Müslümanlarin Mekke müsriklerinin zulmünden kurtularak Islâm'in öngördügü biçimde özgürce yasayabilmek amaciyla Habesistan'a yaptiklari göç. Müslümanlar, ilki Hz. Muhammed'in peygamberlikle görevlendirilisinin besinci yilinda (614), ikincisi de altinca yilin (615) baslarinda olmak üzere iki defa hicret ettiler. Bu hicretler birinci Habesistan hicreti ve ikinci Habesistan hicreti olarak adlandirilir.
Kur'an'da hicret, cihaddan sonra en önemli eylem olarak degerlendirilir. Bunun nedeni açiktir. Bir mümin için en önemli sey imani ve imaninin gereklerini yerine getirerek Allah'in rizasini kazanmaktir. Gerçek bir mümin kendi ülkesinde, yasadigi çevrede bu amacina ulasamiyorsa, yurdunun, isinin-gücünün, malinin mülkünün, akraba ve dostlarinin hiçbir anlam ve önemi kalmaz.
Bunlarla imani arasinda seçim yapmak zorunda kalan insan, imani seçiyorsa, ancak o zaman gerçek bir mümindir. Bu nedenle Mekke'de, müminler müsriklerin baski ve iskenceleri yüzünden böyle bir seçim yapma noktasina dogru gelince, Kur'an onlari, hicretin anlam ve önemini bildiren ayetlerle muhtemel bir hicrete hazirlamaya basladi. Bu konudaki bir ayette, "De ki: Ey iman eden kullarim, Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatinda güzel davrananlara güzellik var. Allah'in arzi genistir. Ancak, sabredenlere mükafatlari hesapsiz ödenecektir" (ez-Zümer, 39/1I) buyrularak bir hicretin gerekebilecegi ima edilir. "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah ugrunda hicret edenleri dünyada güzelce yerlestirecegiz; ahiret mükafati ise daha büyüktür" (en-Nahl,16/41), ayeti ise müminleri hicrete açikça tesvik eder.
Kur'an, bir yandan müminleri hicrete hazirlarken, diger yandan da hristiyanlik ve Hz. Isa hakkinda gerekli bilgilerle donatiyordu. Habesistan hicretinin hemen öncesinde gelen Meryem suresi, müminleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrica, müminlere hristiyanlarla nasil mücadele etmeleri gerektigi ögretildi: "Içlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de, size indirilene de inandik. Ilâhimiz ve ilâhiniz birdir, biz de O'na teslim olanlariz" (el-Ankebût, 29/46). Bu hazirlama ve bilgilendirmeden sonra, müminlerin hicreti bilfiil gerçeklestirmeleri yönünde açik isaretler tasiyan su ayetler geldi: " Ey inanan kullarim, benim arzim genistir, bana kulluk edin.
Her can ölümü tadacaktir. Sonra bize döndürüleceksiniz. Inanip iyi isler yapanlari cennette, altlarindan irmaklar akan yüksek odalara yerlestiririz; orada ebedî olarak kalirlar. Çalisanlarin ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabredenler ve Rabblerine tevekkül ederler. Nice canli var ki rizkini tasiyamaz; onlari da, sizi de Allah besler. O isitendir, bilendir" (el-Ankebût, 29/56-6I). Ankebût suresi, çogu müfessire göre Habesistan hicretinden çok sonra, Medine'ye hicretten hemen önce inmistir. Ancak merhum Mevdûdî, yaptigi tahkikle surenin Habesistan hicretinden önce indigi sonucuna varir. Ona göre önceki müfessirleri surenin hicretle ilgili ayetleri yaniltmis, yanlis degerlendirmelerine neden olmustur. Daha önce merhum Derveze de ayni sonuca ulasmis olmali ki, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayati" adiyla çevrilen eserinde andigimiz ayetlerin Habesistan hicretinin gerçeklestirilmesine isaret eden bir anlam tasidiklarini belirtir (II, 233).
Andigimiz son ayetler indigi sirada artik hicret zamani gelmisti. Çünkü müsriklerin zulümleri, baski ve iskenceleri dayanilmaz bir hadde ulasmisti. Hz. Peygamber, müminlerin Habesistan'a hicret etmelerini buyurdu. Rivayetler, hicret yurdu olarak Habesistan'in seçilmesinin nedenini, Necâsî'nin zulme riza göstermeyen, adil bir insan olmasina baglar. Buna ilâve olarak siki ticaret iliskileri nedeniyle taninmasinin, halkinin ilâhî kaynakli bir inanca (Hristiyanlik) sahip olmasinin ve son olarak Islâm'in orada yayilma imkâninin bulunmasinin da seçimi etkiledigi söylenebilir.
Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mümin Mekke'den ayrilarak Habesistan'a göçtü. Nübüvvetin besinci yilinin (614) Receb ayinda gerçeklesen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivayete göre onbiri erkek, dördü kadin olmak üzere toplam onbes kisi katildi. Bunlar arasinda Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gibi önde gelen sahabîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habesistan'da son derece iyi karsilandilar. Kendi ifadeleriyle, dinlerini yasama konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a istedikleri gibi ibadet ediyorlar ve kimse tarafindan rahatsiz edilmiyorlardi. Ne eziyet görüyor, ne de kötü laflar isitiyorlardi. Fakat iki ay sonra, müsriklerin müslüman olduklari yolunda yanlis bir haber nedeniyle Habesistan'dan ayrilarak Mekke'ye döndüler. Mekke yakinlarina gelince gerçegi ögrendilerse de is isten geçmisti. Çaresiz, herbiri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.
Habesistan'dan dönen müminlerin büyük çogunlugu kendi aileleri tarafindan yeniden baski altina alindi. Müsriklerin zulümleri de her geçen gün biraz daha siddetlendi. Öte yandan ilk hicret, Habesistan'in müminler için güvenli bir yer oldugunu göstermisti. Bu nedenle Hz. Peygamber müminlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altinci yili (615) baslarinda, Ca'fer b. Ebî Tâlib'in önderliginde gerçeklestirilen bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u kadin olmak üzere toplam 1I1 ya da 1I3 müslüman katildi. Ilk muhâcirlerin hemen tümü, ikinci hicrette de yeraldi. Ikinci hicret, Mekke'de tam bir matem havasi estirdi. Çünkü Mekke'de en az bir ferdi hicrete katilmayan aile yok gibiydi. Bir ailenin oglu gitmisse digerinin damadi; birinin kardesi gitmisse, digerinin babasi ya da amcasi gitmisti.
Ikinci Habesistan hicreti müsrik liderleri büyük bir telasa düsürdü. Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar, son derece müsâit bir ülke olan Habesistan'in Islamlasmasina neden olabilir, ya da en azindan Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandirabilirlerdi. Böyle muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureys'in iki ünlü diplomati Amr b. El-Âs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yi Habesistan Necâsî'sine elçi olarak göndermeyi kararlastirdilar. Planlarina göre elçiler önce Necâsi'nin yakin çevresindekileri hediyeleriyle yanlarina çekecekler, daha sonra onlarin da yardimlariyla. Necâsî'nin müslümanlari Mekke'ye iade etmesini saglayacaklardi. Fakat sonuç hiç de umduklari gibi olmadi. Gerçi elçiler yakin çevresinin destegini sagladilar ama, gerçekten adil bir insan olan Necâsi'yi bütün diplomatik oyunlarina ragmen zulümlerine ortak edemediler.
Elçiler Necâsî ile görüserek muhacir müslümanlarin birtakim beyinsiz gençler olduklarini, kendi dinlerini terkettiklerini fakat hristiyan da olmayarak yeni bir din icad ettiklerini, onlari gözetmek amaciyla akrabalarinin iade edilmelerini istediklerini söylediler. Necâsî, kendileriyle görüsmeden bir karar veremeyecegini belirterek müslümanlari yanina çagirtti; elçilerin taleplerini aktararak ne diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir talebe haklari olmadigini göstermek amaciyla elçilerden; kendilerinin köleleri, borçlulari ya da kisas etmek istedikleri katiller olup olmadiklarinin sorulmasini istedi. Amr'in sorulara olumsuz cevap vermesi üzerine, ne hakla iade talebinde bulunuldugunu ögrenmek istedi. Amr'in daha önceki sözlerini tekrarlamasi ve Necâsî'nin Islâm hakkinda bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konusmasini yapti.
Ca'fer b. Ebî Tâlib, Islâm öncesi durumlari ile Hz. Peygamber ve Islâm hakkinda kisaca bilgi verdigi bu konusmasinda sunlari söyledi: "Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapardik. Ölü eti yerdik. Her kötülügü islerdik. Akrabamizla ilgilenmez, ilgimizi keserdik. Komsularimiza iyi davranmaz, kötülük yapardik. Içimizden güçlü olanlar zayif olanlari yer, ezerdi. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, dogru sözlülügünü, eminligini, iffet ve nezâhetini bildigimiz bir peygamber gönderinceye kadar biz hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber, bizim ve babalarimizin Allah'tan baska tapina geldigimiz tastan vesâireden yapilmis putlari birakarak Allah'in birligine inanmaya ve yalniz O'na ibadet etmeye bizi davet etti. Dogru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, komsularimizla iyi geçinmeyi, haramlardan, kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü çirkin, yüz kizartici söz ve islerden, yalan söylemekten, yetim mali yemekten, iffetli kadinlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve nehyetti. Kendisine hiçbir seyi es, ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazi, zekâti, orucu de emretti. Biz ona inandik ve kendisini tasdik edip dogruladik. Onun Allah tarafindan getirdiklerine göre kendisine tabi olduk. Hiçbir seyi es, ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kildigi seyi haram, helâl kildigi seyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimize yürüyüp bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptirmak, dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe isleyegeldigimiz kötülükleri tekrar isletmek için türlü iskencelere ugrattilar. Onlar bize galebe çalip zulüm ve tazyikleri altinda ezmeye basladiklari, dinimizle aramiza girdikleri zaman, senin ülkene çikmak, siginmak zorunda kaldik. Seni baskalarina tercih ettik. Senin himayene can attik. Ey Hükümdar, bir, senin yaninda hiçbir zulme ve haksizliga ugramayacagimizi umuyoruz" (M. Asim Köksal, Islâm Tarih,i, Mekke Dönemi, IV. 191-192; bk. Ibn Hisâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225).
Konusmayi dikkatle dinleyen Necâsî, yanlarinda Kur'an'dan bir bölüm bulunup bulunmadigim sordu. Bunun üzerine Ca'fer, hicretlerinden hemen önce nazil olan Meryem Suresinin ilk otuzbes ayetini okudu. Rivayetlere göre, ayetleri gözyaslari içinde dinleyen Necâsî, bunlarin Hz. Musa ve Isa'nin getirdikleriyle ayni kaynaktan geldigini tasdik ederek, elçilere müminleri teslim etmeyecegini bildirdi. Amr'in, müslümanlarin Hz. Isa hakkinda çok kötü sözler kullandiklarini söyleyerek Necâsî'nin kararini degistirme çabasi da Ca'fer'in, "O, Allah'in kulu, resulu, ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek Allah'a baglanmis bir bakire olan Meryem'e ilka ettigi kelimesidir" seklindeki cevabiyla yalnizca Necâsî'nin bu konudaki gerçegi kavramasina yaradi.
Habesistan muhacirleri uzun yillar hayatlarini burada huzur ve güven içinde sürdürdüler. Bu süre içinde basta Necâsî olmak üzere birçok kisinin müslüman olmasina vesile oldular. Bunlarin bir bölümü, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Basta Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten sonra, Hayber'in fethi (H. 7/628) sirasinda Medine'ye gelerek müslümanlara katildi.
Resûlullah (a.s.), İslâm’a açık davete başladıktan bir müddet sonra, sözlü eleştiri, fiilî saldırı ve zulümle karşılaşan ve zamanla Mekke’de himayesiz kalan Müslümanlara Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etti. İbnü’l-Verdî’ye göre, Habeşistan’a hicret eden hür Müslümanların hepsi, kabilelerinin sağladığı himayeyi kaybetmiş, başka bir deyişle Mekke’de korumasız kalmış kimselerdi.[268] Resûlullah’ın (a.s.): “Şayet isterseniz, Habeşistan’a sığının. Zira orada, ülkesinde kimseye zulmedilmeyen bir hükümdar iş başındadır. Orası bir doğruluk ve hakikat ülkesidir. Allah, işlerde bir kolaylık verinceye kadar orada kalın”[269] şeklindeki sözlerinden, Müslümanlara Habeşistan’a daimi değil geçici bir süre kalmak üzere hicreti tavsiye ettiği sonucu çıkarılabilir.
Hicret için Habeşistan’ın seçilmesinde; Necâşî Ashame’nin [İbn İshâk’a göre Ashame: “atiyye” -vergi, ihsan anlamına gelir[270]], ilâhî bir dine bağlılığı,adil bir hükümdar olması, ulaşım kolaylığı ve muhâcirlerin mali sıkıntılarını daha rahat bir şekilde giderebilme imkanına sahip olmaları, etkili olmuştur. İbn İshâk’a göre, Resûlullah’ın (a.s.) tavsiyesi üzerine ilk olarak on erkek ve dört kadından oluşan bir grup Habeşistan’a hicret etti. İbn Sa’d, İbn İshâk’ın listesine Abdullah b. Mesûd’un ismini ilave ederek ilk muhâcirlerin 11 erkek, 4 kadın olduğunu kaydeder. [271] Muhâcirlerin, 12 erkek 3, 4 veya – Zeynüddin Abdürrahîm b. Hüseyin el-Irâkî’ye (725-806/1325-1404) göre- 5 kadın olduğu da rivâyet edilmiştir.[272]Zührî’ye göre ilk kafile başkansızdı,[273] İbn Hişâm’a göre ise Osman b. Maz’ûn (r.a.) başkanlık yapıyordu.[274]
İlk kafile, müşriklerin arasından gizlice çıktı ve kimi binekle kimi yaya olarak Şuaybe limanına geldi. O sıralarda limanda bulunan iki ticaret gemisi, Müslümanları yarım dinar karşılığında Habeşistan’a taşıdı. Kureyş müşrikleri, muhacirlerin peşine düşmüş; ancak limana geldiklerinde onlar gemilere binip ayrılmışlardı.Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar, Massaua’ya ilk ayak bastıkları yerde Kudüs’e doğru namaz kılmışlardır. Massaua’da, Müslümanların Kudüs’e doğru namaz kıldıkları yerde, o hatırayı canlı tutan bir namazgâh bulunmaktadır.Mekkeli müşrikler, Habeşistan’a sığınan muhâcirlerin iadesi için hemen girişim başlattı ve bunun için iki kişiden müteşekkil bir heyeti Habeşistan’a gönderdi.
Ca’fer b. Ebî Tâlib’ten nakledilen rivâyette hâdise şöyle anlatılır: “Kureyşliler, Amr b. Âs ve Umâre b. Velîd’i, Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye’nin verdiği hediyelerle Necâşî’ye gönderdiler. Bunlar, Necâşî’nin yanına gelip huzura kabul edilince şöyle dediler: Bizden bazı ayak takımı ve ehliyetsiz kimseler, size gelmişler. Onları bize teslim et.
Necâşî: Hayır, onları dinlemedikçe size teslim etmem.
Necâşî, bizi (muhacirleri) huzuruna çağırttı ve sordu: Bunlar ne diyorlar?
Ca’fer: Bunlar, putlara tapan bir kavimdir. Allah, bize bir peygamber gönderdi.Biz de ona iman ettik ve onu tasdik ettik.”
[Başka bir rivâyete göre ise Ca’fer b. Ebî Tâlib, şöyle cevap vermiştir:
“Ey Hükümdar! Biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapar, ölü eti yer, her kötülüğü işler, akrabamızla ilgilenmez, ilişkimizi keserdik! Komşularımıza, iyi davranmaz, kötülük yapardık! Güçlü olanlar, zayıf olanları ezerdi!Yüce Allah, bize kendimizden, soyunu, doğru sözlülüğünü, eminliğini, iffetini bildiğimiz bir Peygamber gönderinceye kadar bu durumda idik. Biz, ona inandık ve kendisini doğruladık. Onun, Allah tarafından getirdiklerine göre, kendisine tabi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın, yalnız Allah’a ibadet ettik. Onun, bize haram kıldığı şeyi haram, helal kıldığı şeyi helal bildik. Fakat, kavmimiz üzerimize yürüyüp bizi, Yüce Allah’a ibadetten vazgeçirerek putlara taptırmak, dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe işleye geldiğimiz kötülükleri tekrar işletmek için türlü işkencelere uğrattı. Onlar, bize galebe çalıp zulüm ve tazyikle ezmeye başladıkları, dinimizle aramıza girdikleri zaman, senin ülkene sığınmak zorunda kaldık. Seni, başkalarına tercih ettik. Senin himayene can attık! Ey Hükümdar! Biz, senin yanında zulme ve haksızlığa uğramayacağımızı umuyoruz.”
Bunun üzerine Necâşî: “Senin yanında, Allah’tan gelmiş olanlardan, bir şey var mı?” diye sordu.
Cafer: “Evet! Var!” deyince,
Necâşî: “Onu bana oku!” dedi.
Ca’fer b. Ebî Tâlib de besmele çekerek Meryem Sûresi’nin baş tarafından, Yahya ve İsa’nın (a.s.) durumlarıyla ilgili şu meâldeki âyetleri okudu:
Necâşî: Hayır, onları dinlemedikçe size teslim etmem.
Necâşî, bizi (muhacirleri) huzuruna çağırttı ve sordu: Bunlar ne diyorlar?
Ca’fer: Bunlar, putlara tapan bir kavimdir. Allah, bize bir peygamber gönderdi.Biz de ona iman ettik ve onu tasdik ettik.”
[Başka bir rivâyete göre ise Ca’fer b. Ebî Tâlib, şöyle cevap vermiştir:
“Ey Hükümdar! Biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapar, ölü eti yer, her kötülüğü işler, akrabamızla ilgilenmez, ilişkimizi keserdik! Komşularımıza, iyi davranmaz, kötülük yapardık! Güçlü olanlar, zayıf olanları ezerdi!Yüce Allah, bize kendimizden, soyunu, doğru sözlülüğünü, eminliğini, iffetini bildiğimiz bir Peygamber gönderinceye kadar bu durumda idik. Biz, ona inandık ve kendisini doğruladık. Onun, Allah tarafından getirdiklerine göre, kendisine tabi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın, yalnız Allah’a ibadet ettik. Onun, bize haram kıldığı şeyi haram, helal kıldığı şeyi helal bildik. Fakat, kavmimiz üzerimize yürüyüp bizi, Yüce Allah’a ibadetten vazgeçirerek putlara taptırmak, dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe işleye geldiğimiz kötülükleri tekrar işletmek için türlü işkencelere uğrattı. Onlar, bize galebe çalıp zulüm ve tazyikle ezmeye başladıkları, dinimizle aramıza girdikleri zaman, senin ülkene sığınmak zorunda kaldık. Seni, başkalarına tercih ettik. Senin himayene can attık! Ey Hükümdar! Biz, senin yanında zulme ve haksızlığa uğramayacağımızı umuyoruz.”
Bunun üzerine Necâşî: “Senin yanında, Allah’tan gelmiş olanlardan, bir şey var mı?” diye sordu.
Cafer: “Evet! Var!” deyince,
Necâşî: “Onu bana oku!” dedi.
Ca’fer b. Ebî Tâlib de besmele çekerek Meryem Sûresi’nin baş tarafından, Yahya ve İsa’nın (a.s.) durumlarıyla ilgili şu meâldeki âyetleri okudu:
[Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.Bu, Senin Rabbinin, kulu Zekeriya’ya olan lütuf ve ihsanının anlatımıdır.
O Rabbine gizlice seslenip şöyle niyaz etmişti:
“Ya Rabbî”, dedi: “İyice yaşlandım, kemiklerim zayıfladı, eridi, başımdaki saçlarım ağardı, beyaz alevler gibi tutuştu. Ya Rabbî, Sana her ne için yalvardıysam, asla mahrum kalmadım, bedbaht olmadım’.
“Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan ötürü endişeliyim. Eşim de kısır! Bana lütuf ve kereminden öyle bir vâris nasip et ki bana da, Yakup hanedanına da vâris olsun. Onu, razı olacağın bir insan eyle ya Rabbî!”
“Zekeriya!” buyurdu Allah: “Biz, sana adı Yahya olacak bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce, kimseyi ona adaş yapmadık: (Bu adı alan olmadı).”[292]“Ya Rabbi,” dedi, “nasıl benim çocuğum olabilir ki eşim kısır, ben ise bir pîr-i faniyim.”
Melek dedi: “Öyledir, fakat Rabbin buyurdu ki: Bunu yapmak bana pek kolay! Nitekim seni yoktan var eden de Ben değil miyim?”
“Bana bir alamet göster ya Rabbi!”, dedi. Allah buyurdu:
“Senin alametin, sağlığın yerinde olmasına rağmen üç gün insanlarla konuşamamandır”. Derken, mabetteki bölmesinden[293] halkının karşısına çıkıp: “Sabah akşam Rabbinize tespih, ibadet edin!” diye işarette bulundu.
“Yahya! Kitaba var kuvvetinle sarıl” dedik ve henüz çocuk iken ona hikmet verdik. Tarafımızdan bir merhamet, arı duru bir gönül de ihsan ettik.O haramlardan çok sakınan bir insandı. Anne ve babasına iyi davranan hayırlı bir evlattı, asla zorba ve isyankâr biri değildi. Doğduğu gün de vefat ettiği gün de diriltilip kabirden kalkacağı gün de selam olsun ona. Kitapta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekiliverdi.
Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi. Biz de ona Ruhumuzu[294] gönderdik de ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi.
Meryem irkildi ve “Ben” dedi: “Rahmana sığındım senden. Eğer Allah’tan korkup haramdan sakınan bir kimse isen çekil yanımdan!”
Ruh: “Ben” dedi”: “Rabbinden sana gelen bir elçiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim diye geldim.”
Meryem: “Nasıl oğlum olabilir ki bana eli değen bir tek erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim!”
Ruh: “Öyledir’, ama Rabbin: “Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara kudretimizin bir alameti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir” dedi. Sonra çocuğuna hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti: “Keşke, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!” dedi.
Derken, Ruh, ona aşağıdan şöyle seslendi: “Sakın üzülme!” dedi, “Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi.”
“Haydi, hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine taze hurmalar dökülsün.”
“Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer herhangi bir insana rastlarsan: “Ben Rahman’a oruç adamıştım, o sebeple
bugün hiç kimseyle konuşmayacağım” de.[295] Onu kucağına alıp akrabalarına getirdi.
“Meryem!” dediler, “sen ne tuhaf bir şey yapmışsın öyle!”
“Ey Harun’un[296] kardeşi! Baban kötü bir insan değildi. Annen de iffetsiz bir
kadın değildi!” Meryem, (bana değil, çocuğa sorun dercesine) çocuğu gösterdi: “Nasıl olur da, dediler, beşikteki bebekle konuşuruz?” (Allah’ın müstakbel elçisi olan çocuk, O’nun verdiği konuşma kabiliyeti ile dile
geldi ve) Derken bebek: “Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi. Nerede olursam olayım beni kutlu, mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekâtı farz kıldı. Anneme saygılı, hayırlı evlat kılıp, asla zorba, bedbaht ve hayırsız biri yapmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, kabirden kalkıp dirileceğim gün de selam üzerime olsun!” dedi. İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur:[297] Allah’ın bir evlât edinmesi, olur şey değildir. O, bundan münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece “Ol!” der ve hemen olur. [298]]
O Rabbine gizlice seslenip şöyle niyaz etmişti:
“Ya Rabbî”, dedi: “İyice yaşlandım, kemiklerim zayıfladı, eridi, başımdaki saçlarım ağardı, beyaz alevler gibi tutuştu. Ya Rabbî, Sana her ne için yalvardıysam, asla mahrum kalmadım, bedbaht olmadım’.
“Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan ötürü endişeliyim. Eşim de kısır! Bana lütuf ve kereminden öyle bir vâris nasip et ki bana da, Yakup hanedanına da vâris olsun. Onu, razı olacağın bir insan eyle ya Rabbî!”
“Zekeriya!” buyurdu Allah: “Biz, sana adı Yahya olacak bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce, kimseyi ona adaş yapmadık: (Bu adı alan olmadı).”[292]“Ya Rabbi,” dedi, “nasıl benim çocuğum olabilir ki eşim kısır, ben ise bir pîr-i faniyim.”
Melek dedi: “Öyledir, fakat Rabbin buyurdu ki: Bunu yapmak bana pek kolay! Nitekim seni yoktan var eden de Ben değil miyim?”
“Bana bir alamet göster ya Rabbi!”, dedi. Allah buyurdu:
“Senin alametin, sağlığın yerinde olmasına rağmen üç gün insanlarla konuşamamandır”. Derken, mabetteki bölmesinden[293] halkının karşısına çıkıp: “Sabah akşam Rabbinize tespih, ibadet edin!” diye işarette bulundu.
“Yahya! Kitaba var kuvvetinle sarıl” dedik ve henüz çocuk iken ona hikmet verdik. Tarafımızdan bir merhamet, arı duru bir gönül de ihsan ettik.O haramlardan çok sakınan bir insandı. Anne ve babasına iyi davranan hayırlı bir evlattı, asla zorba ve isyankâr biri değildi. Doğduğu gün de vefat ettiği gün de diriltilip kabirden kalkacağı gün de selam olsun ona. Kitapta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekiliverdi.
Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi. Biz de ona Ruhumuzu[294] gönderdik de ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi.
Meryem irkildi ve “Ben” dedi: “Rahmana sığındım senden. Eğer Allah’tan korkup haramdan sakınan bir kimse isen çekil yanımdan!”
Ruh: “Ben” dedi”: “Rabbinden sana gelen bir elçiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim diye geldim.”
Meryem: “Nasıl oğlum olabilir ki bana eli değen bir tek erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim!”
Ruh: “Öyledir’, ama Rabbin: “Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara kudretimizin bir alameti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir” dedi. Sonra çocuğuna hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti: “Keşke, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!” dedi.
Derken, Ruh, ona aşağıdan şöyle seslendi: “Sakın üzülme!” dedi, “Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi.”
“Haydi, hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine taze hurmalar dökülsün.”
“Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer herhangi bir insana rastlarsan: “Ben Rahman’a oruç adamıştım, o sebeple
bugün hiç kimseyle konuşmayacağım” de.[295] Onu kucağına alıp akrabalarına getirdi.
“Meryem!” dediler, “sen ne tuhaf bir şey yapmışsın öyle!”
“Ey Harun’un[296] kardeşi! Baban kötü bir insan değildi. Annen de iffetsiz bir
kadın değildi!” Meryem, (bana değil, çocuğa sorun dercesine) çocuğu gösterdi: “Nasıl olur da, dediler, beşikteki bebekle konuşuruz?” (Allah’ın müstakbel elçisi olan çocuk, O’nun verdiği konuşma kabiliyeti ile dile
geldi ve) Derken bebek: “Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi. Nerede olursam olayım beni kutlu, mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekâtı farz kıldı. Anneme saygılı, hayırlı evlat kılıp, asla zorba, bedbaht ve hayırsız biri yapmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, kabirden kalkıp dirileceğim gün de selam üzerime olsun!” dedi. İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur:[297] Allah’ın bir evlât edinmesi, olur şey değildir. O, bundan münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece “Ol!” der ve hemen olur. [298]]
Okunan âyetlerin etkisiyle, Necâşî ağladı. Hatta gözyaşları sakalını ıslattı. Necâşî’nin Hıristiyan din bilginleri de müteessir olup ağladılar.[299]] Böylece Habeş Necâşî’si, Mekkeli müşriklerin Amr b. Âs başkanlığındaki heyetinin Müslüman muhacirlerin Mekke’ye geri gönderilmesi teklifini reddederek muhâcirleri hicrî 7. yıla kadar ülkesinde barındırdı; Hz. Peygamber’in (a.s.) isteği üzerine ülkesinde kalan -kadın ve çocuklar hariç- 16 muhâcirden oluşan kafileyi hicrî 7. yılda iki gemiyle Medine’ye gönderdi.[301] Müslümanların Habeşistan’a hicreti, tebliğin ilk yıllarında İslâm’ın Afrika ile temasını, Arabistan dışında Hıristiyanlık ile içten içe bir münasebet kurmasını ve İslâm’ın yayılmasını sağlamıştır.
HABES ÜLKESINE ILK HICRETIN TARIHI VE ORAYA ILK HICRET EDENLER:
Nübüvvet'in besinci yilinda, Receb ayinda
1) Hz. Osman b. Affan, b. Ebil'As, b. Ümeyye
2) Hz. Osman'in zevcesi Hz. Rukayya bint-i Resulüllah
3) Ebu– Huzeyfe b. Utbe, b. Rebia, b. Abd. Sems
4) Ebu– Huzeyfe'nin zevcesi Sehle bint-i Suheyl, b. Amr
5) Zubeyr b. Avvam, b. Huveylid, b. Esed
6) Mus'ab b. Umeyr, b. Hasim, b. Abd. Menaf, b. Abduddar
7) Abdurrahman b. Avf b. Abd. Avf, b. Abd, b. Haris, b. Zühre
8) Ebu– Seleme b. Abdul'esed, b.. Hilal, b. Abdullah, b. ömer, b.Mahzum
9) Ebu Seleme'nin zevcesi ümmü Seleme bint-i Ebi Ümeyye, b. Mugire, b. Abdullah, b. ömer, b. Mahzum
10) Osman b. Mazun, b. Habib, b. Vehb, b. Huzafe, b. Cumah
11)Amir b. Rebia'el'Anzi
12)Amir b. Rebia'nin zevcesi Leyla bint-i Ebi Hasme
13) Eb– Sebre b. Ebu Rühm, b. Abdul'uzza'l'Amiri
14) Ebu Sabre'nin zevcesi: ümmü Külsum bint-i Suheyl b. Amr
I5) Hatip b. Amr, b. Abd sems
16) Süheyl b . Beyza
17) Abdullah b. Mes'ud
Dinlerinden döndürülmekten korkup dini bir vazife olarak , Kimi, yalniz basina, kimi, zevcesiyle,birlikte, Habes ülkesine hicret etmek üzere kimi, binitli, kimisi de, yaya olarak.Mekke'den, gizlice yola çiktilar. Bu, Islam'da, ilk hicret idi.
GARANIK HADISESl VE IÇ YÜZÜ
Resulullah Aleyhisselam bir gün Mekkede Kabe de Necm suresini okumaga baslayip surenin ,son ve Secde ayeti olan 62. Ayetini okuduktan sonra, orada ,Secde etmis,orada bulunan yanindaki arkasindaki herkes,Müslümanlar, Peygamberimize uyarak secde etmis, cemeatten, secde etmeyen kimse kalmamistir.Müsrikler, putlarinin adini isittikleri için,putlarina, tazim maksadiyla secde etmislerdi.Bu habesistandaki müslümanlara yanlis aksettirildi. Mekkeli Müsriklerin Müslüman olduklari zannedilerek bazi müslümanlar Habesistandan Mekkeye geri Dönmüslerdi.
Kaynak: Islam tarihi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder