Çok eski bir tarihe sahip olan Antakya Asi nehri kiyisinda ve Habibü'n-Neccâr dağı eteklerinde yer alan tarihî bir şehir olup M.Ö. 300 tarihlerinde I. Seleukus tarafından kurulmuş ve zamanla Suriye'nin merkezi olmuştur. Roma imparatorluğu döneminde Roma ve Iskenderiye'den sonra imparatorluğun üçüncü büyük şehri haline gelmişti. M. III. yüzyilda İran Sasanî Kisrasi I. Sâpur Roma imparatorluğunun bu önemli şehrini zaptederek halkını Hûzistan ve Cündisapur'a sürgün etti. VI. yüzyilda Antakya yine Sasanî saldırılarının odak noktasını teşkil etti ve Hüsrev I. Enusirvan 535 yılında burayi tekrar zapt ve tahrip etti.
Bizans imparatoru Justinianos VI. yüzyilda şehri yeniden inşa ettirdi. Antakya 638 yılında Islâm orduları tarafindan fethedildi ve üç asrı aşkin bir süre müslümanların elinde kaldi. 969'da imparator Nikephoros Phokas zamanında Bizans'in hakimiyetine girdi ve yaklaşik bir asır boyunca Bizans'in İslâm ordulari karşısındaki en önemli kalesi oldu. 1080 yılından beri Arap Ukaylî emîri Serefüddevle Müslim b. Kureys'e haraç ödüyordu.
Antakya'ya gözünü diken sadece Süleymanşah değildi. Mirdasogullarinin elinden Haleb'i almis olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye Selçuklu devletinin kurucusu Tutus ta ayni sehrin fethini hedef edinmislerdi. Burada Süleymansah'in Büyük Selçuklu hükümdari Meliksah ile olan münasebeti dikkat çekmektedir.
Ayni devlete tabi olduklari iddia edilen üç ayri bölge hükümdarinin birbiri aleyhine olarak ayni sehri ele geçirmeye çalismalari oldukça garip bir keyfiyettir. Bunun ayni amaca yönelik ortak bir hareket olmadigi neticeleriyle bellidir. Kaldi ki Süleymansah'in Tarsus'u aldiktan sonra Trablussam'in siî sempatizani hükümdari Kadi Ibn Ammâr'a müracaat ederek ondan yeni feth etmis oldugu Tarsus için kadi ve hatip istedigi rivayeti de mevcuttur.
Rivayetin önemi gayet açiktir. Bu rivayet dogru kabul edilecek olursa Süleymansah'in Büyük Selçuklularin geleneksel siyasetine yüz çevirdigi anlasilacaktir. Süleymansah bundan sonra Antakya'yi fethetmek için seferber oldu. Ancak bu fetih oldukça büyük hazirliklari gerektirmekteydi. Çünkü Antakya'nin fethinde hesaba katilmasi gereken kuvvet sadece Philaretos'un gücü kuvveti degildi. Bu sehri aldiktan sonra ona göz dikmis olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye meliki Tutus ile mücadele etmek gerekecegi gayet açik bir husustu.
Bu sebeple Süleymansah'in Kilikya'yi hakimiyeti altina aldiktan sonra baskent Iznik'e dönerek kendisi güneyde mesgul iken devletin diger bölgelerini emniyet altina almak istedigi anlasiliyor. Nitekim en degerli kumandanlarindan Ebu'l-Kasim'i Iznik'te kendisine vekâlet etmek üzere birakirken bir taraftan da Anadolu'nun Selçuklulara tabi olan bölgelerine ayri ayri valiler göndermistir. Anna Komnena'nin vermis oldugu bu bilgi yer ve sahis adlari ihtiva etmedigi için maalesef pek yetersiz kalmaktadir.
1084 yili içinde Philaretos'un Urfa'da kumandan olarak birakmis oldugu oglu Barsam ile arasi açilmisti. Babasi tarafindan tevkif ve Antakya kalesine hapsedilen Barsam rivayete göre Antakya sehrinin sahnesi olan Ismail ile anlasarak babasi aleyhine onunla birlesmis ve Philaretos'un bir dügün münasebeti ile Urfa veya Akkâ'da bulunmasindan istifade ederek hapisten kaçmis ve Iznik'e gitmisti. Burada Süleymansah ile Antakya'nin teslimi hususunda anlasmaya varmislardi. Bunun üzerine Süleymansah ordusu ile Antakya'ya dogru hareket etmisti.
Süleymansah'in hareketinin haber alinmamasini saglamak gayesi ile geceleri yürüyüs yaptigi ve gündüzleri vadilerde gizlendigi söylenmektedir. Anna Komnena'ya göre Süleymansah, 12 gece yürüdükten sonra Iznik'ten Antakya'ya varmistir. Bunun mevcut uzaklik gözönünde bulunduruldugu takdirde mümkün olamayacagi gayet açiktir. Buna karsilik Aksarâyî Süleyman Sah'in 5 günlük yürüyüsten sonra Antakya'ya ulastigini söyler.
Eger Süleymansah Antakya üzerine yürüyüse Tarsus'tan veya Adana'dan baslamis ise bu son zikredilen yürüyüs müddeti daha makul görünmektedir. Ayrica kaynaklarin büyük bir kisminin seferin bir bölümünün deniz yoluyla yapildigini bildirmis olmasi sebebiyle son rivayetin daha mantikî oldugu kabul edilebilir.
Sehre müslüman sahne Ismail'in yardimi ile Faris kapisindan gizlice giren kuvvetler büyük bir mukavemetle karsilasmamislar, direnmeye çalisan Philaretos da Mencikoglu (Mincak-oglu) adli Türkmen beyinin yardima gelmesiyle kisa sürede bertaraf edilmis ve bundan dolayi da yerli halka kötü muamelede bulunulmamistir. Sabahleyin Türk askerlerini sehirde gören yerli ahali önce bunlari Philaretos'un askerleri zannetmislerse de çok geçmeden durumu ögrenmislerdir.
Bunun üzerine halkin bir kismi iç kaleye bir kismi da Habibü'n-Neccar (Silpius) dagina siginmis bazilari da sehri terkedip kaçmislardir. 300 kisilik bir süvari kuvvetiyle sehri zapteden Süleymansah halka eman vermis ve esirleri serbest birakmistir. Halkin evlerine girilmesini ve kizlariyla evlenilmesini de yasaklamistir (10 Saban 477/12 Aralik 1084).
Sehrin iç kalesine gelince bunun bir ay daha mukavemet ettikten sonra 12 Ocak 1085'te Süleymansah'a teslim oldugu anlasilmaktadir. Süleymansah tarafindan Antakya'nin fethi Philaretos'u çok güç durumda birakti. Süleymansah Antakya'ya girince derhal sehri imar etmek için seferber oldu. Büyük Mar Cassianus kilisesini camiye çevirdi ve 15 Saban 477 (17 Aralik 1084) günü ilk Cuma namazi kilindi. 100 müezzinin ezan ve tekbir sesleri arasinda bu fetih kutlandi. Bizanslilarin ve Philaretos'un zulümlerinden sikayetçi olan Ermeni ve Süryaniler çok mennun oldular. Mar Cassianus Kilisesi'nin camiye çevrilmesi üzerine Süleymansah'tan izin alarak kendileri için Meryem Ana ve Aziz Cercis adli iki kilise yaptirdilar.
Süleymansah sahne Ismail ile iç kaleyi teslim eden kumandani görevinde birakmis, hristiyanlarca kutsal sayilan bu sehrin fethini özel bir elçiyle sultan Meliksah'a bildirmis, meshur sair Ebîverdî de bu fetih sebebiyle bir kaside yazmistir.
Getirdigi az sayidaki kuvvetleri fetihten sonra yetisen diger birliklerle takviye eden Süleymansah Ayintâb, Hârim, Dülûk, Tellbâsir, Raban, Iskenderun ve Süveydiye (Samandagi)'yi de fethetti. Yukari Ceyhan bölgesi yani Elbistan ve Maras da yine Türk kumandanlarindan Buldaci tarafindan fetholundu. Bunun üzerine Philaretos Büyük Selçuklu hükümdari Meliksah'in huzuruna çikarak müslümanligi kabul etmis ve kendisine tevcih olunan Maras'a giderek 1090 yilinda burada ölmüs ve tarih sahnesinden çekilmistir.
Süleymansah'in Antakya'yi aldiktan sonra Meliksah'a müracaat ederek burayi onun namina feth etmis oldugunu sultanin buraya görevlendirecegi zatin gelmesine kadar elinde tutacagini ve hutbeyi onun namina okuttugunu bildirdigi rivayet olunur. Iki Selçuklu hükümdari arasinda simdiye kadar tesbit edebildigimiz münasebetlere bakarak bu rivayetin biraz mübalagali oldugu söylenebilir.
Süleymansah'in böyle bir müracaati gerçekten var ise bu ancak hristiyan hakimiyeti altindaki bir sehrin fethi münasebeti ile adet oldugu sekilde müslüman hükümdarlara gönderilen bir zafernâme (fetihnâme-besaretnâme) olmalidir. Ayrica Büyük Selçuklu hükümdarina karsi saygi cümleleri ihtiva ettigi de söylenebilir. Zira Süleymansah bu sehri almakla hem Halep hakimi Serefü'd-Devle Müslim hem de Suriye hükümdari Tutus ile mücadele etmek zorunda kalacagini herhalde biliyordu.
Nitekim mücadelenin ilk safhasi Serefü'd-Devle Müslim ile oldu. Bu Halep emîri daha önce Antakya'yi ele geçirmek için seferber olmus bu sehrin üzerine yürümüs fakat ordusunun hareketi Philaretos'a haber verildigi için sehrin muazzam surlarina karsi hiçbir sey yapamayacagini görerek geri çekilmisti. Bundan sonra Philaretos ile anlasmayi tercih eden Serefü'd-Devle ondan yillik muayyen miktarda bir haraç, daha dogrusu cizye almaktaydi.
Bu gelir kaynagini kaybetmek istemeyen Serefü'd-Devle Süleymansah'a haber göndererek daha önce Philaretos'un ödedigi 30.000 altin cizyeyi kendisine göndermesini istedi. Serefü'd-Devle Haleb naibi Ibn Hülyûm ile gönderdigi bir mektupta "eger sultana itaat ediyorsan bu cizyeyi derhal bana gönder, aksi halde sultana isyan etmis olursun" diyordu. Süleymansah cevabinda "Sultana itaat edip, adina hutbe okutmak ve para bastirmak benim ilk siarimdir.
Ben Antakya'nin ve diger küffâr sehirlerinin fethini derhal sultana bildirdim ve bu fetihlerin ancak onun sayesinde gerçeklesmis oldugunu haber verdim" dedi. Ancak elçi "biz alacagimiz vergiden baska bir sey bilmeyiz" diyerek oradan ayrildi. Bu olacak bir sey degildi. Islâm hakimiyeti altindaki bir sehirden baska bir hükümdar cizye alamazdi. Sehrin hristiyanlari cizyelerini gayet tabii olarak yeni efendilerine ödeyeceklerdi. Süleymansah, Arap emirinin istegini reddedince iki taraf arasinda savas kaçinilmaz oldu.
Süleymansah ile tek basina mücadele edemeyecegini anlayan Müslim bir müttefik aramaya koyuldu ve kendisini Âmid muhasarasindan kurtaran eski dostu Artuk Bey'den yardim istedi. Bu sirada Meliksah'in yanindan ayrilip Suriye Selçuklu meliki Tutus'un hizmetine girmis olan Artuk Bey kendisinin Anadolu'dan geri çagrilmasina sebep oldugu için Süleymansah'a kirgindi. Bundan dolayi Serefü'd-Devle Müslim'in teklifini kabul ederek onunla anlasti. Yapilan anlasmaya göre:
1. Serefü'd-Devle Müslim de Artuk Bey gibi Sultan Meliksah'a tâbi olmaktan vazgeçecekti.
2. Tutus'u büyük sultan olarak taniyacakti.
3. Abbasi halifeligi yerine Fatimî halifeligi adina hutbe okutacakti.
Misir Fatimî halifeligine baglilik arzeden ve Büyük Selçuklu Imparatorlugu'na karsi cephe alan müttefikler Fatimîler'in askerî gücünden yararlanmak için seferber oldular. Serefü'd-Devle Müsliim amcasi Mukbil'i Misir'a gönderip Irak, el-Cezire, Suriye ve Filistin'in zaptedilmesi ve Tutus'un riyasetinde gerçeklestirilecek sii bir devletin kurulabilmesi için yardim istedi. Halife el-Mustansir ile vezir Bedrülcemali bu teklifi olumlu karsiladilar. Ancak çesitli sebepler yüzünden bu ittifak gerçeklesmedi.
Daha sonra iki rakip hükümdar Serefü'd-Devle ile Süleymansah'in savasçilari karsilikli olarak birbirlerinin arazisini talân etmeye basladilar. Nihayet 20 Haziran 1085'te iki taraf Haleb ile Antakya arasindaki Kurzâhil mevkiinde karsilasti. Harput (Elazig) yakinlarinda bir beylik kurmus olan Çubuk Bey, Serefü'd-Devle'nin ordusunda bulunuyordu.
Çubuk Bey Philaretos'un devleti parçalandigi sirada Harput kalesini ele geçirmis sonradan bugünkü Tunceli yöresini de topraklarina katarak oldukça kuvvetlenmisti. Emrindeki kuvvetlerle Serefü'd-Devle'ye yardima gelen Çubuk Bey savas baslayinca çok sayida Türkmenle birlikte Süleymansah'in tarafina geçti. Serefü'd-Devle'ye kirgin olan Benî Kilâb ile Benî Numeyr de geri çekilmisti. Bu sebeple Serefü'd-Devle bozguna ugratildi ve 400 askeriyle birlikte öldürüldü. Süleymansah buradan Haleb üzerine yürüyerek sehri kusatti (Rebîülevvel 478/Haziran-Temmuz 1085) ve Serefü'd-Devle'yi bu sehrin kapisi önüne gömdürdü.
Kaynak: Osmanli tarihi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder