Ezanın Türkçe okunması, Cumhuriyet devrimleri içinde laiklik, ibadetin (hutbenin ve namazın) ve Kuran’ın Türkçeleştirilmesi gibi din reformlarının içinde önem sırasına göre en sonda gelenidir. Hem kronolojik seyir itibariyle hem de önem açısından bu sıra gerçeği yansıtmaktadır. Ezanın ibadetin özüne değil çağrıya ilişkin olması, bu açıklamayı haklı kılsa da, ibadet ve Kuran’ın Türkçeleştirilmesinde uğranılan başarısızlığın rövanşını karşı devrimciler ancak Türkçe ezanla alabilmişlerdi. Ezan sırf bu nedenle, din devrimleri arasında simgesel olarak kıymetli bir yeri hak etmektedir.
İbadet dilinin Türkçe olması yönündeki düşünceler Osmanlı’da ilk kez II. Meşrutiyet döneminde dile getirilmiştir. Türk dünyası içinde ise ibadetin Türkçeleştirilmesine yönelik ilk adımların Rusya’da Türkler tarafından atıldığı söylenebilir. Omsklu Niyazi Mehmet Süleymanof kendi okuduğu hutbelerden oluşan “Türk-i Hutbeler” adlı kitabını Orenburg’daki Vakit Matbaası’nda 1910’da iki cilt olarak yayımlamıştı. Rusya’da yaşayan Müslümanlar arasında oldukça rağbet gören bu hutbeler büyük yankı uyandırmış ve Osmanlı basınına da konu olmuştu.
Osmanlı’da ise II. Meşrutiyet döneminde Galatasaray Lisesi Müdürlüğü yapan Yeni Osmanlılardan Ali Suavi, yayımlamakta olduğu “Ulum” gazetesindeki köşesinde hutbelerin ve namaz surelerinin Türkçeleştirilebileceğini, namazın Türkçe ifa edilebileceğini savunuyor ve ezanın Türkçe okunmasını istiyordu.
Keza aynı şekilde Türkçülük akımının önderlerinden Ziya Gökalp de aynı düşünceler içindeydi. 1918 yılında Yeni Hayat adlı dergideki Vatan adlı şiirinde Ziya Gökalp bu isteğini şöyle dile getiriyordu:
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar mânasını namazdaki duanın…
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın…
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Köylü anlar mânasını namazdaki duanın…
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın…
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Cumhuriyet’i kuran kadrolar Osmanlı’nın son zamanlarında dile getirilmeye başlanan ibadet dilinin Türkçeleştirilmesine sahip çıktılar. Cumhuriyet ilan edildiğinde bu kadronun hedeflerinden biri de Osmanlı’nın yüzyıllarca Türklüğü ikinci planda tutup değişik ırk ve dinleri bir arada bağdaştırmasının artık olanaksızlığı karşısında, dini de ulusallaştırmaktı. Bu da ibadetin Türkçeleştirilmesi görüşlerini gündeme getirmişti. Batılı uluslar, kutsal kitaplarını dillerine çevirerek, ibadetlerini de yine ulusal dilleriyle yapıp, benliklerini bulduklarına göre, pekâlâ Kuran’ı Türkçeye çevirmek, hutbeleri Türkçe okumak, ezanları, selâları, tekbirleri Türkçe okuyup, namazları da Türkçe kılmak yerinde olacaktı.
İlk Türkçe Hutbe
Tarihsel kayıtların gösterdiğine göre Osmanlı’daki ilk Türkçe hutbe 1911 yılında Bursa Hüdavendigar Cami’nde okunmuş ve bu olay Sırat-ı Müstakim dergisi tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Keza Balıkesir’de yayımlanan Karasi gazetesinin 10 Eylül 1916 tarihli sayısında, Balıkesir İbrahim Bey Cami’nde Hafız İsmail Efendi’nin cemaate Türkçe hutbe okuduğu haberine rastlayabiliyoruz. Cumhuriyet döneminde Türkçe hutbeye geçiş, Abdülmecit Efendi’nin Halife seçilmesi olayıyla başlamıştır. 22 Kasım 1922 günü, Abdülmecit Efendi’yi tebrik için İstanbul’a giden Kırşehir mebusu Müfid Efendi (Kurutluoğlu), Fatih Cami avlusunda toplanan halka Ayet-Hadis, Allah’a övgü, Peygambere de dua kısımları hariç Türkçe hutbe okumuştur.
1927 yılında Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin imzasıyla yürürlüğe konan talimatla hutbelerin ayet ve hadis metinleri dışında kalan bölümlerinin Türkçe okunması istenmiş ve o tarihten itibaren hutbeler Türkçe olarak okunmaya başlanmıştır. Kısacası ibadetin Türkçeleştirilmesi çalışmaları içinde Türkçe hutbe denemesi hepsinden önce başarıya ulaşmıştır. Osmanlı’da kısmen uygulanmış, Cumhuriyet döneminde kolayca yerleşmiştir. Bugün de tartışmaya neden olmaksızın sürmektedir.
Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi hutbeye göre çok daha şiddetli tepkilere neden olacaktı. Cumhuriyet’in ilanından yalnızca birkaç ay sonra ilk Ramazan’da iki Kuran tercümesi yayınlanmıştı. Bunu Albay Cemit Sait Dikel’in üçüncü bir çevirisi izledi. Dini konularda ehliyetsiz kişilerce ticari amaçlarla Kuran çevirilerin sayısının giderek artması üzerine 21 Şubat 1925’te Meclis’te yapılan görüşmelerde, “hatalı Kuran çevirilerinin yayınlandığı ve Türkçe tefsirlerin yetersiz kaldığı” gerekçesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran-ı Kerim ve temel hadis kitaplarının Türkçeye çevrilmesi konusunda görevlendirildi. Diyanet’e bu amaçla 20.000 TL bütçe aktarıldı. ve Mehmet Akif (Ersoy) ile Elmalılı Mehmet Hamdi Yazır bu işle görevlendirildi. Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi çalışmaları özellikle Arap dünyasından büyük tepki gördü. Bu tepkilerin en şiddetlisi, Arap milliyetçisi Muhammet Reşit Ride ve onu destekleyenlerden geliyordu: “Kuran başka dile çevrilemezdi.” Oysa en büyük hadis bilginlerinden kabul edilen İmam Buhari şöyle diyordu: “Arapların Kuran’ı değişik lehçelerle okuması caiz ise başka milletlerin de kendi dillerindeki çeviriyi okumaları caizdir.”
Ne tuhaftır ki, Mehmet Akif’i Türkçe Kuran çevirisinden vazgeçirmeye çalışan bu kitle, o dönem yapılan Kuran’ın İngilizceye çevirisini ise şiddetle destekliyordu. Fakat bu kitle amacına ulaşıp Mehmet Akif’i Türkçe Kuran çevirisinden vazgeçirmeyi başarınca görev Elmalılı Hamdi Yazır’a kaldı. Elmalılı Hamdi Yazır, 1926’da başladığı bu Kuran tefsirini (Hak Dini Kur’an Dili) ancak 1938’de tamamlayabilecekti.
Camilerde Türkçe Kuran okunmasındaki ilk somut eylem 22 Ocak 1932’de gerçekleşti. Hafız Yaşar Okur, o gün İstanbul Yerebatan Cami’nde kendisini dinleyen binlerce kişiye Yasin suresinin önce Arapçasını ardından ise Cemil Sait Diker’in çevirisiyle Türkçe mealini okudu. Yerebatan Cami’nde okunan Türkçe Kuran’ı diğer camiler izledi. Özellikle 5 Şubat günü, yani Ramazan’ın son Cuma günü Sadettin Kaynak tarafından Süleymaniye Cami’nde okunan Türkçe hutbeyi binlerce kişi dinledi. (Yerebatan Cami’nde Türkçe Kuran okunması çoğu yerde yanlış yorumlanma nedeniyle ilk Türkçe hutbe olarak dile getirilmektedir. Oysa Bursa’da 1911 yılında okunan hutbe ve 1928 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından İstanbul Evkaf Matbaası’na bastırılan “Türkçe Hutbe” kitabı bunun yanlışlığını göstermektedir. Yalnız daha önceki hutbelerin aksine ayet ve hadislerin de Türkçe okunması nedeniyle bir ilktir.) Atatürk gelişmelerden hoşnuttu; ne var ki Cemil Said Diker’in, Kasimiriski’nin Fransızca “Le Koran” adlı çevirisinden hazırladığı ve birçok hatası bulunan Türkçe Kuran çevirisini beğenmemiş ve Diyanet’ten çeviri işlemlerini hızlandırmasını istemişti.
Anadilde Namaz
Anadilde namaz konusunda İslam tarihinde bilinen ilk olay bizzat Hz. Muhammed zamanında gerçekleşmiştir. Dillerinin Arapçaya dönmediğini söyleyen Farslılar, ilk sahabelerden biri olan Selmanı Farisi’den Fatiha suresinin Farsçaya çevrilmiş halini istemişler ve dilleri Arapçaya alışıncaya kadar Fatiha suresini kendilerine gönderilen tercümeden okuyarak kılmışlardır. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife de hiçbir koşul olmadan çeviri ile namaz kılınabileceğini söyler. Öğrencisi Muhammed eş-Şeybaninin aktardığı bilgiye göre Ebu Hanife, “şayet biri namazına Farsça tekbir getirerek başlasa ve onda Farsça okusa, bu kişi Arapçayı iyi biliyorsa da namazı caizdir” demiştir.
Tarihi belgelerde anadilde ibadet konusunda başka kayıtlar da bulunmaktadır. Ebu Bekr Muhammed b. Ca’fer en-Narşahi, Tarih-i Buhara adlı kitabında şunları yazar: “Emir Küteybe hicri 94 (miladi 712) yılında Buhara Zerdüşt ateşkegesini yıktırdı. Yerine büyük bir cami yaptırdı. İbadet Farsça yapılıyordu. Çünkü halk Arapça bilmiyordu. Ezan Farsça okunduğu için, namaz da bir adamın ‘Niktaniknet – nikünya nikünü’ komutasıyla kılınıyordu.” Bu ifadeden o dönemde yalnızca ezanın Farsça okunduğunu değil, aynı zamanda namazın da Farsça kılındığını anlayabiliyoruz. Keza daha sonra Irak içtihat medresesi için Kuran’ın yanlışsız ve tam çevirisi ile her dilde ibadetin caiz olduğuna ilişkin verdiği fetva (Fetva-yı Gıyasiye) bunu doğrulamaktadır. 819-999 yılları arasında hüküm süren Samaniler de özellikle güçlerinin doruk noktasında oldukları 10. yüzyılda Kuran-ı Kerim’i Taberi tefsiriyle birlikte Farsçaya çevirtmişler ve bu arada Arapçanın yanında Farsça da ibadet edilebilmesi için fetva çıkartmışlardır.
Türkçe namaz konusunun ise, 2. Meşrutiyet’teki bir öneri ayrık tutulursa resmi şekilde ilk defa Cumhuriyet döneminde dile getirildiği söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde II. Meşrutiyet’in ilanında Ubeydullah Efendi, bütün namaz surelerini, tekbirlerini, selâlarını Türkçe ifa için izin istemişse de, Talat Paşa “bunun vakti var” deyip teklifi kabul etmemiştir.
Cumhuriyet döneminde de Türkçe namaz kılınması bir kere denenmiş fakat belli kesimin şiddetli tepkisi ile karşılandığından başarılı olamamıştır. Türkçe namaz kılınmasının öncülüğünü Abdullah Cevdet (İçtihat dergisi başyazarı), Nurettin Artam (Çengelköy Kadiri Tekkesi Şeyhi) ve Ayasofya Camii hocalarından Mehmet Cemalettin’in başını çektiği bir grup yapmıştır. Nitekim Mehmet Cemalettin Efendi, İstanbul Göztepe’de bir camide 19 Mart 1926 Ramazan ayının ilk Cuma günü, önce hutbeyi Türkçe okumuş ve sonra da namazı kendisinin hazırladığı Türkçe Kuran çevirileriyle kıldırmıştır. Tekbirleri ve teşbihleri de Türkçe yapan Mehmet Cemalettin Efendi, namazı bitirirken “Selam size ve Allah’ın rahmeti size” demeyi de ihmal etmemiştir. Fakat cemaatten bazı kişiler Mehmet Cemalettin’i Üsküdar müftülüğüne şikâyet etmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı da hocayı 23 Mart’ta geçici bir süre görevinden alıp İmam Hatip Mektebine atamıştır. Mehmet Cemalettin kendisiyle röportaj yapan Vakit gazetesi muhabirine namazı Ebu Hanife’nin fetvasına dayanarak Türkçe kıldırdığını belirtip şunları söylemiştir:
Türkün dini gibi dili de vardır. Allah hangi milleti kusursuz yaratmıştır da Türkü -haşa- kusurlu yaratmıştır? Ne çare ki, asırlardan beri Türkün başı, dini, dünyevi iki türlü kapitülasyonla derttedir. Türk, çok şükür başını dünya kapitülasyonlarından kurtardı; din kapitülasyonundan da kurtarmanın zamanı gelmiştir. Türk dilinde ibadet olmaz demek Allah’a ve Hz. Muhammed’e bühtandır.
1938’de Dolmabahçe’de Atatürk’ün cenaze namazını kıldıran Şerafettin Yaltkaya da “Allahu Ekber” yerine “Tanrı uludur” ve selam verirken de “Es-selamu aleykum ve rahmetullah” yerine “Esenlik üzerinize olsun” diyerek cenaze namazını kıldırmıştır. Bu tarihten sonra da Türkçe namaz konusunda fazla bir gelişme yaşanmamıştır.
Türkçe Ezan Çalışmalarının Başlaması
İlk ezan, 15 Haziran 622 tarihinde Bilal-i Habeşi tarafından Medine’de okundu. O tarihe kadar Müslümanlara ibadet vaktinin geldiğini anımsatan bir herhangi bir yöntem yoktu. Fakat Müslümanların sayısının giderek artması bir yöntem bulunmasını zorunlu kıldı. Çan çalınması, ateş yakılması ya da boru sesi gibi yöntemler önerildiyse de gayrimüslim adetlerine benzediği düşüncesiyle hiçbiri kabul görmedi. Sonunda sahabelerden Abdullah ibn-i Zeyd’in bir gece rüyasında duyduğu sözlerle Müslümanların ibadete çağrılmasına karar verildi. Ezanın sözleri işte böyle doğdu. İlk başlarda okunan sabah ezanında “Es- salatu hayrun mine’nnevm- Namaz uykudan hayırlıdır” cümlesi bulunmuyordu. İmam Mâlik’ten rivayetle, “Müezzin, sabah namazını haber vermek için Hz. Ömer’in yanına gider. Onu uyuyor bulunca: ‘Essalatu hayrun mine’nnevm’ der. Bunun üzerine Hz. Ömer, o ibareyi sabah ezanına ilave etmesini emreder.” Böylece ezan günümüzdeki şekline ulaşır.
Türkçe ezan, Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı konularından biridir ve hatta günümüzde dahi güncelliğini korumaktadır. Zira Kuran’da ya da hadis kitaplarında bu konuda bir hüküm bulunmadığı için ezanın anadilde okunup okumayacağı konusunda din adamları iki kutba ayrılmış durumdadır. Hanefi ve Hanbeli din bilginleri ezanın Arapçadan başka bir dilde okunmasının caiz olmadığı söylerken, Şafii din bilginleri ise Arapça bilmeyen yabancıların, ezanı orijinal şekliyle okuyabilen birini bulamadıkları takdirde kendi dillerinde okumalarına izin vermişlerdir. Keza günümüzde İran gibi Şii ülkelerde okunan ezanın sözleri bile bizdekinden farklıdır ve Sünni ülkelerde şu an okutulan ezanın Emeviler döneminde tahrif edilen ezan olduğunu iddia ederler.
Ezanın Türkçeleştirilmesi çalışmaları da dini ulusallaştırma çalışmalarıyla birlikte başlar. Türkçe ezanın caiz olduğuna yönelik dayanak noktası ise Ebu Hanife’nin verdiği fetvadır. 1931 yılı Aralık ayında Dolmabahçe’de Türkiye’nin en tanınmış müezzinlerini ağırlayan Atatürk, onlardan ezanın Türkçeleştirilmesi isteğinde bulunmuştur. İlk olarak ise Tekbir’in Türkçeleştirilmesi konusu ele alınmış, bu amaçla başkanlığını Hasan Cemil Bey’in (Çambel) yaptığı dokuz kişiden oluşan bir hafızlar kurulu oluşturulmuş ve kurul Dolmabahçe Sarayı’nda Türk Tarih Kurumu’nun odasında çalışmalarına başlamıştır. Bu hafızlar şunlardır: Hafız Saadettin Kaynak, Süleymaniye müezzini Hafız Kemal, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Hafız Burhan, Hafız Fahri, Hafız Nuri, Hafız Yaşar, Hafız Zeki, Sultanselimli Hafız Rıza’dır.
Camilerde Türkçe ezan okuyacak kişilerin hem çok iyi Arapça hem de çok iyi Türkçe bilmesi ve musikiden anlaması gerektiği gibi konularda kurul görüş birliğine varmıştı. Ancak ezandaki “Allahu Ekber” kısmının Türkçeye çevirisi konusunda görüş ayrılığı yaşandı. Hafız Rıza “Tanrı uludur” şeklinde çevrilmesini savunurken, Süleymaniye müezzini Hafız Kemal “Allah uludur” şeklinde çevrilmesi gerektiğini savunuyordu. Her iki söylenişi de birkaç kez dinleyen Atatürk, “eskisi unutulsun” diyerek Rıza Bey’in “Tanrı uludur” şeklindeki çevirini onayladı.
Türkçe ezanın sözleri belirlendikten sonra sıra hangi makamda okunacağına gelmişti. Peygamberin zamanında ezan herhangi bir makam olmadan okunurdu. Ama Osmanlının ezana kattığı bir yenilik, ezanı Saba, Uşşak, Hicaz, Segah, Rast, Dügah ve Neva gibi musiki makamlarla okumak olmuştu. Sonunda Konservatuar üyesi İhsan Bey’in ezan için belirlediği beste beğenildi ama müezzinlerinin kısa sürede bunu öğrenemeyeceği anlaşılınca yıllardan beri alışılageldiği biçimde okunmasına karar verildi.
Türkçe Ezanın Sözleri
Türkçe ezan gayrıresmi kayıtlara göre ilk olarak 29 Ocak 1932’de Kuşadası’nda Hafız Sadık Bey tarafından resmi kayıtlara göre ise 30 Ocak 1932 günü, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu. O gün ikindi ezanının Türkçe okunacağını duyan binlerce kişi Fatih Cami önünde toplanmış merakla bekliyordu. Hafız Rıfat Bey ezanı önce Arapça, ardından ise Türkçe okudu. 15 Temmuz 1932 tarihinde son metnine karar verilen ve 1950 yılına kadar okunan Türkçe ezanın sözleri şöyledir:
Tanrı uludur,
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır
Tanrı uludur
Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır
Tanrı uludur
Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Ezanın tüm Türkiye’de Türkçe olarak okunması için yapılan çalışmaların Ramazanın birinci günü olan 29 Aralık 1932 tarihine yetiştirilmesi planlanmıştı; ne var ki planlanan günde bütün müezzinlerin hazır olamayacağı anlaşıldı. Bu nedenle bazı yerlerde geçici bir süre için Arapça ezan okunmasına izin verildi. İlk uygulamaların ardından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 18 Temmuz 1932’de yayınladığı 636 sayılı genelgeyle ezanın ve kametin Arapça okunması yasaklandı. Son biçimini alan Türkçe ezan metninin 800 nüshası 26 Eylül 1932 tarihinde Türkiye’deki bütün Evkaf Müdürlüklerine gönderildi. Ezanın yanı sıra salanın ve tekbirin de Arapça okunması resmen yasaklanarak Türkçe okunması emredildi ve yasaklar oldukça sıkı denetlenmeye başlandı.
Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi 4 Şubat 1933 tarihinde müftülüklere bir genelge göndererek “Türkçe ezan ve kamet suretlerinin memleketin her tarafında bir ahenk, bir siyak dairesinde tatbikinin zaruri olduğunu, Türkçe ezana riayet etmeyenlerin şiddetle cezalandırılacağını” belirtti. Böylece 7 Şubat 1933 tarihinden sonra İstanbul’da -Evkaf Müdüriyetinin tebliği ile- bütün camilerde ezan ve kamet Türkçe okunmaya başlandı. Hatta ABD’nin Detroit kentinde yaşayan Türkler ezanın Türkçe metnini istemişler ve 1933’ün Mayıs’ından başlayarak ezanı Türkçe okumuşlardı.
1 Şubat 1933’te Bursa’da yaşanan olaylar dışında ezanın Türkçeleştirmesine yönelik büyük bir tepki oluşmadı. Eylemler ya bireyseldi ya da kaçamaktı. Örneğin cezai ehliyeti olmayan delilere ve çocuklara Arapça ezan okutularak yasak delinmeye çalışılıyor, ya da Ticani tarikatı üyeleri milli maçlar sırasında Arapça ezan okuyup yasağı bireysel olarak deliyordu. Ezanın Arapça okunmasının bir genelgeyle yasaklamasından sonra, bu yasağa aykırı davrananlara verilecek cezanın yasal dayanağı ise ancak 2 Haziran 1941’de çıkarılan 4055 sayılı yasa ile sağlanmıştır. Yasanın gerekçesi şudur: “Arapça zihniyetini eski zihniyete bağlayan, eski ananelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak.” Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesine eklenen fıkraya göre, Arapça ezan okuyanlar ve kamet getirenler, üç aya kadar hapis cezası alacak ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezası ödeyeceklerdi.
Türkçe Ezanın Son Bulması
Böylece 18 yıl süresince Demokrat Parti iktidara gelene kadar militan birkaç ses dışında yerleşmiş sayılan Türkçe ezan uygulamasına ciddi anlamda bir tepki olmadı. Ancak, 18 Temmuz 1945 tarihinde Milli Kalkınma Partisi’nin kuruluşuyla başlayan çok partili demokrasi dönemiyle birlikte Türkçe ezan konusundaki muhalefet artmaya başladı. Hatta oy kaygısı nedeniyle CHP içinde bile çatlak sesler ortaya çıkmaya başladı.
Muhalefet yıllarında DP, Arapça ezancılara angaje olmuştu. Ve kapalı kapılar arkasında verilmiş bulunsa da; iktidara gelir gelmez yerine getirilmesi kaçınılmaz bir vaatti. Nitekim Menderes, 1950 seçimlerini kazanmasının hemen ardından, ezanın Türkçeleştirilmesinin o dönemki gericilikle mücadele zorunluluğundan doğduğunu, şimdi bu tedbirlere gerek kalmadığını söyleyerek değişikliğin sinyallerini veriyordu. Ezan önce hükümette gayrıresmi olarak konuşulmaya başlandı. Hazırlık yapanların Bayar’dan çekindikleri, “Acaba ne der?” dedikleri söylenmiştir. Bayar ki, Atatürk devrimlerine bağlılığını her fırsatta yineleyen bir siyasetçidir. Hakkındaki bu yargı o denli sağlamdır ki, Atatürk devrimlerinden verilen ödünlerin sorumluluğu hep Menderes’e yüklenmiştir. Üstelik Bayar DP’yi kurarken İnönü’ye devrimler konusunda dikkatli olacağı sözünü de vermişti. Nadir Nadi’nin anlattığına göre Bayar, başkanlık ettiği kabine toplantısında Arapça ezan tartışılırken: “Arkadaşlar, kararımızla Atatürk’ün ruhu muazzep olmaz mı” diye sorar. Buna ilk Sağlık Bakanı Nihat Reşat Belger karşılık verir: “Büyük zaferimiz üzerine (14 Mayıs 1950) Atatürk’ün ruhu bu kadarcık kusuru bize bağışlar, efendim” der ve toplantı neşeli bir havada devam eder.
31 Mayıs 1950’de Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan, 2 Haziran 1950’de Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve 13 arkadaşı, 14 Haziran 1950’de Başbakan Adnan Menderes hükümetince TBMM’ye ezanın yeniden Arapça okunabilmesi için yasa teklifi verildi. 16 Haziran 1950 tarihinde Meclis’te yapılan oylama sonucunda Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesindeki “Arapça ezan ve kamet” okuyanlar hakkındaki kısmı 5665 sayılı yeni bir yasayla düzenlenerek Arapça ezan üzerindeki yasak kaldırıldı. Böylece ezanın istenilen bütün dillerde okunmasının önü açıldı. Yasanın oylanması sırsında İsmet İnönü ve birkaç arkadaşı hariç tüm CHP milletvekilleri de DP ile birlikte yasağın kaldırılması yönünde oy kullanmıştı.
Türkçe ezan uygulamasına gösterilen direnç, İslamiyet’in yanı sıra Arapçaya da kutsallık atfedilmesinden ve dolayısıyla ibadet dilinin zorunlu olarak Arapça olması gerektiğine inanılmasından kaynaklanmıştı. Oysa tarihi kayıtların da gösterdiği gibi yalnızca ezan değil namaz bile daha Hz. Muhammed’in döneminde başka bir dilde kılınabiliyordu. Günümüzde yaşanan tartışmalarda gericiliğin artmasında Arapça ezana dönüşün bir başlangıç noktası olduğu, bu kararın DP’nin Atatürk Devrimlerini sorgulayan tutumunun bir göstergesi olduğu, Atatürk devrimlerinden ve laiklikten uzaklaşmanın ilk adımı olduğu ve karşı devrimcilere verilmiş bir ödün olduğu sıklıkla dile getirilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder