Sevgili Peygamberimizin Medine'ye
yerleştikten sonra ilk yaptığı işlerden biri Hicret'den evvel vefat etmiş bir
mü'minin kabri başında cenaze namazı kılmak oldu...
Bera bin Marur, Hazreç kabilesinin
reislerinden ve Medineli müslümanların önderlerinden.O da Resulullah'a Akabe'de
biat etti...ve biat merasiminde ayağa kalkarak veciz bir konuşma yaptı... Yüce
Allah'a hamd ettikten sonra O'na, sallallahü aleyhi ve sellem, uymanın, O'nun
ümmeti olmanın anlam ve değerine dikkatleri çekiyor ve kazanılan bu nimetin
üzerine titremek lâzım geldiğini hatırlatıyordu...
Bera, radıyallahü anh, daha o günden
son Peygamberin sevgisini kazanmıştı...
Bütün Medineli müslümanlar, namazlarını
Kudüse dönerek kılarken Bera bin Marur Kâbe'ye yöneliyordu.
Bir gün bir Medine kafilesi ile
Mekke'ye giderken diğer mü'minlerle aralarında bu Kâbe-Kudüs bahsi
açıldı.
Bera:
-Ben sırtımı Kâbe'ye dönerek; Kâbe-i
Şerifi arkamda bırakarak Beytülmakdise yönelemem. Bu sebeple namazlarımı
Mekke'ye doğru eda ediyorum, dediğinde oradakiler:
-İyi ama; sen, Resulullahın
bildirmediği bir şeyi nasıl yaparsın. Ümmeti olduğun Peygamber üstelik Mekke'de
hemen Kâbe-i Şerifin yanında yaşadığı halde kıble olarak Kâbe'ye değil de
Mescidi Aksaya duruyor; sen aklına uyuyorsun... böyle olur mu?
Israr etti...
-Ben Kâbe'ye sırtımı dönemem...dediAma
huzursuz olmuştu.. Ya bu yaptığından Peygamber aleyhisselâm memnun olmazsa... Bu
sebeple Mekke'ye gelince doğruca ahir zaman Nebisine gitti ve yolda arkadaşları
ile aralarında geçen konuşmaları arz etti...
-Ey Allahın Resulü ben namazlarımı
Kâbe'ye dönerek kılmaya devam ettim ama; arkadaşlarımın ikaz ve
muhalefetlerinden dolayı içime bir huzursuzluk girdi... nedir bu işin
doğrusu?
Sevgili Peygamberimiz cevap
buyurdular... kısa, lâkin mânâsı derin, işareti geleceği kucaklayan bir
cevap:-Biraz sabretseydin ne iyi olurdu...
Bera, radıyallahü anh'ın ondan sonra bu
sözün dışına çıkması mümkün mü? ...anlaşılan daha evvel kıble hususunda Allah
Resulünden nakledilen bilgiler kendisine tam ulaşamamıştı...
Sonra, bütün diğer mü'minler gibi o da
vefatına kadar namazlarını hep Kudüse doğru kıldı...
Hazreti Berâ, Hicret'den bir ay evvel
Medine'de dünyasını değiştirdi.
Hazreç'in reisi hasta yatağında iki şey
vasiyet ediyordu:
-Malımın üçte birini dilediği yere sarf
etmek üzere Resulullah'a veriniz... Bir de beni, ölünce kabirde Kâbe
istikametine çeviriniz. Çünkü Peygamberimize Hac mevsiminde yine ziyaretine
gideceğimi vaad etmiştim; ama, görüyorsunuz ki ölüyorum. Sözümde durmam mümkün
değil.
Vasiyet edildiği gibi mezarında Kâbe
tarafına çevrildi...
ve öylece toprakla örtüldü..
Hicret'ten sonra Sevgili Peygamberimiz,
eshabı ile birlikte Bera radıyallahü anh'ın kabrine giderek saf tutup cenaze
namazını kıldılar ve Hazreti Bera için:
-Ya Rabbi Bera'yı affeyle. O'na rahmet
eyle; O'ndan razı ol!Diye dua ettiler...
İşte ilk cenaze namazı.
O'nu ziyaret etmek isteyen sahabi,
araya ölüm engeli girdiği için Peygamberimize gidemeyince; Peygamberi; rahmet ve
merhamet kaynağı olan O Sultan, kabri ziyaret ediyor ve cenaze namazını
kılıyor...
Mezarında Mekke tarafına uzanarak
Peygamber yolunu gözleyen; O'nun hicretini bekleyen Berâ radıyallahü anh...
Sevgisiyle Allah Resulünü kabrine çeken Berâ radıyallahü anh.
Kâbe sevdalısı ve Resulullah âşıkı
böyle bir Bera bin Murar ölmüş, aradan zaman geçmiş olsa da cenaze namazı
kılınmaz mı?
....Hicretten sonra; Mescid-i Nebi
yapılırken ensar'dan ilk vefat eden Külsüm bin Hidm oldu.
Sevgili Peygamberimi'zi Kuba'da evinde
misafir eden bu aziz insan Hicretten önce iman edenlerdendir. Eşraf'tan biri
idi...ama O'na tarihin verdiği yüksek liyakat Medine şereflilerinden olduğu için
değil bütün zamanların en büyüğüne gösterdiği hürmet ve hizmet
sebebiyle.
İleri bir yaşta müslüman olan ve ayrıca
Peygamberini evinde misafir etme bahtiyarlığına kavuşan Külsüm, radıyallahü anh,
kavuştuğu nimetlerin huzuru içinde Kuba köyündeki evinde ebedi âleme
göçtü...
Az bir zaman sonra da Es'ad bin Zürare,
radıyallahü anh, dünyasını değiştirdi...
Hazreti Es'ad, islâmiyeti Medine'ye ilk
getiren onu orada ilk yayan insan. Başka bir hususiyeti de Âkabe biatlarının
hepsinde bulunmak.
Ölümü boğmaca hastalığından. Son
nefesini verirken aziz ve kadirşinas Peygamberi hemen başucundaydı. Mubarek
sahabi, kızlarını Allah'ın Resulüne havale etti... Ve O da engin bir huzur
içinde ruhunu Rabbine teslim etti.
Cenazesini Sevgili Peygamberimiz
yıkadılar üç parçalı bir bürüdle kefenlediler, namazını kıldırdılar ve cenazenin
önü sıra yürüdüler ve Baki kabristanına defnettiler.
Es'ad bin Zürare, Cennet'ül Baki'nin
mukaddes toprağına gömülen ensarın ilki...
Kureyşli kâfirler, bir ân olsun boş
durmuyorlar. Hiç bir şey yapamasalar mü'minleri dilleri ile rahatsız
etmekteler.
Etrafında pervane gibi dönen o aziz
arkadaşlarını Sevgili Peygamberimizden soğutmak için, insanlığın biricik
kurtarıcısı şan ve şerefde eşsiz ve en büyük rehberi karalayıcı laflar
ediyorlar...
dedikleri, mü'minler tarafından
üzüntüyle Efendimize naklediliyor.
En üstün kul, en üstün Peygamber ve
Kâinatın Efendisi, müslümanların mescidi doldurdukları vakitlerden birinde
minbere çıkarak ayakta oldukları halde hakikatleri bir bir dile getirdiler.
Maksatları övünmek değil. Övünmeye ihtiyaçları yok ki niçin buna niyetlensinler?
Onların yüksek arzuları zihinlerin bulanmaması.... Hiç bir mü'min kalbinin
yalanlara meyletmemesi. Buna mani olmak istiyorlar.
Yaradılmışların en yücesi, geçmiş ve
gelecek zamanların en iyisi, sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdular
ki:
-Her asırda yaşıyan insanların en
seçilmişlerinden dünyaya geldim.
-Allâhü teâlâ, İsmail aleyhisselam
evlâdından Kinâne ismindeki kimseyi ve O'nun sülalesinden Kureyş ismindeki zâtı
beğendi. Kureyş evlâdından da Hişam oğullarını sevdi. Onlardan da beni süzüp
seçti.
Allâhü teâlâ, insanları yarattı; beni,
insanların en iyi kısmından vücude getirdi. Sonra bu kısımlardan en iyisini
Arabistan'da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden,
ailelerden en iyilerini seçip beni bunlardan meydana getirdi. O halde benim
ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım, en iyi
insanlardır.
Allâhü teâlâ, her şeyi yoktan var etti.
Bunların içinde en çok insanları sevdi. İnsanlar içinden de seçtiklerini
Arabistan'da yerleştirdi. Arabistan'daki seçilmişler arasından da beni seçti.
Beni her zamanki insanların seçilmişlerinde; en iyilerinde
bulundurdu.
-Benim dedelerimin hiç biri gayrı meşru
yola sapmadı. Allâhü teâlâ, beni iyi babalardan, temiz analardan getirdi.
Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı; ben bunların en hayırlısında, en iyisinde
bulunurdum...
...kâfirler, aynı zamanda şiirlerle
Resulullahı ve mü'minleri kötülüyorlar. Onların şiirlerine Ensar şairleri de
gerekli karşılığı vermeye başladılar.
Kılıçla cihaddan önce kelâmla cihad
başlamıştı.
Ensarın üç büyük şairinden Kâ'b bin
Malik, bir destan şairi... Allah düşmanlarının iftira ve karalamalarına karşılık
Efendimizle mü'minlerin kahramanlıklarını terennüm ediyor.
Abdullah bin Revaha, müşriklerin batıl
olan itikat ve amellerini hicvederek yerden yere vuruyor.
Ensarın en büyük şairi Hasan bin Sabit,
peygamber düşmanlarının soy sop ve ahlakî ayıplarını dile getirerek onları el
içine çıkamaz hale sokuyor.
San'at, islâmın hizmetinde.
Seçilmişlerin en kıymetlisi Resulullah,
sallallahü aleyhi ve sellem, bu üç aziz dosta, radıyallahü anhüm:
-Mü'min kılıcıyla da, diliyle de cihad
eder. Diyerek yaptıklarından memnuniyetlerini ifade buyuruyorlar...
....Yesrib", "fesad" veya "ayıplanmış"
demek. Bir Peygamber beldesinin bu ismi taşıması hiç de güzel değil. Bu sebeple
Peygamber Efendimiz, hicret ettiği bu şehrin ismini "Medine" olarak değiştirdi
ve bundan sonra Yesrib denmesini yasakladı ve:
-Her kim, bir kere "Yesrib" derse on
kere "Medine" desin, buyurdular.
Ve yine buyurdular ki:
-Medine'ye "Yesrib" diyen Allah'dan af
dilesin...
...Hatta "Allah'dan af dilesin"
cümlesini tam üç kere ard arda tekrarladılar...
Bu sebeple Hicret'den sonra "iki kara
taşlık arasındaki yer" Son Peygamberin de orada bulunmasından dolayı "Medine-i
Münevvere" oldu... nurlu şehir.
İlk İslam Devletinin ilk Başşehrinin
hukuku korunuyordu..
Sıra geldi hududunun
tayinine..
İki küçük dağ Medine'nin tabii
sınırıydı. Sevr ve Ayr.. Sevgili Peygamberimiz, bu iki dağın arasını harem/yasak
bölge ilan ettiler.
Efendimiz buyurdular ki:
-İbrahim aleyhisselam, Mekkeyi
haremleştirdiği gibi ben de Medine'nin Ayr ve Sevr dağları arasını
haremleştirdim. Her Peygamberin dokunulmaz ve seçkin bir yeri vardır.
Çevresi belli edilen bu bölgede silah
taşınması, ağaç kesilmesi, ot biçilmesi ve insana yakışmayan kötü bir fiilin
işlenmesi yasaklandı. Yasak Bölge'de her şey izne bağlanıyordu.
Böyle bir fiili işlemeye cesaret
edecekler için Resulullah en büyük mânevi müeyyideyi koydular:
-Böyle habis bir iş işleyen veya o
suçluları evlerinde saklayanlara Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti
olsun.
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü
aleyhi ve sellem, daha sonra Medine'nin hudutlarının tesbit edilmesini emir
buyurdular. Kâ'b bin Malik, radıyallahü anh bu işle
vazifelendirildi...
Tâ Nuh aleyhisselâmdan beri çeşitli
millet, kavim ve kabilenin kaynaştığı, birbiriyle çekiştiği "nurlu şehir" şimdi
tarih içindeki mânâsını buluyordu. Kabile ve aşiretlerin nefsî ve ırkî
sebeplerle kavgalaştıkları yerde şimdi İslâmiyet henüz açmış güller gibi renk
renk koku koku yeryüzüne yayılacaktı...
Bütün müminler, bu "harem" şartına
kayıtsız şartsız bağlılar. O kadar ki...bir çocuk bu bölgede bir serçe kuşu
avlasa; "burası harem, sen bilmiyor musun; o kuşu derhal olduğu yere bırak"
deniliyor ve çocuk da hakikaten bu ikaz üzerine elindeki avı usulcacık yere
bırakarak mahcup mahcup oradan ayrılıyordu.
Eğer bu mutlak teslimiyet olmasa bir
avuç insana o muhteşem zaferler nasip olur muydu?
Eshab-ı Kiram, her şeyleri ile örnek
insanlar...
Her mü'min için ebedi model işte
onlar...
Ensar'dan imkânı olanlar, fazla olan
arsa, arazi veya hurmalıklarını muhacirlere verilmek üzere Sevgili
Peygamberimize arz ettiler...
Peygamberimiz, bağışlanan bu
gayrimenkullerden muhacirlere ev yerleri ayırdı ve ellerine tapuları
verildi...
Ancak, Medine'de içecek su sıkıntısı
çekiliyor. Şehrin suyu içilebilen tek kaynağı Rume kuyusu.
Kuyu bir yahudinin elinde. Yahudi, bir
damla suyu bile parasız vermiyor. Mü'minlerin kuyuya şiddetle ihtiyaçları var...
bu ise neticede Yahudinin kesesine yarıyor.
Peygamberimiz:
-Rume kuyusunu müslümanların hizmetine
verecek olanın mükafaatı cennet olacaktır, buyurdular...
Suyun müminlerin tasarrufunda olmasının
arzu edildiği anlaşılınca Hazreti Osman, radıyallahü anh, yahudiye giderek
kuyuyu kendisine satmasını teklif etti. Ama yahudi, bütün ısrara rağmen Rume'nin
ancak yarısını elden çıkardı... O da onikibin dirhem gibi yüksek bir
bedelle...
Kuyuyu birgün müslümanlar, bir gün bu
israiloğulları kullanacaktı...
öyle yapıldı.. Lakin su, müminlere yine
yetmiyordu...
Bir zaman sonra yahudi yüksek bir
bedelle diğer hissesini de satmaya razı edildi.Hazreti Osman ikinci hisseyi de
satın alınca müjdeyi Peygamber efendimize götürdü. Buyurdular ki:
-Allah rızası için vakfet. Zaten bu
emri bekleyen büyük ve cömert sahabi Rume kuyusunu derhal vakfetti...
Sonra Sevgili Peygamberimiz, vakıf
kuyuya kadar geldiler; suyundan çektirerek içtiler ve bu suyun tad ve lezzetini
methettiler.
-Tatlı ve soğuk bir su...
Çarşı-pazar yahudi
hakimiyetinde.
Efendimiz, mü'minlerin aldatılmadan
alış-veriş yapacakları yerlerin olmasını arzu buyuruyorlar. Her şeyle yakından
alakadar olmaktalar.Evvela Nebit Çarşısı'nda inceleme yaptılar:
-Burası mü'minlere yaramaz, dediler.
Sonra başka bir çarşıyı tedkik ettiler.
-Burası da münasip değil,
buyurdular.
Zübeyr, radıyallahü anh'ın arsasına bir
çadır kurdurarak ensar ve muhacirlere:
Ama bir musevi bu çadırın iplerini
keserek mü'minleri rahatsız edince; Efendimiz, Kaynuka yahudilerinin çarşısında
araştırma ve incelemeler yaptıktan sonra bir arsa beğenerek eshabın çarşı-pazarı
buraya kurmalarını emrettiler.
Müslümanlar, böylece yavaş yavaş
idari-siyasi istiklâlden sonra iktisadi istiklâle de
kavuşuyorlardı...
Sevgili Peygamberimiz, buradaki ticari
hayatla çok yakından ilgileniyorlar. Satılanların uygun olup olmadığını,
satanların hal ve davranışlarını, alıcıların memnun kalıp kalmadıklarını
araştırıyorlar...
bir gün çarşıya uğradıklarında izinsiz
kurulmuş bir tezgâh gördüler ve derhal emir verdiler: Kaldırılsın!../Daha sonra
gelen Halifeler devrinde de çarşı-pazar disiplini aynen devam
ettirildi.
Öyle ki çarşı girişine yine habersiz
olarak konan bir su testisini Hazreti Ömer, görür görmez oradan
kaldırttılar../Maksat bir kaç...
Hem mü'minleri ticarete alıştırmak, hem
onları başka dinden olan insanların ekonomik baskısından uzak tutmak, hem temiz
gıda ve giyecek temini. Ölçerken, biçerken, tartarken, yaşanan bu güzel ahlakla
alış-veriş eden kimseler ister istemez tanışıyor ve mutlaka tesirinde
kalıyorlar...
Ticaret ehline o devirde verilen isim
"simsar".Efendimiz, bu kelimeyi ticaret ehline yakıştıramadılar ve onlara
"tüccar" olarak değiştirdiler..
Ve dürüst tüccarın, ahirette
peygamberler, sıddıklar ve şehidlerle beraber olacağını
müjdelediler...
Sonra da her müslümanı iliklerine kadar
titretecek olan sözü ifade buyurdular:
-Aldatan, bizden değildir.
Ve bir ölçü koydular:
-Alış-veriş ederken, alacağını ister
veya borç öderken kibar ve yumuşak hareket edenle kolaylık gösterene Allâh,
rahmet eylesin.Peygamber Efendimiz, bir yahudiye bir mikdar borçlu..
Paranın ödenmesi gereken tarihe daha
bir gün varken yahudi, Resulullah'ın mubarek saadethanelerine
çıkageldi...
-Alacağımı istiyorum! Abdülmuttalib
oğulları, zaten aldığını zamanında iade etmez; uzatır durur... Bunun için
borcunu hemen bugün ödeyeceksin!...
Bu sırada Hazreti Ömer, radıyallahü
anh, da Peygamberimizde misafir... Yahudinin ağır sözleri büyük sahabiyi
şiddetle rahatsız etti...
Ey habis! Eğer Resulullahın evinde
olmasaydık vallahi senin gözünü patlatırdım!!! Bu nasıl ahlaktır
böyle?
...Ömer, radıyallahü anh'ı çileden
çıkaran musevinin vadesinden birgün önce kapıya dayanıp param da param
demesindeki çiğlikti. Oysa o'nun parasının zerresine zarar gelmesi imkânsızdı.
Çünkü borçlu olan şu-bu kimse değil Muhammedül Emin, sallallahü aleyhi ve
sellem...
Muhteşem sahabinin sert çıkışı yahudiyi
sindirdi ise de, Sevgili Peygamberimiz üzüldüler...
Allah, seni affetsin ya Ömer. Biz,
senden başka türlü davranmanı beklerdik... bana borcumu üzüntüye sebebiyet
vermeden ödememi; o'na da alacağını daha nazikçe istemesini
söyleyebilirdin.
Peygamberimiz, yahudiye borcun vâdesine
daha bir gün zaman olduğunu; ancak, arzu ederse kendisine hurma
verebileceklerini buyurdular...
Alacaklı razı oldu.
Bunun üzerine alacaklıya istediği
mikdarda hurma teslim edildi.. Hurmaları alan yahudi, âniden kelime-i şahadet
getirdi...
Çünkü O, Resulullah'ı uzun zamandır
takip etmekteydi.. ahir zaman nebisi olduğunu beyan eden bu insan, her şeyiyle
Tevrat'ta anlatılan son peygambere benziyordu... ama bir tarafını bilmiyordu...
sert, öfkeli, çabuk hiddetlenen biri mi, yoksa yumuşak ve sabırlı mı? Tevrat'ta
zikredilen resul, yumuşak huyluydu...
Bu sebeple, alacağını kasten bir gün
önceden talep etmiş ve Sevgili Peygamberimiz'in böyle bir haksızlığa karşı
tavrının ne olacağını anlamak istemişti...
...Ve anladı.
Yumuşak, ipek gibi bir
ahlâk...
Musevinin maksadı ne paranın şu veya
bugünde tahsili, ne de para yerine hurma almak.
Bu sebeple:
-Şahid olun ki, dedi. Şu bana
verdiğiniz hurmalarla, servetimin bir kısmını fakir mü'minlere hediye ettimYüce
Allah'ın seçtiği bir bahtlı kul...
.....Bu ne güzel ahlâktır
Allahım!
Yumuşak ve sabırlı.
O'nun büyük mirası.
Yahudiler, Peygamberliğin
İsrailoğullarından araplara geçmesini kabul edemiyorlar. Bu sebeple mü'minleri
engellemek için her yolu kullanıyorlar. Yalan, sihir, nifak..
İşte yalanlarından biri... Hicreti
takip eden günlerde çıkardılar..
-Muhacirlerin nesli kesildi. Onlara
büyü yaptık. Bundan sonra çocukları olmayacak...
Mü'minler, fısıltı halinde dolaşan bu
söze pek inanmıyorlar ama yine de zihinlere bir soru takılıyor. "Ya dedikleri
olursa!"Onların bir yalancı oldukları Hazreti Ebu Bekr'in kızı Esma'nın bir
erkek çocuğu olması ile anlaşıldı.. Esma, radıyallahü anha, bebeği önce Allah'ın
Resulüne getirip kucağına bıraktılar.
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü
aleyhi ve sellem, bir hurma istediler. Ve hurmayı çiğnedikten sonra bebeğin
damağına sürdüler ve salih, ömürlü ve hizmet ehli olması için dua
buyurdular...
...Mü'minler, doğum üzerine rahat bir
nefes almışlardı...
......Bu ilk "sihir" sözleri yalandı
ama şimdiki sahi:
Resulullah rahatsızlar.
Yapılan araştırma gösterdi ki
Efendimiz'e sihir yapılmış...
...Peygamberimizin tarağından düşen bir
mikdar saç okunup üflenerek bükülmüş ve buna onbir tane düğüm
atılmıştı...
Büyüyü yapan mı?
Zürayk yahudilerinden Lebid bin
A'sam.
Bu şahıs, sihir yaptıktan sonra onbir
düğüm atılmış saçları bir şeylere sararak Zi-Arvan kuyusuna
bırakmıştı...
...Cebrail aleyhisselam
geldi:
"Kul euzü birabbil felak" ve "Kul euzü
birabbinnas" surelerini getirmişti.
Büyü yapılmış saçların atıldığı yeri
bildirdi ve; sihirlenmiş saçlardan bulunarak bu surelerin onlara okunmasını
söyledi.
Efendimiz, Hazreti Ali'yi gönderdiler.
Ali, kerremallahü vecheh, kuyunun dibinde düğümlenmiş ve bezlere sarılmış
saçları bulup getirdiler...
Hemen sureleri okumaya başladılar. Her
okuyuşta bir düğüm çözüldü...
...Allahın Resulü
rahatladılar..
Mekke, hep sabır dönemi... Müminler
az... bu azlık sebebiyle müslümanların sayıca kendilerinden mukayese edilmeyecek
kadar fazla düşmanla cihad etmeleri imkânsız...
Bu yüzden çekilen azap, işkence ve
zulüm tahammül edilmez noktalara varınca mecburen Hicret vaki oldu... ama Mekke
müşrikleri rahat durmuyorlar. Çevre kabileleri, yahudileri, Medine müşriklerini
hem tehdit, hem tahrik ediyorlar. Bu korkutma ve kışkırtmaların bir sebebi var:
Sevgili Peygamberimiz'in, sallallahü aleyhi ve sellem, hayatına son vermek. Zira
O, şimdi üstelik Medine'ye gitmeyi başarmış ve kendine inananların başına
geçmiştir.
Mekke kafirleri, tehlikeyi daha da geç
kalmadan ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu yüzden tehditler durmuyor. Yolda-belde
yakaladıkları müminlere yine eski dinlerine döndürmek için işkenceler
yapıyorlar.
Bu mazlum ve mağdur kahramanlar,
Peygamberimize gelerek:
-Ey Allahın Resulü işte müşriklerin
yaptıkları. Halimize bakın...
Dediklerinde Sevgili Peygaberimiz,
acıları kalbine gömerek şöyle buyuruyorlardı:
-Sabredin. Henüz cihad için izin
gelmedi...
İfadeden anlaşılan o ki bu iznin
gelmesine fazla zaman da yok. "Henüz" dendiğine göre beklenen müsade yakında
verilecektir.
Bu sebeple Eshab-ı Kiram duadalar.
Gözyaşı döküp yalvarıyorlar:
-Ya Rabbi! Düşmanın olan şu müşriklerle
cihad etmekten daha kıymetli bir şey bilmiyoruz. O müşrikler ki Habibinin
Peygamberliğini kabul etmeyerek ana-ata yurdu Mekke'yi terke mecbur
ettiler....
Allahım! Ey duaları kabul eden Rabbimiz
Mekke müşrikleri ile harbetmemize müsaade buyur.
Sevgili Peygamberimizse sabırla adım
adım gidiyorlar:
...Akabe'de Medine müminlerinden söz
almak, biat, sonra Hicret, sonra Muhacirleri kendi aralarında kardeş yapmaları,
sonra Mekke ve Medine müslümanlarını kardeş yapmaları, sonra Medine'deki gayrı
müslim unsurlarla anlaşmalar yaparak onları tarafsızlık konumuna getirmek, sonra
devletin sınırlarının tayini, bu sınırları içinde bazı hareketleri izne
bağlamak, müminleri ekonomik bakımdan kuvvetlendirecek tedbirler
almak...
Düşman, amansız; zalim ve gaddar.
Çokluklarına, mallarına-mülklerine zenginliklerine güveniyorlar..
Bir çarpışma olsa müminleri silip
süpüreceklerine öyle eminler ki...
Bu kibir kumkumaları, neye nasıl inanır
ve güvenirlerse güvensinler... Müminler, o asalet abideleri, Allah'a ve Resulüne
inanıyorlar....
Ve işte Cebrail aleyhisselam geldi;
vahiy geldi... Cihad müsaadesi geldi...
Bundan sonra yeryüzü şahid olsun, savaş
atlar şahid olsun, güneşte yıldır yıldır yanan çifte su verilmiş o yaman
kılıçlar şahid olsun ki, savaş neymiş, can neymiş, gaye neymiş, ölmek neymiş...
görülsün..
Yüce Allah buyuruyor ki:
-Size karşı harb açanlarla, siz de
Allahü teâlâ'nın yolunda çarpışın. Fakat haddi tecavüz edip, aşırı gitmeyin.
Muhakkakki Allahü teâlâ, aşırı gidenleri sevmez. Onları nerede bulursanız
öldürün. Onlar sizi (Mekke'den) çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Onların
Allah'a ortak koşma fitneleri adam öldürmekten daha kötüdür. Onlar mescid-i
Haram'da sizinle çarpışmadıkça siz de orada kendileriyle savaşmayın.
Cenab-ı Hak, ayrıca yardım
vaadediyor:
-Şüphe yok ki Allah, onlara yardım
etmeğe her yerde her zaman kadirdir.
Ve şimdi de sıra devletin hudutlarına
nöbetçiler dikmekte. Ani bir saldırı vukuunda habersiz kalmamak için düşman
gözleniyor..
Hicret üzerine aziz Sahabi Hazreti Ebu
Bekr dememişler miydi:
-Onlar Peygamberi zorla Mekke'den
çıkardılar. İnna lillah inna ileyhi raciun. Onlar muhakkak helak
olacaklardır.
Hudutları nöbetçiler beklerken, beride
atlarkıpır kıpır; atlar eşiniyor yeni zamanlara doğru. Gerilmiş yaylar gibi
ufuklara koşmak için.
Beş kişiden dörtyüz kişiye kadar olan
askeri birliklere "seriyye" deniyor.
Seriyyeler, keşif, takip-baskın küçük
çaplı vuruşmalara çıkıyor.
Seriyyelerin akınlarına Sevgili
Peygamberimiz iştirak etmiyorlar.
Efendimizin iştirak ettikleri
seferlerin ismi "gaza"Efendimiz, yirmiyedi gazaya çıktılar. Bunlardan dokuzunda
silahlı mücadele oldu... Bedir, Uhud, Müreysi, Hendek, Kurayza, Hayber,
Mekke'nin Fethi, Huneyn, Taif...bu dokuz savaşta bizzat savaştılar.
Abdullah bin Amr, radıyallahü anh,
Sevgili Peygamberimize gelerek:
-Ya Resulallah bana cihadı anlatır
mısınız? Deyince,
Efendimiz:
-Ey Abdullah bin Amr! Eğer sen, Allah
rızası için sıkıntılara katlanarak çarpışırsan Allah, seni kıyamet günü o hal
üzere diriltir. Eğer gösteriş için, övünmek için, çarpışırsan Allah, seni
kıyamet günü o hal üzere diriltir... hasılı sen Hangi niyetle öldürür veya
öldürülürsen Allah da seni o hal üzere diriltir.
Başka birisi de şunu sordu:
-Ey Allahın Resulü! Allah yolunda cihad
etmek ne demektir?
La ilahe illallah Muhammedün Resulullah
sözünün yeryüzünde daha çok yayılması; Allah isminin daha çok yücelmesi için
çarpışmaya Allah yolunda cihad etmek denir, buyurdular.
Bir sahabi de şunu sordular:
-Ya Resulallah! Allah yolunda çarpışan
ve aynı zamanda dünya mallarından bir şeyler elde etmek isteyen bir şahıs için
ne dersiniz?
Sevgili Peygamberimiz cevap olarak
buyurdular ki:
-Ona ecir ve sevap yoktur.
Sualin sahibi sahabi, dinleyenler
tarafından iyice anlaşılsın diye soruyu üç kere tekrarladı. Her üçünde de cevap
aynı oldu:
-Ona ecir ve sevap yoktur...
...Gaye açık!Silah ancak ve sadece
Allah için çekilir.... ama nasıl kullanılır?
...kime çekilir?
Bir küçük askerî takım veya büyük bir
ordu hangisi olursa olsun...
Allahın Resulü asakir-i islamı/islam
askerini cihad için uğurlarken nasihat buyuruyorlar:
Sanki zaman durmuş; sanki nefesler
tutulmuş herkes, her şey O'nu dinliyor; al atlar, doru atlar, cins arap atları
bile.
-Allah'dan korkunuz ve emrinizdekilere
adalet ve merhametle muamele ediniz.
-Allah yolunda O'nun ismi ile cihada
çıkınız.
-Allah'ı inkar edenlerle
çarpışınız.
-Savaşırken haddi aşmayınız.
-Ahdi bozmak, ahde vefasızlık gibi
hareketlerden sakınınız... kulak-burun kesmek gibi işkenceler yapmayınız,
çocukları, yaşlıları, hizmetçileri, köleleri ve din adamlarını
öldürmeyiniz.
Bir yeri fethedince düşmanı önce islama
davet ediniz, kabul etmezlerse cizye vermeye razı olmalarını isteyiniz, bunu da
reddederlerse ölümü haketmiş olurlar....eğer bir yerde mescid varsa veya bir
ezan sesi işitilirse orası bir islam beldesidir. Böyle bir yerde kılıç
çekilmez...
Evet; O'nun, aleyhissalatü vesselam,
mubarek nasihatlerinden çıkan netice o ki; silah, islam düşmanlarına karşı
kullanılır. Ve had aşılmaz.
Sınırlarda nöbetçiler beklerken İslam
Devletinin haber alma teşkilatı da çalışmaya başladı.Hicretten altı-yedi ay
geçmiş durumda.Tehditleri durmayan ve müslümanlara Hac yolunu kapayan
müşriklerin Şam'la irtibatları kesilerek iktisadi bakımdan zayıflatılmaları
lâzım.
İşte ilk istihbarat:
Şamdan dönen bir Kureyş kervanı Medine
yakınlarından geçiyor.
Peygamberimiz, derhal aziz
arkadaşlarını toplayarak aralarında, Hamza bin Abdülmuttalip, Ebu Ubeyde bin
Cerrah, Ebu Huzeyfe bin Utbe bin Rebia, Amr bin Süraka, Zeyd bin Harise, Kennaz
bin Huseyn, Mersed bin Kennaz ve azadlısı Enese'nin de olduğu otuz bahadırı
ayırdılar...
Efendimiz, Hazreti Hamzaya beyaz bir
bayrak vererek onu bu ilk seriyyeye kumandan tayin ettiler...
Ve önce O'na nasihatte
bulundular:
-Ey Hamza! Düşmandan değil Allah'dan
kork! Emrin altındakilere iyi davran.Mubarek Peygamber sonra askerlere
döndüler:
-Allah yolunda O'nun ismini anarak
gazaya çıkınız. Allah'ı inkâr edenlerle çarpışınız...
.....Otuz sahabi, derhal silahlanarak
bineklerine atlayıp düşman istikametine akmaya başladılar.
Ebu Mersed'in taşıdığı beyaz bayrak en
önde rüzgarda dalgalanıyor...
İşte ilk Başkumandan: Sevgili
Peygamberimiz.
İşte ilk Kumandan: Hazreti Hamzaİşte
İlk Bayraktar: Ebu Mersed bin Kennaz.
İşte İlk Mücahitler: Otuz yaman
atlı.
Ve haber alındıki düşman kervanını
içlerinde Ebu Cehil'in de olduğu üçyüz atlı ve silahlı suvari
koruyor.
Haber, İslâm askerini daha da
biledi...
Hazreti Hamza komutasındaki Seriyye,
düşmana Sif-ül Bahr'de yetişti...
Hamza, radıyallahü anh, askeri derhal
çarpışmak için mevzilendirdi...
Düşman da çarpışma düzenine girdi...ama
akıllarının almadığı bir şey vardı:
Kendilerinin onda biri olan bir kuvvet
nasıl karşılarına çıkma cesareti gösteriyordu... Buna başta Ebu Cehil olmak
üzere hepsi şaşmaktaydı...
Müşrikler, bu şaşkınlıkta iken Mecdi
bin Amr el Cüheni, öne çıktı:
-Ya Eba Cehil arap arasında böyle
şeyler doğru değildir. Bana izin verin gidip Hamza ile konuşayım. Lüzumsuz kan
akmasın...
-Akmasın. Lakin. Görüyorsun işte. Bir
ticaret kervanına saldırıyorlar.... Ya muhafızlar olmasaydı... Neticenin bu
olacağı belliydi zaten..
Doğru doğru... Fakat bir orta yol
bulurum herhalde...
-Git bakalım. Fakat fazla kalma.
Meraktayız. Biz çarpışmaktan korkmuyoruz. Bunu da bilsinler!!..
-Gecikmem tasalanmayın...
...Aslında Mecdi, mahsustan böyle
konuşuyodu. Aradaki kuvvet dengesizliğinden İslam birliği için endişe etmişti.
Müslümanların ağır mağlubiyet alacaklarını tahmin ediyordu... Mecdi bir mümin
değildi. Kendisinden arabuluculuk isteyen de olmamıştı ama; her ne hikmetse iki
birlik arasında gide gele, gide gele kan akmasının önüne geçti.
Mecdi, Hazreti Hamza'ya:
-Cesaretinizi cidden takdir ediyorum.
Ne varki hakikat de ortada Kureyş sizin on katınız..
-Biz düşmanın çokluğundan değil
Allah'tan korkarız...
-Siz bilirsiniz. Ancak şunu da
düşünmenizi isterim. Daha ilk çarpışmada yenilirseniz müslümanların istikbali
tehlikeye düşer...
...işte bu doğruydu.
Müminler, öyle hassas bir noktada
bulunuyordu ki ya galip gelecek ya galip geleceklerdi...
Mağlubiyet Medineyi de tehlikeye
atabilirdi...
....öyleyse küffara şimdilik bu gözdağı
kâfi görülmeliydi.
Dile kolay azap, işkence, zından ve
Mekke'yi terk mecburiyetinden sonra silahlanarak düşmanın önüne çıkmak...
Öyleyse varılan netice iyidir ve düşmanın huzurunu kaçıracak kadar
güzeldir.Hazreti Hamza, müsaade etti de müşrik kervanı ancak yoluna
gidebildi..
Bu elbette hamdedilecek bir
neticedir...
...Medine'de sefer hakkında Resuller
Resulüne malumat verilirken Mecdi'nin yaptıkları da arz edilince Efendimiz
memnun kaldılar ve buyurdular ki:
-Hayırlı bir işe vesile
olmuş.
Hicretten sekiz ay sonra. Şevval
ayı.Bir kervanın Mısır'a gitmek için Mekke'den çıktığı haberi Medine'ye gelince
Resulullah, sallallahü aleyhi ve sellem, seksen kadar sahabiyi seçerek başlarına
Ubeyde bin Hâris'i kumandan tayin ettiler...
Sevgili Peygamberimiz, Ubeyde
radıyallahü anh'a da beyaz bayrak vermişlerdi...
Büyük Peygamberden dua, nasihat ve
taktik alan müslümanlar, derhal müşriklerin olduğu yere doğru koşmaya
başladılar.Rüzgârda uçuşan bayrağın taşıyıcısı / alemdar, bu defa Mıstah bin
Üsase radıyallahü anh.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder