Mezopotamya: Dicle ve Fırat Arasındaki Kadim Uygarlıklar
Eski Yunanlar, iki büyük nehir Fırat ile Dicle arasındaki bölgenin kuzey kısmına Mezopotamya, güney kısmına ise Babilonya diyorlardı. Toroslar’ın güney yamaçlarından, yani Aladağlar’dan Basra Körfezine kadar uzanan bölgenin tamamı ilk kez M.S. 1. yüzyılda Yaşlı Plinius tarafından Mezopotamya olarak adlandırıldı. Mezopotamya’nın doğudaki sınırı İran’daki Zagros Dağlarının etekleri, batıdaki sınırı ise Arabistan Çölü ve Suriye Platosu’dur. Dolayısıyla, büyük bölümü bugünkü Irak’ta olup Suriye’nin kuzeydoğusunu, kısmen de Türkiye’nin güneydoğusunu kapsar.
Mezopotamya Şehir Devletleri
Mezopotamya toprakları Fırat kıyısı üzerindeki Hit’ten başlayıp Dicle kıyısındaki Samarra’ya kadar uzanan bir hattın kuzeyindeki çorak taş çölleriyle iki bölgeye ayrılır. Kuzeyde Fırat Suriye’yi sularken, Dicle sulu tarıma kısmen elverişli olan Assur dağlık bölgesinin bereketli topraklarından akar. Fakat iklim genelde serttir, kışlar soğuk geçer. Güneyde ise farklı bir tablo vardır: Babil bölgesinde kışlar eskiden olduğu gibi şimdi de ılımandır, ortalama sıcaklığın 30 ila 40 dereceye çıktığı yazlar ise çok sıcaktır. Fırat ve Dicle, bölgeye binlerce yıldır sürükleyip getirdikleri çamurlarla son derece verimli alüvyon ovaları yaratmıştır.
Mezopotamya’nın Tarihi
Hatta uzunca bir süre araştırmacılar, Basra Körfezinin kıyı şeridinin eskiden daha kuzeyde bulunduğu ve Güney Mezopotamya’nın jeolojik bakımdan nispeten genç topraklar olduğu kanısındaydılar. Bundan da, bu bölgenin bilinen en eski sakinleri Sümerlerin buraya başka bir yerden göç ettiği sonucuna varılmıştı. Fakat 50’li yıllarda bu varsayım kelimenin tam anlamıyla çökertildi. Petrol sondajları esnasında kireçtaşından bir kaide bulundu; alüvyonlar iki nehrin yatağını tekrar yükseltirken, bu kaide yavaş yavaş dibe çökmüştü. Tarihsel zamanlarda Mezopotamya’nın güneyinin büyük kısmı yerleşime elverişliydi: M.Ö. 14.000 civarında deniz seviyesi bugünkünden daha alçak olduğu için kıyı şeridi aşağı yukarı Hürmüz Boğazı’nın bulunduğu yerdeydi ve yavaş yavaş kuzeye (400 km kadar karaya) doğru kaymıştı. Deniz 6000 yıldan beri ağır ağır geri çekildiğinden, bugün Fırat ile Dicle Basra Körfezine iki ayrı kol halinde dökülmez, denize ulaşmadan Önce Şattülarap olarak birleşir.
Ziggurat
İki nehir bölgesi, daha doğrusu, iki nehir arasındaki bölge anlamına gelen Mezopotamya adından da anlaşıldığı gibi, Eskiçağda Purattu ve İdiglat diye bilinen bu iki büyük nehir tüm bölgenin can damarıydı. Dicle’nin en Önemli kolları Suriye’nin kuzeyindeki Habur, Irak’ın kuzeyindeki Büyük Zap ve bugünkü Bağdat yakınlarından geçen Diyala Irmağıydı. Fakat tarım alanları verimliliğini sadece bu ırmaklara borçlu değildi. Mezopotamya’nın güneyinde yılın üçte ikisinde yağmur yağmaz, buna karşın kışın yağmurlar bir o kadar şiddetlidir. İlkbaharda karlar eriyince, Fırat ve Dicle taşar ve etrafı su altında bırakır. Dolayısıyla, dış koşullar -uzun kuraklık dönemleri, şiddetli yağışlar ve olur olmaz zamanlarda su baskınları- hiç de elverişli değildir aslında. Bu duruma ancak insan bir çare bulmuş, mükemmelen örgütlenmiş karmaşık bir sulama sistemi yaratmıştı. Kanalların sadece kazılması değil, binlerce yıl boyunca tekrar tekrar onarılması, yenilenmesi, genişletilmesi de gerekiyordu. Mezopotamya’nın özellikle de güneyindeki efsanevi verimliliğe ancak bu sayede ulâşılabildi.
Mezopotamya’da Tarım
Kuşkusuz bugünkü Irak’ın büyük bir kısmı bozkırımsı, hatta çölümsü bir karakterdedir; antik harabe tepeleri (Arapçası tel, çoğulu tulul) genellikle tarım arazilerinin dışındadır. Kısa süre öncesine kadar buna 13. yüzyıldaki Moğol tahribatının neden olduğu düşünülüyordu. Bunda bir doğruluk payı da olabilir, ama bölgenin, kulağa bir paradoks gibi gelse de, yapay sulama yüzünden eninde sonunda bozkırlaşması kaçınılmazdı. Tarlalara verilen nehir suyu hayli tuzluydu; suyun buharlaşmasıyla çökelen tuz, toprağı verimsizleştiriyordu. Yani bölgenin zenginliği ani bir yıkımla yok olmadı, yavaş yavaş ortadan kalktı.
Tarım
Irak bu süreçle ancak son on yıllarda mücadele etmeye başlayarak büyük bir çaba içine girdi ve bunda bir ölçüde başarılı da oldu. Fakat son araştırmalar, insanların antik dönemde de bu sorunun bilincinde olduğunu gösterdi. Sulama tekniklerinin iyileştirilmesi toprağın tuzlanmasını biraz olsun geciktirmiş, gelişmiş tarım yöntemleri toprağın verimini artırmıştı. O nedenle, Eski Şark tarihi süresince yaşanan tuzlanmanm toprağın verimliliğini henüz önemli ölçüde azaltmadığı söylenebilir.
Cennet Bahçesi Mezopotamya
Mezopotamya sadece kendi halklarını beslemekle kalmıyor, kayda değer artı ürün de veriyordu ve bunlar başka ürün ve hammaddelerle takas edilebiliyordu. Zira bölge, metaller, değerli taşlar ya da altın gibi yeraltı zenginliklerinden pek nasibini almamıştı. Sadece kireçtaşı, bitüm (doğal asfalt, zift) ve kilden yana zengindi; diğer her şeyin dışarıdan sağlanması gerekiyordu. Ne var ki, iki nehir arasındaki bölgenin verimliliği sadece olumlu, ticareti canlandıran etkiler yaratmamıştı. Bu kadar kısmetli olmayan komşuların ve göçebe halkların gözünde Mezopotamya, süt ve bal akan diyar ya da İncil’de denildiği gibi “Cennet Bahçesi”ydi. Fakat Martin Luther bu ifadeyi yanlış çevirmiş, “Aden cenneti” demiştir; oysa Aden Sümerce bir sözcüktür ve “bozkır,” “çöl” anlamına gelir.
Babil’in Asma Bahçesi
Çöldeki bu cennetin, sınır komşularının dikkatini çekmesi, savaş ve çatışmaları tetiklemesi anlaşılır bir durum. Nitekim Mezopotamya tarihi, iktidarı ele geçiren, birbirini alt eden, birbirinin yerine geçen ve tekrar geri çekilmek zorunda kalan halkların ve kabilelerin geçit töreni gibidir: Sümerler, Akkadlar, Amurrular, Kassitler, Assurlular, Hurriler, Aramiler, Persler, Yunanlar, Partlar ve Sasaniler. Bunlar, Mezopotamya tarihi ve kültürüne tarihöncesi dönemden İslamiyet’in zaferine kadar damgasını vuran halkların sadece en önemlileridir.
Dış Kültürlerin Mezopotamya’ya Etkisi
Bu bakımdan Mezopotamya Eski Şark’ın diğer yüksek kültürü Mısır’dan çok farklıdır. Hareketli tarihi Mezopotamya’ya, Mısır’da bilinmeyen bir fikir çeşitliliği, sanat ve dinde ifade zenginliği katmıştı. Yeni halklar beraberlerinde yeni kazanımlar da getiriyorlardı; sadece standart yazı belli bir sürekliliği sağlıyordu; oysa Mısır’daki geleneğin güçlü bağları ilerlemeyi daha ziyade köstekliyordu. Firavunlar diyarı, her yöne açık Mezopotamya’dan çok daha kapalıydı dış etkilere. Sadece Nil deltası bir giriş kapısı gibiydi, ama bu bölge de kolayca kilit altına alınabiliyordu. Mezopotamya’da kültür ürünlerine neredeyse her halk kendi damgasını vurmuştur; oysa eski Mısır sanatının konunun uzmanı olmayanlarda uyandırdığı izlenim, erken dönemden geç döneme kadar hep aynı özellikleri koruduğudur. Yunanistan ve Roma etkisi bile Mısır heykellerinin biçim ve içeriğinde önemli bir değişiklik yaratmamıştı.
Tarım Bölgesi Ortadoğu
Mezopotamya’nın Kronolojisi
Mezopotamya’nın, tarihindeki bazı kesintilere rağmen, çok uzun bir dönem için şaşırtıcı derecede güvenilir bir kronolojisi oluşturulabiliyor. Babil’de yıllar, tapınakların inşaası, kent surlarının dikilmesi gibi özel olaylara göre adlandırılıyordu. Yeni bir kralın ilk iktidar yılı da aynı şekilde kayıtlara geçiriliyordu. Günümüze ulaşan kral listeleri ve Assurluların “eponim” denen yıl memurlarının kayıtları sayesinde, M.Ö. 15. yüzyıla kadar uzanan bir zaman çizelgesinin rekonstrüksiyonu, geriye gittikçe birkaç yıl daha artan bir hata payıyla yapılabiliyor. Fakat daha erken dönemler için kesin bilgiler veremiyoruz. Elimizde senkronik bilgiler, yani Assur, Babil ve Hitit krallarına ilişkin paralel zaman verileri var gerçi, ama tarihlerin hepsi de göreceli.
Çiviyazısı Kil Tablet
Bu listelerin sonu ile M.Ö. 15. yüzyıldaki kesin kronoloji arasında boyutlarını tam olarak bilemediğimiz bir zaman boşluğu var. Dolayısıyla, daha eskiye dayanan olaylar ve hanedanlara ilişkin tarihler güvenilir değildir. MÖ 3. binyıldaki tarihler konusundaki hata payı 100 yıla kadar çıkabiliyor. Yazının icadından önceki dönemler sadece doğa bilimsel yöntemlerle kabaca tespit edilebiliyor. Koşulların sık sık değişmesi Mezopotamya tarihini kısaca özetlemeyi zorlaştırıyor. Eski Mezopotamya’nın, yazılı kaynakları hâlâ tek tük keşfedilen tarihinin özellikle de “pozitif” bir rekonstrüksiyonunu yapabilmek için arkeolojik kalıntıların paha biçilmez bir değeri var.
Kaynakça:
- Barthel Hrouda – Mezopotamya: Dicle ve Fırat Arasındaki Kadim Uygarlıklar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder