bilgievlerim: Osmanlı Devleti
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


Osmanlı Devleti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı Devleti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2018 Cumartesi

Sultan I. Abdülhamid Han Kimdir ?



Babası : Sultan III. Ahmed 
Annesi : Rabiâ Sultan
Doğduğu Tarih : 20 Mart 1725
Padişah Olduğu Tarih : 21 Ocak 1774 
Öldüğü Tarih : 6/7 Nisan 1789


Sultan I. Abdülhamid Han

III. Ahmed’in Râbi’a Şermî Kadın’dan 1725 yılında dünyaya gelen I. Abdülhamid, günümüze kadar Osmanlı soyunu devam ettiren bir padişah olarak Ocak 1774’de Osmanlı tahtına oturdu. Yaratılışı itibariyle saf, halka karşı merhametli, kerâmetleri halk arasında yayılacak kadar mütedeyyin ve devlet işleriyle de yakından ilgilenen bir padişahtır. Hayatı boyunca dirâyetli sadrazamları ve devlet ricâlini iş başına getirerek, Osmanlı Devleti’nin muhtâc olduğu ıslâhâtı yapmaya uğraşmıştır. Sadrazam Koca Yusuf Paşa’nın 1788’de Avusturya İmparatoru II. Josef’i mağlup etmesi üzerine Gâzi ünvanını kullanmaya başlamıştır.

Tahta çıktığında bütün cephelerde Osmanlı kuvvetleri büyük sıkıntılarla karşı karşıyaydılar. Ruslar, Şumnu’daki Osmanlı ordugâhına kadar gelmişler; Ruscuk ile Silistre’yi muhasara etmişlerdi. Bu kritik günlerde, Rusya içindeki karışıklıkların da yardımıyla, 1774 baharında Tuna yakınlarındaki Küçük Kaynarca Kasabasında sulh müzâkereleri başladı. Rusyayı Prens Renin ve Mareşal Romanzov, Osmanlı’yı ise, sadâret kethüdâsı Resmî Ahmed Efendi ile Reisülküttâb İbrahim Münîb Efendi temsil ediyordu. 28 madde ve 2 ilaveden meydana gelen ve Osmanlı Devleti’ni dünyada dördüncü devlet haline getiren muâhede 17 Temmuz 1774 tarihinde imzalandı. Avusturyalılar da kendilerine pay çıkarmak için Boğdan’ın kuzeyindeki Bukovina’yı işgal ettiler ve 1775 yılında yapılan bir andlaşma ile bu da kabul edildi. 1683 Viyana Bozgunundan sonra, Müslüman Türklerin karşı karşıya kaldıkları en büyük hezimetti.


Sultan III. Mustafa Han Kimdir?


Babası : Sultan III. Ahmed 
Annesi : Mihrimah Sultan
Doğduğu Tarih : 28 Ocak 1717
Padişah Olduğu Tarih : 30 Ekim 1757
Ölümü : 21 Ocak 1774


Sultan III. Mustafa Han

III. Ahmed’in 1717 yılında Emine Mihrişah Sultân’dan dünyaya gelen oğludur. Laleli Camiinin bânisi olan III. Mustafa, Ekim 1756 yılında III. Osman’ın vefatı üzerine Osmanlı tahtına oturmuş ve 1769 tarihinden itibaren de Gâzi ünvanını kullanmıştır. Müneccimlik ve ilm-i nücûma aşırı bir ilgisi olduğu söylenmektedir. Şâir, hattât ve âlim bir padişah olan III. Mustafa, sadrazamı Koca Râgıb Paşa olması hasebiyle, saltanatının ilk on yılını huzur içinde devam ettirmiştir. Râgıb Paşa, akıllı bir vezirdir ve Padişahın harp ilanı arzularını 6 yıl boyunca dirâyetle reddetmiştir. 1757’de son cülûs bahşişini veren ve daha sonra bu âdeti ortadan kaldıran III. Mustafa, devlet hayatındaki problemleri ıslaha meyilli, malî konularda hassâstır. Süveyş Kanalını açmayı düşünen devlet adamlarındandır. Kapıkulu Ocaklarını rahatsız etmeden bazı reformlar yapmaya çalışmış; piyadeye dokunmadan topçu ve bahriye subayları yetiştiren Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn ve Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’u kurmuştur. 22 Mayıs 1766 yılında büyük İstanbul depremi onun zamanında olmuştur. Avrupa’da iktidar depremleri olurken, Osmanlı Devleti bu depremlerden etkilenmemiştir.

Rusların andlaşmalara aykırı olarak Polonya’ya asker sokması, Fransızların teşvik etmesi ve Padişah’ın savaşa meyilli olması, Ekim 1768’de Rusya’ya karşı harp ilan edilmesine sebep olmuştur. Çariçe II. Katerina komutasındaki Rus orduları, önce Kırım Han’ı Giray Han’ın darbelerine maruz kalmışlar ise de, Osmanlı ordusunun tecrübesiz ve hazırlıksız olması hasebiyle, 1769 son baharında Polonya’nın kapısı olan Hotin’i teslim almışlardır.


Sultan III. Osman Han Kimdir?



SULTAN III.OSMAN HAN
III. Osman (Osmanlıca: Osmân-ı Salis) (2 Ocak 1699 – 30 Ekim 1757), 25. Osmanlı padişahı ve 104. İslam halifesidir. II. Mustafa'nın (1664-1703) oğlu ve I. Mahmud'un (1730-1754) kardeşidir. Annesi bir Sırptır ve asıl adı Mari olan Şehsuvar Sultan'dır. Hükümdarlık dönemi 1754-1757 yılları arasıdır. Babası tahttan indirildiği sırada henüz dört yaşındaydı. Babasının ölümünden sonra Edirne'den İstanbul'a getirilen III. Osman, 17. yüzyıldan itibaren uygulanan şehzadelerin sancaklar yerine sarayda yetiştirilmesi gereği Topkapı Sarayı'nda Şehzadegan Dairesi'ne kapatıldı ve burada 51 yıl kapalı kaldı.İyi bir eğitim almış, kendini yetiştirmişti. 
Yumuşak karakteri olmasına karşın, çabuk kızar ve sinirli hareket ederdi. Şefkat ve merhamet sahibi, özellikle yalanı ve rüşveti sevmeyen bir insandı. Ağabeyi Sultan I. Mahmut'un aksine müziği sevmez ve kadınlara iltifat etmezdi. Sultan Üçüncü Osman'ın musikiden nefret ettiği için bütün müzisyenleri saraydan uzaklaştırdı. Sarayda dolaşırken cariyelerle karşılaşmak istemediği için ayakkabılarına demir ökçeler taktırmıştı. 


9 Kasım 2018 Cuma

SULTÂN BİRİNCİ SÜLEYMAN HÂN - KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN




Padişahlık Sırası  10
Saltanatı  46 Yıl
İslâm Halifelik Sırası  75
Cülûsu  30 Eylül 1520
Babası  Yavuz Sultan Selim Hân
Annesi  Hafsa Hatun
Doğumu  27 Nisan 1495
Vefâtı  7 Eylül 1566 
Kabri  İstanbul Süleymaniye Câmiî Bahçesindedir

Osmanlı Devletinin onuncu sultânı ve İslâm halîfelerinin yetmiş beşincisi. Babası Yavuz Sultan Selim Han, annesi Âişe Hafsa Sultan olup, 27 Nisan 1495’te Trabzon’da doğdu. Adı Neml sûresi otuzuncu âyet-i kerîmesinde geçen “Hazret-i Süleymân”ın isminden alındı. Kânûnî lâkabıyla meşhur oldu. Avrupalılar Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman lâkaplarını verdiler.
On beş yaşına kadar Trabzon’da kalarak, Yavuz Selim’in vazîfelendirdiği devrin âlimlerinden ders aldı. 6 Ağustos 1509’da dedesi İkinci Bâyezîd Han (1481-1512) tarafından Kırım Yarımadasındaki Kefe Sancağı Beyliğine gönderildi.

 Yavuz Sultan Selim Han, 1512’de Osmanlı tahtına geçince Kırım’dan İstanbul’a çağrıldı. 1513’te Saruhan (Manisa) Sancak Beyliği verildi. Yavuz Sultan Selim Hanın 1514 İran ve 1516 Mısır seferlerinde Rumeli’nin muhâfazasıyla vazîfelendirilerek, Edirne’de oturdu. Yavuz Sultan Selim Hanın vefâtında, Manisa’da bulunan Şehzâde Süleyman, Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa vâsıtasıyla İstanbul’a dâvet edilip, 30 Eylül 1520’de tahta çıkarak, onuncu Osmanlı Sultanı ve yetmiş beşinci İslâm Halîfesi oldu. Pîrî Mehmed Paşayı vezîriâzamlık makâmında bırakarak, Dîvân-ı Hümâyûna ilk defâ dördüncü bir vezir olarak Kâsım Paşayı tâyin etti. Memleketin iç işlerini düzeltip, Osmanlı ülkesinde huzur ve sükûn temin ettikten sonra, Avrupa seferlerine başladı.

Avrupa Seferleri
Belgrat Seferi: Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) devrinde Osmanlı Devleti doğu siyâsetini tâkib ederek, hudutlarını emniyete almıştı. Bu sebeple Sultan Süleyman Han, doğudan emin olarak ilk seferlerini Avrupa üzerine yaptı. Macar Kralı II. Layoş’un, Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken’e güvenerek, Osmanlı elçisine düşmanca davranması üzerine, Orta Avrupa’nın kilidi sayılan ve önceki devirlerde üç defâ kuşatılıp alınamayan, Belgrat üzerine sefere çıktı. 18 Mayıs 1521’de İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleymân Han, 29 Ağustosa kadar şehrin çevresindeki kaleleri fethettirdi. 29 Ağustos 1521’de Belgrat Kalesi de teslim alınarak, 30 ağustos Cumâ günü, şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilip, Cumâ namazı kılındı. Belgrat’ın îmârı için hazîneden büyük yardımlar yapıldı.

SULTÂN BİRİNCİ SELİM HÂN - Yavuz Sultân Selim



Padişahlık Sırası  9
Saltanatı  8 Yıl
İslâm Halifelik Sırası  74
Cülûsu  24 Nisan 1512
Babası  Sultan II. Bâyezid Hân 
Annesi  Âişe Hatun
Doğumu  10 Ekim 1470
Vefâtı  22 Eylül 1520
Kabri  İstanbul Sultan Selim Camiî Bahçesindedir 

Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm halifelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın oğlu olup, annesi Dulkadirli âilesinden Âişe Hâtundur. 1470 yılında Amasya’da doğdu. Şehzâdeliğinde, devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi. Askerî sevk ve idâre ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için şehzâdeliğinde Trabzon Vâliliğine gönderildi.
Trabzon’da başlayan devlet idâreciliğinde, pehlivan yapılı vücûdu, devrin silâhlarını kullanmadaki mahâreti, Müslümanlara hayranlık ve rahatlık, düşmanlara korku ve dehşet verdi. İdâreciliğini Trabzon dışına da taşırarak, Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapan âsileri tâkip ettirdi. Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. 1508 Kütayis Seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeriyle on beş mahalli fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldu. Diğer taraftan Şah İsmâil’in Doğu Anadolu’da artan ve Akdeniz sâhilleriyle İç Anadolu içlerine ve Rumeli’ye kadar varan propagandasına karşı, gâyet şiddetli tedbirler aldı. Şah İsmâil’in gâyesi ve propagandasının neticesini iyi tespit ettiğinden, daha köklü tedbirler alınması gerektiğini teşhis etti. Vâlilik selâhiyetiyle bütün ülkede, Şâh İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçilemeyeceğini bildiğinden, şehzâdeler meselesinden faydalanarak, Osmanlı tahtına namzed oldu. Babası İkinci Bâyezîd Han hayatta olmasına rağmen, Şehzâde Ahmed ve Korkud Osmanlı Sultanı olmak için faaliyetlerde bulunduğundan, Şehzâde Selim de harekete geçti. Uzun mücâdelelerden sonra, 24 Nisan 1512 târihinde, Osmanlı Sultanı olup, babası İkinci Bâyezîd Hanı yılda iki milyon akçe tahsisatla Dimetoka’ya, büyük hürmet göstererek maiyetiyle berâber yolcu etti. Babası 26 Mayıs 1512 târihinde yolda vefât edince, cenâzesini İstanbul’a getirtti. Bâyezîd Câmii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi.
Sultan Selim Han, tahta geçtikten sonra 1512 ve 1513 yıllarında iç meseleleri halletti. Ülke içinde hâdise çıkartan ve ilerisi için büyük tehlike olabilecek râfizi faaliyetlerin teşvikçisi, doğudaki Sâfevî devletine karşı sefere çıkmadan batı, kuzeybatı ve güney hudutlarını emniyete aldı. Eflâk, Boğdan, Macar, Venedik ve Mısır elçileriyle sulhun devâmını teyid eden antlaşmalar imzâladı.
Bu sırada Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Âzerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, sünnî Özbekleri de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti. Gönderdiği dâî ve halifeleri vâsıtasıyla Osmanlı hudutları içinde yaşayan Şiîleri kendisine bağlıyor ve fırsat buldukça da isyanlar çıkartıyordu.

8 Kasım 2018 Perşembe

SULTÂN BİRİNCİ MURÂD-Î HÜDÂVENDÎGÂR



Padişahlık Sırası  3
Saltanatı  30 Yıl
Cülûsu  1359
Babası  Orhan Gâzi Hân 
Annesi  Nilüfer Hatun
Doğumu  1326
Şehâdeti  9 Auğostos 1389
Kabri  Bursa Çekirge de Murâd-ı Hüdâvedigâr Türbesi'ndedir


Üçüncü Osmanlı sultânı. Birinci Murâd adıyla târihe geçti. 1326'da Bursa'nın fethinden sonra doğdu. Babası, Orhan Gâzi, annesi Nilüfer Hâtundur. İyi bir eğitim ve öğretim görüp, terbiye edilerek, yetiştirildi. Lalası Şâhin paşanın yanında dini, milli, idâri ve askeri kültürünü arttırdı. Ağabeyi Süleymân Şahın Rumeli fetihleri sırasında vefât etmesi üzerine Osmanlı tahtına veliaht tâyin edildi (1359). Kısa bir müddet sonra da babasının vefâtı üzerine Bursa'ya dâvet edilip Osmanlı tahtına geçti (1360). 

Sultan Murâd Han, ilk iş olarak devletin başşehri Bursa'da lüzumlu tâyin ve icrâatlarda bulundu. Şehzâdeler meselesini halletti. Önce, Karadeniz Ereğlisi ve Ankara fethedildi. Lala Şâhin paşayı ilk serdar ve sadrazam yaptı. Bursa kâdısı Çandarlı Halil paşayı da kazasker tâyin etti. Devletin içişlerini hallettikten sonra, Anadolu'dan Rumeli'ye yöneldi. 1361'de Çorlu, Keşan, Dimetoka, Pınarhisar, Babaeski, Lüleburgaz ve 1362'de Edirne fethedildi. Bizans Devletinin İstanbul'da sonra ikinci önemli şehri olan Edirne'nin fethi, Türkler'in Avrapa'ya kesin olarak yerleşmelerini temin etti.

SULTÂN ORHAN GÂZİ HÂN



Padişahlık Sırası
 2
Saltanatı  33 Yıl
Cülûsu 1326
Babası  Osman Gâzi Hân
Annesi  Mal Hatun
Doğumu  1288
Vefâtı  1359
Kabri  Bursa'da  Osman Gâzi  Türbesi'ndedir
Erkek Çocukları Süleyman Paşa, Birinci Murad, İbrahim, Halil, Kasım.
Kız Çocukları Fatma Hatun

Osmanlı sultanlarının ikincisi. 1281 yılında Söğüt’te doğdu. Babası Osmanlı Devleti ve hânedânının kurucusu Osman Gâzi, annesi Şeyh Edebâli’nin kızı Mal Hâtundur. İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. İyi bir eğitim ve öğretim gösterilerek büyütüldü. Gâzilerin gazâlarını ve meşhur İslâm mücâhidlerinin, âlimlerinin, evliyâların menkıbelerini dinleyerek şuurlandı. Osman Gâzinin kumandanları ve arkadaşlarından silah tâlimi gördü. Devrin silahlarını mahâretle kullanmasını ve muhârebe taktiklerini öğrendi. Osmanlı Devletinin kuruluşunda hizmet aldı. Küçük yaştan îtibâren devletin teşkilâtlanıp müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhip oldu.

Orhan Gâzi, gençliğinden îtibâren Bizans tekfurlarıyla yapılan gazâlara katıldı. Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babasının ve gâzilerin takdirini kazandı. 1298’de Bizanslıların tertiplediği Osman Gâzinin de dâvet edildiği sûikast plânlı düğüne katıldı. Tedbirli hareket eden Osman Bey, Yarhisar ve Bilecik’i fethederken Bilecik tekfurunun oğluna gelin gitmekte olan Yarhisar tekfurunun kızı Holofira’yı da esir aldı. Holofira İslâmiyeti kabul edip, Müslüman oldu. Nilüfer adını aldı.



SULTÂN BİRİNCİ OSMAN GAZİ HÂN



Padişahlık Sırası
 1
Saltanatı  27 Yıl
Cülûsu  1281, 1284, 1299
Babası  Ertuğrul Gâzi Bey
Annesi  Hayma Ana
Doğumu  1258
Vefâtı  1326
Kabri  Bursa'da  Osman Gâzi Türbesi'ndedir
Erkek Çocukları Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey.
Kız Çocukları Fatıma Hatun

Osmanlı sultanlarının ilki. Dünyânın en uzun ömürlü hânedanının ve en büyük devletlerinden Osmanlı Devletinin kurucusu. 1258 tarihinde Söğüt'te doğdu. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzinin oğludur. 
İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. İslâmi ilimler öğretildi. Devrin örf ve âdetince mükemmel bir askeri tâlim ve terbiyeyle yetişti. Ertuğrul Gâzinin silâh arkadaşı ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savunmayı, ata binmeyi öğrendi. Onların gazâlarını dinledi. Yaptıklarından ibret alarak, gençliğindeb itibâren gazalara katılıp, zaferler kazandı, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi.

Bizans'ın hâkimiyetindeki Batı Anadolu cihat memleketi olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pekçok kumandan mücâhid, derviş ve her biri birer gönül sultanı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzi; Anadolu'nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından, ahilerden, Şeyh Edebâl'nin sohbetlerine katılıp, mâneviyâtını yükseltti.




7 Kasım 2018 Çarşamba

FATİH SULTÂN MEHMED HÂN



Padişahlık Sırası  7
Saltanatı  31 Yıl
Cülûsu  I. 1444 II. 18 Şubat 1451
Babası  Sultan İkinci Murâd Hân
Annesi  Hatice Alime Huma Hatun
Doğumu  30 Mart 1431
Vefâtı  3 Mayıs 1481 
Kabri  İstanbul Fatih Camiî yanında Türbesinde'dir   

Osmanlı pâdişâhlarının yedincisi. İstanbul’un fâtihi olup,İkinci Murad Hanın oğludur. 30 Mart 1431 (H. 833) Pazar günü Edirne’de dünyâya geldi. Annesi Candaroğulları âilesinden Hadîce Alîme Hümâ Hâtundur. Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzade Mehmed devrin en mümtaz alimlerinden ilim öğrendi. İlk hocası Molla Yegan’dı. Meşhur din ve fen âlimi olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde mütehassıs Akşemseddîn hazretleri şehzâdenin her şeyi ile bizzat ilgilendi. 12 yaşına gelince devlet idâresini öğrenmesi için Edirne’den Manisa’ya vâli olarak gönderildi. Kısa bir süre sonra babası tarafından tahta çıkarıldı. Ancak bundan faydalanmak istiyen yeni bir Haçlı ordusu 1444 Eylülünde Türk topraklarına girdi.Vaziyetin ciddiyetini anlayan Sultan Mehmed yazdığı mektupla babasını yeniden saltanata dâvet etti. Bâzı rivâyetlerde bu taleb üzerine, bir kısım rivâyetlere göre de, durumun vehâmetini takdir eden İkinci Murad, kendi reyi ile İstanbul Boğazından Avrupa’ya geçerek Edirne’ye geldi. Derhal idâreyi ele alarak Varna’ya hareket etti.
Gerek Avrupa devletlerinin hasımca davranışları, gerek Anadolu’daki Türk beyliklerinin nizâmı bozucu hareketleri, devleti çok sarsmıştı. 1444 Varna Zaferi ile Osmanlı Devletinin temelleri tam olarak sağlamlaştırılmış oldu.
1451 târihinde babası İkinci Murad’ın vefâtı üzerine İkinci Mehmed, ikinci defâ Osmanlı tahtına oturduğunda 19 yaşındaydı. Daha önceden saltanat tecrübeleri olduğu gibi, babasının yanında seferlere de katılmış ve çok iyi bir kumandan olarak yetiştirilmişti. Saltanat değişikliği dolayısıyla fırsat kollayan Karamanoğulları üzerine bir sefer yaptıktan sonra, artık kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere bütün ağırlığını bu konuya verdi.Rumeli Hisarını yaptırıp, Yıldırım Bâyezîd’in karşı kıyıda yaptırdığı Anadolu Hisarı ile berâber boğazı kestikten sonra, 1452-1453 kışını Edirne’de harp hazırlıkları ile geçirdi.

SULTAN İKİNCİ MURAD HAN 1421-1445




Padişahlık Sırası  6
Saltanatı  29 Yıl
Cülûsu  I. 1421  II.1445
Babası  Sultan Celebi Mehmed   Hân
Annesi Emine Hatun
Doğumu  404
Vefâtı   3 Subat 1451 
Kabri  Bursa Muradiye'dedir


Altıncı osmanlı sultanı. Babası Çelebi Sultan Mehmed, annesi dulkâdir âilesinden Emine Hâtun olup, 1404'te Amasya'da doğdu. Çocukluğu Amasya, Bursa ve Edirne'de geçti. Küçüklüğünden itibaren devrin büyük âlimlerinden okuyarak yetişti. 1415'te on iki yaşındayken idâri ve askeri bilgileri öğrenip, tecrübe sâhibi olması için, lalası yörgüç Paşanın yanında Amasya Valiliğine tâyin edildi. 
Şehzâde Murâd, ilk vazife yeri Amasya'dayken, 1416'da âsi Börklüce Mustafa isyânını bastırdı. 1421'de Anadolu Beylerbeyi Hamza Bey ile İsfendiyaroğullarından Samsun'u aldı. Babasının vefâtıyla 25 Haziran 1421'de Bursa'da tahta çıktı.

Sultan ikinci Murâd Han 1422'de Osmanlı Devleti için büyük tehlike arz eden Bizans'ın entrikalarına son vermek ve Hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem tarafından vaad edilen mânevi müjdelere kavuşmak için İstanbul'u kuşattı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Anadolu Beyliklerini Osmanlı Devleti aleyhine kışkırttı. sultan İkinci Murâd Hanın kardeşi küçük Mustafa isyan ederek Karaman ve Germiyan beylik kuvvetleriyle Bursa'yı kuşatınca, İstanbul'da kâfi miktarda kuvvet bırakıp, Edirne'ye gitti. Edirne'den Bursa'ya geçti. Küçük Mustafa yakalanıp, cezâlandırıldı. Karaman, Eflak beyleri ve Venedikliler ile antlaşma yapıldı.



SULTÂN ÇELEBİ MEHMED HÂN



 Padişahlık Sırası  5
Saltanatı  8 Yıl
Cülûsu  1413
Babası  Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân 
Annesi  Devlet Hatun
Doğumu  1389 
Vefâtı  26 Mayıs 1421 
Kabri  Bursa Yeşil Türbe'dedir

Osmanlı Devletinin beşinci pâdişâhı. Doğum senesini ekseri târihçiler 1386 olarak kaydetmektedirler. Babası, Sultan yıldırım Bâyezid Han, annesi ise Germiyanoğlu süleymân Şahın kızı Devlet hâtun'dur. Çelebi Mehmed küçüklüğünden itibâren devrin en yüksek âlimlerinden ders aldı. Din ve fen ilimlerini öğrendi. 1393'te devlet idâresinde tecrübe sâhibi olmak üzere Amasya'ya sancakbeyi tâyin edildi.  Babası ile Timur Han arasında 1402'te yapılan Ankara Muhârebesinde Osmanlı ordusunun ihtiyât kuvvetleri kumandanlığından bulunan Çelebi Mehmed, muhârebenin kaybedilmesi üzerine Amasya'ya çekilmek istedi. Ancak Candaroğlu İsfendiyar Beyin yeğeni Yahya Bey karşısına çıktı. bunu mağlup eden Çelebi Mehmed, ilerlemesinin tehlikeli olacağını anlayarak Bolu'ya gitti. Daha sonra Amasya'ya dâvet edilmesi üzerine maiyeti ile harekete geçti ve şehir hâkimi Kara Devlet Şahı yenerek Amasya'ya girdi. 

Çelebi Mehmed, aynı yıl civardaki hâkimleri de mağlup edip, Sivas, tokat ve Amasya mıntıkasına tamâmen hâkim oldu. Timur Hana esir düşen babasını kurtarmak için bir plân hazırladı ise de muvaffak olamadı. Bu sırada Batı Anadolu'da bulunan Timur Han, Çelebi Mehmed'in faaliyetlerini öğrenip, ona teminât vâdeden mektubu ile yanına dâvet etti. Bu dâvete icâbet edip yola çıkan Çelebi Mehmed, muhtelif yerlerde türlü bâdirelerle karşılaştığından elçiye durumu anlatıp, olanları Timur Hana arz etmesini istedi. 



30 Ekim 2018 Salı

SULTAN İKİNCİ AHMED 1691 - 1695

Osmanlı Padişahı, Sultan 2. Ahmed Han... Dönemi,Kişiliği ve Yaşamı. II. Ahmed Han Sultan İbrahim’in üçüncü oğludur. 4. Mehmed Han ve 2. Süleyman Han’ın kardeşidir.

 Sultan İkinci Ahmed 25 Şubat 1643 günü İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci İbrahim, annesi Hatice Muazzez Sultan'dır. Terbiyesi ve tahsili ile annesi meşgul oldu. Arapça ve Farsça biliyordu. Orta derecede bir tahsil gördü. Devlet işlerini çok yakından takip eder, hasta bile olsa divan toplantılarına katılırdı.

  Sultan İkinci Ahmed, Hat sanatında çok ustaydı. Yazı yazma kabiliyeti çok üstün olan Sultan İkinci Ahmed, birçok Kuran-ı Kerim yazdı. Şairlere ve şiire çok düşkündü. 3 yıl 7 ay 14 gün saltanat sürdükten sonra, yakalandığı Siroz hastalığından kurtulamayarak 6 Şubat 1695 günü Edirne'de vefat etti. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Kanuni Sultan Süleyman Türbesine defnedildi.

Erkek Çocukları: İbrahim, Selim

Kız Çocukları: Atike Sultan, Hatice Sultan, Asiye Sultan 



SALAKAMEN SAVAŞI

15 Eylül 2018 Cumartesi

Coğrafi Keşiflerin Türk Dünyası Üzerindeki Etkileri


Coğrafi Keşiflerin Türk Dünyası Üzerindeki Etkileri

Coğrafi Keşifler, bütün insanlığı etkilemiştir. Bu yönüyle evrensel bir özelliğe sahiptir. Akdeniz Limanları, Coğrafya Keşifler sonucunda önemini kaybetti. Ancak 1869′da Süveyş Kanalı’nın Fransızlar tarafından açılmasıyla bu limanlar yeniden önem kazanmıştır.

Coğrafi Keşifler, Müslüman ülkeler açısından büyük zararlara neden olmuştur. İslam ülkeleri yoksullaşmış, Türkistan Hanlıkları giderek zayıflamış ve Ruslar karşısında gerilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu, İpek ve Baharat Yollarına hakim olmasına rağmen yolların değişmesinden dolayı umduklarına ulaşamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, ticaret faaliyetlerini yeniden geliştirebilmek için Avrupalı devletlere kapitülasyonlar vermek zorunda kaldı.

Ayrıca Osmanlı topraklarında kervan yolları boyunca faaliyet gösteren halk ve zanaatkârlar işsiz kaldı. Bu durum, Osmanlı Devleti’nde ekonomik sıkıntılara ve Celali İsyanları’na zemin hazırlamıştır.

Osmanlı Devleti, Hint ticaret yolunun hakimiyeti için Portekizlilerle, Akdeniz hakimiyeti için de İspanyollarla mücadele etti. Endonezya’da savunma ve koruma savaşları yapan Osmanlı Devleti, Hıristiyan Avrupa karşısında ”Doğu Kalkanı” haline geldi.

Keşiflerin Osmanlı Devleti Açısından Önemi

Bu keşiflerle Osmanlının elinde bulunan İpek ve Baharat Yolu önemini kaybetmiş, yeni ticaret yolları bulunmuştur. Bu da Osmanlı Devleti’nin vergi gelirlerinin azalmasına yol açmıştır. Tüm bunlar Osmanlı Devletini maddi açıdan kötü etkilemiştir. Daha doğrusu; Osmanlı Devleti ve diğer müslüman devletler zarara uğrayıp, ellerindeki malların değerleri gitmiştir.Coğrafî Keşifler, bütün insanlığı etkilemiştir. Bu yönüyle evrensel bir özelliğe sahiptir. Akdeniz Limanları, Coğrafî Keşifler sonucunda önemini kaybetti. Ancak 1869′da Süveyş Kanalı’nın Fransızlar tarafından açılmasıyla bu limanlar yeniden önem kazanmıştır.

Coğrafî Keşifler, Müslüman ülkeler açısından büyük zararlara neden olmuştur. İslam ülkeleri yoksullaşmış, Türkistan Hanlıkları giderek zayıflamış ve Ruslar karşısında gerilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu, İpek ve Baharat Yollarına hakim olmasına rağmen yolların değişmesinden dolayı umduklarına ulaşamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, ticaret faaliyetlerini yeniden geliştirebilmek için Avrupalı devletlere kapitülasyonlar vermek zorunda kaldı.


Ayrıca Osmanlı topraklarında kervan yolları boyunca faaliyet gösteren halk ve zanaatkârlar işsiz kaldı. Bu durum, Osmanlı Devleti’nde ekonomik sıkıntılara ve Celali İsyanları’na zemin hazırlamıştır.

11 Ağustos 2016 Perşembe

93 HARBİ VE SONUÇLARI

93 Harbi, Miladi 1877, Hicri 1293 yılında Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında gerçekleşmiş, Osmanlı’nın mağlup olmasıyla Balkanlar üzerindeki hakimiyetini kaybetmesine sebep olmuştur.
93 Harbi, Miladi 1877, Hicri 1293 yılında Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında gerçekleşmiş, Osmanlı’nın mağlup olmasıyla Balkanlar üzerindeki hakimiyetini kaybetmesine sebep olmuştur. 


Miryo Kefalon Savaşı Öncesi Tarafların Durumu

Ruslar, boğazların kontrolünü ele geçirmek ve Osmanlı’ları Avrupa Coğrafyasından silmek için yüzlerce yıldır süren politikalar gütmekteydiler. Rusların Osmanlı karşıtı politikaları sadece stratejik bir hamle değil aynı zamanda milli bir emeldi. Zira Osmanlı’nın Anadolu ve Avrupa üzerindeki hâkimiyeti, Hıristiyan dünyası ve Slav toplumları için büyük bir engel teşkil ediyordu. Rusların bu emelleri, 1800’lü yılların başlarında Kırım Hanlığı üzerinde ve 1900’lü yıllara doğru da Asya’da yaşayan Türk kökenli halklar üzerinde kendini göstermiştir. Rusların, 1850’li yıllarda, Osmanlı himayesi altındaki Kırım Hanlığı üzerinde kurdukları baskılar, 1853 Kırım-Rus savaşında hüsranla sonuçlanmış ancak İç Asya ve Türkistan’daki Türk Toplumlar üzerinde insanlık dışı yöntemlerle Muaffak olmuşlardı. Rusların, Osmanlılar ve tüm Türk Dünyası üzerindeki düşmanca emelleri, 93 Harbi’ni kaçınılmaz kılan etkenlerdendir. 



2. Abdülhamit Dönemini yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, 1850’li yıllarda Avrupa ülkelerince yıpratılmakta ve baskı altına alınmaktaydı. Bunun yanında, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü destekleyen ülkelerde mevcuttu ve bu itilaf-ittifak mihrakları karşılıklı bir güç dengesi oluşturuyordu. Osmanlı’nın toprak bütünlüğü, Almanya ve Fransa için mühimdi. Zira Osmanlı’nın Avrupa’dan süpürülmesi Fransa ve Almanya dışındaki tüm Doğu ve İç Avrupa ülkelerinin güçlenmesine sebep olacaktı. Bunun yanında İtalya, İngiltere ve Rusya, Boğazlar, Anadolu ve Doğu Avrupa sathında Osmanlıların mevcudiyetinden fevkalade rahatsızlardı. Söz konusu güç dengeleri, Fransa’nın Prusya ile mücadelesinde mağlup olmasıyla Osmanlıların aleyhine gelişerek Rus-İtalya-İngiltere cephesinin üstün taraf haline gelmesiyle sonuçlandı (1870). Bu ittifakın en iştahlı cephesi olan Rusya, Fransa’nın inisiyatifini kaybetmesi üzerine Paris Antlaşmasında geçen “Karadeniz’de donanma ve tersane bulundurulmaması” maddesini tanımadığını ilan edip Londra konferansında da İtalya ve İngiltere’nin desteğiyle ilk hamlesini gerçekleştirdi. Böylelikle Rusya, kadim emeller beslediği Karadeniz’e kuvvetli donanmalar konuşlandırıp tersaneler inşa etmeye imkânına sahip oldu. 


93 Harbinin Nedenleri

Rusya, Osmanlı’nın mevcudiyeti hasebiyle gerçekleştiremediği Panslavizm akımını yeniden gündemine alarak Balkanlarda yayılmak için Moskova’da Panslavizm kongresini topladı. Rusların amacı, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Romanya ve Karabağ’da yaşayan Slavlarını ayaklandırmak ve Rus menfaatine hizmet edecek teşkilatlar kurmaktı. Fransa’nın saf dışı olmasıyla Osmanlı üzerinde baskı kurarak gerçekleştirdiği bu eylemler neticesinde Balkanlardaki politik durum yoğun şekilde Rus eksenine doğru kaymaya başlamıştır. Rusların bu baskıları neticesinde Bulgarlar, Osmanlı’nın teşebbüsleriyle bağlı oldukları Fener Rum Patrikhanesinden ayrılarak bağımsızlıklarına kavuştular. 



Rusların, Panslavizm hareketi neticesinde Bosna-Hersek’te yaşayan Slavlar ayaklandılar. Osmanlı, bu isyanı bastıramadan bu kez Karabağ’daki Slavlar isyan hareketi içerisine giriştiler. Beraberinde ise, Osmanlı’yı balkanlarda en çok yıpratan isyan olan Sırp isyanları baş gösterdi. Yaşanan olumsuzluklara rağmen Osmanlı, bu isyanların tümünü bastırmayı başardı ancak ayaklanan Bosna, Karabağ ve Sırp Slavları Avrupa’dan yardım talebinde bulundu. Rusya’da bu fırsatı Osmanlı Devletine sert bir ültimatom göndererek değerlendirdi. 
Ruslar, Osmanlı ile savaşmak arzusuyla politik hamleler yürütürken 2. Abdülhamit, politik manevralarla bu savaşı ertelemeye ve koşulları daha müsait hale getirmeye uğraşıyordu. Ruslar, savaş için olabildiğince iştahlıydı ancak Avrupa Ülkeleri, olası bir savaştan kaçınmaya çalışıyordu. Söz konusu politik ortam içerisinde Fransa, İngiltere, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rus Çarlığı, Osmanlı ve Avrupa ülkeleri, Balkanlardaki anlaşmazlıkları görüşmek üzere İstanbul’da bir konferans tertip ettiler (23 Aralık 1876). Bu konferans, muhakkak ki Osmanlı’nın balkanlar üzerindeki hâkimiyetine balta vuracak ve çıkabilecek her sonuç Balkanlardaki Slav toplumların ve dolayısıyla Rusların işine yarayacaktı. 2. Abdülhamit, bu nedenle konferansın faaliyetlerine engel olmak için Kanuni Esasi’yi ilan etti. 2. Abdülhamit’in politik manevrasına rağmen konferansı gerçekleştiren Avrupa ülkeleri, hazırladıkları metinle Osmanlı askerinin Karabağ ve Sırbistan’dan çekilmesini, Bulgaristan’da ise doğu ve batı olmak üzere iki eyalet oluşturularak özerklik verilmesini önererek bir anlamda şart koştular. Osmanlı, bu önerileri kabul etmeyince konferans dağıldı. 



İstanbul ‘da ki konferansta müspet bir sonuç ortaya çıkmayınca Londra’da bir konferans daha düzenlendi. Bu konferansta da İstanbul’daki konferanstaki talepler nispeten biraz daha hafifletilerek tekrar masaya kondu. Ancak Osmanlı, İstanbul’daki konferanstan çok farklı bir sonuç çıkmayınca, söz konusu teklifleri tekrar reddetti. Rusya ise, konferanslardan olumlu sonuç alamayınca, Osmanlının Karabağ’daki Nikşik bölgesinden çekilmesi halinde savaşın önlenebileceğini bildirdi. Bu teklifte reddedilince 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşı kaçınılmaz hale geldi. 


93 Harbi'nin Başlaması

Avrupa, her ne kadar Osmanlı Devletine husumet içerisinde yaklaşsalar da Avrupa Topraklarında bir savaş istemiyordu ancak çokça uğraşmalarına rağmen Rusya’nın istila iştahına mani olamadılar. Rusya, artık tüm politik teşebbüslerini devreye koyup “Savaşı Kaçınılmaz” hale getirmişti. Nihayet 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devletine resmen savaş ilan etti. Sırbistan, Romanya ve Karabağ prenslikleri de Rusya ile birlikte hareket edip isyan ederek Osmanlı’ya karşı ek cepheler oluşturdular. Tüm bu gelişmelerin yanında, olası bir fırsatı değerlendirmek için pusuda bekleyen Yunanistan’da Ruslarla işbirliği yapınca Osmanlı üç ayrı cephede mücadele etmek zorunda kaldı. 



93 Harbi, iki büyük cephede cereyan etmişti. Bu cephelerden biri Tuna, diğeri ise Kafkasya cephesiydi. Tuna Cephesi, Başkumandan Serdar-ı Ekrem Müşir Abdülkerim Nadir Paşa tarafından idare ediliyordu. Emrindeki kuvvetler Garp, Şark ve Cenup ordusu olarak üç ordu olarak teşekkül edilmişti. Garp ordusunun başında Müşir Osman Paşa, Şark Ordusunun başında Müşir Ahmet Eyüp Paşa, Cenup ordusunun başında ise Müşir Süleyman Paşa bulunuyordu. Bu cephe, Kafkasya cephesine göre, Ruslara karşı çok daha zayıf durumdaydı. Başkumandan Abdülkerim Nadir Paşa’nın, düşmanın Tuna’yı geçmesine seyirci kalması üzerine de cephe, savaş başlamadan kaybedilmiş duruma gelmişti. Üstelik 93 Harbi için en büyük ümit, Rusların Tuna hattı üzerinde durdurulabileceği yönündeydi. Zira Abdülkerim Nadir Paşa, bu hareketinden ötürü Divanı Harpte yargılanıp mahkûm olmuştur. Tuna’yı direnişle karşılaşmadan kolayca geçen Ruslar, 7 Temmuz’da Tırnova’yı, 16 Temmuz’da da Niğbolu’yu aldılar. Stratejik öneme sahip olan Şıpka geçidini de kontrol altına alan Ruslar, artık Balkan dağlarının ardına kadar ilerlemişlerdi. Bu gelişmeler neticesinde Abdülkerim Nadir Paşa azledilip yerine yaşı oldukça genç olan Müşir Mehmet Ali Paşa atanınca ordu içinde ayrılıklar meydana gelmeye başladı. Bu olay, menfi bir gidişat izleyenTuna Cephesindeki durumun daha da kötüye gitmesine sebep oldu. 



Art arda kaybedilen cephelerle hızlıca ilerleyen Ruslara karşı en mühim direnişi, Cenup ordusunun kumandanı Süleyman Paşa göstermiştir. Süleyman Paşa, Şıpka geçidini geri almak için geceli gündüzlü yoğun taarruzlarla Rus kuvvetlerinin üzerine taarruz etmiş ancak muvaffak olamamıştı. Ardından Mehmet Ali Paşa’nın taarruzlarıyla Ayazlar, Karahasan, Ablova, Kaçılova geri alındıysa da, sürekli takviye olan ve eksiklerini tamamlayan Rus birlikleri püskürtülemedi. Tuna Cephesinin en başarılı taarruzlarını Garp kumandanı Osman Paşa gerçekleştirdi ve savunma savaşında uyguladığı fevkalade taktiklerle Plevne’de Rusları üç kez mağlup etmeyi başardı. Osman Paşa’nın bu başarısı neticesinde 2. Abdülhamit, kendisine Gazi ünvanı vermiştir. Osman Paşa, Plevne’deki destansı mücadelesi ile fevkalade başarılar elde ettiyse de, sürekli takviye olan Rus birliklerine karşı, yıpranan ordusunun takviye edilememesi sebebiyle hazin şekilde mağlup oldu ve Plevne, tüm hatlarıyla Rusların kontrolü altına girdi. Plevne’nin düşmesi Rusların hareket alanını genişletmişti. Plevne kaybedildikten hemen sonra Sırplar Niş’e girmişler, Karabağlılar da İşkodra’ya kadar ilerlemişlerdi. İleri harekâtlarına devam eden Ruslar da Sofya, Niş ve Vidin’i alıp Edirne’ye, buradan da Yeşilköy’e kadar ulaştılar. Böylelikle 93 Harbi’nin Tuna cephesi kaybedilmiş oldu. 



Kafkas cephesindeki durum ise çok daha çetindi. 93 Harbi, esası itibariyle Tuna cephesinin kaybedilmesiyle mağlubiyete dönüşmüştü ancak Kafkas Cephesindeki mücadeleler Tuna Cephesine göre çok daha çetin geçmişti. Kafkas Cephesinin başkumandanı Ahmet Muhtar Paşa’ydı. 125 Bin kişilik Rus ordusunun başında ise Ermeni kökenli Melikof bulunuyordu. Zarar gördüğü cepheleri hızlıca doldurup cephe hattında açık vermeyen Rus birlikleri 30 Nisan’da Doğu Beyazıt’ı zaptettiler. Muhtar Paşa, Ruslara karşı 21 Haziran’da Haylaz, 25 Haziran’da Zivin, 25 Ağustos’ta Gedikler muharebelerini kazandı ve 2. Abdülhamit tarafından Gazi unvanına layık görüldü. 4 Ekimde Yahniler savaşını da kazanan Muhtar Paşa, sürekli eksiklerini tamamlayan Rus güçlerine karşı tutunamadı ve 15 Ekim 1877’de Alacadağ Muharebesinde mağlup oldu. Ahmet Muhtar Paşa, daha az zayiat vermek için Erzurum’a çekilmek zorunda kalmıştı. Kars, açıkta kaldığı için 18 Kasım’da Ruslar tarafından zaptedildi. Sonrasında ise Erzurum’a girseler de, “Nene Hatun Destanı’nı” yazan, Erzurum Halkı’nın olağanüstü direnişlerine karşı galip gelemeyip geri çekilmek zorunda kaldılar. Erzurum, Rus İstilası ile cebelleşirken, Kafkas Cephesi Başkumandanı Muhtar Paşa, İstanbul’un muhafazası ile vazifelendirilip geri çağırıldı ve yerine Müşir Kurt İsmail Paşa görevlendirildi. 



Neticede, Tuna Cephesindeki başarısızlık ve Kafkas Cephesindeki başarılı mücadelelere rağmen yaşanan mağlubiyet, Osmanlı’nın 93 Harbini kaybetmesiyle sonuçlandı. 93 Harbinin kaybedilmesi sadece toprak kaybı anlamına gelmiyordu. Osmanlı üzerinde kadim emellere sahip Ruslar ve işbirliği içerisinde bulunduğu Ermeniler, Balkanlarda, Kafkaslarda ve özellikle Erzurum’da insanlık dışı katliam ve vahşetlere imza attılar. Tuna Cephesinden ilerleyen Ruslar, Balkanlar’da yaşayan yoğun Türk nüfusunun pek çoğu öldürülerek kalanlarında göç etmek zorunda bıraktı. Böylelikle Ruslar, Balkanlardaki Türklüğü yok edip yegâne hedefleri olan Bulgaristan’ın Slavlaşmasını sağlamış oldular. Rusların Balkan Türkleri üzerindeki vahşice tutumu, Türk Tarihinin en büyük göç hareketine sahne oldu. Bulgaristan’da yaşayan milyonlarca insan ya öldürüldü ya da Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Öyle ki Ruslar, göç halinde olan kafilelere bile saldırarak Tarihe kara bir leke olarak işlenecek Bulgar katliamlarının altına imza atmış oldular. Bunun yanında, Anadolu’da yaşayan Ermenilerde Ruslarla işbirliği yaparak güçlenmiş, 1900’lü yıllarda ortaya çıkan Ermeni kalkışmasının ve halen çözülememiş olan Ermeni Sorununun temellerini atmış oldular. 


Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden giriştikleri taarruzlarla Osmanlı’yı zor durumda bırakan Ruslar, İstanbul’a kadar ilerleyip Yeşilköy’de karargah kurdular. Osmanlı ise kaybedilen savaş sonrası Ruslardan mutahareke istemek zorunda kaldı. 93 Harbi sonrası, 19 Ocak 1878 de Edirne’de imzalanan mütahareke ile Ruslar resmen savaşın galibi ilan edildiler. Bu antlaşmadan sonra, Rusların baskıları sonucu 3 Mart 1878’de tekrar bir antlaşmaya varılarak Ayestefanos mütaharekesi imzalandı. Ancak Abdülhamit, siyasi manevralar ve dâhiyane siyasetiyle bu antlaşmaların gerçekleşmesine mani oldu ve 93 Harbi’nin Osmanlı’ya vereceği zararların bir kısmı önlenebildi. 


93 Harbinin Sonuçları

93 Harbi ile Balkanlarda hızla nüfuzunu arttıran Rusya, artık Avrupa içinde bir tehdit unsuru oluşturmaya başlamıştı. Bunun üzerine Avrupa ülkeleri, Ruslar ve Osmanlı arasındaki siyasi gelişmelere dâhil olarak yeni bir antlaşmaya varılması için devreye girdiler. Osmanlı, Abdülhamit’in siyasi manevralarıyla Edirne ve Ayestefanos antlaşmalarının tahakkuklarını bertaraf etmişti. Dolayısıyla varılacak yeni bir antlaşma Osmanlı tarafında olumlu karşılanmıyordu. Buna rağmen taraflar 13 Temmuz 1878’de Berlin’de tekrar bir araya gelerek Berlin antlaşmasını imzaladılar. Bu antlaşma neticesinde Osmanlı, Balkanlar üzerindeki topraklarından vazgeçerek günümüz Türkiye’sinin üçte birine yakın bir coğrafyayı nüfusu ile birlikte kaybetti. Sırbistan, Karadağ ve Romanya’da bu antlaşma ile bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu sebeple 93 Harbi, Osmanlı’nın yıkılması ile sonuçlanan sürecin kırılma noktası olmuştur.

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)