Çıkık alnını sınırlandıran belirgin kaş çıkıntısı, sert bitkisel besinleri çiğnemeye elverişli büyük çene kasları, bu kasları taşıyabilecek kuvvette ve irilikte, dikey bir yüz. Bu tarif şüphesiz bir kurda ya da zebraya ait değil, ama insanı da tam anlamıyla yansıtmıyor. Belki biraz andırıyor diyelim… Zira hani bir anlamda agresif diyebileceğimiz bu eşgal Homo sapiens’e değilse de Homo cinsinin öteki üyelerine, mesela Homo erectus ve Neandertallara ait.
Evrim sürecinde ilk insansılardan modern insana uzanan çatallı, dallı yol pek çok anatomik değişikliğe tanık oldu. Bunların büyük çoğunluğu da çevresel baskıların etkisiyle ortaya çıkan adaptasyonlardı. İklim değiştikçe ve bitki örtüsü farklı şekillere büründükçe solunum fizyolojisi, enerji ihtiyacı, kafatası hacmi, beslenme alışkanlıkları, yürüme biçimi, deri rengi, tüylenme miktarı, herşey ama herşey zincirleme bir cevap gösterir oldu.
Özellikle son iki milyon yılda besinleri parçalamaya yarayan aletlerin Homo atalarımızın gündelik hayatına girmesi ise en görünür etkisini muhtemelen çene ve dişler üzerinde, yani suratımızda gösterdi. Dolayısıyla ifademiz de değişti. O sert bakışlı Neandertal gitti, yerine kırılgan, bebek yüzlü Homo sapiens geçiverdi. Peki hepsi bu kadar mı? Türümüzün aldığı son tiplemeyi bütünüyle mekanik etkenlere bağlı olarak açıklamak yeterli mi? Bu hafta iki farklı dergide yayımlanan, birbirinden bağımsız iki çalışma, yukarıda tarif edilen evrimsel olay örgüsüne yeni bir etken katıyor. Bu etkenin adı ‘sosyal etkileşim’.
Nature Ecology & Evolution dergisinin 15 Nisan’da yayımladığı ilk çalışma yüz hatlarının evrimi ile sosyal etkileşim arasındaki bağı Afrika insansılarının yüz hatlarında görülen değişimlerin karşılaştırması üzerinden kuruyor. Sonuçta yüz, insanlarda, iletişim ve duygu aktarımının en önemli araçlarından biri.
Homo sapiens öncesi Homo’larda ve mesela büyük Afrika kuyruksuz maymunlarında da görülen, genellikle baskınlık ve agresyonun aktarılmasına yarayacak biçimde şekillenmiş yüz yapısı, evrimsel süreçte etkisini kaybetmiş, yerini işbirliği ve barış sinyalleri veren, sözsüz iletişimle daha fazla duygu anlatmaya elverişli yüz hatlarına bırakmış olabilir.
Araştırmacılar, tıpkı evcilleşme sürecinde yüzün burun bölgesinde ve dişlerde kısalma/küçülme yaşayan domuz, köpek ya da koyun gibi insan yüzünün de son 100.000 yılda giderek küçüldüğünü, bu değişimin özellikle tarım devrimiyle, yani avcı-toplayıcı yaşam tarzından tarım toplumuna geçişle birlikte bariz hale geldiğini belirtiyorlar.
Kısacası yüzümüz, kim olduğumuz, nasıl biri olduğumuz ve ne hissettiğimiz hakkında mümkün olduğunca fazla bilgi verebilecek bir esneklik kazanmış durumda. Üstelik bu esneklik agresyon doğrultusunda değil, barışçıllık yönünde yaşanmış gibi gözüküyor.
Sosyal etkileşimi yüzün evrimini yönlendiren bir etken olarak gösteren ikinci çalışma ise ilkine göre daha deneysel bir zemine oturuyor. Harvard Üniversitesi psikoloji bölümünün yürüttüğü bu ‘eğlenceli’ çalışma, sosyal etkileşim-yüz hatları ilişkisine yüz okuma becerisi üzerinden ayna tutuyor.
İşin ilginci de bunu, artık öğrenilmiş şablonların devreye girdiği erişkinlik dönemine değil, çok daha erken yaşlara dayandırıyor olması. Ne kadar erken? 10 mu? Hayır. 7? Değil. Tam 3! Deneyler, bu yaştan itibaren (en azından tespit edilebildiği ölçüde) yüz özelliklerinin karakter değerlendirilmesinde kulanıldığını gösteriyor. Nasıl mı?
Üç sihirli kelime: güven, itaat, beceri
Güvenilirlik, baskınlık, beceri; ya da bunların karşısında duran
güvenilmezlik, itaatkarlık ve beceriksizlik. Elbette bütün yargılarımızın
dayandığı temel, insanların çene şekli, kaş kalınlığı ya da gözlerinin
büyüklüğü değil, fakat psikolojide bu ikisi arasındaki ilişkiye belli bir
alan tanınıyor. Saydığımız özellikler ise çekicilik süzgecinden geçerek
ucu pozitif sinyal/negatif sinyal ikilemine dayanan bir değerlendirmenin
ana başlıkları diyelim…
Nitekim Harvard çalışmasında da kullanılan özellikler bunlar olmuş. Araştırma kapsamında çeşitli deneylere tabi tutulan, yaşları 3 ile 13 arasında değişen 350 çocuk, aslında hangi yüz hatlarını hangi kişilik özellikleriyle bağdaştıracakları konusunda değil, bağdaştırıp bağdaştırmayacakları, ya da bunu yapacaklarsa hangi yaştan itibaren söz konusu eğilimi sergileyecekleri, en önemlisi de bu eşleştirme eğiliminin davranışlarında etkisinin olup olmayacağı, yani yargıların gerçek hayatta karşılığının bulunup bulunmadığı bakımından incelenmiş.
Diğer bir deyişle, yüz-kişilik yargısı-davranış eşleştirmesi bakımından yetişkinlerden ne kadar farklı oldukları anlaşılmaya çalışılmış, hatta bunun için deneyler sadece çocuklarda değil, yaşları 19-60 arasında değişen 50 yetişkinde de tekrarlanmış. Sonuç: Fark yok!
Hatları bilgisayar programı tarafından yukarıda sayılan özellikleri taşıyacak şekilde tasarlanan yüz resimleri çocuklara ikili gruplar halinde gösterilip iyi-kötü ayrımı yapmaları istendiğinde ‘beklenen’ stereotipten sapma olmamış: Güvenilir-itaatkar-becerikli yüzlerin sahipleri iyi, güvenilmez-baskın-beceriksiz yüzlerinki kötü. Yukarıda da bahsedildiği gibi, işin ilginç tarafı bu iyi-kötü ayrımının 3 yaşındaki çocuklara kadar iniyor olması.
Aynı şekilde, hangi yüzün, örneğin baskınlığın işareti olarak “Hep hangi oyunun oynanacağına karar veren kişi olduğu”, ya da becerinin göstergesi olarak “Hep gerçek gibi resimler çizdiği” sorulduğunda da eşleştirme biçimi, beklenen şablonda devam etmiş. Ancak iş, bu kişilere yöneltilecek davranışın yargılardan ne kadar etkilendiğine gelince yaşın biraz daha artması gerekmiş. Ama çok değil…3’ten 5’e çıkması yeterli gelmiş. Zira çocuklara, bir hediye verme şansları olsa kime verecekleri sorulduğunda, 5 yaşındakilerden hediyeyi kapan yine “güvenilir” ya da “itaatkar” yüzlerken, 3 yaşındakilerin hediyesi biraz daha rasgele bir dağılım göstermiş.
Yaş arttıkça bu eşleşme ve yargıların sabit ve tutarlı bir hale gelmesi çeşitli mekanizmalarla gerçekleşiyor olabilir. Örneğin hep aynı yüzlere hep aynı tepkilerin verilmesiyle pekişen yargılar; görsel medyanın pompaladığı tiplemelerden beslenen aşırı genellemeler; ve hatta daha bebekken “iyi” atfedilen bu yüzlerin sahiplerinin aynı zamanda “mutlulukla” ilişkilendirilmesi…
Sonuçta bunların hepsi mümkün, hepsi ayrı bir çalışmanın konusu ve hepsi de ilk çıkış noktamız olan evrimden uzaklaşıp bütünüyle kültür ve sosyalliğin hakim olduğu bir alana ait. O yüzden biz tekrar yazının başındaki evrim çalışmasına dönelim ve sözü, o çalışmanın yazarlarından William H. Kimbel’e bırakalım: “Hepimiz geçmişimizin ürünüyüz.
Bizi insan yapan mekanizmaların anlaşılması anatomimize dönüp bakmayı ve moderniteye uzanan tarihsel yolda farklı vücut parçalarımızın bize neler anlattığını duymaya çalışmayı gerektiriyor.” Yeni yeni cümle kurabilecek yaştaki çocukların iyi-kötü ayrımı sizce de Kimbel’in sözlerini doğrulamıyor mu?
Kaynak
1) “Changes in the shape of human faces over time reveals the evolution
of how we eat, breathe and communicate”, Arizona State University News, 15
Nisan 2019.
2) “Need for social skills helped shape modern human face”, York
University News, 15 Nisan 2019.
3) Tessa E. S. Charlesworth ve ark., “Children Use Targets’ Facial
Appearance to Guide and Predict Social Behavior”, Developmental Psychology, 18 Nisan 2019.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder