Kelt Kültürü
Bir soydan çok bir soyla birlikte bir kültür oluşturan Keltler, Kafkas bölgesindeki diğer Hint-Avrupa halkları gibi türedi. Plutarch, Keltlerin Kırım’dan geldikleri görüşünü savunur. Bazıları Balkan yarımadasına dağıldı, diğerleri Alpler’e ulaştı ve sonunda Roma’da toplandılar. Ama oradan kovuldular ve geriye kalanlar Orta Anadolu’ya göç ederek Galatya olarak bilenen ülkeyi kurdular. Diğerleri Danimarka ve Almanya’ya ulaştı, ancak Cermenlerce buradan sürüldüler. Bugünün Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’una girenler daha başarılıydı ve başlangıçta Romalıların Galya olarak bildigi Seine ve Garonne nehirlerinin arasında kalan bölgeye yerleştiler. Diğerleri, bugünkü Kuzey İspanya ve Portekiz’e yerleştiler. İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’dan Büyük Britanya ve İrlanda’ya geçtiler.
Kelt dilleri Britanya ve Fransa’nın Bretagne bölgesinde günümüze kadar geldi. Aralarında İrlanda’da konuşulan İrlanda Kelt dili ya da İrlanda Gal dili, İskoçya’da konuşulan İskoç Kelt dili, Man Adası’nda konuşulan Manx dili, Galler’in Gal dili, Bretagne ve Cornwall’da Breton (uygulamada yok olan) ve Cornwall dili vardır. Kelt kültürü en iyi biçimde, istilacıların oldukça az karıştığı İrlanda ve Galler’de korundu fakat burada bile büyük değişikliklere uğradı.
Keltlerin, en önemli gelişimini İrlanda’da İS 1. ve 2. yüzyıllarda tamamlayan karmaşık bir sosyal düzeni vardı. C. S. Coon bunu, son dönem arkeolojik araştırmalara dayanarak açıklamıştır. Başta Tüm İrlanda’nın Yüce Kralı, altında Ulster, Munster, Connaught, Leinster ve Maeth büyük eyaletlerinin beş Kralı, onların altında eyalet Kralları, onun altında Bayır ve Tepelerin Kralları, onun altında Soylular’dan oluşan dört sınıf, onların altında çiftlik sahipleri, onun altında işçiler ve zanaatkarlar ve sonunda toprağa bağlı köylülerin olduğu feodal bir sistem vardı. Toprak da buna göre bölünmüştü, yalnızca son sınıf toprak sahibi değildi.
Toprak sahipleri ve köylülerin dışında Druidler adı verilen bir eğitimliler sınıfı vardı. Her şeyi düzenleyen bağımsız bir hiyerarşileri vardı, örneğin Yüce Kral ve diğer kralların, soyluların ve çiftlik sahiplerinin randevularını tutar ve rahip, hakim, doktor, eğitmen, şair, astrolog ve majisyenlik yaparlardı. Yunan alfabesini kullanarak yazı yazdıkları söylenir. Ayrıca, dikey ve yatay kalem vuruşlarıyla yazılan harfler birbirleriyle birleştirilerek yatay bir çizgi üzerine yerleştirilen kadim Ogham Alfabesi’ni kullandıkları da söylenir. Ama klasik yazarların tümü Druid bilgisinin yazarak değil, ezberlenerek öğrenildiği konusunda görüş birliğindedir. Bu nedenle bir Druid’in eğitimi yirmi yıl gibi uzun bir zaman birimi kadar sürebilirdi. Klasik yazarlar Druidlerden söz ettiğine göre, Druidler topluluğuna kadınlar da kabul edilirdi. Diğer rahipliklerde olduğu gibi, birkaç inisiyelik sınıf vardı. Bu sınıflardan ikisi ozanlar ve gezgin kahin-şairler (Bards and Ovates). Bunların, Druid olabilmek için ön koşullar olup olmadığını bilmiyoruz, ancak dinsel bir uygulama olarak şiirin oldukça geliştiği kesindir. Eski Yunanlıların pythoness’leri gibi, Druidess’ler de öte dünyayla iletişim kurmak için medyum olarak kullanılmış kadınlar olabilirler. (Pythoness: Eski Yunanistan’da, yoksul halkın arasından sevilen ve kehanet tapınaklarında inisiyasyondan geçirildikten sonra rahibe olan kadın kahin. Sözcük, antik kehanet merkezi Delphoi kentinin eski adı olan “Pytho” ile bağlantılıdır.)
Kahin-Şair bir gezgin Druid
Druidizm, Hıristiyanlıktan önce Büyük Britanya ve Galya’da da gelişti. Druidlerle kişisel olarak görüşen Julius Caesar (bilindiği gibi İÖ 55’te İngiltere’yi istila etti), Druidlerin, eğitim için Galya’dan Britanya’ya gittiklerini söyler. Bununla birlikte, ana merkezleri gibi görünen Anglesey’de Druidler için bir okul olduğu belirtilir. Resmi din Hıristiyanlık olunca, Druidler Rahip ve Başdruid piskopos oldular. Arkeolojik bulgular Sakson fethi öncesinde Britanya halkının çıplak barbarlar olduklarını gösterir ve Caesar’ın tanımladığı gibi, “çivit otuyla boyanmışlardı,” oldukları belirtilir. Tunç Çağı’ndan Demir Çağı’na geçmişler; muhteşem çömlekler, aletler ve zırhlar yapmışlar ve dokumacılıkta gelişmişlerdi. Kişilerin giysileri rütbelerini gösterir, üzerlerindeki renkler de konumlarını belirtirdi.
Druidler tunç ve altından araçlar kullandı ve kullandıkları altın göğüs zırhları ve gerdanlıkları müzelerde görülebilir. Piskopos asası taşırlar ama çoğu şist’tendir (yaprak kaya).
Druidizm konusu arkeologlar için yarım yüzyıldan fazla bir süredir tam olarak çözülebilmiş değildir. Bunun nedeni, 18. ve 19. yüzyıl romantik yazarlarının Druidleri ısrarla Stonehenge gibi Kiklopik anıtlarla ilişkilendirmeleri ve Stonehenge’in Druidlerin denetimi altında inşa edildiğini öne sürmeleridir. Artık bu görüş ortadan kalktı. Stonehenge ve Avebury’nin ilk araştırmacıları olan W. Stukeley (1687-1765) ve sanatçı ve şair W. Blake (1757-1827), ataerkil dinin yurdunun Britanya olduğu görüşünü savundular ve bu dinin Druidizm olduğuna inandılar.
Çağdaş görüşe göre ise, Druidizm iki gerçeğe dayanan bir ağaç kültüydü;
1- Büyük Britanya ve İrlanda’nın da içinde bulunduğu Avrupa, Hıristiyan çağının başlangıcına dek en çok meşe ağacına rastlanıldığı geniş ormanlarla kaplıydı;
2- Meşe ağacının meyvesi olan meşe palamutu, bu geniş bölgede yaşayanların temel besin maddesiydi. Klasik toplumlarda da bu kült vardı, çünkü tanrıların kralı Zeus, meşe tanrısıydı. Ancak Antik Yunan ve Roma’da (Demeter ve Dionysos ile kişileştirilmiş) mısır ve şarap kültü buna karşılık gelir ve birçok yönden daha karmaşıktır.
2- Meşe ağacının meyvesi olan meşe palamutu, bu geniş bölgede yaşayanların temel besin maddesiydi. Klasik toplumlarda da bu kült vardı, çünkü tanrıların kralı Zeus, meşe tanrısıydı. Ancak Antik Yunan ve Roma’da (Demeter ve Dionysos ile kişileştirilmiş) mısır ve şarap kültü buna karşılık gelir ve birçok yönden daha karmaşıktır.
Druid Ayinleri
Druid tapınımının en tuhaf yönü, tohumlarını kuşların yerleştirdiği, ağaçlarda yetişen yan asalaksal bir bitki olan ökseotuna saygı duyulmasıdır. Meşe ağacında görülmez, ancak Druid ayinleri sırasında bulunup altın bir orakla kesilmiş olmalıdır. Ökseotunun kesilmiş dalları izdeşlere dağıtılırdı. Bu kitabın yazarı, 1944’te bu ayini, Hıristiyan Aşai Rabbani ayiniyle karşılaştırarak bir kuram öne surdü. Mesih’in bir dal olduğuna işaret eden Elder’in sözüne dayanmaktaydı. Jesse’nin Ağacı olarak bilinen ve birçok Ortaçağ metinlerinde gerçek bir ağaç gibi betimlenen İsa’nın atalarından kalma ağacı, meşe ağacı simgeler. Bir kuş bu ağacın üzerine ökseotunun tohumunu yerleştirir. Kuş, Jesse’nin Ağacı’na İsa’nın tohumunu yerleştiren Ruhulkudüs’ü simgeler.
Bu kutsal bitkiye yalnızca altın dokunabilir, asma töreninin şarabı kutsamadan sonra Mesih olunca, yalnızca kadehin iç bölümündeki altın yüzeye değmesine izin verilir. Birkaç bitkinin ayinsel önemi olduğu belirtilmelidir. Ökseotunun Cermenlerce de kutsal sayıldığını ekleyebilir ve bazı efsanelerde çarmıhı oluşturan ve gerçek ağaç boyutlarında bir bitki olduğu söylenir. Virgilius ve çağdaş dönemde Sir James Frazer’in bitki kültü üzerine yazdığı kapsamlı yazılarda ökseotunun altın dal olduğu belirtilir. (“Druid” sözcüğü, Kelt dilinde “meşe ağacını bilen” ya da “bulan” anlamına gelir. Druidler’in, meşe ormanlarında yaşamlarını sürdürdükleri için bu adı aldıkları öne sürülür.)
Druidlerin, içine hayvanları ya da insanları koyduğu ve kurban olarak yaktıkları dev sepet işi figürleri yaptıklarından söz edilir. Bunun gibi dev figürler ürettikleri, bunlarla geçit töreni yaptıkları ve sonunda kurban ettiklerine ilişkin hiç kuşku yoktur. Bu uygulama İngiltere’de yüzyıllarca sürdü. Her 5 Kasım’da Guy Fawkes’in içi doldurulmuş kuklalarının yakılması bu uygulamadan gelir. (Guy Fawkes (1570-1606): İngiliz Katoliklerinin, artan baskılara misilleme olarak Parlamento’yu havaya uçurup Kral I. James ile önde gelen bakanları öldürmek amacıyla düzenledikleri “barut komplosu”nun elebaşlarından. Fawkes’m öldüğü yıl olan 1606’dan beri her yıl 5 Kasım’da kutlanan “şükran günü”nde (Guy Fawkes Night) havai fişekler atılır ve komplocuları temsil eden kuklalar yakılır. İnsan kurbanlarının kullanılıp kullanılmadığı tartışılır. Elder, bu düşünceye karşı çıkar, Canney bunun kuraldışı olduğunu düşünür ve kurbandan birkaç damla kan alındığı ve sonra yalnızca kuklasının yakıldığı bazı örneklerden söz eder.
Yılda dört kez büyük Druid şenlikleri düzenlenirdi. Böyle zamanlarda şenlik ateşleri yakılırdı. Mayıs başında Beltane kutlanırdı. Bu, bahar şenliklerinde, halk oyunlarının başlangıcında, Mayıs kral ve kraliçelerinin seçimi, Kilisedeki Aziz Walpurga Günüyle (1 Mayıs) çakışan büyük cadılar bayramı ve sonraları aynı günde çeşitli İşçi ve Komunist parti kutlamalarında sürdürüldü. Ağustos başında Lugnasad kutlanırdı. Ortaçağ’da, 1 Ağustos’ta Lammas (Lammas: “ilk meyve şenligi”: Bugün büyük ölçüde “August Bank Holiday”e dönüşmüştür ki İngilizce’de “bank holiday”, cumartesi ve pazar günlerinin dışında bankaların kapalı olduğu resmi tatil günü anlamına gelir.) ya da Ağustos Gule’si şenlikleri adıyla anıldı. Samhain, Kasım’ın başında gerçekleşir. Bu, Katolik Kilisesince “All Saints” (Tüm Azizler Günü, 1 Kasım) ve “All Souls” (Tüm Canlar Günü, 2 Kasım) kutlamalarına ve Protestanlar arasında Guy Fawkes Günü’ne (5 Kasımı dönüştürülmüştür.
Oimelc, İrlanda’da Earrach olarak bilinir ve Şubat başında (1 Şubat) kutlanırdı; güzel bir anıt mezarı olan Azize Bridgit Günü (Kelt tanrıçalarından biriyle aynı adı taşır) ve mumların kutsandığı gün olan “Purification” ya da “Candlesmas” (2 Şubat) ile aynı güne gelir. Ayrıca, yaz gündönümünden üç gün sonra kutlanan bir şenlik daha vardı ve Hıristiyanlık döneminde Vaftizci Yahya’nın doğumu olarak bilinen bu günde, ateş tekerleği töreni adında, yanan bir yük arabasının tekerleğinin bir tepeden aşağı bırakıldığı, günümüze dek sürdürülen bir gelenek vardı.
Bununla birlikte, Noel’le çakışan, kış gündönümünden üç gün sonra kutlanan bir şenlik daha vardı. S. C. Cox mevsimlerin Druidlerce kişileştirildiğini söyler; Bahar’ın bir gençle, Yaz’ın yetişkin bir erkekle, Güz’ün orta yaşlı bir kişiyle ve Kışın bir yaşlı erkekle… Kış, Aziz Nicholas adıyla bilinen Santa Claus ya da Noel Baba’ya dönüşmüştür.
Druidlerin en tuhaf uygulamalarından biri yılan yumurtasıdır. Bu, ayinlerinde kullandıkları nesnelerden biriydi ve kişisel bir gözlemle Plinius’un “Historia Naturalis”inde (Doğa Tarihi) anlatılır. Küçük bir elma büyüklüğünde, kıkırdaklı ve pürüzlü bir kabuğu vardır. Plinius, yazın birkaç yılanın kıvrılırken vücutlarının salgısıyla karışan tükürükten oluştuğunu söyler. Yılanlar tısladıklarında, bu maddenin bir kısmı havaya karışır. Ardından, yere düşmeksizin, bir kumaşın üzerine düşmesinin sağlanması gerektiği ve yılanlar kişinin peşine düşeceği için, bunun bir nehri geçene kadar at üzerinde uzaklaştırılması gerektiğini anlatır. Bu, ayın belirli bir gününde yapılmalıdır. Söz konusu yumurta, nehrin akıntısına karşı yüzme özelliğine sahiptir.
Bazı saz şairlerinin söylediğine göre, iki grubun birbiriyle yanaşmasına neden olan, iyi olanın suyun öte tarafına taşıyabilmesiyle, bu yumurtanın türlü cenaze oyunlarıyla, Ortaçağ pelota (bir top oyunu) kutlamasıyla ve şükran şarkısını simgeleyen Büyük Perhizden önceki Cumartesi günü dönen topa şiddetle vurulması arasında bağlantı kurduk. Birçok top oyununun aslında dinsel bir önemi olduğu güçlü bir olasılıktır ve bu da onlardan biridir. Yumurta ya da top, can’ı simgeliyor olabilir (daha doğrusu teozofideki “kozal beden”i) ve oyun da bunun için iyiyle kötünün arasındaki çekişmeyi simgeler.
Kral Arthur Efsaneleri
Kral Arthur ve sarayı büyü ve gizemle çevriliydi. Öyküye göre, Büyücü Merlin’in, Aurelius Ambrosius’un yönetimi döneminde Stonehenge’in taşlarını nasıl getirttiğini ve Wiltshire’a (halen bulundukları yer) diktiğini önceden anlatmıştık. Bundan kısa bir süre sonra Aurelius, Saksonların bir entrikası sonucu zehirlenerek öldü ve kardeşi Uther Pendragon tahta çıktı. Uther, Cornwall Dükü Gorlois’in eşi. Igerne’ye aşık oldu. Merlin’in büyüsü yardımıyla Uther, Gorlois’in görünümüne büründü ve Gorlois Uther birlikleriyle uzaktayken Igerne’ye yaklaşmayı başardı. Gorlois öldürüldü ve Uther, Igerne’yle evlendi.
Arthur’un doğumu, Merlin’in büyüsünün sonucudur. Uther, Arthur beş yaşındayken ölür. Yaşı ve doğumunun gizemli olması nedeniyle tahta kimin çıkması gerektiğine ilişin hiç kararsızlık yaşanmamıştır. Londra’ da tüm soyluların ve şövalyelerin katıldığı Noel ve Yeni Yıl kutlamaları sürerken, kilisenin avlusundaki iri bir taşın içinden çıkan bir metal parçası görüldü. Taşın ortasına bir kılıç saplanmıştı ve taşın üzerinde kılıcı taştan çıkartabilen kişinin kral olmayı hak ettiği yazıyordu. Bunu yalnızca Arthur başarabildi. Böylelikle Arthur kral oldu ve Saksonlara karşı, tümünde başarılı olduğu oniki savaşta yer alması gerekti. Merlin’in büyüsü aracılığıyla Arthur, bir gölün sularının derinliklerinde görkemli bir sarayı olan bir büyücü; Göldeki Kadın’dan Excalibur ya da Caliburn adında muhteşem bir kılıç elde etti. Kılıcı sıkıca tutan, üzerinde beyaz ipekli bir kumaş olan bir kol, suyun yüzeyinde belirdi ve Arthur kılıcı alınca suya gömüldü.
Arthur öldüğünde kılıç yeniden göle atıldı ve el yeniden sudan çıkarak kılıcı yakaladı. Arthur’un kız kardeşlerinden biri ve güçlü bir büyücü olan Morgan la Fee kılıcı ve kınını çaldı. Arthur kılıcı geri almayı başardı, ancak kardeşi yeniden çaldı ve göle attı. Kın, onu üzerinde taşıyan kişinin kan kaybetmesini önlemeye yarıyordu. Morgan la Fee, Arthur’ a pahalı bir cüppe gönderdi. Cüppe, giyeni öldürüyordu (Herkül’ün ölümüne neden olduğu söylenen cüppeye benziyordu). Göldeki Kadın, Arthur’u uyardı ve cüppeyi getiren kişiye giydirdi. Bu kişi cüppeyi giyer giymez yanarak kül oldu.
Kral Arthur
Arthur, Cameliard Kralı Leodegrance’in kızı Guenever ya da Guinevere ile evlendi. Leodegrance düğün armağanı olarak Arthur’a, Merlin’in Uther için yaptığı ve Uther’in Leodegrance’e verdigi ünlü yuvarlak masayı verdi. Bu masanın burçlar kuşağını, dünyayı ve Son Akşam Yemeği’ni simgelediği ve oniki sandalyesi ya da rütbesi olduğunu söylenir. Mallory’nin hesabına göre 150 sandalyesi vardı. Masa yüz şövalyeyle birlikte geldi, Merlin de yirmisekiz şövalye daha buldu ve zamanla boş yerler dolduruldu. Üç sandalye boş birakıldı, ikisi özel onurlandırmalar içindi, üçüncüsüne ise “tehlikeli kuşatma” denildi ve Kutsal Kase’yi [Graal Kupası] bulan kişiye ayrılmıştı; oraya başka birinin oturması ölümcül olacaktı.
Gizemli gölle birkaç büyücü ilişkilendirilmiştir. Aralarından Nimue ya da Vivien adında birini delice seven Merlin, ona bazı büyülerini öğretti. Nimue, yanlışlıkla ya da önceden tasarlayarak Merlin’i bir taş ya da ağacın boşluğuna soktu, girişi kapattı ve girişi açamadı ya da açmak istemedi. Merlin İngiliz majisyenlerin en ünlüsüydü ve adı, yalnızca Arthur döneminde değil, Ortaçağ efsanelerinde sık sık geçerdi.
Eski bir gravürde Büyücü Merlin
Şövalyelik efsanelerinde Yuvarlak Masa’nın sayısız şövalyelerinden söz edilir. Bunların arasında, olağanüstü kibar Sir Gawain; bazı öykülerde diger şövalyelerin övmekten kendilerini alamadıkları, başkalarına göre de büyük güçleri olan Sir Kay; son savaşında yaralandığında Kral Arthur’un yanında bekleyen ve kılıcını göle atan kahyası Sir Bedivere; büyük bir kahraman olan, ancak Yuvarlak Masa’nın dağılmasının en büyük nedeni Kraliçe Guenever’le zina yapması olan Sir Lancelot’u; amcası Kral Mark’ın müstakbel eşini İrlanda’dan getirirken ona aşık olan Sir Tristram; Orkney Kralı Lot’ın eşi olan kendi teyzesiyle ilişki yaşayan büyük savaşçı Sir Lamorake ve Kutsal Kase Arayışı’na katılan soylu Sir Galahad yer alır.
Arthur, Yuvarlak Masa Şövalyeleri ve ortada Kutsal Kase
Arthur’un hükümdarlığı böylelikle sona erdi. Sir Lancelot ve Kral Arthur Bretagne’da savaşıyordu ve Arthur yeğeni Sir Modred ya da’ Mordred’i vekili olarak Britanya’da bırakmıştı. Sir Modred, Arthur’u tahttan indirmeye çalıştı ancak Arthur geri döndü. Batı Eyaletlerinde büyük bir savaş başlamıştı. Modred öldürüldü ve Arthur ölümcül yaralar aldı. Gemiyle şimdi Glastonbury, o zaman Ynysgwydrin denilen bölgede bir gölü geçti. Gemide üç peri ya da kader perileri vardı… Ve efsane Arthur’un ölmedigini, bir gün yeniden geleceğini iddia eder. Daha sonra, III. Constantine Britanya’nın hükümdarı oldu.
Mabinogion, İngiliz efsanelerinden farklı olarak ilk Gal efsanelerinin bir derlemesidir. Bu efsanelerde mitolojik yapıda çok tuhaf öğeler vardır. Bir öyküde Kilhwch, hükümdar Vspaddaden Penkawr’ın kızı güzel Olwen’le evlenebilmek için, kuzeni Kral Arthur ve şövalyelerinden yardım ister. Bunu yalnızca hükümdarın birkaç olağanüstü isteklerini yerine getirerek başarabilir ki bu da Arthur’un yanında bulunanların tümünün yok olmasma neden olur. Gerçekleştirmeleri gereken birkaç istekten biri, canavar domuz (bir zamanlar insan olan, ancak sonra büyüyle canavara dönüştürülen) Twrch Trwyth’in kulakları arasında bulunan ustura, tarak ve makası elde etmekti, ancak ülkeyi kırıp geçti ve Arthur’un şövalyelerinin çoğunu öldürdü. Canavarı yakalayabilmek için önceden birkaç büyülü nesnenin ele geçirilmesi ve üç yaşındayken ortadan kaybolan Modron’un oğlu gizemli Mabon’un yardımı gereklidir. Tutsak durumda bulunur. Destansı bir arayış ve daha birçok serüven sonrasında tüm istekler yerine getirilir.
Avrupa’daki diğer toplumların Britanya için, “Ölülerin Vatanı” dediklerine ilişkin kanıtlar vardır. Ağırlığıyla suya batmasına neden olan, görünmez bir kargo yüklü bir feribotun bugünku Manş Denizi’nden geçtiği ve taşıdığı ölülerin ruhunu bıraktıktan sonra, dönüşte suyun yüzeyinde ilerlediğine ilişkin öyküler vardır. Bu öykü yaygın olarak bilinse de bilinmese de (Britanya’nın kutsal bir ülke olmasıyla bağdaşıyor), İngiliz hükümdarlarının, Keltlerin yeraltı dünyası Annwn’in kralıyla karşılaşmalarını anlatan öyküler vardır. Mabinogion’da geçen öykülerden birinde, bir Gal prensi Yeraltı Ülkesi’nin Kralıyla bir yıllığına yer değitirir.
Periler
İngiliz mitolojisinde, Druidlerin majisyen olmaları ve daha sonra folklorda karşımıza periler olarak çıkan ruhlarla ilişkileri olması nedeniyle, perilerle Druidler arasında yakın bağlantı kurulmuştur. Kral Arthur’un sarayında perilerle [ing. fairy, fay; Fr. feel] insanları birbirlerinden ayırabilmek neredeyse olanaksızdır. Arthur’un kızkardeşinin adı Morgan la Fee’dir, yine de Gore’lu Uriens ya da Vrience’in eşi olarak dünyasal bir krallığın kraliçesidir. Merlin, doğumundan ve belki de daha çok Nimue’den ötürü hem peri, hem de insandır.
Shakespeare’in perileri günümüz yorumcularının aklını karıştırır, ancak Ortaçağ’ın başlarında bu ülkenin inançlarını yansıtmadıkları sanılmamalıdır. Bir kral ve kraliçenin yönettiği belirli topluluklar oluştururlar. Kralları Oberon, kraliçeleri Titania’dır. Bir peri sarayı vardır,
Puck, bakan ya da uşaklarından biridir, Mab, ebe peridir, Leprechaun, peri ayakkabıcısıdır. Ariel, bir cadı tarafından tutsak alınan bir peridir, vs.
Puck, bakan ya da uşaklarından biridir, Mab, ebe peridir, Leprechaun, peri ayakkabıcısıdır. Ariel, bir cadı tarafından tutsak alınan bir peridir, vs.
Periler çoğunlukla çok küçüklerdir. Bazılarının en çok 30 cm boyunda, kimilerininse daha da küçük olduğu, bazı şiirsel tanımlamalara göre, böceklerle aynı ölçülerde oldukları söylenir. En küçüklerine pigwidgeon denir.
Gal folklorunda önemli bir yer tutan ve elf’lere benzediği öne sürülen Klabber’ler. İnanışa göre evlere bacalardan girerlerdi.
Doğaüstü güçleri vardır. Çoğunlukla görünmezdirler. Bazı psişik kişiler onIarı ve diğerlerini özel durumlarda görebilirdi. O zaman bile isterlerse ortadan kaybolabilirlerdi. Bununla birlikte, Doğunun cini gibi, bir yerden başka bir yere hızla yolculuk etme yetenekleri vardı. Güçlü aşağılık kompleksleri olduğundan insanlar gibi hareket ederler, ki bu ülkenin önceki sahiplerinin soyundan geldikleri, ancak yeni gelenlerce kovulan sürgünde olanları simgeledikleri görüşüyle uyumludur. Shakespeare’in perileri düşsel yaratıklardır. Kavgaları atmosferi etkiler ve sis ya da fırtınaya neden olabilir, öte yandan sevindiklerinde daha ılımlı doğa fenomenlerine neden olurlar, örneğin çiğ düşmesi gibi. Fata Morgana, belli durumlarda Sicilya ve İtalya arasında kalan Messina Boğazı’nda ve nadiren başka yerlerde gorünen bir tür seraptır. Buna bir perinin neden olduğu söylenir, o da önceden sözü edilen Morgan la Fee’den başkası değildir.
Periler meyveyle beslenir ve aynı zamanda yedikleri böcek, sümüklü böcek ve kurbağalara karşı savaşırlar. Peri yağı (cadı yağı da denir), Exidia türünden jelatinimsi bir küftür. Periler, şapkalı mantarı sandalye ya da masa olarak kullanırlar. Perilerin mutfak eşyası kullandığı pek görülmez. Taş çağı insanlarının kullandıkları çakmaktaşlarının bazen periler tarafıdan sığır avlamak için mızrak ucu olarak kullanıldığı düşünüldü. Onlara peri sürgüleri [elf-bolts] denirdi.
Periler zaman zaman insanlar için bazı nesneler bıraktılar. Aziz Cuthbert’e. Cumberland’de Edenhall’ın bahçesindeki duvarına bırakılan kadeh resmi de bunlardan biriydi. Resim orada yaşayan Sir Cristopher Musgrave’in ailesi tarafından alındı ve ona Edenhall’ın Uğuru denildi. Batıl inanışa göre, kaybedilecek ya da kırılacak olursa, resmin getirdiği uğur aileden gidecektir.
Periler çimenlerin üzerinde dans ederler. Bazen çimenin üzerinde halkalar görülür ve o bölge daha koyu renkte ve daha verimlidir. Bu peri halkalarının periler dans ettiğinde geçtikleri yerleri işaret ettiğine inanılır. Gerçekte bunun nedeni, mantarların merkezi bir yerden yayılmasıdır ve mantarlardan oluşan halkalar, mantarın çimenin köklerine ulaştığı bölgelerde kuru ya da kahverengi alanlar görülür. Mantarlar öldüğünde dairesel bir çizgide toprağı verimlileştirirler. Gerçekte, bu ülkenin Marasmius türü mantar buna neden olmaktadır.
Perilerin dansının ve diğer kutlamalarının gece gerçekleştiğine inanılır. Horoz öttüğünde yok olurlar. Bazıları perilerin Ay’a taptıklarına inanır. Klasik dönemde Diana’ya Titania denilmiştir. O ve yandaşları ormanlarda avcı olarak yaşarlardı, ancak yaşamları bir açıdan perilerinkine benzerdi. Perilerin avlanmaktan hoşlandıkları söylenir.
Periler doğum yapan kadınları ziyaret eder ve doğum sırasında insanlara, periler tarafından iyi ya da kötü büyü yapıldığı, armağanlar verildiği, ayrıca Cinderella’da olduğu gibi, majik yöntemlerle insanlara yardım eden peri vaftiz annelerine ilişkin birçok öykü vardır. Bazen gelin yatağını kutsar, ancak bazen ölümlülere aşık olurlar. Böyle bir durumda çocuk olsa bile evlilik yürümez.
Periler kızınca sütün ekşimesine, mısırın kavrulmasma neden olurlar ve bazen tencere ve eşyaları fırlatırlar. Bu nedenle, cadılarla ve poltergeist’lar ile özdeşleştirilirler. Aynı zamanda insanları ummadıkları zamanlarda, özellikle de ayak parmaklarından çimdiklerler. Daha da kötüsü, vaftiz edilmemiş çocukları kaçırır ve yerine başka bir bebek bırakırlar. Bırakılan çocuklar müziği ve dans etmeyi severdi, ancak öte yandan, kötü, kavgacı ya da aptal ve bazen doymak bilmeyen bir iştahları olurdu. Bu çocuğun bir peri-çocuk mu olduğu, yoksa başka bir yerden mi geldiği anlaşılmazdı.
Peri-parası’nın birkaç anlamı vardır:
1- Belirli yerlerin perilere ait olduğuna inanılırdı; bir çiftçi böyle bir yeri, perilerin aldığına inanılan, bir miktar para bırakmadan devralamazdı.
2- Periler bazen insanlara para bırakırdı, onlar gittikten sonra bazen yapraklara ya da başka değersiz nesnelere dönüşürlerdi (bu cadıların eski bir numarasıydı)
3- Perilerin kendi para birimleri vardı; Brand’e göre, şimdi Leverian Müzesi’nde bulunan ve Newcastle’da Tyne kıyılarında bulunanlar gibi, “küresel kristalize nesneler”den oluşurdu.
Periler bazen hastalığa neden olabiirdi. Vücudun bir yanının katılaşması etkisi, Ortaçağ’da cüce katılaşması [elf-cake] adıyla bilinirdi. Zambak kökü katılan beyaz şarap içilerek tedavi edilirdi.
Hampshire ve Dorset’te at biçiminde görünen yaramaz bir periye colepexy (coltpixy) denirdi. Konik fosil olarak bilinen fosillere colepexy parmakları ve deniz kirpisi fosillerine ise colepexy kafaları denirdi.
Elemantaller
Peri bilgisi yerli toplumlarının sürgününe ilişkin çok şey içerirken, onların kökenlerine ilişkin başka kuramlar da olduğu unutulmamalıdır. Bazı etkenler onların değişim geçiren tanrılar olduğu, başkalarıysa totem kökenli olduklarını belirtir. Ancak, dünyadaki tüm toplumların, ne insan ne melek ve ne iyi ne kötü olan ruhlara inandıkları unutulmamalıdır. Bu tur ruhlara elemantaller ya da “doğa ruhları” denir ve bunlar insana benzeyen hayaletler olan özlerden farklıdır. Onların, esrarengiz görüntülere, wraith’lere, (Wraith (ing.): Bir kimsenin, ölümünden az önce ortaya çıkan ve kendisine çok benzeyen görüntüsü.) “ağlayan periler”e (banshee) (Banshee (ing.): Özellikle İrlanda’da, ağladığı evden ölü çıkacağına inanılan bir peri türü.) ve öcülere (bogey) olan inançtan sorumlu oldukları söylenir. Onlar klasik dönemin koruyucu ruhları, ataların ruhları ve larvalarıdır.
Öte yandan, bir evi ya da bölgeyi koruyan klasik ruhlarla bir biçimde bağlantılı görünen elementaller, bağımsız varlıklardı. Uzun süre yaşarlardı, ölümlüydüler, ancak bir insanla yaşayarak ölümsüzleşebilirlerdi. Tümüyle iyi ya da kötü değillerdir, ancak bir insanla karı-koca olup böyle olabilirler. Kötülerine gulyabani, ifrit, cin, küçük şeytan ve özellikle de eşya fırlatanlara poltergeist denirdi.
Bu tür en az altı grup elemantal varlık olduğu görülür:
1- Gnomlar (toprak ruhları): Bunların taşlardaki deliklerden göründükleri sanılıyordu; Cornwall ve Almanya’nın madencileri onlardan korkar ya da rahatsızlık duyarlardı. Almanya’da onlara trol, kobold ya da dwerger denirdi. Dişilerine gnomid denirdi. Gnom’lar mağaralardaki çökmeler ya da patlamalardan sorumlu tutulurdu. Kahverengi ya da koyu renk giysiler giydikleri ve çok çirkin oldukları söylenirdi. (Gnom sözcüğü, Grekçe’de “yerin içinde yaşayanlar” anlamına gelen genomos’tan gelir.)
2- Undine’ler (su ruhları): Klasik mitolojide denizin oceanid ve nereid’leri, İskandinavların elle-kadın ya da elle-kız denilen elle-halkı, İngiliz peri masallarının merrowlan (mermaid – denizkızı ve mermen – denizadamı), klasik mitolojinin tatlı suda yaşayan naiade’leri, kuzey mitolojisinin nixi ya da neck’leri ve at biçimine dönüşen kelpy’leri de bu gruba girer. Çoğunun vücudunun üst bölümünün insan biçiminde, belden aşağısının ise balık biçiminde olduğu söylenir. Coğunlukla saçları yeşildir. Denizkızı genellikle güzeldir. Aralarında deniz-keşişleri ve deniz-rahipleri vardı. Deniz-keşişleri başlık takarken, denizrahipleri külah giyerlerdi. Bunların belli balıklara benzediği düşünülür; örneğin denizkızı, dişilerinin yavrusunu bazen suyun yüzeyinde, insanlarda olduğu gibi bu türde de olan, memesine doğru tutarak emzirdiği bir deniz memelisi
olan deniz ineğine benzetilir. Yüzgeçleri kol gibi ve başları insanlarınki gibi yuvarlaktır.
olan deniz ineğine benzetilir. Yüzgeçleri kol gibi ve başları insanlarınki gibi yuvarlaktır.
Jorge Angel Livraga’nın “Elemental Doğa Ruhları” adlı kitabından elementaller. (Çizimler Josef Machynka, Viyana Sanat Akademisi)
3- Sylph’ler (hava ruhları): Periler ve büyük olasılıkla daha çirkin görünüşlü geceleri gizlice evlere girip ev işlerine yardımcı olan brownie’ler, çok güzel elfler ve insanlara oyun oynamaktan çok hoşlanan muzip pixie’ler bu gruba girer. Klasik mitolojide, Artemis’in yanında bulunan dağ perileri oread’ları da bu gruba yerleştirebiliriz.
4- Salamander’ler (ateş ruhları): “St. Elmo’nun ateşi” (İspanya’nın Galicia bölgesi inançlarına göre, geceleri görülen ateş. “gemici nuru”) gibi, denizin üzerinde ve gemilerin direk ve diğer donanımlarının üzerinde küre biçiminde beliren acthnici, ayrıca bataklıkların üzerinde beliren bir alev olan ignis fatuus, bataklık alevi de bu gruptandır. [Salamander sözcüğünün, İspanya’nın batısında Castilla-Leon bölgesindeki Salamanca Üniversitesi’nden geldiği öne sürülür. Kimi yazarlar, Ortaçağ’da bu üniversitede ileri düzeyde simya çalışmalarının yapıldığını belirtirler]
5- Dryad’lar (bitki/ağaç ruhları): Klasik dönemlerin dryad ve kardeşleri hamadryad’ları da bu gruptandır; her ağaçta bu ruhlardan birinin oturduğuna ve ağaçla birlikte doğup, onunla birlikte öldüğüne inanılırdı. [Yunan mitolojisinde Orfe’nin (Orpheus) eşi Eurydike bir dryad idi.]
6- Faun’lar (hayvan ruhları); Romalıların fauni, panes sylvan ve Yunanlıların satyrleri, totemci sistemlerin totem hayvanların ruhları bu gruba yerleştirilir; bunlardan cadıların hizmetkarları seçilir. Bir sonraki bölümde görüleceği gibi orman ve kır perileri ya da satyrler klasik mitolojide önemli rol oynarlar. Bunlar, ruhların en üst grubundan olduğuna inandıklarımızla karıştırılmamalıdır, yani:
7- Tanrı ve Tanrıçalar: Sayısız olsalar da bir önceki gruptan daha azdırlar; bazen üzerlerinde yazılar olan heykelleri Kelt bölgelerinde bulunur ve büyük gök tanrısı Hu ya da Hesus, Keltlerin Demeter’i Keridwen, pmarlann koruyucusu Grannos, savaş tanrısı Camulos, ışık tanrısı Lugh, deniz tanrlıarı Llyr ve Manannan, sanatkar Govannon ya da Goibniu, Keltlerin Vulcanus’u Sul, kaplıcaların koruyucusu Brigit, ocak ve sobaların tanrısı Keltlerin Vestas’ı, Keltlerin Herkül’ü Ogmios ve boynuzlu tanrı Cernunnos. Sonuncusu, çatal tırnakları ve boynuzları nedeniyle Hıristiyanların şeytanı ile özdeşleştirilmiştir.
Kaynak: W.B. Crow – Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin Tarihi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder