İnsan diğer hayvanlar içerisinde nasıl tanımlanır?
İnsanın nasıl tanımlanabileceğine ilişkin ilk çağlardan itibaren bazı
sorular sorulmaya başlanmış ve bu sorulara bazı felsefi önermelerle yanıt
aranmıştır. İnsanın bilgi birikimi arttıkça ve bilimsel gelişmeler
hızlandıkça insanın diğer hayvanlar arasında nasıl bir yeri olduğuna ilişkin
çok daha açıklayıcı ve kapsamlı yanıtlar verilmeye başlanmıştır. Evrim
kuramının bu yanıtların geliştirilmesinde önemli bir yeri vardır.
Peki insanın diğer hayvanlar arasındaki yerini nasıl tanımlayabiliriz? Bu
soruya Metin Özbek, 50 Soruda İnsanın Tarihöncesi Evrimi (1) kitabında şöyle yanıt veriyor:
İnsanı nasıl tanımlarız?
İnsanın biyolojik yönünü ön plana çıkardığımızda onu tanımlamakta pek
zorlanmayız. Kültürel yönü ise oldukça karmaşık bir görünüm sergiler. Çok
iyi tanıdığımızı sansak da, her zaman bilinmeyen, keşfedilmeyen bir yanı hep
kalmıştır. Ne zaman, ne yapacağı öngörülmeyecek kadar değişkendir bu türün.
Dünyanın sınırsız geliştirici ve değiştirici gücüne sahip, en zeki, en
yetenekli varlığı olsa da, unutulmamalıdır ki, o bir canlıdır ve de içinde
yaşadığı dünyada evrimini geçirmiştir. Bu dünyada var olan tüm canlılarla
belirli derecelerde yakınlığı bulunmaktadır. Peki, canlılar âleminin bir
üyesi olan insanı yeterince tanıdığımızı ileri sürebilir miyiz?
Her şeyden önce, bir canlı olarak diğer canlılarla doğada aynı kaderi
paylaşıyoruz; çevremizde varolan doğa koşullarına karşı geliştirdiğimiz ve
diğer canlılardan farklı özel bir bağışıklık sistemimiz yoktur. Her canlı
gibi bu çevresel etmenlerden biz de etkileniyoruz. Ayrıca, her canlı için
geçerli olan temel gereksinimler bizim için de söz konusudur; yaşamımızı
devam ettirebilmek için nefes alıyor, besleniyor, uyuyoruz. Evrimin bize
kazandırdıklarına bakılırsa, doğanın pek de öyle güçlü bir varlığı
sayılmayız. Ne aslan gibi sağlam ve güçlü bir pençemiz, ne timsah gibi
parçalayıcı dişlerimiz, ne fil gibi iri bir cüssemiz, ne de ceylan gibi
çevik bacaklarımız vardır. O halde bizi doğanın en güçlüsü kılan farklı bir
özelliğimiz olmalı.
Sınırsıza yakın bir potansiyel mevcut; peki bunu mümkün kılan ne olabilir?
Gerçekten de anatomimizin bu sıradanlığına karşın, bizi tüm canlılar
dünyasının biricik yaratığı yapan ayırt edici bir özelliğimiz var; beynimiz.
Tabii her canlının bir beyni vardır, ama diğer canlıların beyni biz
insanlarınkiyle boy ölçüşemeyecek kadar basit bir yapıdadır. Hayvanlar
âleminde beyin korteksi (kabuğu) en gelişmiş tür insandır.
Beynimiz, sahip olduğu soyut düşünce potansiyeliyle doğada benzeri
bulunmayan bir organdır. Bu bağlamda, insanı en önemli ve en anlamlı kılan,
insanlaşma sürecinde temel ivme olarak kabul edilen beyin kabuğundaki tipik
gelişmedir. Gerçekten de, iki milyon yıl içinde özellikle beynin frontal,
temporal ve parietal bölgelerinde geçirdiği benzersiz evrim, onu çok özel
bir canlı haline getirmiştir. Her ne kadar olağandışı beyin örüntümüzle bu
benzersizliğe sahip olsak da, diğer canlılardan kopmuş doğaüstü bir varlık
da sayılmayız.
Her canlı, içinde yaşadığı ortamda varlığını sürdürme olanağı sağlayan
karmaşık ve özgün bir uyum stratejisi geliştirmiştir. Bu uyumsal örüntü
aslında insan için de geçerlidir. Tüm canlılarda olduğu gibi, insanın da
biyolojik bağlamda birtakım sınırlamaları vardır. Amipten insana tüm
canlıların ortak stratejisi hayatta kalabilme mücadelesi vermektir. Bunun
işleyiş biçimi de bir canlıdan diğerine değişir. İnsan da diğer hayvanlar
gibi yaşamını sürdürmek amacıyla gereksinim duyduğu enerjiyi diğer canlıları
yiyerek karşılar. Sonra her canlı gibi zararlı ve gereksiz maddeleri
vücudundan atar. Türünün yok olmamasını sağlayan sürecin bir gereği olarak,
bir sonraki kuşağın bireylerini üretir. İnsan cinsinde bu işlevi üstlenen
organlar diğer canlılarınkinden pek de farklı sayılmaz.
Açıkça görüldüğü gibi, ‘İnsan kimdir? Nedir?’ tarzındaki sorulara yanıtlar
ararken, kendimizi sonu gelmeyecek bir dizi açıklamanın içinde bulduk. İnsan
sözcüğüyle tam olarak ne anlatmak istediğimizi ortaya koyarken doğrusu biraz
zorlanıyoruz. Anatomik özelliklerini ön plana çıkardığımızda, insanı şu
şekilde tanımlayabiliriz: Kalça kemikleri ve bacakları iki ayak üzerinde
durmaya uyum sağlamış, kolları bacaklarından daha kısa, çok iyi gelişmiş
olan başparmağı diğer tüm parmakları ayrı ayrı karşılayabilme olanağına
sahip bir canlı. İnsanda elin çok hassas bir tutma özelliği vardır. Başka
hiçbir canlıda bu tip bir özellik görülmez.
Yukarıda, insanın anatomik açıdan sahip olduğu özelliklere vurgu yaparak
verdiğimiz tanım, söz konusu canlı insan olunca çoğu zaman yetersiz
kalmaktadır.
İnsan, düşünen, olaylar karşısında kafa yoran, bilimi ve sanatı yaratan,
kendine özgü iyilik ve kötülük kavramlarına sahip, kanunlar yapan ve bunları
uygulayan bir varlıktır.
İnsan çevresini değiştirdikçe devamlı kendi de değişir. Yarattığı her
düzeydeki kültürel ürün, onun dünyasının ne denli zengin, karmaşık ve
çeşitli olduğunun bir göstergesidir. Giderek doğadan kopmasının bir sonucu
olarak insan, doğayı gözlemler bir konuma girdi. Bu dünyada biricikliğinin
bilincine vardıkça ve bu duygu keskinleştikçe merakı, onu içinden geldiği,
türediği çevreye geri dönüp bakmaya itti. Durmadan genişleyen evreninde
gördüklerini açıklamaya, kendince yorumlamaya koyuldu. Bu evreni kendi
amaçları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye yeltendi. Ona belli ölçülerde
kendini bağladı ya da ondan koptu. Kimi zaman korku, kimi zaman sevgi ya da
hor görme duyguları içinde baktı bu evrene. Geliştirdiği ve sağlamlaştırdığı
kültürel kafesin içinde yaşadıkça, kendinde bir şeylerin eksik olduğunu
yavaş yavaş duyumsamaya başladı. Bu yalnızlık ve kopukluk onu çoğu kez
mutsuzluğa itti.
Her canlının bir yaşam stratejisi vardır; insanın ayırt edici özelliği, bu
açıdan diğer canlılardan farkı, bu stratejiyi içgüdüsel olarak değil de
bilinçli olarak kurgulamasıdır. İnsan, kendine özgü değerler sistemi
yaratmıştır. Çok zengin ve bir o kadar da çeşitli imgelerle karşımıza çıkar.
Bizim seçtiğimiz bilimsel imge onun sahip olduğu imgelerden sadece bir
tanesidir. Bugün insanla ilgili edindiğimiz imge bir son aşama kabul
edilemez; çünkü bilim düzenli ve sürekli olarak her defasında yeni mesajlar
sunmakta ve biz bunları değerlendirdikçe insan hakkında oluşturduğumuz
imgenin zamanla değiştiğine tanık olmaktayız. (2) Yaptığı, yarattığı ve de
kendisi ne olursa olsun, her defasında yeni bir çehre ile zaman ve mekânın
belirli bir kesitinde onu görürüz. Bilindiği gibi, üçgen prizmayı andıran
bir kaleydoskop içindeki renkli (sarı, yeşil, kırmızı ve mavi) parçacıklar
çok değişik görüntüler verir. Kaleydoskop her sallandığında ortaya çıkan
görüntü benzersizdir ve geçicidir. Kalıcı olan sadece üç yüzlü kaleydoskopun
kendisidir. Zaman, mekân ve koşullar tüpü çevirir ve böylece insanın
yarattığı değerler altüst olur; yeni mekânlar, yeni zamanlar ve yeni
koşullarda yeni görünümler ortaya çıkar. Bu nedenledir ki, insan nedir,
kimdir sorularına yanıt bulmakta her defasında zorlanırız.”
Haftaya yeni bir soruyla bir araya gelene kadar insan beyninin evrimi
konusunda şu kısa videoya göz atmak eğlenceli olabilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder