Zengin olan Müslüman ve mükellef kadına, Zengin
erkekte olduğu gibi Hac farzdır. Fakat kadının hac vazifesini ifâ edebilmesi
için yanında kecası, babası ve oğlan kardeşi gibi nikâhla varması ebediyen haram
olan erkeklerden birisinin bulunması şarttır. Aksi takdirde her ne kadar Haccın
vucûbu. için olan zenginlik şartı var ise de, edâsı için olan şart
bulunmadığından hac vazifesini ifâya gidemez.
Mahremsiz hacca gittiği zaman işlediği günah ve vebal
sevaptan daha büyüktür. Komşu
kadınını ve baldızını nikâhlama imkânı olmadığından nikâhsız hacca götüren
edepsizlerin ve böylelerine fetvâ verenlerin halleri esef vericidir . Zira haram
olan bir Şeye câiz ve helal demek çok kötü ve
tehlikelidir.
Kadınların, İbadet ve fazilet olan yere gidebilmesi için bu
şartların lüzûmu gerekirse, sefer müddetindeq (18 saalik mesafede) ki sıla
ziyaretine yâbancı memleketlere seyahate, temsile, çalışmaya ve her çeşit
yolculuk icap eden yerlere gidebilmesi için, yanında mutlaka mahremi olan
erkeğin bulunması şarttır. Kadının nikâhla varabileceği erkekler, yabancı erkek
olduğumdan böyle erkeklerle uzak yolculuğa gitmeleri ve ikisinin yalnızbaş
larına bir odada kalmaları haramdır.
EBÛ SAİD ELHUDRİ (R.A.)'dan mervi
bir Hadis-i Şeriflerinde Resülü Ekrem (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurmuştur
: Allah
(C.C.)'a ve âhiret gününe inanan bir kadın, üç gün veya fazla mesâfedeki sefere
gitmesi helâl olmaz. Ancak beraberinde babası, oğlan kardeşi, kocası, oğlu
veyahunnnnndi mahremlerinden (ebediyen nikâhlanması haram olan erkeklerden)
birisiyle gitmesi helâl ve câiz olabilir." (Bnheri, Müslim, Ebu Dâvut, Tirmizi,
İbni Mâce)
Şu
halde Mü'min ve mükellef olan bir kadın, üç günlük uzak mesafede ki gideceği
yola, mutlaka yalnız gitmemesi lâzım ve gidemez. Ancak, Hadis-i şerifte beyan
edildiği gibi, yanında ahlâklı ve Mü'min olan nikâhla varması ebediyen haram
olan erkeklerden birisiyle gidebilir. Halbuki mükellef ve Mü'min erkek yalınız
başına gidebilir. Fakat erkeklerin, uzun yolculuğa iyi bir yol arkadaşı ile
gitmeleri sünnettir.
Bu
yolculuk uçak ve emsali vasıtalarla olsa dahi, pek çok tehlikeli münasebetler ve
zarûretler olabileceğinden, inanan müslüman kadının mahremsiz gitmemesi
lâzımdır. Hakka teslim olmayan ahlaksız soyundan olân kadınlar ise, günümüzde
görüldüğü gibi giderler ve her türlü ahlaksızlık ve haramları işlerler.
Bu
mevzuda daha geniş malûmat, "İzahlı Mülteka Tercümesi" adlı eserimizin birinci
cildinin Hac bahsi ile "Îslâm'a sokulan Bid'at ve Hurafeler" 'in ikinci
baskısının 174-176. sayfalarında verilmiştir.
Hacc vazifesini ifaya giderken olsun, ihrama giderken olsun,
ister ihrama girdikten sonra ve kâbeyi tavaf ederken olsun nerede ve ne zaman
olursa olsun kadın .Telbiyeyi (Lebbeyk duasını) ve diğer duaları sesli olarak
okumaz. Sessiz olarak okur. Zira sesi mahremdir. Yabancı erkeklerin şehvetini
uyandırıp ve bir fitneye sebep olabileceğinden
günahtır.
Halbuki erkekler, her yerde ve her zaman yapacakları duaları
sesli olarak yapabilirler. Hatta dereye inerken ve tepeye çıkarken telbiye ve
duaları yüksek sesle okumaları daha sevaptır.
Kadın, ihrama gireceğinde
dikişli elbiselerini soymaz, çıkarmaz. O elbiselerinin üzerine ihramını giyer.
Erkek ise, para kemeri gibi taşıması zarurî olanlar hariç dikişle dikilmiş diğer
elbiselerini tamamen çıkarır sade ihrama girer.
Kadın, saçı avret olduğundan ihrama girdiği zaman başını ve
saçını açmaz Erkek ise bunun hilâfındadır . Fakat kadın yüzünü örtmeyip
açabilir. Kadın,
ayaklarına mest ve ellerine eldiven giyebilir.
Kadın, Kâbe'i Muaazzama'yı tavaf ederken remel yapmaz. Keza
kadın ihramda iken sağ omuzunu ihramdan çıkararak tavafda bulunmaz. Safâ ile
merve arasındaki derede "Miyleyni ahzarayan" denilen yerde süratli giderek say
etmez. Erkek ise, bütün bu hükümlerde kadına
muhaliftir.
Kadın,
Hacc. vâzifesi hitamında Tıraş olunacağında başını kazımaz, belki saçından
kestirir ve kısaltır.
İzdihamlı ve kalabalık zamanlarda kadın, HACERUL ESVED'İ
İstilam etmez (elini sürmez.) Safa tepesine çıkacağında da izdihamlı olursa
kadın yine çıkmaz.
Keza
makamı İbrahim'de namaz kılacağı zaman izdihamlı olursa, orada namaz kılmayı da
terk eder. Hayız ve nifas özründen dolayı kadın, vedâ tavafını terk ettiğinde ve
tavafı ziyareti vaktinden sonraya tehir ettiğinde kan akıtmak (kurban kesmek)
lazım gelmez. Ancak özürlü olduğu halde Tavafı ziyareti yaparsa, kurban lazım
olur. Geniş malumat "İzahlı MÜLTEKA TERCÜMESİNDE" Beyan
edilmiştir.
Hacca
gidecek olan kadının iddedte olmaması lazımdır. Bu iddet ister talak iddeti
olsun ister vefat iddeti olsun, Halk arasında bu iddete "adar" denilmektedir.
Geniş izahı, Fıkıh kitaplarının talak bahsinde
mevcuttur.
TALAK İDDETİ :
Kocası tarafından boşanan kadının başka kocaya varabilmesi için bekleyeceği
müddettir ki, amelden kalmamış ve hamile değilse, üç hayız görecek ve
temizlenecektir. Amelden kesilen ihtiyar kadın ise, üç ay bekleyecektir. Şayet
hamile olursa, hamlini (karnındaki çocuğunu) doğuruncaya kadar bekler. Bu
hükümler hür kadınlara mahsustur. Cariyelerde değişir.
Bir kadın talak sûretiyle boşanır ve böyle iddetini
beklediği müddet için de olursa, hacca gidemez. Velev ki yanında mahremlerden
bir erkek olsun, yine gitmesi caiz değildir.
VEFAT İDDETİ : Kadının, Kocası öldüğü zaman dört ay on gün beklemesi lazım
olan müddettir. Binaenaleyh kocası ölen bir kadının, başka kocaya varabilmesi
için dört ay 10 gün beklemesi lazımdır. Keza Hacca gideceği zamanda bu iddetten
kurtulmuş olması lâzımdır. Aksi takdirde kocâsı öldükten sonra ve bu iddetin
müddeti içinde hacca gitmesi caiz değil ve haramdır. Hatta kadının iddet
beklemesi hacc yolunda meydana gelse ue bulunduğu yerde 18 saatlik sefer
müddetinde olursa hacc vazifesine devam edemez. Ya gerisin geri mahremi ile
memleketine dönmesi lazım veya orada yine mahremi ile hacc kafilesininin
dönmesini beklemesi lazımdır. Yani hacc vazifesini yapamaz ve
gidemez.
Meselâ : Hacca
gitmek için pasaport vesair hazırlıklar yapılırken veya bittikten sonra kadının
kocası ölse Hacca gidemez. Ancak 4 ay 10 gün sonra gidebilir Aynı hal hacc
yolunda olsa, yine hacc vazifesini îfâ edemez. Bu hükümün daha genişi, Fetâvâyı Hindiyenir. hacc bahsinin
219 sayfasında, Fetâvâyı Kâdıhanın 283. sayfasında ve Merakılfelah Tahtavisinin
298. sayfasında mevcuttur.
İddet
bekleyen kadının sefer müddeti olan her hangi bir yolculuğa ve hacca
gidemeyeceğini beyan eden ilahi hüküm şöyledir .
"Onları (İddet bekleyen kadınları) evlerinden çıkarmayın
(İddetleri bitinceye kadar) kendileride çıkmasınlar." (Talak Suresi,
1)
Buraya
kadar naklettiğimiz amelî hükümlerin daha geniş izahı ve senetlerî İslam
hukukunun kanunlarını havî fıkıh kitaplarımızda beyan
edilmiştir
Arzû
eden okuyucularımız. "Îzahlı mülteka Tercümesi" adlı eserimizden cevapları okuya
bilirler.
Kaynak: Mustafa Uysal
Çevirci -Translate - Перевести
21 Temmuz 2018 Cumartesi
İBADET ÂNINDAKİ FARKLILIKLAR
Kadın, iftitâh tekbirinde ellerini, kulaklarının hizasına kadar kaldırmaz. Omuzlarının hizasına kadar kaldırır. Zira böyle yapması kadının kollarının açılmamasına ve bedenini setretmeye daha uygundur. Kadın, namazda okuduğu kıraatları her vakit gizli okur. Zira sesli okursa, fîtne ve fesada sebep olabilir ve sesi mahrem olduğundan sesini yükselterek okuması haramdır.
Kadın, namaz kılarken rukû ve secdelerde koltuklarını bitiştirerek yapar. Koltuk ve uyluklarına bitiştirerek yapmasının sebebi vücudunun gerilme ve görünme şekillerini örtmeye ve önlemeye daha lâyık olduğundandır.
Kadın, namaza durduğu zaman önünden geçenleri geçirmemek için, tespih ve tehlil söylemeyip, elinin dışını diğer elinin üstüne vurmak sûretiyle îkazda bulunur. Halbukî erkekler, okudukları kıraatı yükselterek veya sesli olarak tesbih, tehlil ve tekbir almak sûretiyle önlerinden geçenleri ikaz ederler.
Bu gerçek Hz. Ebî Hüreyre (R.A.)'nin Rasûlü Ekrem (S.A.V.) Efendimizden rivayet ettiği şu Hadis-i Şerifte beyan edilmiştir. "Tasfik (Namazda eli ele vurmak) kadınlara mahsus ve (sesli olarak) tespih söylemek, erkeklere mahsustur." (Buhari, Müslim)
İbâdet ve itaat esnasında dahi, kadının sesini çıkarmasına müsaade etmeyen bu gerçekler karşısında kadınların şarkısında mahzur görmeyen ve "Mubah" diyecek kadar abdallaşanların kötülükleri anlaşılmaktadır.
Kadınların cemaat olup, içlerinden binin imam olarak namaz kılmaları kerahattır. Fakat kerahat olmakla beraber cemaatle kendileri namaz kılmak istediklerinde; kendi cinslerinden olan imamları ortalarına durur. Erkeklerin imamları gibi ileriye geçmez.
Kadınların, câmiye cemaata çıkmaları mekruhtur. Evlerinde kılmaları daha sevaptır. Fakat erkeklerle kadınların yerleri ayrı olursa, cevaz yönleri de fıkıhda beyan edilmiştir. Halbuki erkeklerin cemaata çıkmaları ve cemaatla namaz kılmaları lazımdır. Zira cemaatla namaz kılmak 27 derece efdaldır. Yani evde veya herhangi bir yerde tek başına kılınan 27 rekat namazdan cemaatle kılınan bir rekatın sevabı daha çoktur. Bu faziliyet, farz olan veya cemaatla kılınması meşrû olan namazlara mahsustur.
Kadınların, cemaata çıkmaları için gerekli şartlar ilerde uzun uzun beyan edilmiştir. Kadınların, erkeklere imam olması, hiç bir sûrette câiz değildir. Binaenaleyh kadın imam olur, erkeklerde ona cemaat olurlarsa, namaz sahih olmaz, fasit ve batıldır.
Kadınlar, namazda ayakta iken ellerini göğüslerinin alt tarafına veya üstüne koyarlar ve teşehhüdde iki ayağını sağ tarafına yatırır, hiç birini dikmezler. Sol topuk ve ayaklarının üstüne otururlar. Bunların bu şekilde yapmaları setretmeye daha layık olduğundandır.
Kadınlara, Cuma Ve Bayram namazları farz ve vacip değildir. Fakat kıldıkları zaman sahih olur. Şu halde Cum'a namazını kılan l:adına öğle namazını kılması lâzım gelmez.
Kadınlar, hayızlı ve nifaslı iken namaz, oruç tutamaz, Kur'an okuyamaz ve okutamazlar. Camiye ve Mescide giremez ve Kabe'i Muazzama'yı tavaf edemezler. Abdestsiz ve cünüp olan erkek ve kadın aynı vazifeleri yapmadıkları malumdur. Kadınlar farklı olarak özürlü zamanlarda bir çok hayır ve vazifelerden mahrumdurlar.
Kaynak: Mustafa Uysal
AMEL BAKIMINDAN OLAN FARKLILIKLAR
Hanefî Mezhebi üzere İbn'i Nüceym Merhumun "EŞBAH VENNAZÂÎR" adlı kıymetli eserinde ve diğer fıkıh kitaplarında amel ve haklar bakımından kadınla erkeğin farklı olan bazı hükümleri beyan edilmiştir,
Kadın, Etek temizliğinde erkeğe muhalif olarak eteğinin kılını yolar. Kadının sakalı biterse, kazıması sünnettir. Erkek ise, sakalını bırakıp kazımaması sünnettir,
Bâzı kimseler, "Bir kimsenin karısı müsaade etmezse sakal koyamaz" diye hüküm vermeye veya "Karısının izni olmadığından sakalını koymadığını" söylerler. Bu söz ve hareketlerin hiç bir hakikatle alâkası olmadığı gibi. İslâm'ın verdiği Reis ve Hakimiyet Şerefini ayağının altına alıyor. Miskinlik ve aptallığını izhar ediyor.
Evet, sakal koymak sünnettir. Binaenaleyh bu vazifeye kimse mani olamaz. Ve mani olanların sözüne itaat edilemez. Zira Hz. Peygamberimiz (S.A.V,) bir Hadis-i Şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyor ;
"Hâlika (Allah (C.C.) 'a) karşı isyan olan yerde (işte ve mekânda) mahluka (kula) itâat yoktur. İtâat, ancak mâruf (iyi ve doğru) olan yerdedir." (Buhari, Müslim) Kadının, sesi avret olduğundan ve pek çok fitne ve fesatlıklara sebep olabileceğinden, kadının ezan ve ikâmet ol:uması mekruhtur.
Kadının, eli yüzü ve bir rivayette ayağı hariç vücudunun her tarafı avrettir. Erkeğin ise göbeğinin altından diz kapağının altına kadar olan yerler avrettir.
20 Temmuz 2018 Cuma
MİRASDA Kİ FARKLAR
Miras cihetinden erkekle kadının hakları
arasında muhtelif farkları kısaca şöyle özetleyebiliriz
: a)
Erkeklerin baba, oğul, zevc ve oğlan kardeşlerin aralarında sehim farkları
olduğu gibi kadınlarda çeşitli hallerde farklı sehim hisseleri
vardır. Meselâ
: Ana bir kız kardeşlerinden bir kız kardeş tek başına olursa altıda bir (6/1)
alır. Kezâ ana bir oğlan kardeş de bir adet olursa, o da altıda bir (6/1) alır.
Şayet ana bir oğlan ve kız kardeşler birden fazla; iki üç kişi olurlarsa üçte
bire (3/1) müsavi olarak varis olurlar. Zira bunlar tek başına erkek veya kadın
oldukları zaman altıda bir hisse de nasıl müsâvî iseler üçte bir'e beraber varis
olmaları halinde de aralarında yine müsavi olarak varis
olurlar. Bu
mesele hanefi Mezhebi üzeredir. Bu
gerçekler Kur'an-ı Kerimin şu meâldeki âyeti celilisiyle beyan edilmiştir
: "Eğer
mîrası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun
erkek veya kız kardeşi bulunursa, bunlardan her birinin (hakkı) altıda biridir.
Eğer onlar bu (bakımdan) çok iseler o halde onlar (ölünün edeceği vasiyyet ve
borcun edasın) dan sonra üçte birde (3/1) ortaktırlar." (Nisa Suresi,
12) b)
Kadın, erkeğin aldığı mîras hakkının yarısını alır. Yani ikili birli varis, olma
cihetindedir. Buda ana baba bir oğlan ve kız kardeşlerin varis olmaları
neticesindedir. Bu
farklı veraset, kadınların şeref ve kereminin noksanlığından mı dır? Veya
İslam'da böyle bir şeref ve insanlık değerinin noksanlığımı vardır? Hayır asla
yoktur. Elbette öyle bir sebep ve noksanlıktan değildir. Belki
Kadınların, mehir ve nafaka hakkının olmaları hasebiyle kadınlar böyle meşru
yollardan maddi imkânlara kavuşabilecekleri ve kavuştukları bir gerçek ve
hakikattir.
Binaenaleyh erkeklerde daha fazla sarfiyat ve gider
olduğundan erkekler, kız kardeşlerden ve diğer erkeklerde bazt yönlerden fazla
hakka sahip ve vâris olmaktadırlar. Bu beyanımız pek çok sebeplerden bir tanesidir. Ve kadınla
erkeğin arasında denge ve adâlet olmuş oluyor:
"Allah (c.c.) size (Miras hükümlerîni şöylece) tavsiye (ve emr) eder. Evlatlarınız hakkında (ki hüküm) erkeğe. iki dişinin (kadının, kız kardeşinin) payi miktarıdır." (Buhari, Müslim) Verâset konusunda ki arzettiğimiz hükümler erkekle kadın arasındaki müsavi veya farklı olan haklardan bir kaçıdır. Daha uzunu ve madde madde beyanı feraiz kitaplarında ve fıkıh kitaplarının sonralarında beyan edilmiştir.
"Allah (c.c.) size (Miras hükümlerîni şöylece) tavsiye (ve emr) eder. Evlatlarınız hakkında (ki hüküm) erkeğe. iki dişinin (kadının, kız kardeşinin) payi miktarıdır." (Buhari, Müslim) Verâset konusunda ki arzettiğimiz hükümler erkekle kadın arasındaki müsavi veya farklı olan haklardan bir kaçıdır. Daha uzunu ve madde madde beyanı feraiz kitaplarında ve fıkıh kitaplarının sonralarında beyan edilmiştir.
ŞAHİTLİKTEKİ FARK
İslâm, hakların ispat ve tespîti için, âdil iki
erkeğin veya bir erkek ve iki kadının şahadetini şart kılmıştır.
Bu husus Kur'an'ı Kerimde meâlen şöyle beyan edilmiştir:
"Erkeklerinizden iki de şâhit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa, o halde râzi (ve doğruluğuna emin) olacağınız şahidlerden bir erkekle iki kadın (yeter bu suretle) kadınlardan biri unutursa, öbürünün hatırlatması kolay olur. (kolay olur)." (Bakara Suresi, 282)
Yukarıdaki hükümden anlaşıldığı üzere bir hakkkın ispatı için iki erkek şahitlik yapmadığında, bir erkekle iki kadının şahitlik etmeleri lâzımdır. İki kadın bir erkek yerine kâim oluyor. Bu farkın olması kadınla erkeğin insanlık ve keremliliği ile alâkalı değil ve kadının hürmete liyakâtının, şerefinin aşağılığından da değildir. Malî tasarrufta içtimaî meselelerde, evin ihtiyacını karşılamada ve insanlar arasında vakî olan hâdiselere şâhit olup mahkeme vesair işlerde çok zaman erkekler şâhitlik ettiğinden, bâzı zaman kadınlardan da şâhitlik icap edebileceği muhakkaktır. Bizde, irade ve akıl bakımından kadınlar, erkeklerden zayıftır.
Mahkemelerde ve pek çok hadiselerde kadınlar hazır bulunup şâhitlik etmediğinden böyle bâzı zaman vukû bulan şahitlikler de unutkanlık, hata etmek veya heyecana kapılarak yanlış ifade vermek ihtimaline binaen hâkîmin huzurunda biri hata ettiğinde veya unuttuğunda diğeri hatırlatmak için diğer bir kadının şâhitlik yapması zarureti hasıl olmuş olur.
İşte yukarda beyan edildiği üzere beşerî ârızalar gibi pek çok sebep ve zarûretlerden dolayı, iki kadın bir erkek makamında kaim olarak hakimin huzurunda şâhitlik yapma zarûreti beyan edilmiştir. Yoksa kadının insâni ve kerem bakımından erkekten noksan olduğundan değildir. FAHRUDDİN'İ RÂZİ (R.A.) Tefsiri Kebirinde Kadınlardan biri unutursa, öbürünün hatırlaması (Kolay olur) Cümlesinin mânasını şöyle açıklıyor:
" Kadınların yaratılışında yaşlılık ve soğukluk çok olduğundan kadınların tabiatı çok zaman unutkanlık üzerindedir. İki kadının İçtima etmesi ise, bir kadına ârız olan unutmanın meydana gelmesi akılda daha uzaktır. Binaenaleyh iki kadın bir erkek makamına kâimdir.
Bir ata sözünde : " Kadınların saçı uzun aklı kısa " denilmiştir.
Erkekle kadınların, din ve akil cihetinden bazı farkların ve kadınların erkeklere nazaran aklın ve dinen noksanlığın olduğunu beyan eden şer'i delillerden bir tanesinin meâli şöyledir ; EBU SAİD'i HUDRİ (R. A.) dan şöyle rivayet edilmiştir :
"Bir kurban veya Ramazan Bayramındâ Rasûlullah (S.A.V.) Efendimiz yanımıza namazgaha çıktı. Kadınların yanındân geçti. Ve (onlara) ; -
"Kadınlar, sadaka veriniz. Zîra bana cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz" buyurdu, - (Kadınlar) : "Ya Rasûlullah (S.A.V.) Neden?" diye sordular. -
Rasûlullah (S.A.V.) :
- "Çünkü siz (ötekine, berikine) çokça lânet eder ve kocalarınıza karşı küfranı nimet gösterirsiniz. (Ne acâibdirki kendini zabdeden akıllı ve dininde) mazbut kimsenin aklını sizin (aklınız) kadar eksik akıllı ve eksik dinli hiç bir kimsenin gelebildiğini görmedim.n buyurdu (Buhari, Müslim)
- "(Kadınlar) : Aklımızın ve dinimizin eksikliği nadir? Yâ Rasûlullah (S.A.V.) dediler.
- "(Rasûlullah (S.A.V.) ; Kadının şahâdeti, erkeğin şahadetinin yarısı değilmidir?" diye sordu.
- "(Kadınlar) : Evet" dediler.
- " İşte bu aklın eksikliğinden ve (kadın), hayız zamanında namaz ve oruç tutmaz değilmi?" buyurdular.
- "Evet" dediler.
-"İşte bu da dininin eksikliğindendir." cevabını verdi.
Burada erkek ve kadınların farklarını beyan eden hüküm bir umumî hükümdür. O umûmi hüküm, kadın ve erkek fertlerinden her ferde doğru olması lâzım gelmez, Nitekim erkeklere taş çıkarır nice kadınlarda vârdır. Hüküm ekseriyete binaendir.
Dinî noksanlığa gelince, "Amel imandan cüzdür ve iman ziyade ve noksan kabul eder" diyenler bu kelâmı nebeviyeyi zahirine hamledip tevile hacet görmezler. İbadeti eksik olanların dininide eksik sayarlar.
İmanın âmelden cüz olmadığını kabul edenler ise, imanın esası, İslâm ve dine ziyade ve noksan tertibi mümkün değildir. Binaenaleyh bu ziyade ve noksanlık sıfata râcidir, derler. Yâni îman esaslarına inanışta değil, amel bakımından farklılıklar vardır.
Şu halde buradaki farkın zâhiri yönden değil kadınların aklî yönden zayıf ve hayız ve nifasdan dolayı âmeli yönden dinen noksan olmasındandır.
Bu husus Kur'an'ı Kerimde meâlen şöyle beyan edilmiştir:
"Erkeklerinizden iki de şâhit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa, o halde râzi (ve doğruluğuna emin) olacağınız şahidlerden bir erkekle iki kadın (yeter bu suretle) kadınlardan biri unutursa, öbürünün hatırlatması kolay olur. (kolay olur)." (Bakara Suresi, 282)
Yukarıdaki hükümden anlaşıldığı üzere bir hakkkın ispatı için iki erkek şahitlik yapmadığında, bir erkekle iki kadının şahitlik etmeleri lâzımdır. İki kadın bir erkek yerine kâim oluyor. Bu farkın olması kadınla erkeğin insanlık ve keremliliği ile alâkalı değil ve kadının hürmete liyakâtının, şerefinin aşağılığından da değildir. Malî tasarrufta içtimaî meselelerde, evin ihtiyacını karşılamada ve insanlar arasında vakî olan hâdiselere şâhit olup mahkeme vesair işlerde çok zaman erkekler şâhitlik ettiğinden, bâzı zaman kadınlardan da şâhitlik icap edebileceği muhakkaktır. Bizde, irade ve akıl bakımından kadınlar, erkeklerden zayıftır.
Mahkemelerde ve pek çok hadiselerde kadınlar hazır bulunup şâhitlik etmediğinden böyle bâzı zaman vukû bulan şahitlikler de unutkanlık, hata etmek veya heyecana kapılarak yanlış ifade vermek ihtimaline binaen hâkîmin huzurunda biri hata ettiğinde veya unuttuğunda diğeri hatırlatmak için diğer bir kadının şâhitlik yapması zarureti hasıl olmuş olur.
İşte yukarda beyan edildiği üzere beşerî ârızalar gibi pek çok sebep ve zarûretlerden dolayı, iki kadın bir erkek makamında kaim olarak hakimin huzurunda şâhitlik yapma zarûreti beyan edilmiştir. Yoksa kadının insâni ve kerem bakımından erkekten noksan olduğundan değildir. FAHRUDDİN'İ RÂZİ (R.A.) Tefsiri Kebirinde Kadınlardan biri unutursa, öbürünün hatırlaması (Kolay olur) Cümlesinin mânasını şöyle açıklıyor:
" Kadınların yaratılışında yaşlılık ve soğukluk çok olduğundan kadınların tabiatı çok zaman unutkanlık üzerindedir. İki kadının İçtima etmesi ise, bir kadına ârız olan unutmanın meydana gelmesi akılda daha uzaktır. Binaenaleyh iki kadın bir erkek makamına kâimdir.
Bir ata sözünde : " Kadınların saçı uzun aklı kısa " denilmiştir.
Erkekle kadınların, din ve akil cihetinden bazı farkların ve kadınların erkeklere nazaran aklın ve dinen noksanlığın olduğunu beyan eden şer'i delillerden bir tanesinin meâli şöyledir ; EBU SAİD'i HUDRİ (R. A.) dan şöyle rivayet edilmiştir :
"Bir kurban veya Ramazan Bayramındâ Rasûlullah (S.A.V.) Efendimiz yanımıza namazgaha çıktı. Kadınların yanındân geçti. Ve (onlara) ; -
"Kadınlar, sadaka veriniz. Zîra bana cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz" buyurdu, - (Kadınlar) : "Ya Rasûlullah (S.A.V.) Neden?" diye sordular. -
Rasûlullah (S.A.V.) :
- "Çünkü siz (ötekine, berikine) çokça lânet eder ve kocalarınıza karşı küfranı nimet gösterirsiniz. (Ne acâibdirki kendini zabdeden akıllı ve dininde) mazbut kimsenin aklını sizin (aklınız) kadar eksik akıllı ve eksik dinli hiç bir kimsenin gelebildiğini görmedim.n buyurdu (Buhari, Müslim)
- "(Kadınlar) : Aklımızın ve dinimizin eksikliği nadir? Yâ Rasûlullah (S.A.V.) dediler.
- "(Rasûlullah (S.A.V.) ; Kadının şahâdeti, erkeğin şahadetinin yarısı değilmidir?" diye sordu.
- "(Kadınlar) : Evet" dediler.
- " İşte bu aklın eksikliğinden ve (kadın), hayız zamanında namaz ve oruç tutmaz değilmi?" buyurdular.
- "Evet" dediler.
-"İşte bu da dininin eksikliğindendir." cevabını verdi.
Burada erkek ve kadınların farklarını beyan eden hüküm bir umumî hükümdür. O umûmi hüküm, kadın ve erkek fertlerinden her ferde doğru olması lâzım gelmez, Nitekim erkeklere taş çıkarır nice kadınlarda vârdır. Hüküm ekseriyete binaendir.
Dinî noksanlığa gelince, "Amel imandan cüzdür ve iman ziyade ve noksan kabul eder" diyenler bu kelâmı nebeviyeyi zahirine hamledip tevile hacet görmezler. İbadeti eksik olanların dininide eksik sayarlar.
İmanın âmelden cüz olmadığını kabul edenler ise, imanın esası, İslâm ve dine ziyade ve noksan tertibi mümkün değildir. Binaenaleyh bu ziyade ve noksanlık sıfata râcidir, derler. Yâni îman esaslarına inanışta değil, amel bakımından farklılıklar vardır.
Şu halde buradaki farkın zâhiri yönden değil kadınların aklî yönden zayıf ve hayız ve nifasdan dolayı âmeli yönden dinen noksan olmasındandır.
BÂZI VAZİFELERİ YAPMADA EŞİTLİK
Kadın, İlim ve irfan ile mükellef olması hasebiyle âlim olur, Müftü (fetva
verici) olur, velî olur ve ârif olur. Kadın, erkek gibi iyiliği kendi cinsine ve
icabettiği zaman meşrûiyet dahilinde erkeklere emreder, kötülükten nehyeder.
Fakat bütün bu vazifeler erkeğin olmadığı veya kadından başka bilenin
bulunmadığı zarûretler karşısında caizdir.
Kadın, bulunduğu memlekette ve meşru şartlar altında hakim olabilir. Fakat sefer müddeti mesafelere ve pek çok tehlikeli yerlere gitmesi ve yabancı erkeklerle görüşmesi gibi haramlarla karşılaşacağından, Devlet Reisi olamaz. (Elmeretü b•ynelfıkhı velkanun, 39 vs izmitli ismail hakkının, El- cevabü<ssedid, 132)
Bu vazifeleri yapan veya yapacak olan kadının, eli, yüzü ve topuklarından aşağı ayağı hariç her tarafı örtünmüş olması erkeklerle karışmaması, yabancı bir erkekle bir kadının yalınız başına bir odada kalmamaları ve yukarıda bahsettiğimiz, aşağıda bahsedeceğimiz kötü netice meydana getirecek her türlü haram sebeplerden kaçınması ve gereken her muşrû çarenin bulunması şarttır.
Kadınlarda; erkekler gibi dinî vazifelerle mükellef olduğu gibi emri bilmaruf ve nehyi anilmünker (iyiyi tavsiye ve kötülükten men etme) ile mükellef, alim, velî olabilir fetva verebilecekleri pek çok hakikatlerle sabittir. Kadınlar hem cinsi olan kadınlara, çocuklarına, yakınlarına ve icap eden zarûretler karşısında müslüman erkeklere İslâm'ın beyan ettiği edep ve tesettür dahilinde bu vazifeleri yapabilir:
Kur'an-ı Kerimde meâlen şöyle buyurulmuştur. "Mümin erkekler de, mümin kadınlarda birbirinin velileri (dostları ve yardımcıları) dır. Bunlar (erkek ve kadın müminler, insanlara) iyiliği emrederler, (Onları) kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah'a (C.C.) ve Resulüne itâat ederler. İşte bunlar, Allah onları rahmetiyle yargılayacaktır. Çünkü azimdir, hakimdir." (Tevbe Suresi, 71)
Hz. Aişe (R.A.) validemiz, Râbiatüladeviye hanım ve emsali kadınlardan fakih ve alim kadınların İslâm'a pek çok hizmetleri olmuştur.
Buraya kadar saydığımız maddelerden anlaşılmıştır ki, kadınlarla erkekler arasındaki müsavilik yönlerini şöyle hülasa edebiliriz :
a) İslâm'da, insanlık şerefi ve kemali bakımından kadınlar erkekler gibidirler. Zahiren erkekte ki güzel siyret ve varlıklara sahiptirler. Binaenaleyh erkeklerin şeref ve haysiyeti ne ise, kadınlarda aynı şerefe ve kıymete sahiptirler.
b) Erkek, küçüklüğünden îtibaren talim, terbiye ve ilahi emirlere muhatap olması zamanına ve ondan sonra ölünceye kadar ne gibi ilâhi tekliflere muhatap ve mükellefse, kadın da aynı hükümlerle yükümlü ve muhataptır.
MESELA: Erkeğe, yedi yaşından itibaren îman etmesi hükmü ve mükellefiyeti aynı zamanda namaz kılmasına alıştırmak keyfiyeti kadın da aynıdır. Mükellef olduğu zamân erkeğe imanı kesbi ve namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek, anaya babaya itaat etmek, helal lokmayı yiyip, hâramdan kaçınmak gibi dini vazifeleri yapmak erkeklere nasıl farz ise, kadınlara da aynı farzdır.
Öğrenilmesi ve yapılması farz olan bütün bilgi ve amelleri öğrenmek ve yapmak istisnasız erkek olsun, kadın olsun bütün müslümanlara farzdır.
Küçük yaştan itibaren büyüyüp ölünceye kadar koruma, bakım ve hürmet etmeğe erkek. neye layık ise, kadın da aynı haklara sahiptir. Hatta bazı yerlerde kadına hürmet ve şefkat erkekten de elzemdir, Evladın anasına itaat ve hürmet etmesi babadan daha ziyade olduğu bu cümledendir. Nitekim beşinci maddede bu gerçek bir Hadis-i şerifle açıklanmıştır,
c) İslâm bütün, malî tasarrufta kadınların erkekler gibi aynı haklara sahip olduğunu beyan etmiştir. Elbette bu malikiyyet erkeklerde olduğu gibi kadında da sinni ruşde (Ergenlik ve buluğ yaşına) vardığı zamandır. Bâlığa ve mükellef olan bir kadının mülkünde ne babası, ne kocası ve ne de kadının kardeşi gibi mahremlerinden birinin salahiyet ve tasarrufu vardır. Bütün tasarruf ve yetki malın sahibi olan kadınındır. Kadın malını satar rehin verir, bağışlar, emanet bırakır ve icara verir, kefil ölür, vekil olur. Dava eder, vasiyet eder ve sair hakları na sahiptir.
Binaenaleyh bir erkek nasıl malını harcarsa, muhafaza etme, hayra sarfetme, satma ve alma gibi tasarruflarla malının sultanlığını yapar ve sahipse, kadında aynı haklara sahiptir.
Hülâsâ'i Kelam; kadınla erkek beşerî ve insani hayatta aynı seviyede müşterekî yaradılışın îcabı eşit haklara ve insanlığın terakki ve medeni hayata kavuşabilmesi için, İslam'ın beyan ettiği meşrûiyyet dahilinde el ele verib çalışmaları gerekir. Fakat gayrî İslâmi görüş ve hareketlerini örnek edinmek insanlık ve müslümanlık dışında batıl ve en kötü hareketlerdendir.
Kadın, bulunduğu memlekette ve meşru şartlar altında hakim olabilir. Fakat sefer müddeti mesafelere ve pek çok tehlikeli yerlere gitmesi ve yabancı erkeklerle görüşmesi gibi haramlarla karşılaşacağından, Devlet Reisi olamaz. (Elmeretü b•ynelfıkhı velkanun, 39 vs izmitli ismail hakkının, El- cevabü<ssedid, 132)
Bu vazifeleri yapan veya yapacak olan kadının, eli, yüzü ve topuklarından aşağı ayağı hariç her tarafı örtünmüş olması erkeklerle karışmaması, yabancı bir erkekle bir kadının yalınız başına bir odada kalmamaları ve yukarıda bahsettiğimiz, aşağıda bahsedeceğimiz kötü netice meydana getirecek her türlü haram sebeplerden kaçınması ve gereken her muşrû çarenin bulunması şarttır.
Kadınlarda; erkekler gibi dinî vazifelerle mükellef olduğu gibi emri bilmaruf ve nehyi anilmünker (iyiyi tavsiye ve kötülükten men etme) ile mükellef, alim, velî olabilir fetva verebilecekleri pek çok hakikatlerle sabittir. Kadınlar hem cinsi olan kadınlara, çocuklarına, yakınlarına ve icap eden zarûretler karşısında müslüman erkeklere İslâm'ın beyan ettiği edep ve tesettür dahilinde bu vazifeleri yapabilir:
Kur'an-ı Kerimde meâlen şöyle buyurulmuştur. "Mümin erkekler de, mümin kadınlarda birbirinin velileri (dostları ve yardımcıları) dır. Bunlar (erkek ve kadın müminler, insanlara) iyiliği emrederler, (Onları) kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah'a (C.C.) ve Resulüne itâat ederler. İşte bunlar, Allah onları rahmetiyle yargılayacaktır. Çünkü azimdir, hakimdir." (Tevbe Suresi, 71)
Hz. Aişe (R.A.) validemiz, Râbiatüladeviye hanım ve emsali kadınlardan fakih ve alim kadınların İslâm'a pek çok hizmetleri olmuştur.
Buraya kadar saydığımız maddelerden anlaşılmıştır ki, kadınlarla erkekler arasındaki müsavilik yönlerini şöyle hülasa edebiliriz :
a) İslâm'da, insanlık şerefi ve kemali bakımından kadınlar erkekler gibidirler. Zahiren erkekte ki güzel siyret ve varlıklara sahiptirler. Binaenaleyh erkeklerin şeref ve haysiyeti ne ise, kadınlarda aynı şerefe ve kıymete sahiptirler.
b) Erkek, küçüklüğünden îtibaren talim, terbiye ve ilahi emirlere muhatap olması zamanına ve ondan sonra ölünceye kadar ne gibi ilâhi tekliflere muhatap ve mükellefse, kadın da aynı hükümlerle yükümlü ve muhataptır.
MESELA: Erkeğe, yedi yaşından itibaren îman etmesi hükmü ve mükellefiyeti aynı zamanda namaz kılmasına alıştırmak keyfiyeti kadın da aynıdır. Mükellef olduğu zamân erkeğe imanı kesbi ve namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek, anaya babaya itaat etmek, helal lokmayı yiyip, hâramdan kaçınmak gibi dini vazifeleri yapmak erkeklere nasıl farz ise, kadınlara da aynı farzdır.
Öğrenilmesi ve yapılması farz olan bütün bilgi ve amelleri öğrenmek ve yapmak istisnasız erkek olsun, kadın olsun bütün müslümanlara farzdır.
Küçük yaştan itibaren büyüyüp ölünceye kadar koruma, bakım ve hürmet etmeğe erkek. neye layık ise, kadın da aynı haklara sahiptir. Hatta bazı yerlerde kadına hürmet ve şefkat erkekten de elzemdir, Evladın anasına itaat ve hürmet etmesi babadan daha ziyade olduğu bu cümledendir. Nitekim beşinci maddede bu gerçek bir Hadis-i şerifle açıklanmıştır,
c) İslâm bütün, malî tasarrufta kadınların erkekler gibi aynı haklara sahip olduğunu beyan etmiştir. Elbette bu malikiyyet erkeklerde olduğu gibi kadında da sinni ruşde (Ergenlik ve buluğ yaşına) vardığı zamandır. Bâlığa ve mükellef olan bir kadının mülkünde ne babası, ne kocası ve ne de kadının kardeşi gibi mahremlerinden birinin salahiyet ve tasarrufu vardır. Bütün tasarruf ve yetki malın sahibi olan kadınındır. Kadın malını satar rehin verir, bağışlar, emanet bırakır ve icara verir, kefil ölür, vekil olur. Dava eder, vasiyet eder ve sair hakları na sahiptir.
Binaenaleyh bir erkek nasıl malını harcarsa, muhafaza etme, hayra sarfetme, satma ve alma gibi tasarruflarla malının sultanlığını yapar ve sahipse, kadında aynı haklara sahiptir.
Hülâsâ'i Kelam; kadınla erkek beşerî ve insani hayatta aynı seviyede müşterekî yaradılışın îcabı eşit haklara ve insanlığın terakki ve medeni hayata kavuşabilmesi için, İslam'ın beyan ettiği meşrûiyyet dahilinde el ele verib çalışmaları gerekir. Fakat gayrî İslâmi görüş ve hareketlerini örnek edinmek insanlık ve müslümanlık dışında batıl ve en kötü hareketlerdendir.
HİMAYE ve HAKLARINA SAHİP OLMADA EŞİTLİK
İslâm, Erkekler de olduğu gibi kadınlarda henüz baliğ olmamış ve küçük iken
yetim kaldıklarında veya o halde iken yetim olmadıkları zamanda da hem kendileri
ve hem malları ve mülkleri kendilerine bakmakla mükellef olan velîleri üzerine
farzdır. Hatta onların her türlü terbiye yardım ve koruma imkanlarıyla kız
çocuklarını himayelerinde muhafaza etmeleri farzdır.
Fakat Kız çocuklar, ergenlik çağına 15-18 yaşına) vardılarmı, erkeklerdeki bulunan bütün mâlî, ticarî, vekalet, kefalet, havale, sulh, ortaklık, hibe ve malını vakfetme yetkisi gibi yetkilere sahiptir. Bütün mallarının tasarrufu kendisinin idaresindedir. Yani Fıkıhda beyan edilen, şahsî, malî ve iktisadî haklarına sahiptir. Zira hür ve mükellef olan her kadın böyledir.
Kadınların, erkekler gibi malî, iktisadî ve mülkî hürriyete ve hakka sahip olduğu Kur'an-ı Kerimin pek çok ayetlerinde mezkürdür. Cenab-ı Hak bir ayeti celilesinde şöyle buyuruyor :
"Erkeklerin kendi kazandıklarından bir payı olduğu gibi, kadınlarında yine kendi kazandıklarından bir hissesi vardır." (Nisa Suresi, 33)
Bütün insanlar, yaradılış ve zahiri görünüş itibariyle güzel sûrette ve müşterek vasıflara sahip olarak yaratılmışlardır. Fakat Ahsenitakvirri üzere yaratılan insan, ancak yaradana inanıp ve emirlerine boyun eğmekle faziletli ve üstün varlıkdır
Kaynak: Mustafa Uysal
Fakat Kız çocuklar, ergenlik çağına 15-18 yaşına) vardılarmı, erkeklerdeki bulunan bütün mâlî, ticarî, vekalet, kefalet, havale, sulh, ortaklık, hibe ve malını vakfetme yetkisi gibi yetkilere sahiptir. Bütün mallarının tasarrufu kendisinin idaresindedir. Yani Fıkıhda beyan edilen, şahsî, malî ve iktisadî haklarına sahiptir. Zira hür ve mükellef olan her kadın böyledir.
Kadınların, erkekler gibi malî, iktisadî ve mülkî hürriyete ve hakka sahip olduğu Kur'an-ı Kerimin pek çok ayetlerinde mezkürdür. Cenab-ı Hak bir ayeti celilesinde şöyle buyuruyor :
"Erkeklerin kendi kazandıklarından bir payı olduğu gibi, kadınlarında yine kendi kazandıklarından bir hissesi vardır." (Nisa Suresi, 33)
Bütün insanlar, yaradılış ve zahiri görünüş itibariyle güzel sûrette ve müşterek vasıflara sahip olarak yaratılmışlardır. Fakat Ahsenitakvirri üzere yaratılan insan, ancak yaradana inanıp ve emirlerine boyun eğmekle faziletli ve üstün varlıkdır
Kaynak: Mustafa Uysal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)