesareti gösteriyordu... Buna başta Ebu Cehil olmak üzere hepsi şaşmaktaydı...
Müşrikler, bu şaşkınlıkta iken Mecdi bin Amr el Cüheni, öne çıktı:
-Ya Eba Cehil arap arasında böyle şeyler doğru değildir. Bana izin verin gidip Hamza ile konuşayım. Lüzumsuz kan akmasın...
-Akmasın. Lakin. Görüyorsun işte. Bir ticaret kervanına saldırıyorlar.... Ya muhafızlar olmasaydı... Neticenin bu olacağı belliydi zaten..
Doğru doğru... Fakat bir orta yol bulurum herhalde...
-Git bakalım. Fakat fazla kalma. Meraktayız. Biz çarpışmaktan korkmuyoruz. Bunu da bilsinler!!..
-Gecikmem tasalanmayın...
...Aslında Mecdi, mahsustan böyle konuşuyodu. Aradaki kuvvet dengesizliğinden İslam birliği için endişe etmişti. Müslümanların ağır mağlubiyet alacaklarını tahmin ediyordu... Mecdi bir mümin değildi. Kendisinden arabuluculuk isteyen de olmamıştı ama; her ne hikmetse iki birlik arasında gide gele, gide gele kan akmasının önüne geçti.
Mecdi, Hazreti Hamza'ya:
-Cesaretinizi cidden takdir ediyorum. Ne varki hakikat de ortada Kureyş sizin on katınız..
-Biz düşmanın çokluğundan değil Allah'tan korkarız...
-Siz bilirsiniz. Ancak şunu da düşünmenizi isterim. Daha ilk çarpışmada yenilirseniz müslümanların istikbali tehlikeye düşer...
...işte bu doğruydu.
Müminler, öyle hassas bir noktada bulunuyordu ki ya galip gelecek ya galip geleceklerdi...
Mağlubiyet Medineyi de tehlikeye atabilirdi...
....öyleyse küffara şimdilik bu gözdağı kâfi görülmeliydi.
Dile kolay azap, işkence, zından ve Mekke'yi terk mecburiyetinden sonra silahlanarak düşmanın önüne çıkmak... Öyleyse varılan netice iyidir ve düşmanın huzurunu kaçıracak kadar güzeldir.Hazreti Hamza, müsaade etti de müşrik kervanı ancak yoluna gidebildi..
Bu elbette hamdedilecek bir neticedir...
...Medine'de sefer hakkında Resuller Resulüne malumat verilirken Mecdi'nin yaptıkları da arz edilince Efendimiz memnun kaldılar ve buyurdular ki:
-Hayırlı bir işe vesile olmuş.
Hicretten sekiz ay sonra. Şevval ayı.Bir kervanın Mısır'a gitmek için Mekke'den çıktığı haberi Medine'ye gelince Resulullah, sallallahü aleyhi ve sellem, seksen kadar sahabiyi seçerek başlarına Ubeyde bin Hâris'i kumandan tayin ettiler...
Sevgili Peygamberimiz, Ubeyde radıyallahü anh'a da beyaz bayrak vermişlerdi...
Büyük Peygamberden dua, nasihat ve taktik alan müslümanlar, derhal müşriklerin olduğu yere doğru koşmaya başladılar.Rüzgârda uçuşan bayrağın taşıyıcısı / alemdar, bu defa Mıstah bin Üsase radıyallahü anh.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)