Hayvanlar konuşabilir mi?
Bilimkurgunun değişmez sorusu: Hayvanlar konuşabilir mi?
Bu hafta Sorularla Bilim köşesinde bilimkurgu filmlerinin değişmez
konularından birini ele alıyoruz: Hayvanlar konuşabilir mi? Ya da
hayvanlar, iletişim kurmak için insanların kullandıkları dillere benzer
bir dil oluşturabilir mi?
Bu konu, antropolojik araştırmaların yanı sıra bir miktar felsefi
tartışmayı da içeriyor. Çünkü her hayvan birbirleriyle ve insanlarla
iletişim kurmak için az ya da çok bazı hareketler ve sesler içeren
birtakım yöntemler kullanır. Bu noktada sorulması gereken soru,
hayvanların kullandıkları bu yöntemlerin “dil”den ayrılan yanları
nelerdir?
Hayvanlar arasındaki iletişim biçimleri bir dil meydana getirir
mi?
“Sözlü olmayan iletişim tarzlarına
çeşitli hayvan türleri arasında rastlanmaktadır. Bu konuda ilk akla gelen
örnek “arıların dansı”dır. Münih Üniversitesi zooloji profesörlerinden
Karl von Frisch’in 1950 yılında yayımlanmış raporunun ilk örneklerinden
biri olduğu arıların dansı konusundaki çalışmalar, bal arılarının
sergilediği figürler aracılığıyla birbirlerine polenlerin yoğun olarak
bulunduğu yönü ve çiçek tarlalarının mesafesini bildirdiğini
belgelemektedir (Frisch, 1969: 159). Arıların dışında, karıncalar,
yunuslar, şempanzeler gibi birçok hayvan türünün kendi aralarında hormonal
salgılar, sonar dalgaları, çığlıklar, vb. yollarla haberleştiği de
bilinmektedir.
Gardner çifti Washoe adını verdikleri şempanze üzerinde 1966 yılında
başladıkları sabırlı çalışmaları sonucunda, ona ASL aracılığıyla
insanlarla iletişim kurmayı öğretmeyi başarmıştır
Hatta, aynı türler arasındaki haberleşme dışında, uzun yıllar süren
sabırlı çalışmalar sonucunda şempanze ve goril gibi primat familyasından
bazı deneklerin Amerikan işaret dili (ASL) aracılığıyla insanlarla
iletişim kurduğu gözlemlenmiştir. Örneğin, Nevada Üniversitesi’nde etolog
bir karı-koca olan Gardner çifti Washoe adını verdikleri şempanze üzerinde 1966 yılında başladıkları
sabırlı çalışmaları sonucunda, ona ASL aracılığıyla insanlarla iletişim
kurmayı öğretmeyi başarmıştır (bkz. Gardner’s, 1969). Bu zahmetli eğitim
süreci sonunda Washoe,
örneğin şu türde bir mesajı ASL ile iletebilmektedir: “Haydi bahçeye gidip
gezelim, elma toplayalım” (Huisman&Vergez, 1974: 18). Aynı şekilde,
Stanford Üniversitesi’nden Dr. Francine Patterson’ın eğittiği Koko adlı goril de altı yüz civarında işaret kullanmayı öğrenmiştir
(Condon, 1998: 18).
“Sözlü olmayan bir iletişim şekline birtakım hayvanlarda da rastlanmakla
birlikte, bu iletişim biçimiyle insan konuşması arasında radikal
farklılıklar bulunduğunu da kaydetmek gerekmektedir. Bu farklılıklar
arasında en belirgin olanı şudur: Hayvanlar arasında doğuştan gelen ve
biyolojik kalıtım yoluyla aktarılan bir iletişim söz konusudur; oysa
insan, dili öğrenmeyle edinmekte ve kültürel miras yoluyla sonraki
nesillere aktarmaktadır. Değindiğimiz örneklerdeki gibi şempanzelerin ve
gorillerin ASL’i bir dereceye kadar öğrenmeleri mümkün olduğu halde, bu
dili sonraki nesillere aktarmaları imkân dâhilinde görünmemektedir.
“Cassirer, Darwin’in biyolojik bir teori çerçevesine yerleştirerek
sunduğu hayvanların vücut diliyle ilgili olgulardan hareketle, hayvan dili
konusunda değerlendirmelerde bulunmuştur. Önemli tespitlerinden ilki,
“hayvan dili” diye adlandırılan dilin her zaman “öznel” bir dil kalmaya
mahkûm olduğudur; bu dil çeşitli duygu durumlarını dışavurur, ama
nesneleri ayırıp tasvir edemez (Cassirer: 1997: 142). Yine ona göre, bu
heyecan veya duygu dilini aşıp hüküm oluşturacak bir dil düzeyine geçmeyi
başarmış herhangi bir hayvan olmuş mudur sorusunun cevabını bilmiyoruz;
kültürün en “alt” düzeylerinde bile, insanın sadece duygusal ya da
jestlerden ibaret bir dille kısıtlanmış olduğuna dair de elimizde herhangi
bir kanıt yoktur.
“Condon da hayvanların insanlardan bazı işaretler kullanmayı öğrenerek
iletişim kurmaları olgusu üzerinde durur ve buna rağmen hayvanın yoksun
bulunduğu kapasitenin “sembol” kullanmak olduğunu vurgular ve ekler:
«Susanne Langer, bu farklılığı, işaretlerin ilân ettiğini, sembollerin ise
hatırlattığını söyleyerek ifade ediyor. Yani, hayvanlar beslenmek,
cinsellik veya tehlikeye işaret eden sesler çıkarabilir ve algılayabilir.
Ama bir hayvan, besinin mahiyeti üzerine düşünüp perhiz yapmanın iyi bir
fikir olabileceğine karar veremez!» (Condon, 1998: 20).
“Emile Benveniste “arıların dansı” hakkındaki değerlendirmesinde (1966:
60-61) hayvanların aralarındaki işaretleşmeler ile insan dili arasındaki
temel farklılıkları şöyle açıklar:
“[1] Arıların danslarında ve diğer hayvan türlerinin işaretleşmelerinde
söz konusu olan dil, doğuştan ve kalıtsal bir dildir. Buna karşılık insan
dili, biyolojik kalıtımla değil, kültürel miras ve öğrenme yoluyla
edinir.
“[2] Arılarda haberleşme olduğu halde “dilsel mübadele” yoktur. Dilsel
mübadele, muhatabın aldığı bir dilsel mesaja yine bir dilsel mesaj
aracılığıyla tepki vermesiyle gerçekleşen sürecin adıdır. Oysa arılar ve
diğer hayvanların iletişiminde alınan mesaja yanıt kabilinden mesaj
gönderilerek dilsel mübadeleye girilmez. Örneğin, polenlerin yoğun olduğu
yöne dansıyla işaret eden bir arıya kovanın diğer arıları “tamamdır,
anladık” gibi bir mesajla yanıt vermez. Oysa insanın dili en ekonomik
kullanım biçimi gözüyle bakabileceğimiz emir-komuta kalıplarında bile
muhatap dilsel mesaja “başüstüne” diyerek yine bir dilsel tepki
verir.
“[3] Arıların mesajları, bileşenlerine analiz edilemez veya en azından
bileşenleri basmakalıptır (yön ve mesafe gibi). Oysa insan dilindeki
mesajlar bileşenlerine (kelimelere, hecelere ve sesbirimlere) analiz
edilebilir.
“Benzer bir karşılaştırmayı, Karl Popper’da da buluyoruz. Popper insan
dilinin, hayvanların dilinin şu iki alt düzeydeki işlevini paylaştığını
kaydeder: [1] Kendini dışavurma ve [2] işaret mübadelesi (Popper, 1991:
199). Dilin, “kendini dışavurma” işlevinden kastı, canlı organizmanın her
tür fizyolojik durumunun hayvanlarda olduğu gibi bizlerce de dışavurulması
olgusudur. Bir başka organizmada cevap mahiyetinde bir tepkiye yol
açabilme yeteneğimiz de hayvanlarla aramızda ortak olan işaret
mübadelesidir, yani “iletişim”. Popper üst düzeydeki dilsel işlevleri
açıklamaya geçmeden önce şunu vurgulamakta yarar görür: İnsan dilinde
beliren üst düzey işlevler, hemen hemen her zaman iki alt düzey işlevle
ilişkilendirilebilir. Ama insan dilindeki üst düzey işlevleri sergileyen
bir hayvan -en azından bugüne kadar- görülmemiştir. Popper, söz konusu üst
düzey işlevlerin en önemlilerinin [3] tasvir etme işlevi ve [4]
ispatlama/argümantasyon işlevi olduğunu savunur. Ona göre insanlığımızı,
aklımızı borçlu olduğumuz şey de işte bu yüksek düzey dilsel işlevleri
geliştirebilmiş olmamızdır (1991: 200). Ve dilin bu yüksek düzeyli
işlevlerinin, iki şeyi daha iyi kontrol edebilme baskısıyla evrimleştiğini
savunur: dilin alt düzeydeki işlevleri ve çevreye uyum sağlama. Popper,
çevreye uyum sağlamanın da sadece yeni âletler geliştirecek bir metot
arayışıyla sınırlı düşünülmemesi gerektiğini, yeni bilimsel teoriler inşa
edecek bir metot arayışının da buna dâhil olduğunu ekler (1991:
361).
Sonuçta, hayvanlara işaret dilini öğretmek üzere yapılan sebatkâr
çalışmalar arasında en başarılı olanlarında bile, öğrenebildikleri
işaretlerle gösterebildikleri performans “birkaç yüz anlatım” ile
sınırlıdır. Bu anlatımların, bir dilde sınırlı sayıda sesin
eklemlenmesinden meydana gelen sınırlı sayıdaki kelimeyi kullanarak
sınırsız cümle kombinasyonu üretebilen insan konuşmasının yanında çok
kısıtlı kaldığı aşikârdır. Bu eksendeki bilimsel gözlemlerin, düşünce ile
dil arasındaki ilişkiye Descartes’ın yaklaşımındaki şu haklılık payını
ortaya çıkardığı söylenebilir: Düşünce ile dil, birbirini besleyen,
zenginleştiren yetiler olarak insanda görülür. (…)
“Sözlerimi felsefeden biraz uzaklaşarak bağlamam mazur görülürse,
izlediğimden beri üstüne kafa yorduğum bir film hakkındaki düşüncemi
paylaşmak isteyeceğim. Ülkemizde Maymunlar Cehennemi: Başlangıç adıyla gösterilen Rise of the Planet of the Apes filminde Caesar adlı şempanzenin “Hayır!” diye haykırışı,
“hayvanlık”tan çıkışın ve aklın belirmesinin çarpıcı bir temsilidir. Bir
kültür varlığı olarak doğanın içinde kendisine bir dünya kurmuş insanın
diline has olan “hayır!”ı bir hayvanın ağzından duymak (“hayır”ın sadece
söz olarak değil, bir tavrın dile getirilişi vurgusuyla), moral açıdan
sarsıcı bir deneyimdir. Bu duruma sebebiyet veren süreç filmde şöyle
resmedilir: İnsanın (bir bakıma tanrısallık taslayarak) maymunları, ilaç
endüstrisinde denek olarak kullanması maymun zekâsında âni bir sıçramaya
yol açar. Bu dönüşümü geçiren tutsak maymunlar Caesar’ın liderliğinde
isyan başlatır. Filmin, hemcinsimizin doğayı dönüştürmede sınır tanımayan
narsistik tavrına yönelik eleştirisi üzerinde kanımca uzun uzun
düşünülmeye değer…
“Cevabımı bir anekdotla bitirmek isterim. Diderot’nun d’Alembert ile
söyleşilerinde şu anekdot geçer: Kralın bahçesinde camlı bir kafes içinde,
tıpkı çölde vaaz veren Aziz Yuhanna gibi duran bir orangutan varmış.
Kardinal De Polignac bir gün bahçede orangutana yaklaşıp şöyle demiş:
“Konuş, seni vaftiz ederim!” (Diderot, 1997: 105).”
Kaynaklar:
1) Altınörs, Atakan
(2016), 50 Soruda Dil Felsefesi, İstanbul, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, ss. 28-32.
2) Cassirer, Ernst (1997), İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Necla Arat, İstanbul: Yapı Kredi Yay.
3) Condon, John C. (1998), Kelimelerin Büyülü Dünyası, Çev. Murat Çiftkaya, İstanbul: İnsan Yay.
4) Benveniste, Emile (1966), Problèmes de Linguistique Générale, Cilt: I, Paris: Gallimard.
5)
Diderot, Denis (1997), Felsefe Konuşmaları, Çev. Adnan Cemgil, İstanbul: Sosyal Yay.
6) Frisch, Karl von (1969), Vie et Moeurs des Abeilles, Fr. çev. André Dalcq, Paris: Albin Michel.
7) Gardner, R. Allen; Beatrice, T. (1969), “Teaching Sign Language to a
Chimpanzee”, Science, Cilt:
165, No. 3894, pp.664-672 (elektronik edisyon):
http://www.psych.yorku.ca/gigi/documents/Gardner_Gardner_1969.pdf
8) Huisman, Denis; Vergez, André (1974), Nouveau court traité de philosophie, 2. Cilt, Paris: Fernand Nathan.
9)
Popper, Karl Raimund (1991), La Connaissance Objective, Fr. çev. Jean-Jacques Rosat, Paris: Flammarion.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder