Mimar Sinan, 29 mayıs 1490 günü Kayseri merkez kazasına bağlı Kesi nahiyesinin Ağırnas köyünde doğdu. O gün, İstanbul’Fethi’nin 37. yıldönümüne rastlıyordu. Sinan, orduya girdi ve istihkâm subayı olarak yavaş, fakat muntazam bir şekilde yükseldi. II. Bâyezîd’in ölümünde 22, Yavuz Sultan Selim’in ölümünde 30 yaşındaydı.
Yavuz’un İran ve Mısır seferlerine katıldı. Kanûnî’nin Belgrad, Rodos, Mohaç, Viyana, Bağdad seferlerine de iştirak etti. Vezîr-i âzam Dâmâd Lutfî Paşa’nın dikkatini çekerek padişaha tanıtıldı, Istidatları seçip yükseltmekte büyük bir sezgisi olan Kanunî Sultân Süleyman, yaşı 40′ı geçmiş bu istihkâm subayının mimarlık ve mühendislik bilgisine, san’at zevkine, köprü kurmaktaki maharetine hayran oldu. Sinan’ı ordudan aldı; hassa sermimârı yani bugünki anlayışımıza göre bayındırlık bakanı yaptı.
Büyük dehâsının yanında tükenmek bilmez bir enerjiye de sahip olan Sinan, biribirinden güzel eserlerden sonra Şehzade Camii’ni inşa edince ünü, imparatorluk sınırları dışına çıktı. Pek uzun bir ömrün bütün nimetlerinden faydalanan Sinan, görülmemiş bir çalışkanlıkla Türk imparatorluğunu eserleriyle donatıyordu. Hassa sermimarlığı makamını Kanûnî’den sonra II. Selim ve III. Murâd devirlerinde de, ölünceye kadar devam ettirdi. Her yeni hükümdardan en büyük iltifatları gördü.
Devrinin Türk Cihan devletinin bütün kaynakları emrindeydi. Eserlerinde istediği malzemeyi harcayabildiği gibi, en büyük hattatları, nakkaşları, oymacıları, çinicileri, camcıları da kullanabiliyordu. Süleymaniye Küllliyesi, ardından Edirne Selimiyesi’ni inşa ederek sanatının zirvesine yükseldi.
9 nisan 1588 günü İstanbul’da öldü. 97 yaşını 10 ay ve 11 gün geçiyordu. Süleymaniye Camii’nin yanındaki zarif türbesine gömüldü. 2 defa evlenmiş, çocuğu olmamıştı. Çok cömertti; onun için ölümünde borçları, bıraktığı mirası geçmişti. 5 kuşaktan 5 padişah görmüş, yalnız Osmanlılar’ın değil, bütün Türk tarihinin en iyi, en parlak, en muhteşem, en zengin, en büyük yüzyılında yaşamıştı.
Onun için sanat ufku, yalnız İtalya’yı gören büyük Rönesans mimarlarından daha geniş ve daha açık oldu. Eski medeniyetlerin ortaya koyduğu mimarlık şaheserlerinin çoğunu gören Sinan, bunlardan ilham almakla beraber, Anadolu Selçuklu mimarisinin yolunu takip etti. Büyük Selçuklular’ın Orta Asya’dan getirip Anadolu’da geliştirdikleri bu sanat, Sinan’dan önceki Osmanlı mimarları tarafından şekillendirilmiş, yumuşatılmış, âhenkleştirilmiş ve olgunlaştırılmıştı.
Sinan, bu sanatı zirvesine çıkardı ve ondan sonra hiçbir mimar, bu zirveyi aşamadı. Bursa, Edirne ve İstanbul’u süsleyen eserlerin üslûbunu izleyen Sinan, bu üslûba erişilmez bir ahenk ve güzellik kazandırdı.
Batı tarihçilerinden bazıları Sinan’ı Mikelanj’la beraber en büyük mimar olarak vasıflandırmalardır. Eserlerinin sayısı ve kalitesi, bu görüşü doğrulamaktadır. Bıraktığı eserler, insanı şaşırtacak derecededir; şöyle: 81 cami, 51 mescid, 81 medrese (yani yüksek veya orta dereceli okul) 19 türbe, 17 imaret, 3 hastahane, 7 su kemeri ve su bendi (yani baraj), 8 köprü, 18 kervansaray, 33 saray, 32 hamam ve 6 mahzen. Bunların toplamı 365′dir.
Köprülerin içinde bugün Yugoslavya’da kalan Hersek Köprüsü, hamamların içinde Ayasofya Hamamı gibi insanı heyecanlandıracak derecede azametli âbideler vardır. Bu eserlerin bugün çoğu ayaktadır. Sinan’ın eserleri yalnız bugünki Türkiye sınırları içinde kalmamaktadır; birçok yapısı Yugoslavya, Macaristan, Yunanistan, Rusya, Bulgaristan, Kıbrıs, İran, Irak, Suriye gibi ülkelerdedir. Ancak eserlerinin yarısından fazlası İstanbul’da bulunmaktadır. Ayasofya’yı yeniden inşa edercesine onaran ve ayakta durmasını sağlayan da odur.
Sinan’ın yetiştirdiği mimarlar da sonradan hocaları derecesinde dehâya, o kadar geniş kaynaklara ve pek az insana nasîb olan 98 yıllık bir ömre malik olmamakla beraber, imparatorluğu çok değerli eserler, Sultanahmed gibi şaheserlerle süslemekte devam etmişlerdir.
Hindistan’da Türk imparatoru Timuroğlu Şâh-ı Cihan nâmına Agra şehrinde inşa edilen meşhur Tâc-Mahall’i ve daha birçok âbideyi, İstanbul’dan giden Sinan’ın öğrencileri yapmışlardır.
Ayasofyanın büyük kubbesini taşıyan payandaların hantal görünümüne karşın Süleymaniyede kubbe ağırlığı kademe kademe bir pramit gibi aktarılmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder