Kutsal Diyarları sevip merak eden biri Suriye hakkında da bir şeyler
duymak ister. Burası Hz. İbrahim’in Kenan diyarına gelmeden önce yaşadığı
yerdir. Bu yüzden İsrail oğullarına Tanrı’ya bir sepet meyve sundukları
zaman “Babam bir Suriyeli idi” demeleri öğretilmiştir.
Burası şu anda
çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bir bölgedir ancak bazı kısımlarda cahil
ve İncil’den bîhaber Hıristiyanlara da rastlamak mümkündür.
Suriye, Lübnan dağları denen yüksek dağları ile meşhur güzel bir bölgedir.
Kutsal Diyarları gezen aynı rahip Lübnan’a gittiğinde bu dik yamaçlara at
sırtında tırmanırken kendini bir evin damından kayar gibi hissediyormuş.
Suriye atları sağlam ve dayanıklı hayvanlar. Taylar bir aylık olana kadar
sürekli anneleriyle beraber oluyorlar. Örneğin binici tayın annesine binerse
tay annesini izliyor ve böylece tay annesiyle birlikte her türlü zorluğa
alışıyor. Dolayısı ile bu bölgedeki atlar korkak veya çekingen hayvanlar
değiller.
Gezgin rahibi Lübnanlı kadınların giyimi şaşırtmıştı, çünkü bu kadınların
başlarında çarşaflarından dışarı uzanan gümüş boynuzları vardır. Lübnan
dağlarının karlı yamaçlarında çok güzel çiçekler yetişir. Gezgin rahip dağda
yerden aldığı buzu yedikten sonra atına verdiğinde hayvan bu serin yemeğe
bayılmıştı. Lübnan dağlarının karından İncil’de çok ferahlatıcı diye
bahsedilir.
Gezgin rahip İncil’de sıkça bahsedilen Sedir ağaçlarını görmek istemişti.
Gerçekten de Hz. Süleyman’ın tapınağı bu ağaçlarla inşa edilmişti. Bu
ağaçlara ulaşmak etrafları çok sarp ve kayalık olduğundan pek kolay değildi,
ama rahip çok çaba sarf ederek bu bölgeye vardı ve bu muhteşem ağaçların
gölgelerinde dinlendi. Burada on iki çok yaşlı ağaç vardı ve dalları güneşi ve
sıcağı geçirmeyecek şekilde gölge yapıyordu. Bu ağaçlar Tanrı’nın
hizmetinde yaşlanan kutsal insanlara benziyorlardı. Tanrı hizmetkârlarına söz
verdi ve dedi ki—“Doğru olan palmiye ağaçları gibi çiçek açacak ve
Lübnan’daki sedirler gibi büyüyeek”—Psalm xc. 11,12.
Şam Suriye’nin başşehridir ve belki de dünyadaki en eski yerleşim
birimidir. Hz. İbrahim zamanında bile Şam vardı ve hizmetkârı Eliezer
buradan gelmişti.
Ama Şam’ı meşhur eden bir başka hikâye daha vardır. Bir gün bir adam bu
şehre giderken gökyüzünde güneşten daha parlak bir ışık görür ve yüksek bir
sesin onun ismini çağırdığını duyar. Ancak gözleri kuvvetli ışıktan kör olan
adamcağız bu güzel şehrin güzelliklerini göremez. Bu adam büyük aziz
Paulus’muş…
Kim bu kutsal havariyi Şam’ın çevresindeki meyve ağaçlarının arasında hayal etmez ki?
Şam’ın güzelliklerinden bir tanesi de meşhur gülleridir. Ve burada pek çok
gül bahçesi bulunur. Bir yabancı zengin bir Şamlıyı ziyaret etmek için hiçbir
pencerenin bakmadığı dar ve boş sokaklardan ilerlerse bir avluya açılan alçak
bir kapıdan avlusunda çiçek saksıları ve havuzun bulunduğu bir eve girer.
Zengin bir evin odaları mermerle kaplıdır ve yerde kırmızı yastıklar bulunur.
Hizmetkârlar yolcuyu rahatlatmak için onu hamama alır, sabun ve köpükle
kaplarlar ve sıcak suyla iyice yıkarlar.
Hamam sonrası limon veya üzüm suyu ile yapılan ve ferahlatıcı bir içecek
olan şerbet ikram edilir. Şam’da ev sahipleri misafirlerin ellerini sıkmazlar ve
bir saygı göstergesi olarak öperler. Hizmetkârlar da misafirlerin ellerini
öperek selamlarlar.
Suriye’de akşam yemekleri birbiri ardına getirilen yemeklerle çok uzun
sürer. Müslüman kadınlar her zaman saklandıklarından yemekler erkekler
arası yenir. Suriyeli gençlerin yaşlılar yemek yerken ayakta beklemeleri
adettendir. Bu gençler misafirlerle sohbet edebilirler, ancak yemek yemezler.
Ayaktaki gençlerin görevi hizmetkârların yemek ve şarap servislerini
yönetmektir.
Şam bir zamanlar sadece kılıçları ile meşhurdu fakat şimdi gümüş kakma
eşyalar, ahşap kutular, sarı ve kırmızı terlikler de burada üretilip
satılmaktadır. Şam işi bir şeyler almak istiyorsanız şehrin merkezinde esnafın
oturarak mallarını sergilediği çarşıya gitmeniz gerekir.
Suriye’de kızların okuma yazma öğrenmesi adetten değildir fakat birkaç yıl
önce Esat adlı bir Suriyeli, kızların da okuyabileceği bir okul açmıştır. Bu
bölgede erkek çocukları okula getirmek kolay olmasına rağmen anneler
kızların okula gitmelerini istemezler. Annelere sorulduğunda onların gülerek
“Kızların okula gittiğini kim duymuş? Kızların okuma yazmayı öğrenmesi
gerekmez,” dediklerini duyarsınız. Kızlar için okula ilk giden kız çocuğunun
ismi “melek” anlamına gelen Angul’du. Bu kız cahil bir Hıristiyan aileden
gelmekteydi. Angul dut bahçesi ve ipek böcekleri olan babası için ipek
eğirmeyi öğrenmişti. O kadar iyi ipek eğiriyordu ki annesi onu okula
göndermek istemiyordu. Kız ailesini onu okula gönderirlerse daha iyi ipek
eğireceği konusunda ikna ederek kaydını yaptırmıştı. Okula gittiği için çok
mutlu olan bu kız saat altıda güneş doğmaya başladığında okul için
hazırlanırdı. Suriyeli kızlar tüm gün evlerin içinde ipek eğirdiklerinden güneş yüzü görmezler. Angul’un da teni diğer kızlar gibi açık renkliydi, genelde
üstüne kırmızı bir elbise giyiyor, başına kırmızı bir başlık, onun üzerine de
sarı bir tülbendi türban gibi sarıyordu.
Angul okulda çok dikkatli bir çocuktu ve derslerini çok iyi takip ederdi.
Öğlenleri yakan güneş tepedeyken evine dönen Angul, öğleden sonra tekrar
okula dönerek saat beşe kadar ders görüyordu. Akşamları ise küçük kız
annesinin yanında bahçede meyve ağaçlarının altında ipek eğiriyordu. Angul
daha şimdiden Cennet bahçeleri hakkında ve ileride kocası olacak adam için
söyleyeceği şarkıları öğrenmişti. Filizlenen asmaları seyrederken “Ben gerçek
asmayım” diyen, zeytin ağacının altında otururken “Tanrı’nın bahçesinde bir
zeytin ağacı gibiyim” diyerek düşünen Angul Tanrı kelimesini düşünmekten
ve duymaktan zevk alan bir melek gibi büyüyordu.
FAVELL LEE MORTİMER
Çeviren: Dr. Mert AKCANBAŞ
DESTEK YAYINEVİ: 170 TARİHİ-ANLATI: 4
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder