Kuzey Afrika valisi Musa bin Nusayr, oldukça çetin bir kuşatmanın ardından Tanca kentini fethettiğinde, bu kuşatmanın başarıyla sonuçlanmasında çok büyük emeği olan Tarık bin Ziyad’ı bu başarısından dolayı Tanca ve çevresine vali olarak atamıştı. Tanca’nın alınmasının ardından Sebte kenti de kuşatılmış ama Julianus ve kent halkının olağanüstü bir gayretle kenti savunması ve karşı sahillerden kente deniz yoluyla sürekli olarak yardım gelmesi nedeniyle başarılı olamamış; Musa b. Nusayr, Tarık bin Ziyad’ı orada bırakarak kendisi Kayrevan’a dönmüştü.
Sebte Kontu Julianus bu ilk kuşatma denemesinin yalnızca bir başlangıç olduğunu, Müslümanların ilk fırsatta kenti tekrar kuşatacaklarını anladığından bölgenin geleceğini düşünerek Tarık veya Musa ile görüşmek istemiş ve onlara başka bir hedef sunarak Müslümanların Endülüs Yarımadası’nı fethetmelerini istemişti.
Müslümanları Endülüs’ü fethetmeye yönlendiren başlıca iki neden vardır.
Müslümanlar fetihlerde doruğa ulaşarak doğuda ve batıda en uzak noktalara kadar ilerlemişler ve İslam devletinin sınırları doğuda Çin’e, kuzeyde Kafkasya bölgesine, batıda ise Atlas Okyanusu’na dayanmıştı. Bu arada Afrika ile Avrupa’yı birbirinden ayıran boğaza gelince, karşıya geçmeyi ve Endülüs’ü ele geçirmeyi düşünmelerinde şaşılacak bir durum yoktur. Kuzey Afrika’nın tümü ve Mağrib Müslüman topraklarına katıldıktan sonra her tarafı çöl olan güney yerine boğazı geçerek verimli toprakları, ırmakları, bahçeleri, birçok meyve ve bitkileri sık sık dile getirilen, doğal zenginlikleri bakımından son derece çekici olan kuzeye yani İspanya’ya yönelmeleri mantığın bir gereğidir. Julianus kendilerine bu teklifle gelmeden önce, Musa b. Nusayr ve özellikle de Tarık b. Ziyad’ın Endülüs’ü fethetmeyi düşünmemiş olmaları oldukça zayıf bir olasılıktır. Bu teklif olsa olsa yalnızca bu konudaki düşüncelerini yaşama geçirme konusundaki kararlılıklarını artırmıştır.
Müslümanları fethe teşvik eden bir diğer konu da İspanya’yı kasıp kavuran karışıklıklardır. Özellikle de Rodrich (Rodrigo)’in son yasal kral Vitiza’ya karşı yaptığı darbeyle onu tahtından indirmesi ve Vitiza’nın çocuklarının intikam ateşi içinde kıvranmasıdır. Eski kralın çocukları hem Afrika’ya geçerek Müslümanlardan bizzat yardım istemiş, hem de Julianus’a mektup yazarak ondan tahtı almak konusunda destek istemişlerdi. Septe Kontu Julianus ile yeni kral Rodrich’in tam bir uyum içinde olduğu da söylenemezdi. Zira Julianus hâlâ eski krala saygı duyuyor ve gizli olarak ona bağlılığını sürdürüyordu. Tahtın yasal sahibinin Vitiza olduğunu, Rodrich’in meşru kral olmadığı ve hatta onun tahtı zorla gasp ettiğini kabul ediyordu. Üstelik bütün Arap tarihçilerinin üzerinde uzlaştıkları bir konu vardır ki, o da Rodrich’in Julianus’un kızına tecavüz ettiğidir. Bazı ayrıntılar dışında bu olayı bütün Arap tarihçiler ittifakla anlatır.
Elbette Vizita’nın çocuklarının düşüncesi Müslümanların sonsuza kadar İspanya’da kalacakları değildir. Onlar için önemli olan Rodrigo’nun nasıl olursa olsun devrilmesi ve ülkenin yönetimini tekrar ele geçirmekti. Fakat ellerindeki askeri güç bu hedefe ulaşmak için yeterli değildi ve bu nedenle Müslümanlardan yardım istiyordu. Onlar, Müslümanların elde edecekleri ganimetlerle bir süre sonra Endülüs’ü terk edip geri dönecekleri düşüncesindeydiler.
Julianus, Musa bin Nusayr ile görüşüp ona Endülüs’ü fethetmesi için yardım teklif ettiği ve emrinde bulunan dört gemisi ile Müslüman askerleri karşıya geçirebileceğini teklif ettiği zaman, Musa ona Müslümanlara neden yardım etmek istediğini elbette sordu. Musa, öne sürülen gerekçeleri kabul etse de böylesine yaşamsal bir konuda güvenliği elden bırakmaması gerektiğini, aksi durumda bir komplo karşısında ordunun büyük bir tehlike ile baş başa kalacağını çok iyi biliyordu.
Julianus ayrıca, yardım ederek fethi kolaylaştırabileceğini, zaten karşılarında güçlü bir direnişin olmayacağını, hatta ilk seferi kendisinin yapabileceğini vaat etti. Daha sonra Endülüs’ün güzelliklerinden, zengin gelir kaynaklarından ve bereketli toprağından söz ederek onu fethe teşvik etti.
Julianus, Vizigotların bu sıralar o kadar güçlü olmadığını ve kendisinin yapacağı yardım ile karşıdaki direncin daha da azalacağını söyledi. Ayrıca kendilerine yol gösterecek rehberlerin yardımıyla fethin çok kolay gerçekleşebileceğini ekledi. Bu sözlerini kanıtlamak için Musa’nın bir birliğini yanına alarak Ekim ya da Kasım 709’da dört gemisine bindirdi ve Endülüs kıyılarına geçerek el-Hadra Adası’na saldırdı. Dört gün boyunca en ufak direniş görmeden adada kalan birlik, ele geçirdiği bol miktarda ganimetlerle birlikte geri döndü.
Endülüs’e yapılan ilk seferin hiçbir zorlukla karşılaşmadan böylesine başarılı geçmesi üzerine, Musa’nın fethin kolay geçeceğine ve Julianus’un bu konuda gerçekten yardım edeceğine inancı arttı. Ayrıca Halife Velid bin Abdülmelik’e bir mektup yazarak fethin kolay olacağını ve fetihten elde edilecek faydaları anlatarak izin istedi.
Velid, Musa’dan bir serüvenden kaçınmasını, bütün orduyla İspanya’ya geçmemesini, Müslümanların denizde tehlikeye uğramaması için önce küçük birlikler göndererek dikkatli davranmasını isteyerek izin verdi. Musa, halifenin buyruklarına uyarak küçük birliklerle Ebu Zur’a diye bilinen Tarif bin Malik’i görevlendirerek Julianus’un verdiği gemilerle karşıya gönderdi.
Julianus’un dört gemisiyle beş yüz kişilik bir birlik, Tarif b. Malik’in komutasında harekete geçti. Tarif, günümüzde önemli bir sanayi merkezi olan liman şehri Cezîretü’l-Hadra (Yeşil Ada) yakınlarında bir noktaya çıktı. Daha sonra buraya Tarif Adası denmiştir. Tarif, Ceziretü’l-Hadra’ya saldırarak büyük miktarda ganimet elde etti (Temmuz 710).
Gelişmeleri değerlendiren Musa b. Nusayr’da, Julianus’un yardım teklifindeki içtenliği, Endülüs Yarımadası’ndaki direnişin zayıflığı ve deniz tehlikesinin ciddi olmadığı hakkındaki düşüncesi iyice pekişti. Hazırlıklarını hızlandırdı ve Endülüs’ü fethedecek or
.
Tarık Bin Ziyad
Endülüs’ü fethetmek üzere İslam ordusunun komutanlığına getirilen Tarık’ın kimliği hakkında farklı rivayetler vardır. Bazı tarihçiler, onun Berberi olduğunu ileri sürerken, bazıları da Hemedan asıllı bir İranlı ya da Arap olduğunu kabul ederler. Emevi Halifesi Velid bin Abdülmelik döneminde Kuzey Afrika’nın fethi için görevlendirilen Musa bin Nusayr’ın azat edilmiş kölesiydi.
Tarık bin Ziyad, ilk askeri ve siyasi başarısını Mağrib-i Aksa’da ve özellikle de Tanca’da ele geçirilmesinde göstermiştir. Bu savaşlar sırasında çok büyük hizmetler vermiş, cesareti ve dehası ile takdir edilmiştir. Tarihçiler, Tarık’ın kuvvetli hitabet yeteneğinin, gözü kara oluşunun, keskin ve isabetli karar vermesinin komutanlığa getirilişinde etken olduğunu kabul ederler. Berberi olduğu çokça dile getirilmesine karşın, Arap dilini çok iyi bildiğini gösteren şiirler de söylemiştir.
Tarık’ın emrindeki askerlerin çoğu Berberi idi. Bunların da çoğu Berberilerin emirlere uymasını sağlamak ve isyan etme olasılığını ortadan kaldırmak için rehin olarak Musa’ya verilenlerdi.
Tarık, Julianus’un verdiği dört gemiyle ordusunu İspanya’nın en güneyindeki Calpe bölgesine geçirmeye başladı. Bütün orduyu tek seferde geçirmek olanaksız olduğu için karşı kıyıda korunaklı bir yer saptanıp, ordu, deniz yoluyla çok sayıda seferin ardından karşı kıyıya ulaşmayı başardı. Tarık’ın karargah kurduğu yerin adı bugün Tarık bin Ziyad’ın adıyla Arapça “Tarık’ın dağı” anlamına gelen Cebelitarık (Gibraltar) olarak anılmaktadır.
Ordunun karşıya geçirilmesi işi hiçbir güçlükle karşılaşmadan ve fazla dikkat çekmeden tamamlandı. Çünkü bu iş için kullanılan gemiler ticaret gemileriydi ve bölgenin yerel halkı ticaret gemileriyle her zaman birçok yabancı tüccar ülkelerine geldiği için gemilerden inen bu insanların da yeni tüccarlar olduğunu sanıyordu. Kimse bu gemilerin Endülüs’ün yazgısını değiştirecek kuvvetleri taşıdığını anlayamamıştı. Nihayet gemilerin yaptığı son seferde Tarık da Endülüs’e ayak bastı.
Tarık bin Ziyad Gemileri Yaktı mı?
İlk kez, Endülüs seferinden tam 300 yıl sonra İdrisi tarafından yazılan Nüzhetü’l-Müştâk adlı eserde Tarık bin Ziyad’ın askerlerine yaptığı konuşmada, “Kaçacak yer var mı? Önünüz düşman, arkanız deniz” demesi kanıt gösterilerek savaştan önce Tarık bin Ziyad’ın gemileri yaktığı ileri sürülmüştür. Bu nedenle Tarık bin Ziyad günümüzde dahi gemileri yakan komutan olarak bilinir.
Buna karşın ister Müslüman olsun ister olmasın birçok tarihçi Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakması öyküsünün yalnızca bir şehir efsanesi olduğu konusunda birleşmektedir. Öncelikli olarak gemiler Tarık bin Ziyad’ın tasarrufunda değildir. Sebte Kontu Julianus tarafından kullanımına sunulmuştur. İslam adına fetih yapan Müslüman bir komutanın emanete ihanet ettiğini düşünmemizi gerektirecek bir kayıt yoktur. Olsa olsa askerlerin tümü boğazı geçtikten sonra geri gönderilmiştir. İkinci olarak, düşman topraklarına ayak basan bir komutan için elindeki gemiler ile merkezle sürekli bağlantı içinde kalmak ve gerektiğinde lojistik açıdan takviye kuvvetler alabilmek yaşamsal bir önem taşımaktaydı. Tarık bin Ziyad gibi başarılı ve yetenekli komutanın böylesine büyük bir yanlışa düşerek gemileri yakacağını ve stratejik açıdan kendisini zor durumda bırakacak bir konuma sokacağını düşünmek olası değildir. Nitekim Tarık, Endülüs’ün fethi sırasında merkezle iletişimi bu gemilerle sağlamış, yardımcı kuvvetler de kendisine yine bu gemilerle gönderilmiştir.
Tarık bin Ziyad karşıya geçip de ülkenin başkentine doğru ilerlemeye başlayınca Rodrich’in büyük bir orduyla üzerine geldiğini haber almış ve Musa’dan yardım istemiştir. O da beş bin asker daha göndererek onun isteğine yanıt vermiştir. Sonradan gelen kuvvetler de gemilerle boğazı geçmiş ve Tarık’ın ordusu bundan sonra on iki bin kişiye ulaşmıştır. Eğer gemiler yakılmış olsaydı, bu yardımcı kuvvetlerin yüzerek geçmek (!) dışında karşı kıyıya ulaşması olanaksız olurdu. Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakmadığını gösteren başka bir olay da Musa’nın ordusuyla (sekiz bin civarında) Afrika’dan Endülüs’e geçmesidir. Bu geçiş Tarık bin Ziyad’ın geçişinden yaklaşık bir yıl sonra olmuştur. Musa’nın büyük ordusunu geçirmek için bu kadar zamanda yeterli miktarda yeni gemi yaptırdığını kabul etmek olanaklı değildir. Gerçek olan, Musa’nın bir yıl zarfında yaptırdığı gemilerin yanında Tarık’ın kullandığı gemileri de kullanmış olmasıdır.
Tarık bin Ziyad’ın konuşmasındaki ilk cümle, kuşkusuz arkalarında denizin olduğunu anlatmaktadır. Fakat bu ifade, sahilde gemilerin bulunmadığını göstermez. Yani Tarık bin Ziya arkalarında gemilerin bulunmadığını değil, o gemilerin azlığını ve kolay kolay o gemilere binip geri dönülemeyeceğini belirtmektedir. Çünkü var olan gemiler ile ordunun tamamının tek seferde taşınması olanaklı değildir. Tarık bin Ziyad “kaçacak yer mi var?” derken bu duruma atıf yapmaktadır.
Endülüs seferinin ardından tam 300 yıl boyunca yazılan hiçbir kitapta ya da belgede gemilerin yakılmasından bir tek kelime dahi olsun bahsedilmemesi, dönemin kaynaklarında geçmemesine karşın İdrisi’nin olaydan yüzyıllar sonra hiçbir belgeye dayanmadan böyle bir iddiada bulunması, herhalde gemilerin yakılmasının nasıl bir şehir efsanesi olduğunu gösterir. Kısacası Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakması konusu tarihsel ya da mantıksal nedenlerle örtüşmemektedir.
Endülüs Kıyısına Varış ve Savaş Öncesi Olaylar
Tarık bin Ziyad ordunun tamamı aynı yerde toplandıktan sonra, önce üzerinde bulundukları dağın stratejik durumunu inceledi. Sonra kendilerine yapılabilecek ani bir saldırıya karşı önlem olması için karargâhın etrafı tahkim edildi. Ardından, başlarında Abdülmelik b. Ebi Amir’in bulunduğu küçük bir birlik keşif için çevreye gönderildi. Bu birlik kısa bir süre sonra küçük bir kaleyi ele geçirdi. Daha sonra asıl ordu gelerek kent merkezini hiç bir direnişle karşılaşmadan teslim aldı. Direniş görmemelerin başlıca nedeni, Rodrich’in bu sırada ordusunun başında Beşkens (Boscos) ve Pamplona kentlerine saldıran Franklarla savaşmak üzere kuzeye doğru hareket halinde olmasıydı.
Tarık bundan sonra, daha önce yaptığı plana uygun olarak Kurtuba’ya doğru harekete geçti. Burada Rodrich’in yeğeni Bencio komutasında bir orduyla karşılaştı ve onu kolayca yenilgiye uğrattı. Fakat dağılan ordu kısa süre sonra toparlanarak Müslümanlarla çarpışmaya yeniden başladı. İspanyolların bu düzensiz kuvveti her çatışmada yeniliyor, bir miktar askeri ölüyor fakat yeniden saldırıyordu. Sonunda komutanları Bencio öldürülünce tamamen dağıldı. Yalnız bu savaşlardan sağ kurtulan Wiliesindo adında bir asker, kaçarak güneyden gelen bu tehlikenin büyüklüğünü Rodrich’e haber vermeyi başarmıştı. Rodrich haberci gelip durumu öğrenince hemen güneye dönmeye karar verdi.
Rodrich güneyden gelen bu tehlikeyi bertaraf etmek için ülkenin bütün kuvvetlerini toplamaya başladı. Ülkenin ileri gelenlerine bütün kuvvetleriyle gelmeleri için haberciler çıkardı. Kısa zamanda 40 bin (ya da daha çok) kişilik bir ordu oluşturuldu.
Rodrich, büyük bir hızla güneye doğru yol alıp İspanya’yı tehdit eden bu düşman karşısında eski kralın çocuklarından bile yardım isteğinde bulundu ve ellerindeki bütün siyasi, askeri ve ekonomik güçle birlikte kendisine katılmalarını istedi. Bu konuda gevşek davranmamaları konusunda dikkatlerini çekerek ortak düşman karşısında tek vücut olmaları gerektiğini bildirdi. Onlar da bu isteği görünürde de olsa olumlu yanıtlayarak kuvvetlerini toplayıp Rodrich’in ordusuna katılmak için yola çıktılar. Vitiza’nın iki oğluna gelince, Rodrich onları gayet iyi karşılayıp birini sağ, diğerini de sol kanat komutanlığına getirdi.
Vitiza’nın oğullarının, babalarının tahtını ellerinden alan Rodrich’in ordusuna katılmalarının asıl nedeni elbette ilk fırsatta yönetimi geri almak idi. İlk önce kazanılacak zaferden asıl payı almayı düşünmüş olmalarına karşın, savaş Müslümanların lehine gelişince tutumlarını değiştirmişler ve Rodrich’e ihanet etmişlerdir.
Rodrich, ordusuyla Kurtuba’ya gelince kendisine katılacak yardımcı kuvvetleri beklemeye koyuldu. Kurtuba, Toledo ile el-Cez’ıretu’l-Hadra’nın arasında bulunan bir kenttir. Bu nedenle iki ordunun da diğerinin hareketlerinden haberdar olması oldukça kolaydı. Tarık, Rodrich’in üzerine çok büyük bir ordu ile hareket ettiğini öğrendiğinde elindeki askerlerin yetmeyeceğini düşünerek Musa’ya hemen yardım göndermesi için haber gönderdi. Musa, mektup eline ulaşınca beş bin kişilik bir kuvvet daha hazırlayıp Tarık’a gönderdi.
Tarık bin Ziyad’ın emrindeki ordunun mevcudu son gelen takviyeyle birlikte on iki bin kişiye ulaşmıştı. Çoğunluğu piyade pek az bir kısmı ise süvariydi. Tarık, takviye kuvvetleri gelir gelmez ordusunu kuzeye doğru harekete geçirdi. Aynı sırada Rodrich de kendisine doğru ilerliyordu.
Rodrich, ortak düşman karşısında İspanya’yı korumak için herkesi bu savaşa çağırmıştı. Çünkü İspanya’nın geleceğinin bu savaşa bağlı olduğunu biliyordu. Öte yandan Tarık da askerlerine ateşli konuşmalar yapıyor, zafer kazanmakla elde edecekleri sevap ve ganimetten söz ediyor, Endülüs’ün Müslümanların eline geçmesinin bu savaşa bağlı olduğunun altını çiziyordu.
Tarık bin Ziyad’ın Konuşması
O gün Tarık bin Ziyad’ın askerlerine yaptığı konuşma şöyleydi:
Ey askerlerim! Görüyorsunuz ki arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve kaçacak hiç bir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık bir gerçektir. Üstelik yiyecek ve donanımı da boldur. Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzakımız da yoktur.Hiç bir şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam ederse güçten düşeriz. Bizden korkan düşman da durumumuzu görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü akıbete düşmekten kendinizi koruyarak şu azgın düşmana karşı görevinizi gereğince yapınız.Müstahkem kentler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız bu fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak olasıdır. Şunu kesinlikle biliniz ki, bu savaşta ben de sizden daha fazla güvende değilim. Yine iyi biliniz ki, eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir yaşama kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilakis önce kendi canımdan başlıyorum. Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de benden daha fazla bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek. Hepimiz aynı yazgıyı paylaşıyoruz.Bu ülkenin güzel kızlarla dolu olduğunu duymuşsunuzdur. Burasının inci ve mercan içindeki uzun elbiselerini yerlerde sürüyen ve altın tellerle dokunmuş hülleler giyen Yunan kızlarıyla dolu olduğu ve kralların saraylarında taç giyinmiş duvaklı kızların da bulunduğu bilgisi size gelmiştir.Müminlerin emiri Velid b. Abdülmelik, kahramanları içinden sizi seçti ve bu ülkenin krallarına akraba ve damat olmanıza rıza gösterdi. Çünkü sizin savaştan korkmadığınıza, kahramanlar ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza ve sizin bu yaptığınız cihattan gayenizin İlay-ı Kelimetullah olduğuna dolayısıyla bu uğurda sevap kazanacağınıza güveni sonsuzdur. Böylelikle İslam dinini bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor. Elde edeceğiniz ganimetin tamamını size bırakmaya söz vermiştir. Allah yardımcınız olsun. İki dünyada sizin kahramanlığınız anılacaktır.Biliniz ki sizi davet ettiğim şeye ilk katılan ben olacağım ve kesinlikle bilin ki iki ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Rodrich denilen azgına saldırıp inşallah onu öldüreceğim. Siz de benimle birlikte saldırın. Eğer onu öldürdükten sonra ben de ölürsem sizi ondan kurtarmış olurum. Başınıza itaat edeceğiniz bir kahramanı getirmekten aciz değilsiniz. Eğer ondan önce (Rodrich) ölürsem benim bu arzumu terk etmeyin ve onun üzerine yüklenin. Onu öldürmek suretiyle bu ülkenin fethini tamamlayın. Çünkü düşman askerleri o öldükten sonra dağılırlar ve bir daha toparlanamazlar.
Lekke Vadisi Savaşı
İki ordu Sidonia kenti yakınlarındaki Lekke Vadisi’nde (Rio Guadalate) birbiriyle karşılaştığı zaman gecenin karanlığı çökmek üzereydi. Bu nedenle savaş başlamadı. Tarık, ordusuna etraflarındaki her harekete dikkat etmelerini söyleyerek o gece dinlenmelerini ve ertesi gün savaşa hazır olmalarını emretti
Sabah olunca iki ordu da savaş durumuna geçti. Kral Rodrich tahtına oturdu ve uşaklarına kendisini savaş yerine götürmelerini emretti. Tacını giydi ve bütün değerli eşyalarını taktı. İpek gölgelikler altında bayrak ve sancak ormanını andıran bir kalabalıkla, büyük gurur ve kibir içinde önünde savaşçıları, silahları ve bütün mallarıyla Müslümanlara doğru ilerledi.
Tarık ise atına atlamış, ordusundaki sıradan bir süvari gibi cephenin en önüne geçmişti. Müslümanların süvari sayısı oldukça azdı. Ordunun büyük bir kısmı piyadeydi ve içlerinde zırhlı olanları pek azdı. Artık iki orduda da sabır son haddine ulaşmış karşı taraftan gelecek ilk saldırıyı beklemeye başlamışlardı.
İlk saldırı Müslümanlardan geldi. Böylece İspanya’nın yazgısını belirleyecek savaş 19 Temmuz 711 tarihinde başlamış oldu. Tarihi kaynaklar Lekke Vadisi Savaşı’nın seyri hakkında fazla bilgi vermemekle beraber çok çetin bir savaş olduğunu kaydetmektedirler.
Her iki taraf da oldukça uzun süren savaşta çok sayıda kayıp vermişti. İlk önce Rodrich’in ordusunun sol kanadında çözülme başladı. Ardından sağ kanat da dağılmaya başladı. Bununla birlikte merkez kanat Müslümanlara karşı şiddetle direnmeyi sürdürdü. Tarihi kaynaklar bu çetin savaşın bir, üç ya da sekiz gün boyunca sürdüğünü kaydetmektedirler. Savaşın seyri hakkında İbn İzari: “Müslümanlar ve Rodrich’in askerleri öyle şiddetli savaştılar ki, her iki taraf da bu savaşın kendilerinin sonu olduğunu sandılar” diyor.
Ayrıca İbn İzari şunları da aktarmaktadır: “Güneşin doğuşundan batışına kadar savaştılar. Mağrib’de ondan daha büyük bir savaş görülmemiştir. Savaşta ölenlerin kemikleri uzun zaman orada kaldı.”
Savaşın sekiz gün sürdüğünü iddia eden er-Razi ise şunları söylemektedir: “Rodrich, Tarık’ın olduğu yere gelince Lekke vadisinde savaşa tutuştular. O gün Ramazan’ın bitimine iki gün vardı. Pazar günüydü. Güneşin doğuşundan batışına kadar savaştılar. Sonra Pazartesi sabah tekrar başladılar. Ve akşama kadar yine savaştılar. Savaş ertesi hafta Pazar gününe kadar sürdü.”
Savaşın bitimine yakın Rodrich’in elinde çok az bir kuvvet kalmıştı. Rodrich bu durumda yenileceğini anlayınca başka bir ordu düzenleyip yeniden savaşabilmek umuduyla savaş meydanından kaçtı. Müslüman süvariler onu takip etmişlerse de, Rodrich ellerinden kurtulmayı başarmıştı.
Onu takip etmeyi sürdüren süvariler Rodrich’in bindiği atı kıymetli taşlarla süslü eyeriyle birlikte bir bataklığın yakınında buldular. Giydiği çizmelerden birisi bataklığın çamuru üstünde yüzer halde bulunduğundan hareketle Rodrich’in kaçarken bataklığa düşüp boğulduğu anlaşılıyor. El-Razi bu olayı şöyle anlatır:
Allah, Rodrich ve yanındakileri helak etti ve Endülüs yolunu Müslümanlara açtı. Rodrich’in akıbeti bilinemedi. Cesedi de bulunamadı. Sadece süslü çizmesi bulundu. O zaman bazıları “boğuldu”, bazıları da “öldürüldü” dediler.
Diğer taraftan, “Tarık, Rodrich’i görünce hemen saldırdı ve Rodrich’in önündeki savaşçılar dağıldı. Tarık, ona yetişerek kılıcını kaldırdı ve kılıcıyla başına vurarak onu öldürdü” şeklinde bir söylenti de vardır. Fakat bunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü Rodrich’in savaş sırasında öldürülmediği ve savaşın ardından kaçtığı ile ilgili çok sayıda kaynak bulunur.
Saavedra ve Levi Provencal gibi tarihçiler ise Rodrich’in ne savaş sırasında ne de bataklıkta boğularak ölmediğini yazar. Onlara göre Rodrich ordusunu yeniden toplamak için kuzeye çekilmiş ve Musa b. Nusayr ile yaptığı ikinci savaş sırasında ölmüştür.
Savaşın Sonuçları
Her iki tarafın verdiği ölü sayısı kesin olarak bilinmemektedir ama “dokuz bin Müslüman ganimeti paylaştı” sözünden Müslümanların bu savaşta üç bin şehit verdiğini söyleyebiliriz. Çünkü savaştan önce sayılarının on iki bin kişi olduğunu biliyoruz. Yine de kayıplar konusunda kesin rakam verilemez.
Vizigotlar’ın kayıplarının bundan kat kat fazla olduğu kesindir. Çünkü Arap kaynakları kaçanların sayısının çok az olduğunu aktarırlar. Her ne kadar az sözcüğünün ifade ettiği değer göreceli olsa da, Vizigotlar’ın kayıplarının Müslümanların kayıplarından fazla olduğu kesindir.
Müslümanlar, karşı tarafın karargâhındaki bütün mal, malzeme ve ağırlıkların hepsini ele geçirmiş ve sonunda bu ganimet dokuz bin Müslüman arasında paylaştırılmıştır. Tarık, savaştan sonra zafer müjdesini Musa’ya bildirerek İspanya’nın kalbine giden yolun önlerinde açıldığını belirtti. Müslümanlar, Tarık’ın zaferlerini ve ganimetin bolluğunu duyunca her taraftan akın akın İspanya’ya doğru yola koyuldular.
Bu savaştan kısa süre sonra, önlerinde kendilerine karşı duracak bir güç kalmayan Müslüman ordusu Malaga, Elvira, Cordoba ve Vizigotların başkenti Toledo’yu ele geçirdi. Artık tüm İspanya’nın Müslümanların eline geçmesinin ve Endülüs Emevi Devleti‘nin kurulmasının önünde ciddi bir engel kalmamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder