Tarihe Büyük Temizlik ya da Büyük Terör dönemi olarak geçen ve Moskova Duruşmaları ile başlayan dönem Josef Stalin’e Komünist Parti’de tek adam olmasının yolunu açmıştı. 1936 – 1939 yılları arasında süren bu siyasi tasfiye hareketi sırasında yüz binlerce insan ya kurşuna dizildi, ya da arkasında hiçbir iz bırakmadan kayboldu. 1988’de açıklanan Rus kaynaklarına göre bu dönemde 1,5 milyon insan öldürülmüş, milyonlarcası ise unutulmaz acılara katlanmak zorunda kalmışlardı.
1930’lardan başlayarak yaklaşık 25 yılı aşan bir süre için Sovyet sistemi toplumsal ve siyasal nitelikleri bakımından değişmez özellikler gösterir. Açık sosyalist muhalefetin dahi mümkün olmadığı bu döneme siyasal ve ideolojik damgasını vuran kişi ise Josef Stalin’dir. Felsefeden ekonomiye, filolojiden tarihe ve genetiğe kadar her alandaki “doğruların” Stalin tarafından belirlendiği bu dönemin özellikleri, onun ölümünden sonra da etkisini sürdürmüştür.
Bu etki, Sovyetler Birliği ve 2. Dünya Savaşı sonrasında Marksist-Leninist partilerin iktidara geldikleri ülkelerle de sınırlı değildir. Stalin tarafından çizilen ideolojik/siyasal ve örgütsel çerçeve bu ülke rejimlerinin biçimlenişinde belirleyici olduğu gibi, uzun bir dönem için dünyadaki sosyalist hareketin temel eksenini oluşturdu.
“Stalin ve Stalinizm olgusunun kökleri ve çözümlemesi konusunda “Leninizmin mantıksal sonucu” olmaktan başlayan, “bir ekonomik gelişme ideolojisi ve modeli” olarak değerlendiren görüşlerin yanısıra, bu olguyu “Slav ruhu” ve doğu toplumlarının “despotik devlet” geleneğinin bir uzantısı olarak gören yaklaşımlar ya da Stalin’in kişiliğine de bağlayarak “Marksizm-Leninizm’den bir sapma” olarak açıklayan anlayışlar gözlemlenebilmektedir. Öte yandan bu olgunun kökenim Rusya’nın ekonomik ve toplumsal bakımdan geriliğinde ve “köylü sorunu”nda, yani bütün olarak bu ülkeye özgü koşullarda aramak da yanlış olmayacaktır.
Moskova Duruşmaları
Daha sonra “Moskova Duruşmaları” olarak adlandırılacak olan eski Bolşeviklerlere yönelik büyük siyasi davaların ilki Ağustos 1936’da başlatıldı. Davanın başlıca sanıkları 1934’de Kirov’un öldürülmesinin ardından hapse mahkum edilmiş bulunanGrigori Zinovyev ve Lev Kamenev’di. Vatana ihanetin söz konusu edilmesi nedeniyle Moskova Duruşmaları’na SSCB Yüksek Mahkemesi’nin askeri kurulu tarafından bakılıyordu. İddia makamında SSCB Başsavcılığı’na getirilmiş olan Andrey Vişinski bulunduğu ve “Onaltılar Davası” olarak adlandırılan davada sanıklar, hükümeti devirmek üzere komplo kurmak ve Stalin başta olmak üzere Politbüro üyelerini öldürmeyi planlamakla suçlanıyorlardı. Sanıkların öldürmek istedikleri ileri sürülen Politbüro üyeleri arasında daha sonra Stalin tarafından öldürülecek olan Kossyor ve Postişev bile vardı. Moskova Duruşmaları Kamenev ve Zinovyev’in “itirafları” ile başladıktan sonra Sovyet basınında sanıkların ölümle cezalandırılmasını isteyen yazılar çıktı.
Mahkeme, iddianamesinde “tüm kudurmuş köpeklerin idamı”nı isteyen Vişinskiy’nin talebine uygun olarak “Troçkist-Zinovyevci Terör Merkezi” yöneticileri oldukları gerekçesiyle bütün sanıkların idamına hükmetti. Mahkum edilen 16 kişi, ertesi gün kurşuna dizilerek öldürüldü. Zinovyev son sözünün ne olduğu sorulduğunda şunları söyledi: “Benim Bolşevizm’im, Troçkizm aracılığıyla anti-Bolşevizm’e vardı, hatta dahası faşizme vardı. Zinovyevcilik Troçkizmin, Troçkizm de faşizmin bir biçimidir.” Kamenev ise çocuklarına “Karar ne olursa olsun, bunu adil kabul edin. Geriye dönüp bakmayın, yolunuza devam edin. Sovyet halkının yararına olacağı için Stalin’in peşinden gidin” tavsiyesinde bulundu.
Zinovyev duruşmalarda yalnızca kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmişken, Kamenev pek çok eski Bolşeviki suçlayan itiraflarda da bulunmuştu. Bu nedenle bu davayı diğerlerinin izleyeceği tahmin ediliyordu. Davadan kısa bir süre sonra eski Sendikalar Birliği Başkanı ve sağ muhalefetin önderlerinden Tomskiy’nin intihar etmesi bu beklentinin bir sonucuydu.
Eylül 1936’da yapılan bir Merkez Komitesi toplantısında Genel Sekretere eski muhaliflere karşı izlediği terör politikası dolayısıyla yöneltilen eleştiriler sonuç vermemiş, Stalin en yakın destekçilerine karşı bile acımasızca harekete geçmekten çekinmeyeceğini belli etmişti.
İçişleri Komiseri Genrih Yagoda’nın faaliyetlerini yeterli bulmayan Stalin’in, Eylül 1936’da Jdanov’la birlikte Politbüro üyelerine çektiği bir telgrafla, siyasi polisin “Troçkist ve Zinovyevci Blok’u ortaya çıkarmakta dört yıl geç kaldığını” bildirerek, Yejov’un bu göreve atanması isteği kabul edildi. Stalin adına eski muhaliflerin fiziki tasfiyesini hazırlayan Yagoda’nın yerine Merkez Komite üyesi Nikolay Yejov’un getirilmesi ile birlikte “Büyük Temizlik” zirvesine ulaşacak ve bu dönem “Yejovçina” diye anılacaktır.
Yejov’un başına geçtiği NKVD (İçişleri Halk Komiserliği), “Troçkist ve Zinovyevci Birleşik Merkez”in yanı sıra, buna paralel olarak Moskova’da tümüyle Troçkist bir yeraltı örgütünün ortaya çıkarıldığını, bu grubun Almanya ve Japonya hesabına ülkeye ihanet ettiği ve iktidarı ele geçirme halinde Ukrayna’yı Almanya’ya, Amur bölgesini ise Japonya’ya teslim edeceğini ileri sürüyordu.
Sanıkların önde gelenleri Ağır Sanayi Bakan Yardımcısı Pyatakov, 1905 Devrimi’nin kahramanlarından eski tarım bakanı Muralov, eski Maliye Bakanı Sokolnikov ve 1936 Anayasası’nı kaleme alanlardan biri olan Radek’ti.
Yine Ocak 1937’de o sırada hükümetin gazetesi İzvestia’nın yöneticisi olan ve 1936 Anayasası’nı hazırlayan komisyonda da görev yapmış olan Nikolay Buharin tutuklandı. “Moskova Duruşmaları”nın en kapsamlısı olan ve Mart 1938’de görülmeye başlanan “Yirmibirler Davası”nda Buharin’in yanı sıra eski başbakan Rykov dahil “sağ” muhalefetin önde gelenleri ile sol muhalefetin kalıntıları “Sağcılar ve Troçkistler Bloğu”nu oluşturmakla suçlanmaktaydılar. İddianameye göre yabancı casusluk örgütlerinin teşvikiyle “Troçkistler, sağcı Ziyovyevciler, Menşevikler, Sosyalist Devrimciler ile Ukrayna, Beyaz Rusya, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin burjuva milliyetçilerini” birleştirmek isteyen bu grup “SSCB’deki sosyalist toplumsal ve siyasal sistemi yıkmak, kapitalizmi ve burjuva iktidarını yeniden kurmak amacıyla” yıkıcı faaliyetlerde bulunmuştu. Üç kişi dışında tüm sanıkları idama mahkum eden mahkeme kararına göre 1917’den 1921’e kadar Merkez Komite üyeliği ve 1919-1921 yıllarında Merkez Komite Sekreterliği de yapmış olan eski Politbüro üyesi sanık Krestinskiy “Alman ajanı”, eski Ukrayna Başbakanı ve 1919-1925 arası Merkez Komite üyesi olan Rakovskiy 1924’den itibaren “İngiliz”, 1934’den itibaren ise “Japon ajanı” olarak çalışmıştı. Yine karara göre eski İçişleri Komiseri Yagoda, Troçki’nin emri ile Gorkiy’i, onun oğlunu ve başbakan yardımcısı Kuybişev’i öldürtmüş, Yejov’u ise zehirleyerek öldürmek istemişti. Baş sanık Buharin’in suçları 1918 yılına kadar gitmekteydi. Buna göre 1918’de Sol Komünistlerin önderi olan Buharin, Troçkistler ve Sosyalist Devrimcilerle birlikte Brest-Litovsk Barışı’nı engellemek amacıyla Lenin, Stalin ve Sverdlov’u öldürtmeyi ve Sovyet hükümetini devirmeyi planlamıştı. Lenin’e Ağustos 1918’de yapılan suikast da bu planın bir parçasıydı.
Kurşuna dizilmeden önce Buharin karısına bir son bir mesaj bıraktı:
Yaşamım sona eriyor. Bu korkunç makine karşısında kendini tamamen güçsüz hissediyorum. Bütün Merkez Komite üyeleri bile her an tutuklanabilir. Benim ölümüm başkalarının da ölümüne neden olacak, çünkü onlara bir örgüt gerek. Partinin gelecek kuşaklarına bu dönemin iğrenç uygulamalarına otopsi yapmalarını salık veriyorum. Lenin için her zaman yaşamımı verirdim. Stalin’e karşı hiçbir şey yapmaya kalkmadım. Partinin sonraki yöneticilerinden beni tartışmalarını ve beni tekrar parti saflarına almalarını istiyorum. Yoldaşlar, biliniz ki, taşıyacağınız bayrak benim kanımla da ıslanmıştır.
Büyük Temizlik Döneminin Büyük Kurbanı: Kızıl Ordu
Haziran 1937’de kısa ve gizli bir muhakeme sonucu Kızıl Ordu Genel Kurmay Başkanı ve iç savaş kahramanı Mareşal Mihail Tuhaçevski ve bir dizi önde gelen general de idam edildi. Mareşal Tuhaçevski’nin daha önce de “Onyediler Davası’nda ismi geçmiş, ancak savcı ve mahkeme, konuyu geçiştirmişti. İç savaş sırasında Kızıl Ordu’nun en başarılı subaylarından biri olan Tuchachevski, en genç yaşta mareşal olan subaydı. Yabancıların “Kızıl Napolyon” lakabı taktıkları ve halk arasında büyük popülaritesi olan Tuhaçevski doğal olarak Stalin’in en büyük rakiplerinden biriydi. Ne var ki Kızıl Ordu’nun ve Tuhaçevskiy’nin sahip olduğu prestij, parti yönetiminin 1925’de kaldırılmış bulunan “siyasi komiserlikleri” yeniden oluşturma ve kısa bir süre sonra Kızıl Ordu’nun üst yöneticilerine karşı harekete geçmesine engel olamamıştı. Bunun temel nedeni olarak terör uygulanmasına karşı olan askeri yöneticilerin bir darbe ile Stalin’i ve en yakın destekçilerini görevden uzaklaştırmayı planlamış olmaları ileri sürülmekle birlikte, Tuhaçevski davasında suçlananlar bu iddiayı ve itirafta bulunmayı ısrarla reddetmişlerdi. Tuhaçevski Olayı bu davayla sınırlı kalmayacak, orduda başlatılan yaygın bir temizliğin habercisi olacaktı. Moskova Duruşmaları ile ordu komutanlarının üçte ikisi, tümen komutanlarının % 90’ı tutuklandı. Büyük Terör döneminde 5 mareşalden 3’ü, 16 ordu komutanından 14’ü, 8 amiralden 8’i, 67 kolordu komutanından 61’i, 133 tümen komutanından 130’u, 599 tugay komutanından 211’i, 11 harp komiseri yardımcısından 11’i, 35 bin subay kadrosundan yarısı ya idam edildi ya da hapse atıldı.
Orduya yönelik büyük terörün, Çarlık ordusundan devralınan “burjuva uzman”lardan çok, çoğunluğu köylü ve işçi kökenli olan “kızıl komutan”lara yönelik olması dikkat çekiciydi. Daha sonra Sovyet tarihçileri ve Batılı uzmanlar Sovyet ordusunun Almanlara karşı başlangıçta uğradığı büyük başarısızlığı bu olaya bağlayacaklar, savaş sırasında da hapiste bulunan pek çok subay tekrar göreve alınmak zorunda kalınacaktı.
Duruşmalar kadar dikkati çekmemekle birlikte, muhalefete karşı Stalin’in yanında yer almış olan parti yöneticilerinin de temizlenmesi Yezjovçina’nın önemli bir boyutunu oluşturur. “Gürcistan Sorunu”nda Stalin’in destekçisi olan Gürcü asıllı Ağır Sanayi Komiseri ve Politbüro üyesi Ordjonikidze, yardımcısı Pyatakov’u kurtarmaya çabaladığı için gözden düşmekte ve gizemli bir biçimde ölmekteydi. Ukrayna parti yöneticileri, Politbüro üyesi Kosyor, Politbüro aday üyeleri Postişev ve Petrovskiy ile Cubar yine bu dönemde aniden ortadan kaybolmuşlardı. Bunlar hakkında ne bir suçlama, ne bir muhakeme, ne de öldürüldüklerine dair bir kayıt söz konusudur. Politbüro aday üyeleri Rucutak ve Eyhe yargılanmış, fakat mahkemede daha önceki “itiraflarını” reddedince, gizlice idam edilmişlerdi.
Ortadan kaybolanlar arasında Preobrajenskiy, Antonov-Ovseyenko, Smilga gibi önde gelen sol kanat muhalifler, Demokratik Merkeziyetçilerin hemen tümü, işçi muhalefeti önderleri Şlyapnikov ve Medvedev, Buharin yandaşı Uglanov, Marx-Engels Enstitüsü Müdürü Riyazanov, Ekim Devrimi’nin önde gelenlerinden Askeri Devrimci Komite Başkanlığı ve Adalet Bakanlığı yapmış olan Kirilenko, sayılabilecek isimlerden yalnızca bir kısmıdır. Temizlikten kurtulan önde gelen tek eski muhalif Kollantay’dı. 1937-38 yıllarında iz bırakmadan “ortadan kaybolan” bu kişilerin çoğunluğu büyük olasılıkla NKVD tarafından yok edilmişlerdi.
Moskova Duruşmaları ile başlayan büyük temizlik döneminde tüm Sovyetler Birliği’nde bir tutuklama, yargılama ve kurşuna dizme fırtınası esmekteydi. Bu dönemde partiden 1 milyonu aşkın üyenin tasfiye edildiği bilinmektedir. Partiden atılmanın çoğu kez tutuklanma ve çalışma kamplarına sürülme ile sonuçlandığı göz önünde tutulursa, Stalin’in bu yıllar içinde partide yürüttüğü operasyonun boyutları daha iyi anlaşılabilir.
Kruşçev’in Komünist Parti 20. Parti Kongresi’nde yaptığı açıklamalara göre, 1934 Kongresi’ne katılan 1966 delegeden 1108’i “karşı devrimci” oldukları gerekçesiyle tutuklanmış ve cezalandırılmıştı. Beş yıllık bir aradan sonra 1939’da 18. Parti Kongresi toplandığında Kongreye katılan 1570 delegeden yalnızca 34’ünün parti üyeliğinin 1917 öncesine gittiği görülüyordu. 1920’lerde veya daha önce partide önemli görevler üstlenmiş olanlardan yalnızca 7’si idam veya hapis cezasından kurtulmuş durumdaydı. 1934 Kongresi’nde Merkez Komitesi’ne seçilen 71 kişiden 16’sı hayatta kalmayı başarabilmiş, 51’i ise yok edilmişti. Merkez Komitesi’nin 63 aday üyesinden 59’u ya öldürülmüş ya da hapsedilmişti. 1923’te Stalin’in Merkez komitesi aday üyeliğine bizzat önerdiği 14 kişi, biri (L. Kaganoviç) dışında ortadan yok olmuştu. Başka bir deyişle muhaliflerin yanısıra “partinin sarsılmaz birliği” adına Stalin’i sonuna kadar desteklemiş olan ekip bile Politbüro üyeliğini koruyan bir avuç şanslı kişi dışında, tümüyle yok edilmişti.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ni tüm anlamıyla “yenilemiş” ve parti yönetimini tek başına kesin olarak eline geçirmiş olan Stalin, uluslararası komünist hareketin pek çok liderini de öldürtmüştü. Almanya, Polonya ve Macaristan’dan kaçarak Sovyetlere sığınmış olan pek çok komünist “büyük temizlik”in kurbanı olmuşlardır. Bunlar arasında 1919 Macar Devrimi’nin önderi Bela Kun, Almanya Komünist Partisi önderliğinden Remmele ve Nuemann ile Polonya Komünist Partisi’nin hemen tüm Merkez Komite üyeleri de yer almaktaydı.
Büyük Temizlik ya da Büyük Terör Dönemi Neden Başladı?
Sovyetler Birliği’nin kapitalist kuşatmayı kırıp, kendisini dünyaya kabul ettirdiği, büyük fedakârlıklarla da olsa hızlı bir ekonomik gelişmenin sağlandığı, Halk Cepheleri politikaları ile Avrupa sosyal demokrasisi ile yakınlaşıldığı, ciddi bir örgütlü muhalefetin söz konusu olmadığı bu dönemde, Stalin’in “büyük temizlik” ya da “büyük terör”e girişmesinin nedenleri tam anlamıyla yorumlanabilmiş değildir. Gerçekten de Kruşçev’in 20. Kongre’de dediği gibi, “Troçkist, Zinovyevci ve Buharincilere karşı en sert ideolojik mücadelenin verildiği dönemde başvurulmayan önlemlere, sosyalizmin gerçekleştirilmesinden ve muhalefet yenilgiye uğratıldıktan sonra” niçin gerek görülmektedir? Bu konuda verilen en “mantıklı” yanıtlardan biri, Stalin’in Almanya ile patlak vermesi kaçınılmaz görülen savaşı göz önüne alarak Komünist Parti’de tek adam olmak istediği, önderlikte kendisine alternatif olabilecek herkesi yok etmek istediğidir. Zira Stalin’in ve mahkemenin iddia ettiği gibi tüm sanıklar vatan haini ya da işbirlikçi ise, Komünist Parti’de ya da Kızıl Ordu kadrosunda Stalin ve bir avuç insan dışında neredeyse tek bir komünist yoktu!
Troçki’nin 1927’de, I. Dünya Savaşı sırasında başarısız kalan Fransız hükümetini düşürmek için çalışan Clemenceau’nun davranışını örnek vererek, yönetime karşı muhalefetini her koşulda sürdüreceğini belirtmesi unutulmuş değildi. Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal’i kurmaya yönelik olarak başlattığı girişimin çevresinde toplananların sayısı arttıkça, Stalin, Troçki’nin düşüncelerinin artan etkisinden gittikçe daha fazla korku duyar oldu. Savaş olasılığının artması ile birlikte, temizliğin yaygınlık kazanmış olması bu görüşü destekleyen kanıtlardan biridir. Tasfiyenin, kendinden fedakârlık istenen Sovyet halkına, aksaklıkların suçunun yüklenebileceği bir “hedef’ gösterilmek amacından kaynaklandığının ileri sürüldüğü görülmektedir.
Stalin’i bu katliamlara yönelten başka bir neden de uygulamaya konulan ekonomik kalkınma programını mutlak biçimde başarıya ulaştırma isteğiydi. Bürokrasinin kolektif mülkiyeti altında devlet kapitalizmi gelişirken, Rusya’nın kapitalist dünya ile rekabet edebilmesi için çok hızlı bir sermaye birikimi gerekiyordu. Bunun tek yolu ise işçi sınıfını daha ucuza, daha fazla ve daha üretken olarak çalıştırmaktı.
Nitekim Stalinci bürokrasi de bunu yapmaya başladı. Fakat işçi sınıfını disiplin altına almaya çalışırken Parti içinden muhalefet yükselmeye başlayınca önce parti içi muhalefet temizlendi. Ardından işçi sınıfı deneyimli önderlerini yitirdi. İşe geç gelen, sosyalizmi sabote etme suçlamasıyla toplama kamplarına yollandı. İşçi sınıfının direnen unsurları için ağır cezalar verildi.
Öte yandan Stalin’in kendi destekçilerini de yok etmesine yol açan olaylardan birinin, 1937 başında yapılan Merkez Komitesi toplantısında bu kurulun “Yirmibirler Davası” ile ilgili İçişleri Komiseri Yejov’un raporunu reddetmesi olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle parti yöneticilerinin ve Kızıl Ordu’nun Stalin’i desteklemekle birlikte, ona tümüyle teslim olmaya hazır olmayışı Stalin’in bu gruba karşı da acımasızca harekete geçmesine neden olmuştur.
1938, terörün doruğa yükseldiği yıl olmakla birlikte, yıl sonunda Yejov’un görevden alınmasıyla birlikte bir durulma görüldü. Onun yerine görevini Stalin’in ölümüne kadar 15 yıl sürdürmeyi başaracak olan Beria getirilirken terörün tüm suçlan Yejov’a yüklenilmek isteniyordu. Böylece “Yejovçina”nın son kurbanları bizzat Yejov ve NKVD’nin bazı üst yöneticileri oldular. Ne var ki Beria’nın göreve gelmesi mahkemesiz cezalandırma uygulamasının ve çalışma kamplarının ortadan kalkması anlamına gelmedi, aradaki fark, Beria’nın bu işlemleri daha “sessizce” yürütmesinden ibaret kaldı.
“Büyük Temizlik” dönemine ilişkin olarak açıklanmayı gerektiren bir başka nokta da, “Moskova Duruşmaları”nda bazı direniş girişimleri dışında, tüm sanıkların suçlarını “itiraf’ etmiş olmalarıdır. Stalin’in ölümünden sonra, düzmece oldukları resmi Sovyet makamlarınca belgelerle açıklanan bu davalardaki suçlamaların hayal gücü geniş insanlar için bile inandırıcı olmadığına kuşku yoktur. Hemen tüm sanıklar, “Stalin ve Politbüro üyelerini öldürmeyi planlamak, kapitalizmi geri getirmek, işçileri kitle halinde zehirlemeye kalkışmak” gibi suçlarla itham edilmektedirler. Rus Devrimi’nin önde gelen yöneticileri olan sanıklar, devrimin ilk günlerinden beri, “İngiliz, Fransız, Japon ve Alman casusu olduklarını, Nazilerle işbirliği yaptıklarını, Sovyet topraklarını Japonya ve Almanya’ya terk etmeyi planladıklarını” kabul etmektedirler.
Sanıkların itiraflarının Kruşçev’in de açıkladığı gibi baskı ve işkence altında elde edildiği kuşkusuzdur. Kaldı ki, “itiraf’ etmemenin cezası ise çok kez duruşmasız kurşuna dizilmek olmaktadır. Ayrıca mahkumlara suçlamaları kabul etmeleri durumunda ailelerine bir şey yapılmayacağı garantisinin verilmesi bu itirafların başka bir nedenidir. İsteyen herkesin izleyebileceği, yabancı ülke temsilcilerinin ve tüm dünya basınının orada bulunduğu ve duruşmaların canlı olarak radyodan yayınlandığı bir davada beklenmedik bir savunmanın yapılmasını engellemek için sonuçta önlem alınması gerekliydi! Yine de bu kişilerin düşünce ve davranışlarıyla Sovyet Devrimi ve devleti için “objektif olarak” bir tehlike oluşturduklarına inandırılmış oldukları da ileri sürülmüştür. Buharin’in mahkemedeki savunması, buna iyi bir örnek olarak görülebilir.
Bir yandan “Lenin’i öldürmeyi planlamak, Kirov, Kuybiyşev ve Gorkiy’nin ölümünde parmağı olmak” gibi somut iddiaları ayrıntılı bir biçimde çürütmeye çalışan ve bu noktalarda kendini savunan Buharin, diğer taraftan “karşı devrimci işbirlikçileriyle birlikte Lenin’in eserini yıkmaya çalıştığını” itiraf etmektedir. Ülkenin Stalin’in arkasında olduğunu, onun dünyanın umudu olduğunu açıklayan Buharin, “ülke, parti ve halk karşısında diz çöküyorum” diyordu, “önemli olan bir düşmanın pişmanlığı değil, SSCB’nin yüceliği”dir.
Komünist Parti’de Stalin Egemenliği
Büyük Temizlik dönemi sona erdiğinde, Lenin’le birlikte yola çıkan ve 1917’de kurulan ilk Sovyet Politbürosunun 6 üyesinden beşi yok edilmişti. Geriye kalan tek kişi elbette Yoldaş Stalin’di. Gerekçesi ne olursa olsun Büyük Temizlik sonunda 19. Parti Kongresi 1939’da toplandığında, Stalin rakipsiz bir konuma geldi. 1939’dan ölümüne kadar geçen dönemde iktidar, Stalin ve onun izin verdiği ölçüde Politbüro’da görev yapan bir avuç kişinin elinde toplanmış, partinin Merkez Komitesi tamamen etkisiz kılınmıştı. 1919’dan 1921’e kadar ayda iki kez, 1921’den sonra ise ayda bir kez toplanması öngörülen Merkez Komitesi, 1939’daki tüzük değişikliği uyarınca yılda ancak üç kez toplanır hale geldi. Ne var ki, Şubat 1941’de toplanan Merkez Komitesi, II. Dünya Savaşı boyunca hiç toplanmadı, yeni bir toplantı ancak savaş bittikten sonra 1946’da gerçekleştirildi. Önceleri her yıl toplanan Parti Konferansı 1926’dan 1932’ye kadar üç yılda bir yapıldı, 1941’deki 18. Parti Konferansı’ndan sonra ise bu toplantı hiç gerçekleştirilmedi. 1939 tüzüğüne göre beş yılda bir toplanması gereken Parti Kongresi ise, 1952’ye kadar tam 13 yıl toplantıya çağrılmadı.
Bütün bunlara karşın Sovyet resmi teorisinde “kolektif liderlik” anlayışı savunulmaya devam ediliyordu. Merkez Komitesi gibi Politbüro’nun da kolektif bir organ olarak çalıştığı kabul ediliyor, Stalin’in hukuki konumu da Genel Sekreter ve Politbüro üyesi olarak “eşitler arasında birinci” olmaktan ileri gitmiyordu. Oysa Stalin çok kez kararlarını tek başına alıyor, kendi belirlediği Politbüro üyelerini dahi ancak gerekli gördüğü durumlarda haberdar etmekle yetiniyordu. Partinin üst yönetim organı sayılan Polütbüro üyelerinin dahi Stalin’e karşı kendilerini güvende hissetmedikleri görülür. SSCB Başbakanlığı da yapan Politbüro üyesi Bulganin, Kruşçev’in Komünist Parti 20. Kongresi’ndeki açıklamasına göre, bir keresinde bir kişinin Stalin’in bir dost olarak davetini kabul edip evine gittiği zaman, davet sonunda evine mi yoksa hapishaneye mi gideceğini kestirmesinin mümkün olmadığını açıkça kabul etmektedir. Kruşçev’in deyimiyle Stalin’in tüm rakiplerini tasfiye ettiği bu katliam dönemi, “insanlık tarihinin en barbar dönemi”dir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder