bilgievlerim: Tur Dağı Nerededir ?
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


20 Nisan 2022 Çarşamba

Tur Dağı Nerededir ?

 


Tur Dağı ; Tur, Mısır'ın Sina bölgesinde bulunan, Süveyş kanalının başlangıcına yakın olan bir kesimde olan şehirdir. Rakımı 395 m olup, nüfusu ise yaklaşık 17000 civarındadır. Zaman dilimi olarak Doğu Afrika nın zaman diliminde bulunur. Tur dağı, dinler tarihinde de çok önemli bir yere sahiptir. Kurak yarımadada ki 2662 m civarındaki Aziz Katerina dağından sonra bölgedeki en yüksek ikinci dağdır.


Tur dağı Tevrat kitabına göre, Musa peygamberin öncüleri olduğu ibranilerin, Mısır dan çıkarken duraklayıp, Musa'nın Allah ile konuştuğu ve On emri aldığı yer olarak bilinmektedir. Kur'an-ı Kerimde bu konu Ta-Ha suresinde de anlatılmaktadır. 

Tur dağı, Musa'ya Allah tarafından yazdığı iki taş levhanın Musa'ya verildiği yer olarak geçmektedir. Ayrıca Musa Tur Dağında elde ettiği şeyleri, ahit sandığı adı da verilen sırlı bir sandığa koymuştur. Bu gizli sandık tahminlere göre Tarsus ilçesinde bir mağarada bulunmaktadır ve bu sandığı ortaya Mehdi nin çıkaracağına inanılmaktadır.

Tur dağı hem tarihi hem de dini olarak, oldukça dikkat çeken ve merak edilen bir bölgedir. Günümüzde de oldukça ilgi görmekte ve fotoğraflanmaktadır.

Tur Dagı hangi ülkede?

Mısır'ın bir ay boyunca altını üstüne getiren bir gezgin olarak bana ülkenin en güzel yeri neresi diye sorarsanız vereceğim tek cevap var: Tur dağı. Mısır'da bulunduğum müddetçe hayatımda görmediğim manzaralar ve duygular ile karşılaştım

Tur dağında ne oldu?

Musa, kendisine inananlarla Mısır'dan çıkıp giderken orada Allahu Teâla ile konuşmuştu. Bu yüzden Kelim sıfatını almıştı. Yine Tûr-ı Sinâ'da Hz. Musa, Allah'ı görmek için niyazda bulunmuştu ve Allah dağa tecelli edince dağ paramparça olmuştu

Sina ve Tur dağı Aynı mi?

Musa'nın Tanrı ile konuştuğu ve On Emir'i aldığı yer olarak da Sina Dağı diğer tanınan adı ile Tur Dağı tarihi kaynaklarda geçmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bu konu Ta-Ha suresinde geçmektedir. Sina Dağı, Kurak yarımadada da bulunan 2629 metre yüksekliğe haiz Aziz Katerina Dağı'ndan sonra gelen ikinci en yüksek dağdır
Mısır’ın bir ay boyunca altını üstüne getiren bir gezgin olarak bana ülkenin en güzel yeri neresi diye sorarsanız vereceğim tek cevap var: Tur dağı. Mısır’da bulunduğum müddetçe hayatımda görmediğim manzaralar ve duygular ile karşılaştım. Fakat ne piramitlerin tarihi, ne Kahire’nin kalabalığı, ne mistik müze gezileri, ne de arka sokaklardaki uçurumun aşağısındaki hayatlara tanık olmak beni bu kadar heyecanlandırmamış ve tatmin etmemişti. Hep birşeyler eksikti.. Ta ki Tur Dağının zirvesine varıncaya kadar.

Tur dağı seyahatimize Kahire’den kiraladığımız bir araç ile başlıyoruz. Akşam vakti Kahire’den yola çıkıp yavaş yavaş Afrika kıtasının sınırlarına doğru ilerliyoruz. Yol boyunca etrafımızda karanlığa gömülmüş uçsuz bucaksız çöl toprakları bizleri hayallere daldırıyor, bu da gecenin serabı olsa gerek.. Aslında yolculuğumuz Mısır’da gördüğümüz tarihin bir özeti gibi. Piramitler, Firavun’un zulmünden kaçan İbraniler ve şu an gittiğimiz yol Hz. Musa’ın arkasından giden o kalabalığın gittiği yol. 
Yolumuz Süveyş kanalına yaklaştıkça gözümüzde Kızıldeniz’e kadar gelip dayanan kalabalık canlanıyor. Şimdi kanalın altından yapılan tünelden geçerken ise Hz. Musa’nın peygamberlik mucizesi olarak asasını Kızıldeniz’e vurarak yol açması ve içerisinden İbranilerin geçmeleri aklımızda canlanıyor. Son İbrani’nin de ayağını toprağa basması ile Firavun ve askerlerinin üzerine kapanan Kızıldenizi düşünmek ise sonu görünmeyen Süveyş tünelde insanı ürpertiyor. Biraz asfalt, biraz toprak yollardan geçtikten sonra Tur dağının eteklerinde Turistler için yapılmış park yerine varıp aracımızın içinde bekliyoruz. 

Herkes yola çıkmadan önce duyduğumuz meşhur dondurucu çöl soğuğundan korkusuna kapıyı açamıyor. En sonunda meraklı bir el kapıya uzanıyor ve dondurucu soğuğu iliklerimize kadar hissediyoruz. Etrafımızda çalışır durumda bir sürü araç var ve herkes araçlarının içerisinde yola çıkmak için doğru zamanı bekliyor. Saatlerimiz geceyarısını gösterdiğinde araçlarımızdan çıkıp, park yerinin etrafındaki kafelerden sıcak birşeyler içerek yolumuza başlıyoruz. Yolumuzun başlangıcında bir kafilenin arasına kaynayarak pasaport kontrolünden geçiyoruz. 

Bu dağlardan çevre ülkelere kaçan insanlar çok olduğu için yolun başlangıcında böyle bir uygulama yapılıyormuş. Dondurucu soğukta ilerlerken duyduğumuz garip tavsiyeler bizi endişelendiriyor. Soğuktan kulağımız ve burnumuz soğuktan donabilirmiş, ani darbeler ve kaşıma bile kırılmasına sebep olabilirmiş. Nitekim tripodumu kurarken sert olan bir menteşenin donan parmağımı kanatması bu dedikoduyu doğruladı. Zifiri karanlıkta yolculuğumuza eklenen bu karamsarlıkları, yolumuzun ucunda görünen ve hiç bu kadar net ve çok yıldızı bir arada görmediğimiz gökyüzü aydınlatmaya ve unutturmaya yetiyordu. 
Gittiğimiz yol belki de Hz. Musa’nın yürüdüğü yol idi. Tuva vadisinden geçerken kimileri dondurucu soğuğa aldırmadan Hz. Musa’ya gelen emire uyarak ayakkabılarını çıkarıp yalın ayak yürüyorlardı. Herkesin elinde bir fener, çoğu ilk kez geldiği kenarları taşlar ile işaretlenmiş bu yolu sonunu bilmeden adımlıyorlardı. Yol boyunca yanlarında develeri ve eşekleri ile haydi binin, daha fazla yorulmayın diye para kazanmaya çalışan bedevilere yolun başında pek rağbet edilmese de dağ tırmanmaya alışık olmayan günümüz insanı zorlu yolda ilerledikçe, bedelini umursamadan binip yoluna hayvan sırtında devam ediyor.

Bir müddet yürüdükten sonra karşımızda beliren ışıklar bize yolun sonu hakkında umut verse de burasının Saint Catherina Manastırı olduğunu öğrenerek daha yolun başında olduğumuzu anlıyoruz. Sırt çantamdaki toplam on kiloluk fotoğraf ekipmanları yol boyunca ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Bırakıp geri dönesi geliyor insanın. Toprak yol daralmaya, yoldaki kaya parçaları artmaya başlıyor. 
Yolculuk her adımda daha da zorlaşıyor. İnsanlar yavaş yavaş kiraladıkları binek hayvanlardan inmeye başlıyorlar, yokuşlar gitgide dikleşiyor ve sonunda yürüyüş yolu bitip merdivenler başlıyor. İnsanlar sakın dinlenmeyin diyorlar, yoksa yolunuza devam edemezsiniz, takatiniz kesilir. Yalın ayak tırmananlar, hatta koltuk değneği ile tırmananları gördükçe kendimizden utanıyor, yorgunluğumuzu unutuyor ve tırmanmaya devam ediyoruz.

Yaklaşık üç saat tırmanıştan sonra zirveye yakınlaştığımızda, çadırdan bozma kafeler görünüyor. Çay, kahve sıcak ve soğuk içecekler, biraz atıştırmalık ne ararsanız var.  Ama gidiş yolunda zirveye göz diken kalabalıktan burada pek duraksayan yok. Herkes zirveye ulaşıp dünyanın en güzel gün doğuşu manzarasını izlemenin derdinde.

Zirveye ulaştığımızda muazzam bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. Genci-yaşlısı, Müslümanı, Hristiyanı, Yahudisi, Mecusisi ile çeşit çeşit dil ve ırktan bir sürü insan. Mısır’ın hiçbir yerinde görmediğimiz kalabalığı ve turist çeşitliliğini burada görüyoruz. Zirvenin en yukarısına küçük bir mescit inşa etmişler, burada Müslümanlar namaz kılıyor. Mescidin az aşağısında bir kilise ve onunda az aşağısında bir havra inşa edilmiş. Kalabalığın arasından, karanlığın içinden ilk gözümüze çarpan bu ortak paydada buluşan inançlı kalabalık oluyor.

Kalabalığın arasından sıyrılarak dik bir uçurumun kenarında gün doğuşunu izlemek için kendimize harika bir yer buluyoruz. Fotoğraf makinamızı kurup manzaranın seyrine dalıyoruz. İlk önceleri hilal şeklinde bir ay ve koyu mavi gökyüzü olan manzaramızın ortasından güneşin hafif bir kızıllığı baş gösteriyor. Böylece çevremizde olup biteni daha net görebilme fırsatı buluyoruz. Rengarenk bir atmosfer. Manzaramızda ne kadar  renk varsa daha fazlası çevremizdeki meraklı gözlerle bakan insanlarda. Neredeyse her milletten, çeşit çeşit dillerden ve dinlerden muazzam bir kalabalık. Herkes dünyanın en güzel gün doğuşunu izlemenin hevesinde. Daha güneş çıkmadan kalabalığın yüzlerini kızıl bir ışık boyadı. Karşımızda rengarenk gökyüzünün aşağısında sisler içerisinde irili ufaklı bir sürü dağ ve üzerinde patika yollar beliriverdi. Uzaktan Kızıldeniz günün ilk ışıklarını yansıtıyor ve şimdi adı gibi kızıl renklere bürünmüş.

Herkes merakla güneşin doğuşunu beklerken güneş çok kısa bir süre görünür gibi oluyor. Sessiz duran kalabalıktan birden sesler yükseliyor fakat güneş yine kayboluyor. Arapça “Fecr-i Kâzib” yani yalancı gündoğumu adını alan bu hadiseye ilk defa bu kadar net şahit oluyoruz. En sonunda güneşin yüzünü göstermeye başlaması ile kalabalığı bir mutluluk sarıyor. Gün doğdukça herkes gülümsüyor. Sanki mutluluk dağıtılıyor bu kutsal zirvede. Ben yanımdaki tanımadığım birini dürterek: “Bütün zahmetlere değdi, değil mi?” diye soruyorum. 

Evet diyor gülümseyerek. Daha önce hiç bu kadar çok gülümseyen insanı bir arada görmemiştim. Herkes mutlu ve kendince mutluluğunu haykırıyor. Müslümanlar “Maaşaallah, Tebarekallah, Sübhanallah” diyerek sevinçlerini ve Allah’a olan şükranlarını belirtiyorlar. İngiliz’i Amerikalısı “Woooow, Oh my God” diyor. Hristiyanlar ayrı bir sevinç içerisinde. Mecusiler diz çökmüş, anlayamadığımız hareketler yapıyorlar ve gülümsüyorlar. Hemen arkamızda kim oldularını anlayamadığımız ve bir çeşit ayin gibi görünen hareketleri ile, bir gurup zenci ve birkaç beyaz insan el ele tutuşmuş bir daire çizmişler ve şarkılar söylüyorlar. Gündoğumu ayrı güzel, içinde bulunduğumuz manzara ayrı güzel. Mest ediyor bizi.

Bu kadar güzelliğin ardından güneşin yakıcı etkisi yüzünü göstermeye başlıyor. Gece ne kadar soğuk ise şimdi bir o kadar sıcak olacak bu kutsal dağ. Şimdi bizi önümüzde zorlu bir iniş maratonu bekliyor. Bu gayet zorlu maratonu “Ben dönüş yolunu biliyorum, buradan yol çok daha kısa” diyen bir rehberin arkasına takılarak daha da zorlaştırıyoruz. Dönüş yolunda güzel manzaralar vaadiyle girdiğimiz bu yoldan kayalar üzerinden hoplaya zıplaya ilerleyerek ve bazen tehlikeler atlatarak ilerliyoruz. Yol üzerinde gördüğümüz “Attention! Danger” yazan tehlike uyarı levhaları bizi korkutsa da bu noktadan sonra geriye dönecek cesaretimiz ve enerjimiz yok. Atalarımızın “En kısa yol, bildiğin yoldur” sözüne bir defa daha acı bir tecrübe ile hak veriyoruz.
Yol üzerinde gördüğümüz tarihi yapıtlar yolun zahmetini biraz da olsa azaltıyor. Hangi inanca ait olduğunu bilmediğimiz bazı insanlar üst üstüne taşlar dizerek dua ediyorlar. Vadinin bir kısmı gözünüz alabildiğince üst üste dizilmiş bu taşlar ile dolu. Yolun sonuna yaklaştığımızı dağların arasından görünen St. Catherine Manastırını görünce anlıyoruz. Gerçekten haşmetli bir yapıt. Fakat Tur dağının gölgesinde kalıyor. Dağdan dönen Turistlerden manastıra girenler yok denecek kadar az. Yaklaşık on saat süren inişli-çıkışlı yorucu yürüyüşümüzden sonra bizler de manastıra girmeyerek bir an evvel dönüş yoluna koyulmak için araçlarımıza doğru ilerliyoruz.

Araçlarımıza biner binmez yorgunluktan herkes uyuyor. Yol ayrımına geldiğimizde ben arabayı durdurup bu güzel gezide bana yoldaşlık eden dostlarıma teşekkür ederek, buradan “Sharm Sheikh” adındaki Mısır’ın en güzel tatil yeri denilebilecek dalış bölgesine, Kızıldenizin eşsiz sualtı güzelliklerini keşfetmek üzere yola çıkıyorum.

Sina Dağı – Bu yazı 2015 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 98. sayısından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)