Başarıya  ulaşmanın formülleri
“Başarısızlık  yapamamak değil, yapamayacağını sanmaktır. Bizi  düşüncelerimiz sınırlamazsa hiçbir yaratık sınırlayamaz.” 
Hedef Belirlemek,Coşkunuzu Güçlendirin,Hedef Belirlemek,Arzu Geliştirme,Yöntem Belirlemek,Cesur Olmak,Hemen Yapmak,Şimdiki Zamanda Yaşamak,Bahanelerden Kurtulmak,Eseri Tamamlamak
1. Büyük Düşünmek:
Kaderimizin  kanunu şudur: Düşünceler eylemlere yol açarlar. Eylemler alışkanlıkların  nedenidir. Alışkanlıklarımız bizim karakterimizi, kişiliğimizi belirler.  Karakterimiz ise kaderimizi örgüleyen en önemli nedendir. Yaratıcımız  geleceğimizi belirleme gücünü bize vermiştir. Herkes yürüdüğü yolun sonunda var  olana ulaşır. Tırmandığınız merdivene bakarak sonunda nereye yükseleceğinizi  anlayabilirsiniz. Dolaysıyla büyük sonuca giden yol büyük düşünceden  başlar.
Hayat  nehri Kızılırmak'tan daha kıvrımlı, Niagara'dan daha akıntılı ve tehlikelidir.  Niagara nehri boyunca ilerlerken, bazı akıntı kollarının sizi inanılmaz  güzelliklerle dolu vadilere götürdüğünü görürsünüz. Ama bazı kolların ucunda  sonu ölüm olan şelaleler vardır. Tehlikenin başına geldiğinizde artık her şey  bitmiş olur. Sona gelmeden önce yolunuzu değiştirebilirsiniz. Çoğu zaman geç  kalmış olmazsınız. Ama bir gün gelir her şey bitmiş olur. Tedbir  almazsanız geleceğiniz öyle bir ölüm bataklığına saplanır ki yeniden  dirilmek için ne bir çaba gösterebilirsiniz, ne de göstereceğiniz çaba  geleceğinizi kurtarabilmek için yeterli olabilir.
Büyük  olduğunu düşündüğümüz insanların çoğu çocukluk yıllarını bizden daha ağır  şartlarda geçirdiler. Ağır hastalıklarla boğuştular, yetim kaldılar, çevreleri  tarafından terk edildiler. Bazılarının geri zekalı olduğu düşünülüyordu. Açlığı,  fakirliği çektiler. Onların isimlerini tarihe altın harflerle yazdıran sırrı biz  neden kullanmayalım?
Anthony  Robbins küçük düşündüğünde bir otel görevlisiydi. 21 yaşında bir genç olduğunda,  aniden büyük düşündü ve on yıl içinde hayatı hayal edebileceği kadar hızlı bir  yükselişe geçti. Şimdi milyonlarca insan onu örnek almaya  çalışıyor.
"Büyük  Düşünmenin Büyüsü" isimli kitabında Dr. David J. Schwartz ilginç bir tespiti  aktarıyor. Amerika'da büyük bir şirketin işe alma bölümüne başvuranların durumu  çok çarpıcıdır. Şirketin yılda 10 bin dolar ödediği işlere başvuranların  sayısı, yılda 50 bin dolar ödenen işlere başvuranların sayısından 50 ile 250 kat  fazlaymış. İnsanların çoğu daha ucuz işlere başvuruyorlar. Bunun anlamı  açık: Yola yüksekten başlamaya cesaret edemiyoruz.
Siz işe  girmeye karar verdiğinizde hangi görevler için başvurursunuz? Çoğu kimse "bir iş  olsun da ne olursa olsun" anlayışındadır. Az istediğiniz için kaderiniz size  az veriyorsa niçin ona küsüyorsunuz? İnsanların çoğu büyük işlere layık  olmadıklarını düşünürler. Kendilerine güvenmezler. İnanılır gibi  değil.
Vanlı bir  çocuk tanırım. Öğrenim görmek için Ankara'ya geldiği zaman, şehir içi otobüs  bileti alacak parası yoktu. Öyle ki eski Ankara terminalinden Demetevler  semtindeki arkadaşlarının evine bir gece yarısı iki saat yürüyerek gitmek  zorunda kalmıştı. O genç Anadolu'nun tertemiz ruhunu yansıtıyordu. Onun hakkında  inanılmaz bir gelecek beklemiyordum. Küçük bir tezgahın başında ticarete  başlayan Kayatürk şimdi her ay milyarları yönetiyor. Büyük düşünmeyi  öğrenmeseydi, işini bu kadar büyütebilir miydi? Kader herkese istemeyi  bildiği kadarını vermiştir. Düşünsenize, niçin kaderin sahibi: "Dua edin  cevap vereyim." "Dua etmezseniz ne öneminiz var."  Diyor?
 “Mutluluk, güzelliklerin içinde doğanların  değil, çirkinliklerin bile güzel yanlarını keşfedebilecek kadar güzellik kaşifi  olanlarındır.”  Muhammed  Bozdağ
2.  Coşkunuzu Güçlendirin
Coşkunuzu  güçlendirmek için önerdiğimiz yollardan sonuncusu konuşmalarınızda  “güçlendirici” kelimeleri kullanmanızdır. Olumlu yük taşıyan güçlendirici  kelimeleri her kullanışınızda ruhunuzun güçlendiğini görürsünüz. Dinleyen herkes  güçlü kelimelerinizin etkisiyle sizde sihirli bir güç olduğunu  sanır.
Güçlendirici  kelimeleri kullandıkça manevi gücünüzün, özgüveninizin,  coşkunuzun arttığını göreceksiniz. Bu kelimeler, onları her tekrar  edişinizde sizi daha güçlü ve etkileyici gösterecek.  Dahası mıknatıs gibi bir çekiciliğe sahip  olacaksınız.(Güçlendirici kelimelerin altı  çizilmiştir)
Başarı  için dayanma gücüne, cesarete ve özgüvene ihtiyacımız var. Küçük bir  engel karşısında hemen ümitsizliğe kapılan, kendini çaresiz  hisseden bir insanın durumu çok acıdır. Oysa büyük kelimeler  hayatımızı aniden değiştirebiliyor. Öyle ki en zayıf olduğunuz anda  güçlendirici kelimeleri beş dakika tekrar ederseniz tüm duygularınızı  değiştirebilirsiniz. Zihniniz, duruşunuz, yüz hatlarınız  değişir(Zayıflatıcı kelimelerin altı  çizilmiştir)
Büyük ve  güçlendirici kelimeler arasından en önemlilerini size aktarmak istiyoruz. Bu  kelimeleri ve bunların eş anlamlılarını sık sık kullanın. Kendinizi ve  yaptıklarınızı bu kelimelerle tanımlayın. Çılgınca tanımlayın:
Enerji  yükü en fazla olan güçlendirici kelimeler:
“Büyük,  farklı, şimdi, hızlı, fırsat, harika, bedava, kazançlı, yeni, kolay, heyecan  verici, kesin, canlı, güzel, temiz, ilginç, muhteşem”.
Diğer  güçlendirici kelimelerden bazı örnekler:
Sır, başarı,  zafer, yapmak, cesaret, önem, sevgi, saygı, barış, oyun, gülmek, yardım, vermek,  yükselmek, eğlenmek, sevinmek, coşmak, kahramanlık, şeref, dürüstlük, tazelik...  
Bu  kelimelerin her birinin eş anlamlısı olan onlarca kelime bulabilirsiniz. Büyük  kelimeleri diğerlerinden ayırmalı ve onları her fırsatta yüzlerce kez tekrar  etmeliyiz.
Eş anlam  açısından size bir örnek vermek istiyorum. "Büyük" kelimesinin yaklaşık  eş anlamlıları arasında "Heybetli, kocaman, koskoca, çaplı, cesametli,  devasa, muazzam, çarpıcı, azametli, ihtişamlı, muhteşem, şahane, haşmetli,  görkemli, göz kamaştırıcı, göz alıcı, yüce..." gibi kelimeler yer  alır.
Bu  kelimeleri kullanarak kendinizi tanımladığınızda neler hissetmeye başladığınızı,  gücünüzün nasıl devleştiğini göreceksiniz: İsterseniz bunu hemen şimdi yapın ve  nasıl kudretli bir padişaha dönüştüğünüzü görün:
"Kendimi  muhteşem hissediyorum. İnanılmaz harikalıkta işler başardım. Ben son derece  güçlüyüm. Son derece başarılıyım. Harika bir insanım. Başarmak çok kolay. Ne  kadar zevkli işler yapmışım! Şimdi mükemmelleşiyorum. Azamet ve heyecan  kuşatıyor beni. Gücün ruhumda dolaştığını görüyorum."
Bu  sözleri, bunlara benzer cümleleri kendiniz hakkında yüzlerce kez tekrar edin.  Kanatlanıp uçmaya başladığınızı göreceksiniz. "Hayır yalan söylüyorsunuz"  diyecek size çevreniz. Ruhunuzun derinlerine fısıldayan şeytandan aynı olumsuz  telkinleri işiteceksiniz. İnsanlar kendi yalanlarının kurbanı oldular. Yıllarca  kendimize yalanlar söyledik. Güçsüz olduğumuzu, bahtsız ve başarısız olduğumuzu  söyledik. Şimdi söylediğimiz bu yalanların esareti altında inliyoruz. Ne  olurdu birileri çocukken bize bizi uçuracak yalanları nasıl söyleyeceğimizi  öğretseydi. 
"Sevinçten  coşuyorum" derseniz yalan mı söylemiş olursunuz? Eğer bu sözü söylemeye devam  ederseniz idam sehpasında bile sevinçten coşarsınız. Eğer "sıkıntıdan içimi  kemiriyorum" demekte ısrar ederseniz padişah koltuğunda ölüm acısı yaşarsınız.  Tekrar ediyorum. Kendi yalanlarımızın kurbanıyız. İnandığınız tek doğru  vardır. O da mutlak olan doğru değil, kendimize ısrarla söylediğimizdir.  Hangi yalanı kendinize ısrarla söylerseniz tüm ruhunuz ona inanacaktır. Alt  bilinciniz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmez. Sadece ona en çok  söylediğinizi doğru kabul eder. Bizim tek doğrumuz kendimize ısrarla  söylemeye devam ettiğimizdir. 
Kendinize  kırk gün deli olduğunuzu söylerseniz gerçekten deli olursunuz. Kırk gün akıllı  olduğunuzu söylerseniz gerçekten akıllı olursunuz. Ona ne olmak istediğinizi  söyleyin. Beyniniz olmak istediğiniz gibi olmakta zorluk çekmeyecektir. Her  renge girebiliriz, her farklılığı ustalıkla başarabiliriz. 
Kullandığımız  aktif kelimeler çevremizin kullandığı kelimelerden inanılmaz derecede etkilenir.  Çoğumuz içinde yaşadığımız çevrenin kopyacısı oluruz. Trabzon’da “da”,  Eskişehir’de “gali”, Diyarbakır’da “lo” seslerinden kurtulamadığımız gibi,  çevremizdeki insanların kullandığı kelimelerden de kurtulamayız. İki kelimeden  ibaret olan isminizin anlamının bile karakterinizi değiştirebildiğini bildiğiniz  halde kullandığınız kelimeleri ayıklamayı ihmal eder misiniz?
Şurası  gerçek: Sanatla ilgilenen insanlarla sanat konusunda, bilimle ilgilenenlerle  bilimsel alanda konuşursunuz. Konuştuğunuz alan, üzerinde düşündüğünüz alana  dönüşür. Öfkeli insanların yanında öfke kelimelerini duydukça onları  kullanır hale gelirsiniz. Bu kelimeler kendilerine bağlanan anlamları  bilincinize çağırır. Bu çağırma işlemi tekrar ettikçe, artık otomatikleşir ve  öfkeyi bizzat yaşayan ve yaşatan insanlar oluruz. 
Sözünü  ettiğimiz gerçekten emin olmak istiyorsanız farklı kültürlerden insanların  konuşmaları ve duyguları arasındaki ilişkileri inceleyebilirsiniz. Ortak dili  kullananlar arasındaki duygu ve tutum benzerliğini fark  edeceksiniz.
                   “Beyninize ne yapmak istediğinizi söylemezseniz,  nasıl yapabileceğinizi sizin için kendiliğinden araştırıp  size söyleyemeyecektir.” Muhammed Bozdağ
3.  Hedef Belirlemek
Başarı aynı  yönde sonuna kadar gitmektir.  “Nereye gideceğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana çekilir.”  Hangi yönde nereye kadar gidiyoruz? Tam olarak ne istediğinizi bilirseniz,  çevrenizdeki güçler size nasıl yardımcı olacaklarını bilirler. Zihninize  ne yapmak istediğinizi söylerseniz onu yapmak için  çalışır.
“Nereye  gideceğini bilmeyen gemiye hiç bir rüzgar fayda vermez.” sözü  hedefsizliğin gerçek sonucunu ortaya koyuyor. Ne yapmak istediğinizi  bilmiyorsunuz, ama çevrenizde binlerce fırsat rüzgarı uçuşmaya devam ediyor.  Hedefiniz yoksa fırsatları nasıl kullanacağınızı, yelkenlerinizi ne şekilde  ayarlayacağınızı bilemezsiniz. 
Kendilerini  başarısızlığa mahkum edenler hedefi, zihinde dolaşıp duran hayallerle  karıştırırlar. İsteklerin, dileklerin hedef olduğunu sanırlar. Sonuçta  hedefsizliklerini değil de talihsizliklerini suçlarlar. Onlara, isteseler neler  yapabileceklerini söyleseniz, inandıramazsınız. Büyük işler başaranların, bunu  sadece hedeflerine borçlu oldukları konusunda ikna olmazlar. 
Her  başarı, sahibinin bizzat kendisinin ürettiği bir şaheserdir. Başkasının  ürettiği eseri satın alabilirsiniz, ancak kendi başarınızı satın  alamazsınız. Uzun bir yolculuğa çıktığımızda mutlaka dikkate almamız gereken  bir gerçek var: Öncesinde acı tattırmayan sonrasında zevk tattıramaz.  Hamuruna alın teri damlamayan bir bina gösteremezsiniz. Ağlamamışsanız  gülemeyeceksiniz. Uykularınız hiç kaçmamışsa, huzurlu uykulara  kavuşamayacaksınız. Denizlerin derinlerindeki inciye ulaşmak istiyorsanız,  derinliklerde dolaşmayı ve ahtapotla yüzleşmeyi göze almalısınız. Merak  etmeyin, başaranlara zarar vermeyen acılar size de zarar vermeyecektir. Hedef  belirleyebilmek için uykusuz kalmanız gerekiyorsa bunu göze  alın.
Hedef  sahibi olduğunuzda tüm duruşunuz ona hizmet edecektir. Geçen tüm saniyelerinizde  zihniniz hedef üzerinde düşünecek, konuşmalarınızı, ilginizi ve öğreniminizi  hedefiniz belirleyecektir. Böylece dikilen bir ağacın beslenerek büyümesi gibi,  hedeflerle dolu bir zihinde yaşatılan arzular içten içe inşa olmaya ve yeşermeye  devam edecektir. Hedefsiz insan kökleri kesilmiş ağaç gibidir, yeşermez.  Kökleriniz canlı mı? Her gece uyumadan önce, sulanmak isteyen büyük bir hedef  kendisini size hatırlatıyor mu?
Hedef  üzerinde çalışırken dikkat etmemiz gereken belli kurallar vardır. Bu kuralları  sistemli şekilde uygulayabildiğimiz ölçüde hedefimiz elimize  verilecektir.
“Hiç  kimse bir şeyi elde edebileceğine inanmadığı sürece onu elde etmeye  hazır değildir. Ne kadar hazır olduğunuzu ne kadar  arzuladığınız belirler.” Muhammed  Bozdağ
4.  Arzu Geliştirme
Başarmak  üretmektir. Üretmiyorsanız başarılı olamazsınız. Her başarının içinde, var  olmanın ayrı bir hikayesi yer alır. Tüm başarıların ortak bir özelliği,  içlerinde güçlü arzu barındırmalarıdır. Başarı büyükse ona yol açan arzu da  büyüktür. Ne kadar başarılıysanız o kadar arzulusunuz. Kainatı yaratan arzu en  büyük arzuydu. Küçük arzuyla bir mektup, büyük arzuyla bir kitap  yazarsınız.
Bugününüz  geçmişteki arzularınızın eseridir, geleceğinizi de bugünkü arzularınız  belirleyecek.Kaderinizi  başka hiçbir şey değil arzularınız yani dualarınız belirler. Yaptıklarınız,  yapmadıklarınız; yapacaklarınız ve yapmayacaklarınız yani her şeyiniz, yani tüm  kendiniz arzularınıza bağlı. Üreteceğiniz her şey ne istediğinize, nasıl ve  ne kadar istediğinize veya istemediğinize bağlıdır.
Herkeste  var olan sıradan arzulardan söz etmiyorum. İstemekten, dilemekten, basitçe ümit  etmekten söz etmiyorum. Üzgünüm: Sözünü ettiğim arzuyu ifade edecek başka bir  kelime de bulamıyorum. Burada herkesin bildiği arzudan değil, çok az insanın  bildiği arzudan söz ediyorum. 
Kainattaki  tüm güç ilişkileri arzu kanuna dayanır. Arzu, manevi gücün doğduğu kaynaktır.  Ne kadar çok arzuya sahip olursanız o kadar güçlü olursunuz. Yani arzu ne  kadar şiddetli ise sonuç o kadar güçlüdür. Bir Batılı düşünür şöyle der:  "Duygularınızın şiddetini bilseydim gelecekte atacağınız adımların büyüklüğünü  söyleyebilirdim." Arzu duygudur ve tüm duygular arzu duygusunda birleşirler.  Arzu, yerine göre sevgi olur, yerine göre nefret olur. Tüm duygular  arzulamakla arzulamamak arasındaki çizgi üzerinde  dizilirler.
Edison  çok istemeseydi elektriği bulmak uğrunda yüzlerce defa bıkmadan deney yapabilir  miydi? Kolomb çok istemeseydi aylar süren Amerika yolculuğuna dayanabilir miydi?  Gemisinde defalarca isyanlar çıktı. Tayfalarının çoğu öldü. Yıldırıcı okyanus  dalgalarıyla boğuştu. Çok arzulamasaydı o zorluklara dayanmaya devam edebilir  miydi? O insanların arzuları çok güçlüydü. Ne kadar güçlü olacağınızı ne  kadar şiddetli istediğiniz belirler.
Zor  sanılan başarı aslında ummadığımız derecede kolaydır. Başaranlarla başarmayanlar  arasında harcadıkları çabalar açısından neredeyse hiç fark yoktur. Oysa onların  dağlar ile taşlar kadar birbirlerinden farklı olduklarını sanırız. Bir cümleyi  yazmakla, yazmamak arasındaki fark çok küçüktür. Bir sigarayı içmekle içmemek  arasındaki fark çok küçüktür. Ama bu iki küçük eylemin sonuçları arasında  korkunç farklar olduğunu görüyoruz. Cümleyi yazarsanız kitap yazarsınız.  Sigarayı içerseniz ömrünüzü kısaltırsınız. Bu küçük fark bize büyük bir fırsat  veriyor. Bu sayede biz de tüm başarılı insanlar gibi başarıyı yakalayabiliriz.  Baş döndürücü bir başarıya imza atabilmek için baş döndürücü işler yapmak  zorunda değiliz. Büyük iş yapmak çok iş yapmaktan ziyade  farklı iş yapmaktır.
Bizi  şurası yanıltıyor: İş yapmanın iki boyutu vardır: Biri miktar, diğeri içerik.  Hiçbir milyarder iş adamı fakir köylü dede kadar yorucu çalışmaz. Çok çalıştığı  halde fakir, az çalıştığı halde zengin olan insanların sırrını, ne kadar  yaptıklarında değil ne yaptıklarında arayın. Başarı çok  çalışmayı gerektirir belki ama farklı çalışmayı gerektirir. 
Okyanusun  yapısını bir damla suyun yapısından farklı görüyoruz. Oysa okyanus su  damlalarının birikmesinin sonucudur. Bir damla suyu çok küçümsüyoruz. Oysa  yumuşacık su ısrarla damladığında taşları deliyor; biriktiğinde gemileri  yüzdürüyor; sel olduğunda şehirleri yerle bir ediyor. Mağaralardaki heyecan  verici salkıt ve dikitler damlayan su zerreciklerinin birikiminin sonucudur.  Tüm büyükler küçüklerin birleşmesiyle oluşmuştur. 
Bütün  çabalarınızı arzu ile ateşlersiniz. Arzu damlaları biriktikçe arzu okyanusunu  oluşturur. Sistem şöyle işler: Ne kadar arzularsanız o kadar enerjiyi, o  kadar gücü, o kadar emeği amacınız uğrunda feda etmeye hazır olursunuz.  Hatta en üst düzeyde, her şeyinizi en çok istediğiniz hedefe feda edersiniz.  Hedefinizi öylesine arzularsınız ki ona adanırsınız. Anthony Robbins bunu  yapmıştı. Fakirlikten kurtulmaya ve başarılı olmaya adanmıştı. Şiddetli istek,  basit bir ümit, basit bir dilek değildir. O kadar büyür ki yerine hiçbir şey  geçemez. Onu öylesine arzularsınız ki onu elde etmeye çalışırken açlık  hissetmezsiniz, aklınıza eğlence gelmez, uykularınız kaçar. Rüyalarınızda  onu görürsünüz.
Endülüs  Medeniyetinin ilk kahramanı Tarık Bin Ziyad, ordularıyla İspanya topraklarına  ayak basmıştı. Karaya ayak bastıktan sonra okyanustaki tüm gemileri yaktı.  Askerler tepelerden geriye baktıklarında yükselen dumanları gördüler. Ya mağlup  olup öleceklerdi ya da galip geleceklerdi. Kendilerini geri götürecek gemileri  yoktu artık; başka bir alternatifleri yoktu. Sonunda kazanan onlar oldular.  Başarmak isteyen tüm gemilerini yakmalı ve girdiği yolu geriye dönüşü  imkansız hale getirmelidir. O zaman alev alev yanan bir arzu doğar. Yakıcı  arzularınız yoksa diğer gemileri yok edemezsiniz.
Eğer bir  arzunuzu rüyalarınızda görmeye başlamışsanız kaderiniz yazılmıştır. Rüyalarınız  gerçek olacaktır. Bu  gerçeği defalarca yaşadım; pek çok insanın hayat hikayesinde gördüm. Elias Howe  dikiş makinesinin eksik parçasını rüyasında keşfetmişti. Orhan Gencebay'ın nasıl  1000 besteyi hayatına sığdırdığına inanamazsınız. Onu 1998 yılının Aralık ayında  Kanal 7'de Ahmet Hakan'ın sunduğu "İskele-Sancak" programında dinledim. Gencebay  iki parçasını rüyasında bestelediğini söyledi. O doğru söylüyordu; çünkü  beste yapmak onun en büyük arzusu haline gelmişti. 
,  
 
“Üzerinden  koşarak geçtiğiniz vadide, güzel kokularını gizleyen çiçekler dikkatinizi  ekmeyecektir.” 
“Kanatlarınızı iyi bildiğiniz belli bir  yönde çırpmıyorsanız, içine vücudunuzu terk ettiğiniz hayat rüzgarı  sizi mutlu olacağınız bir vadiye taşıyamayacaktır.” Muhammed  Bozdağ
5.  Yöntem Belirlemek
Nasıl  yapılabileceğini bilseydiniz okuduğunuz kitabı yazabilirdiniz.  "Nasıl?" sorusuna cevap verseydiniz mevcut arzularınız sizi çoktan kendilerine  kavuşturmuş olurdu. Yöntemini keşfetmediğiniz iş, alsa yapamayacağınız  iştir.
Yöntem  belirlerken üç farklı alan üzerinde çalışacaksınız: Yeterli bilgi toplamak,  hedefi kesinleştirmek ve hedefi planlamak. Yeterince bilginiz yoksa  nasıl yapacağınızı bilmeyeceksiniz. Hedefiniz kesin değilse tam olarak  onu yapamayacaksınız. Belirsiz hedefler arasında dolaşıp duracaksınız.  Hedefinizi planlamamışsanız merdiveni adım adım çıkamazsınız. Gittiğiniz  yolu kontrol edemezsiniz. Bir adımı ihmal etmek tüm adımların boşa çıkmasına  neden olur. Binanızın direkleri ne kadar güçlü olursa olsun, temel zayıfsa  binanız çökmeye mahkumdur. 
Şu  sorulara cevap arayın: Niçin berber dükkanında çalışan çıraklar bir süre sonra  kendi berber dükkanlarını açıyorlar? Niçin lokantacıların hemen hepsi daha önce  başka bir lokantada çırak olarak çalışmışlardı? Niçin tüm ustalar yanlarında  çalıştıkları ustaların mesleklerini seçtiler? Çünkü çıraklar nasıl yapacaklarını  ustalardan görerek, onları izleyerek öğrendiler. 
Şimdi  farklı fırsatlarımız var. Artık nasıl yapılacağını öğrenmenin çıraklıktan başka  yolları vardır. Ben bu kitabı yazabilmek için bir yazarın yanında on yıl boyunca  çıraklık yapmak zorunda kalmadım. Evimde elektrikli aletler bozulduğunda onları  tamir etmeyi bana özel bir kurs öğretmedi. Hatta çok iyi kullandığıma inandığım  bilgisayarı başkalarının sözlü anlatımından veya uygulamalarından  öğrenmedim.
Tam  olarak gerçekleştirmek istediğiniz hedef üzerinde bilgi toplamayı alışkanlık  haline getirmelisiniz. Hedefinizi ne kadar arzuluyorsanız, onunla ilgili  bilgileri de o kadar zevkle öğreneceksiniz. Öğrenmeyi zevkli kılan  öğrendiklerinizin arzularınızla ilişkili olmasıdır. İstemediğiniz konularda  öğrenmeye çabalamak canınızı sıkacaktır. Size sevmediğiniz konuları yettiği  kadar, ama hedefinizle ilgili konuları amansız bir çabayla öğrenmenizi  öneriyorum.
Bir  kitapta neyi öğrenmek istiyorsanız onu öğreneceksiniz. Elinizdeki kitapta  yazarın dikkatinizi çekmek için kelimeler üzerinde ne gibi oyunlar oynadığını  araştırmamışsanız bunu öğrenmeyeceksiniz. 
Kesin  hedefin gerçekleşme ihtimali bulanık hedefe göre en az yüz defa daha fazladır.  Kesin olmayan hedef, uğrundaki binlerce saatlik emeği boşa çıkarır. Çoğumuzun  başaramama nedeni hedefsizliğimiz değil, ama hedefimizin bulanıklığıdır.  Kesinlik: Tam olarak neyi, tam olarak nasıl, tam olarak nerede, tam  olarak ne zaman ve tam olarak ne kadar yapmak istiyorsunuz? İçlerinde bu  sorulara cevap bulmadığınız hedefler uğrunda boşuna ömrünüzü tüketir  misiniz?
Bir insan  zengin olmak ister. Basitçe "zengin veya milyarder olmak istiyorum" der.  Zihninizde rasgele dolaşan bir hedefin çocukça bir hayalden hiç farkı yoktur.  İnsanın, nasıl yapılabileceğini araştırmadığı bir hedefi  istemeye devam etmesi, onu hedeflemesi anlamına gelmez.  
 “Başarısızlık yapamamak değil, yapamayacağını  sanmaktır. Bizi düşüncelerimiz sınırlamazsa hiçbir yaratık  sınırlayamaz.” Muhammed Bozdağ  
6.  Cesur Olmak
İnsanlar  kendilerini uydurma korkuların esaretine terk ettiklerini kabul etmek  istemiyorlar.Kendimize  güvenimizi kendi ellerimizle kaybediyoruz. İnanılmaz derecede utangaç kişilikler  geliştiriyoruz. Yapılan bir araştırma Amerikan toplumunun %40'ının açık veya  gizli utangaç olduğunu ortaya koymuştur. Biz ne yazık ki onlardan çok daha utangaç yaşıyoruz. 
Eğer  cesaretli olduğunuzu düşünüyorsanız şu sorulara cevap vermeye çalışın: Hemen  şimdi elinize telefonu alıp cumhurbaşkanına telefon edebilir misiniz? Ona "Sayın  cumhurbaşkanı, millete daha fazla saygı istiyoruz." diyebilir misiniz?  Diyebilirseniz bunu hemen deneyin. Kendisinin ev telefonu, 1989 yılına kadar  benim ajandamda vardı. Ama bir defa cesaret ederek ona telefon edemedim.  Kalabalık bir gurupla 1987 yılında onu evinde ziyaret ettik. Sohbet sırasında  telefonu çaldı, ahizeyi kaldırdı, birkaç defa "Gözlerinden öperim" dedi, ahizeyi  kapattı ve bize şöyle dedi: "Bir vatandaş... Benim sesimi özlemiş, duymak için  aramış." Sıradan bir vatandaşın gösterdiği cesareti anlayabiliyor  musunuz?
Amerikanın  New York, Washington D.C., Bostan gibi şehirlerinde dolaştım. Sokaklarda en çok  duyduğum iki söz hala kulaklarımda çınlıyor: "Özür dilerim-excuse me" ve  "merhaba-hi." Otobüste birisi yanınıza oturmak durumunda kaldığında önce mutlaka  "merhaba" diyor. Durakta bekliyorsanız, yanınıza gelen "merhaba" diyor.  Asansörde iseniz, çıktığınız bir başka katta asansöre binen herhangi birisi size  "merhaba" diyor. Yolda yürürken bir şekilde göz göze geldiğiniz herkes size  sıcak bir tebessümle "hi" diyor. İnsanların kendilerine bu denli güvenmelerinin  beni çok etkilediğini söylemeliyim. Bu cesarete ihtiyacımız var.  
İzmir'in  Ödemiş ilçesinde yaşayan son derece saygın bir eski milletvekili tanırım: Mehmet  Özkan. Her gün akşama kadar yüzlerce insanın kişisel sorununu çözmeye çalışırdı.  Bir gün bana bir mektup gösterdi. Anadolu'nun bir köyünden ilkokul eğitimi almış  köylü bir vatandaş yazmıştı mektubu ve ona milletin derdini dile getirdiği için  teşekkür ediyor, daha fazla hizmet için teşvik ediyordu. "İşte bana gelen en  büyük mektup bu oldu." Dedi. Söylenmeye sıra geldiğinde en iyisini biz  biliyoruz: Ama niçin bu köylü amcanın cesaretiyle söylemiyoruz? Söylenmek  korkuyu, söylemek cesareti arttırır. 
19 uncu  Yasama Döneminde T.B.M.M. Adalet komisyonu başkanına Avusturyalı bir diş  hekiminden İngilizce bir mektup gelmişti. Mektupta başkandan -özür dilerim-  "Türkiye'deki homoseksüellerin haklarını düzenleyen bir kanunu ne zaman  çıkarmayı düşündükleri soruluyordu. Bu konuda daha sonra Meclis Araştırma  Servisinde yapılan incelemenin nedeni belki de bu mektuptu. Cesaretiniz varsa  izlerinizi uzaklara taşırsınız.
Var  olmamız cesaretimize bağlı. Cesaretiniz varsa herkes sizin var olduğunuzu bilir.  Sizi insanların dünyasına sadece cesaretiniz taşır. Cesaretiniz yoksa kendi  iç dünyanıza hapis olmaya mahkumsunuz.
Katıldığınız  bir toplantıda aklınızda kimlerin kalacağına dikkat edin: Kürsüde konuşanlar.  Sonra da kalabalık arasında ayağa kalkıp yüksek sesle soru soranlar.  Üzerinden koşarak geçtiğiniz vadide, kokularını gizleyen çiçekler  dikkatinizi çekmeyecektir. Korku içinizdeki güzellikleri karadelikler gibi  yutar, yok eder.
Cesaret  gösterebilenler risk üstlenmeye hazır olanlardır. Şurası kesin: Risk ve  sorumluluk üstlenmeyen hiç kimse başarılı olamamıştır. Alışkın olduğunuz  hayat size risksiz gelebilir. Aslında rahatlık içerisinde daha büyük riskler  vardır. Çoğu insan sineğin ısırmasından kaçarken akreplere yem olur.  Bizde "yağmurdan kaçarken doluya tutulmak" sözüyle kast edilen budur.  Değişmekten korkuyorsanız riskten kaçıyorsunuz. Değişmezseniz gelişmezsiniz.  Yanlış yapma riskini göze alamazsanız doğru yapma cesaretini  gösteremezsiniz.
Kabul  edelim: Gerektiği gibi bir cesarete sahip değiliz. Kolaylıkla kendimizi kürsüye  taşıyamıyoruz. İnanmıyorsanız kendinizi test edin: Bir televizyonda veya radyoda  canlı yayına telefonla katılmayı deneyin. Şiddetli heyecan duyduğunuzu  göreceksiniz. Çoğu insan yaşayacağı sinir gerginliği nedeniyle telefon edemez.  Cumhurbaşkanına telefon etmeyi deneyin. Katıldığınız bir seminerde ayağa kalkıp  soru sormayı deneyin. Kalabalık bir insan topluluğu karşısına geçip mesaj  vermeye kalkışın. İçinizdeki kalıpların sizi nasıl engellediğini göreceksiniz.  Cesaretli insanlara her zaman hayran kaldım. Cesurların cesaretine ben sahip  olsaydım, cesaretin önemini hayatımda çok daha erken kavrasaydım, elinizdeki bu  kitabı yıllar önce okuyacaktınız.
 “Boynunuzu vurmak için kılıç kaldırılmasından  yarım saat sonra kendinizi savunmak ne ise, şimdi yapılması  gereken işi yarım saat ertelemek odur.” Muhammed  Bozdağ
7.  Hemen Yapmak
Bir işi,  karşınıza çıktığı anda yapmaya başlamak, onun %90’ını  yapmış olmaktır.Çünkü  hemen yapmaya başlamadığınız iş uzun süre ertelendiğinde en az on kat  büyümüş olacaktır. 
Hemen  yapan, bulunduğu an içinde yapılabilecek olan bir iş arar. Bu sayede güçlü birer  gözlemci olur. Ankara'da bir ay boyunca Hızlı ve Etkin Okuma seminerlerine  katılan öğrenci arkadaşlara, bulundukları salonun duvarlarında kaç tane tablo  asılı olduğunu sordum. Altı tane tablodan kimi üçünü, kimi dördünü fark  edebilmişti. Bir ay boyunca oturduğumuz salonun duvarlarındaki resimleri fark  edememek ne demektir? Kaderimiz harika fırsatları her gün çevremizde  uçuşturuyor. Onlardan hiç olmazsa birini keşfedebilmek dikkatli olmamız  sayesinde mümkün. Dikkatli olan insan yapacak hiçbir işi kalmadığında, Barış  Manço gibi duvarlarındaki tabloların tozlarını alır, resimlerin yerlerini  değiştirir. Zihnimiz kuşların bedenleri gibi hareketli  olmalıdır.
Bir  Batılı ne güzel söylemiş “Değişmek istiyorsan niçin hemen şimdi  başlamıyorsun?” Sevgili bir dostuma geleceğiyle ilgili projelerini sordum.  Büyük düşünceleri, planları vardı; yazmayı düşündüğü kitabın harika bir konusu  vardı. Ne zaman başlayacağını sordum, dört yıl sonra, yani mastır çalışmasını  bitirdikten sonra başlayacağını söyledi. “Niçin hemen şimdi başlamıyorsun?”  dedim. Hiç bir haklı gerekçesi yoktu. Rahat olmayı mı bekliyordu? Mastır  bittikten sonra doktora çıkacaktı karşısına. Doktora bittikten sonra kaderi yeni  bir iş çıkaracaktı. “Kitabını niçin hemen şimdi yazmaya başlamıyorsun?”  Üniversiteyi bitirirsen askerlikle, o bitince iş arayışıyla, ardından evlilikle,  ardından çocuklarla meşgul olacaksın. Hemen yapmayanın müsait bir zaman  bulması imkansızdır.
İniş  çıkışlarla dolu bir hayatta yaşadığımızı biliyoruz. Boğuştuğumuz sorunların  biteceği bir günü bekleyerek ömrümüzü tüketirsek hiçbir sorunu çözemeyiz. Çok  ilginç: Acılarımızdan kurtulacağımız günü bekliyoruz, ama beklemekle hiçbir  şeyin değişmeyeceğini de biliyoruz.
Canınıza  kast eden bir tehlike geldiğinde sinir sisteminiz hemen harekete geçer ve anında  vücudunuzu savunur. Eliniz yanlışlıkta ateşe temas etse, ayağınıza diken batsa  otonom sinir sisteminiz hemen tedbirini alacaktır. Vücudunuz üşüdüğünde hemen  titremeye ve ısı üreterek sisteminizi korumaya çalışır. Aşırı sıcakta dışarıya  verdiği ter sıvısıyla ısıyı dışarıya vermeye çalışır. Tabiattaki tüm sistemler  bir görevi tam yapılması gerektiği anda yaparken biz niçin erteliyoruz?  
Geciken  iş maddi kayıplara uğramanıza neden olur. Şu örneğe bakın: Evimin su faturasını  ödemeyi geciktirdim. Son ödeme gününe gelmiştim ki önemli bir başka işim çıktı,  ödeyemedim. Bazen da son gün geldiğini unutursunuz. Nasıl olsa cezalı konuma  girmiştim. Ne zaman olsa öderim dedim. Aylar geçti, borcumu  unuttum.
Bir akşam  evime geldiğimde su sayacım sökülmüştü. Yeniden bağlanması için Ulus semtindeki  ASKİ Genel Müdürlüğüne gidip borcumu ödemem gerekiyordu. Borcun kendisini, onun  beş katına ulaşan ceza faizini ve bu arada açma-kapama parasını ödemek zorunda  kaldım. On liralık borç 50 liraya çıkmıştı. Eğer ertelemeseydim yaptığım büyük  masraflardan kurtulacaktım. Uğradığım zarar bir yana, susuz kalmıştım.  Ertelenenin yükü artmıyor mu?
Mutfağımdaki  musluklar bozulmuştu. Sadece iki tane conta alıp yeniden takmam gerekiyordu. En  fazla yarım saatimi alacak bu işi geciktirdim. Bir yıl içinde bu ihmalim  yüzünden yaptığım hesaplamaya göre 20 ton suyu gereksiz yere kaybettim. Bu  hikayeler sizin başınızdan da geçmedi mi?
İşlerini,  gündemlerine girer girmez yapanlar ömürlerini kazanırlar. Ertelenen iş daha uzun  zaman işgal eder. Yarım saatte bitirebileceğiniz işi ertelediğinizde ona  yarım gününüzü vermeye mahkum olursunuz. Ödenmeyen borcun faizle büyümesi  gibi, yapılmayan iş de büyür, altında ezilirsiniz. Zamanında yapıldığında ise  kazanılan kocaman bir ömürdür.
 “Zihinlerini  ölmüş geçmişte ve doğmamış gelecekte yaşatanlar, şimdiki  zamanda yaşamaya mahkum olan bedenlerini öldürürler. Beden giderse  beyni de beraberinde götürür.” Muhammed Bozdağ
8.  Şimdiki Zamanda Yaşamak
Şu anda  ne yapıyorsunuz: Şu anda boğuştuğunuz sorun nedir? Şu anda hangi fikrin  temellerini atıyorsunuz? Şu anda zihninizde ayrıntısını belirlemeye çalıştığınız  projeniz nedir? Önemli olan bu sorulara verebilecek cevaplar bulmanızdır.  Geçmişte ve gelecekte yaşamayı sürdürmek hayatı çöpe atmaktan  farksızdır.
Tabiatın tüm  varlığı şu anda içinde bulunduğu durumdur: Geçmiş yok olmuştur.Yüz yıl  önceki ormanlar şimdi yoktur artık. Yüz yıl sonra sokakların nasıl bir şekil  alacağını da bilmiyoruz.
Varlık  geçmişten geleceğe uzanan uzun bir yol üzerinde seyreder. Bu yol üzerinde canlı  ve cansız varlıklar gözükür, arz-ı endam ederler; sonra kaybolurlar. Her varlığa  bu uzun yolda biçilen bir hayat süresi vardır. Dünya dört milyon yıldan fazla  bir süredir var. Bu akış içerisinde bir çekirge varlığa koşar; bir mevsim  boyunca en iyi nağmelerini sunar tabiata, sonra göçüp gider. Yakamozlar gibidir  hayat. Zamanı hızlandırsaydık, gelenlerin gidişinin su üzerinde parlayan ışık  yansımaları kadar hızlı olduğunu anlardık. Varlığa çıkış o andır. Damlada  parlayan ışık gibi, kainatta bir an görünüp kaybolacağınızı hayal edin. Ne  yapardınız? O saniyecik içerisinde tüm kâinatı tanımak, her şeyi tam o anda  yaşamak istemez miydiniz?
Aslında  ne kadar yaşarsa yaşasın, her şey böylesine bir çırpıda çıkar hayata ve sonra  kaybolur. İnsanın yaratılışını düşünün: Bir hücre yaratılır. Bir saniye geçer,  yok olur, bölünür; yerine iki tane hücre yaratılır. Yok olan bir hücre var olan  iki hücrenin çekirdeği olmuştur. Bazı bakteriler de bir saniye yaşayıp,  yerlerine yenilerini bırakarak ayrılırlar bu hayattan. Tüm varlık aynı süreci  yaşar. Bitki ölür, yeni mevsimde yavrularına kaynaklık yapacak tohumlarını  bırakır. Bir örümcek ölür, bedeni onun yerine gönderilen yüzlerce yavrusuna  besin olur. İnsan ayrılır yeryüzünden, bedeni bir çiçeğin vücudunda dirilir. Ruh  büyük diriliş gününde, yeni bedeninin çekirdeği olmak için ebedi alemin  açılacağı dört mevsimi bekler.
Hepimizin  hayatı bir diğer hayatla karşılaştırıldığında bir parıldayış kadar  kısadır. Bazen bulutların hareketleri filme alınır. Film hızlı  gösterildiğinde, bulutların uçuştuğunu görürsünüz. Bazen çiçeğin açılışı filme  alınır. Film hızlandırıldığında yaprağının süratle açıldığını, rengini, kokusunu  ve güzelliğini aleme gösterdikten hemen sonra kaybolduğunu görürsünüz. Her şey  şimdiyi yaşar. Eğer dünyanın hayatını baştan sona izleyebilseydik, insanların  ışık hızında dünyaya geldiklerini, aynı hızda mezara koştuklarını  görecektik. Bulutlar aniden ufku kaplar, aniden Güneş çıkar perde altından.  Karanlık bir kordon altında kalırız Güneş gizlenince; sonra gecikmeden ufkumuz  aydınlanır. Hayat böyledir.
Ama biz  başı ve sonu olmayan bir hayatta yaşadığımızı sanıyoruz: Sanki sonsuz geçmişten,  sonsuz geleceğe uzanan bir çizgide sonsuza dek var olacağız. Bu büyük bir  yanılgıdır. Dünyanın faniliğini bize unutturan nedir o zaman? Ruhumuz.  İnsan ruhu sonsuz şimdi için yaratılmıştır. Zaman dediğimiz şey madde için  geçerlidir. Maddenin üst üste, art arda yaratılması, film karelerinin ardışık  sırada gösterilmesi gibi bir şeydir. Film seyrederken zamanı yaşarsınız. Hayat  da bir film gibi birbirini takip eden üç boyutlu karelerden oluşur. Maddeye  zaman boyutu kazandıran Yaratıcının ona kazandırdığı harekettir. Hareket ve  değişim olmasaydı zaman olmazdı. 
Ruhun  değişmez olduğunu biliyorsunuz. Ruhunuz nasıl yaratılmışsa sonuna kadar öyle  olacaktır. Çünkü ruh farklı cisimlerin bir araya getirilmesinin ürünü değildir.  Vücudumuz 700 trilyon hücreden yaratılmıştır. Dolaysıyla hücreler değişir, gidip  gelirler. Ama ruh değişmez. O tek bir varlıktır, ne şekil, ne boyut ne de kapsam  değiştirir. Bu yüzden ruhun zamanı yoktur. O hep sonsuz şimdide yaşar; çünkü o  sonsuz şimdinin yaşanacağı ahiret için yaratıldı. Sonsuz hayat için,  ölümsüzlük için yaratıldı. Ruhun bu özelliğini kötüye kullandığımızda kaybeden  biz oluyoruz.
Ruh  mekanı ve zamanı aşabilir. Bu sayede bir kafesten kurtuluruz. Ruh sayesinde  hayalen Güneşe, gezegenlere gideriz. Onun sayesinde eski mekanlarımızda dolaşır;  doğduğumuz sokağı, ziyaret ettiğimiz illeri görürüz. Ruh sayesinde, sevdiğimiz  insanlar anında kalbimizdeki yerlerini alırlar.
Ruh bizi  zamanın ve mekanın dışına taşır. Yıllar öncesindeki ölü geçmişe gider, ahirete  göçmüş dostlarımızı hatırlarız. Geleceğe gider, yıllar sonra yaşayacaklarımızı  tahmin edebiliriz. Bedenimiz hapishane gibi bir dünyadadır. Şu anda  oturduğunuz yer, içinde hapis olduğunuz yerdir. Eğer ruhunuz bağımsız olsaydı-  cennette olacağı gibi- istediğiniz ovalarda uçabilirdiniz. Duvarlar engel  olamazdı size. Kar, yağmur engel olamazdı.
Ancak  ruhumuzun bu yüksek özelliğini genellikle kötüye kullanıyoruz. Ölümsüzlük  ruha ait olduğu halde onun bedene de ait olduğunu sanmak bedeni yokluğa mahkum  eder. Çünkü anı yaşamayan beden anı öldüren bedendir. Şu an bedeninizin var  olduğu tek andır. Şu anda bir şey yapmıyorsanız bedensel varlığınızı çöpe  atıyorsunuz. Şu anda bedeniniz ne yapıyor? Önemli olan, şu anda bedeninizin  yaptığına ruhunuzun veya zihninizin destek olmasıdır. Yaptığınızın bir amaca  hizmet etmesidir. Hareketi duran madde yok olduğu gibi, çalışmayan beden de  yokluğa mahkum olur. Benzer cinslerin sonu benzer olacaktır.
“Bahane  bulanlar, uyuşturucu kullananlar gibi dertlerini unutmaya  değil; başlarını toprağa gizleyen devekuşları gibi kendilerini  kandırmaya çalışıyorlar.” Muhammed  Bozdağ
9.  Bahanelerden Kurtulmak
Başarılı  insan her türlü engele rağmen çalışmaya devam edendir. İlerlemenin  durdurulduğu yer, engellerin bahaneye dönüştüğü yerdir.
Bir  insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülük karşılaştığı zorluklara  teslim olmasıdır. Dünya kar ve tipi ile karşılaşmak zorunda kalmadığı bir  kış yaşamamıştır. Hayat engellerle doludur ve kim olursa olsun, tüm insanlar bir  gün mutlaka o engellerle yüzleşeceklerdir. Zengin veya fakir, meşhur veya  unutulmuş bir insan olsun herkes, hayat yolunda aynı geçit vermez dağlarla  yüzleşecektir. 
Bazıları  hayatın dağlarıyla erken yaşlarda yüzleşirler. Onlar erken yaşlarında yukarılara  baktıklarında zengin ailelerin çocuklarının kendilerini geçtiklerini düşünür,  kaderlerinin kendilerine adaletsiz davrandığını sanırlar. Ama yıllar geçer;  çıktıkları zirveden aşağıya bakarlar. Bir zamanlar çok yukarıda gördükleri  insanların küçük tepeleri bile aşamayışlarına hayret ederler.
Başarının  gerektirdiği ücreti ödemekten korktuğumuzda harika bahaneler buluruz: "Ben  yapamadım, çünkü çok haklı nedenlerim vardı. Eğer bana fırsat verilseydi neler  yapacaktım. Ne büyük işleri başaracaktım." Deriz. Size fırsat verilmedi mi?  Karıncanın başardığını bile başaramayan insanlar vardır. Hiçbir karıncaya bizden  fazla fırsat verilmemiştir. Kaderi yanlış anlıyoruz çoğu zaman. Kim yapmak  isterse yapar. Bir kere hayata atıldıktan sonra, kendilerinin koydukları  dışında insanların hiçbir aşılmaz engelleri yoktur. Bizi sadece biz  durduruyoruz.
Çevremizdeki  insanların nasıl kendilerini engellediklerine bakın. Kendilerine engel olmakla  kalmıyorlar, başkalarına da engel oluyorlar. Bir insana, hayırlı bir işe  kalkıştığında "yapamazsın" demek, ona yapılabilecek en kötü telkindir.  Düşmanın yapmadığı bu telkini bizim için hayırlı olacağını sanarak çoğu zaman  çocukluğumuzda ailelerimiz bize karşı yapmıştır. 
Eğer  başarılı olmak istiyorsanız tüm başarılı insanların ortak özelliklerini  kazanmalısınız. İşte en önemli özellik: Başarılı insanlar her zamanda, her  ortamda, her şartta çalışabilmeyi başaran insanlardır. Sıradan insanlar,  sadece moralleri yerinde olduğunda, canları istediğinde çalışabilirler. Hasta  iken çalışabilir misiniz? Herkesin sizi eleştirdiği, size hakaret yağdırdığı bir  ortamda doğrularınızı savunmaya devam edebilir misiniz? 
Hayat bir  yolculuktur. Adım adım, saniye saniye yaşıyoruz bu yolculuğu. Bu yolculuğun,  gözlerimizin kapatılmadığı bir gecesi, üzerimize Güneşin doğdurulmadığı bir  sabahı yoktur. Hayat yolculuğu, dünya yolculuğuna benzer. Uzun sürecekse  güzergahında çukuru, dağı, vadisi, denizi olmayan bir yolculuk yoktur. Uzun  yollara düştüğünüzde, Güneş her zaman semanızda bulunmaz. Nice ıssız gecelerin  altından geçmek zorunda kalırsınız. Karla, tipiyle, yağmurla, çamurla, depremle,  fırtınayla boğuşmaya mecbur olursunuz. Yer yüzünde acı çekmeden yaşamış bir  insan gösterilemez. Teknik şehirlerimizi geliştiriyor, ama başarı dünyası hala  aynı fırtınalar dünyasıdır.
Başarılı  insan kış uykusuna yatamaz. Yürürken o da bir vefasızlık bataklığına rastlar.  Çamurlara bulanır, ama yürür. Karşısına kocaman bir ihanet nehri çıkar. Islanmak  pahasına nehre dalar. Bir hendek çıkar karşısına trafik kazası gibi; korkmaz,  vazgeçip geri dönmez, üzerinden atlar. Nisan yağmurlarında ıslanır; buzlu Aralık  gecelerinde üşür. Sırtında paltosu olmasa da, aşınan ayakkabılarından giren  çamur suları kemiklerini titretse de, yürür. 
Bir  karıncanın nasıl çalıştığını seyrettiniz mi? Kendisinden beş kat büyük, ölü bir  sineği taşımaya karar veren karıncayı. Hedefi ormanları böceklerden  temizlemektir karıncanın. On defa, yüz defa, bin defa dener. İnanılmazı başarır  karınca. Yarım saat sonra kocaman sineği metrelerce öteye taşıdığını görürsünüz.  Karınca, cüssesine göre oranlansa göre Naim Süleymanoğlu’ndan daha güçlü  çıkacaktır. Bahanesi yoktur onun. Hiçbir özürü yoktur. Ya başaracaktır ya da  başarı yolunda ölecektir. Sonunda bir karınca ailesi yaz boyu çalışır, bir  mevsimde 5 milyondan fazla ölü böceği yer altına indirir ve böylece bize  tertemiz ormanlar bırakırlar. Eğer karıncalar insanlar gibi bahaneler  bulsalardı, ormanlar mezbelelere dönerdi. Ayaklarınızın altında, yemyeşil  otların kalbi okşayan kokusunu değil, böcek leşlerinin ürküntüsünü yaşardınız.  
Bir  fırtına kopar. Yuvaları darmadağın olur karıncaların. Onların pek çoğu su  akıntılarına kapılıp sürüklenirler. Ama sürüklenirken bile mücadeleye devam  ederler. Bir ot bulsalar ona tutunurlar. Bir taşa rasgelseler ona sarılırlar.  Yağmur biter, yarım saat sonra o küçücük varlıkların inanılmaz bir hızla eski  yuvalarına bu defa başka bir toprak yüzeyinden kapı açtıklarını görürsünüz.  
Kaderin  karıncaların karşısına çıkardığı zorluklar bizim karşımıza çıkardığı  zorluklardan küçük değildir. Her yağmurda evleri başlarına yıkılan karıncalar  vazgeçmezken biz hangi deprem yüzünden vazgeçeceğiz? Yükselmek istiyorsak,  bunu başarmak bizim elimizde. Alçaklara inmeyi de biz başarırız. Hem de ne  maharetle...
Büyük  insanların hiçbir bahanesi yoktur. Bahanenin "var" olduğu yerde başarı "yok"  olmaya mahkumdur. Hiç kimse bahaneyle birlikte yükselmeye devam edemez.  Çünkü bahane bulduğumuz anda teslim oluruz. Bahane varsa mücadele yoktur. Bahane  bulursanız en küçük başarılarınızı bile yok edebilirsiniz.
Cesaretle  üzerine gittiğiniz korku, korku içinde sizden kaçacaktır. Kendisinden kaçtığınız  cesaret, cesaretle özerinize korku salacaktır. Hendeklerin üzerinden  atlayamayan develer dağları zapt eden komutanların bineği olarak ün  salmamıştır. Yüksekten korkan uçamaz, kılıçtan korkan galip gelemez.  Ölmekten korkan yaşayamaz. Hastalığa göğüs geremeyen sağlığın huzurunu  yaşayamaz. Şimdi dağlarda yuva yapan kartallar bir zamanlar oraya "uçma"  zahmetine katlanmışlardı. Dağlara çıkmak için en azından taşların üzerinde  yürümeye mahkumuz.
Başarılı  olmak için, yoğun çalışmaktan ziyade az da olsa sürekli çalışmaya ihtiyacımız  var. İlerlemek yavaş da olsa sürekli yürümekle mümkündür. Dinlenme  dışında ara vermek durmaktır. Bu yüzden Allah indinde, az da olsa devamlı ibadet  makbuldür.
Herkes gibi  yetenekli olabileceğimize inanacağız. Hiçbir engel tanımayacağız. Bizi durdurmak  isteyen her şeyle amansız şekilde mücadele edeceğiz.  Sığınacağımız hiç bir bahane olamaz. Mazeret hiçbir başarısızlığı gizleyemez.  Başkalarını kandırmak zorunda değiliz. Kendimizi kandırmak ise bize hiçbir şey  kazandırmaz. 
 “Bir  adım daha atamamak, atılan binlerce adımı yok eder. Saati son çark çalıştırır.  Bitirmemek yapmamaktan farksızdır.” Muhammed Bozdağ
10.  Eseri Tamamlamak
Pek çok  insan hayatında devrim yapacak bir sıçrayışın tam ucuna gelir. Birazcık daha  dayansa kendisini zirvede bulacaktır. Ama tırmanmayı bırakır. Bir adım daha  atamamak, atılan binlerce adımın yok olmasına neden olur. 
Başarının  olmazsa olmaz kuralı "yapmak"tır. Yapmayı anlamlı kılan bir kural vardır:  Bitirmek. Bitmeyen iş yapılmamış iş gibidir. Hepimiz yüzlerce defa  teşebbüste bulunduk. Aramızda binlerce insan başarının tam ucundadır. Sadece  birazcık daha ısrar etmeye ihtiyacımız var. 
Size heyecan duyduğum bir kanundan bahsediyorum. Bu kanun sayesinde yüzlerce işinizi esere dönüştürebilirsiniz. Başladığınız işi bitirme alışkanlığının hayatınızı nasıl değiştirebileceğini biliyor musunuz? Hayatınızda küçük bir değişiklik yapacaksınız. Bu küçük değişiklik büyük değişiklikler üretecek.
Zaten  çalışmıyor musunuz? Zaten hayatın yükü omuzlarınızı ezmiyor mu? Zaten büyük  çabalar içinde değil misiniz? Bir tek fark yapacaksanız hayatınızda. Bu fark tüm  hayatınızı farklılaştıracak. Bu fark sayesinde sandığınızdan daha güçlü  olduğunuzu göreceksiniz. Devleşmiş insanlar gibi dahileşebileceğinizi  anlayacaksınız: Bitirmek. Başladığınız bir işi bitirinceye kadar devam  etmek; başarı budur.
Başarısızlıkların  pek çok nedeni vardır. Ama en önemli nedenini şimdi öğreniyorsunuz. Bu öyle bir  neden ki, diğer tüm kurallara uysanız bile bu kurala uymazsanız kesinlikle yolda  kalırsınız. Burada sözünü ettiğimiz neden sizinle savaşacak olan en son  düşmandır. 
Arzularsınız.  Hedeflerinizi planlarsınız. Duygularınızı şiddetlendirirsiniz. Çalışmaya  başlarsınız. Coşku ve heyecanınızı korursunuz. Ama bitiremediğinizde  yenik düşersiniz, tüm çabalarınızın bir anda sonuçsuz kaldığını  görürsünüz.
Bitirememek  yüzünden diktiğiniz gökdelen devrilir. Diplomalarınız ateşe verilir. Eserleriniz  kül olur. Yeniden başa dönmek zorunda kalırsınız. Milyonlarca insanın yaptığı  şudur: Bir eser inşa ederler. Eser ortaya çıkar. Harika bir çevre oluşur. Sonra  da bir bomba koyarlar yaptıkları işin temeline, her şey yıkılır. “Olmadı” der  adam. “Yapamıyorum” der. Yeniden, sıfırdan başlar. Her defasında başka bir  işe sıfırdan başlarsanız zirveye ne zaman çıkacaksınız?
"Temel"  fıkralarına güler misiniz? Temel ile Cemal yüzerek Amerika'ya gitmeye, böylece  bir dünya rekoru kırmaya sözleşirler. Trabzon'dan yola çıkarlar. İstanbul,  Çanakkale boğazlarını geçerler. Ege’yi, Akdeniz’i, Cebeli Tarık boğazını aşıp  okyanusun azgın sularına dalarlar. New York’un dev gökdelenleri, Amerikalıların  meşhur Hürriyet Anıtı belirir. Temel Cemal’e seslenir: “Cemal, ben yoruldum  uşağum. Geri döneyrum.” Gerçekten de geri döner. Bu fıkraya güler  geçeriz. Oysa çoğu zaman yaptıklarımız Temel’in yaptığından  farksızdır.
Bitmeyen  iş yapılmamış iş gibidir. Çünkü bitmediğinde amacına hizmet edemez.  Bitirmediğiniz hikaye yayınlanmaz. Tamamlamadığınız kitabı kimse okuyamaz.  Lastiklerini çıkardığınız veya direksiyonunu takmadığınız bir arabayı  kullanamazsınız.
Yaratılışı  analiz ettiniz mi? Eksik olan ne görebiliyorsunuz? İnsan vücudunun hangi parçası  eksik? Tamamlanan eserle tamamlanmayan eser arasında küçük bir fark vardır. Bu  küçük farkın ürettiği sonuç, olmakla olmamak arasındaki fark kadar büyüktür.  İnsanın boğazından küçük bir damarın kesilmesini küçümseyebilir misiniz? Tüm  vücuduna göre küçük olan o parça ortadan kalktığında tüm vücut ölür. Benzin  borusunu kestiğiniz arabayı yürütemezsiniz. Ne kadar iyi yapılırsa yapılsın,  tamamlanmayan iş can damarı kesilmiş vücut gibidir. En son çarkı  takılmamış olan saat, yok olan saatten farksızdır.
Üniversite  diploması uğrunda yıllarınızı verirsiniz. Son yıl içinde tek bir dersi terk  ederseniz sınıfta kalacaksınız. O dersi bitirmediğiniz sürece diplomanızı  alamayacaksınız. Görüyorsunuz: Tam olarak bitmeyenle hiç yapılmamış olan  arasında fark yoktur. Tam olarak bitmeyen iş hiç bitmeyecekse, hiç  yapılmayandan daha kötüdür. Çünkü zamanınızı, emeğinizi, sağlığınızı alıp  götürür.
Amerikalılar  araştırmışlar:  Dünya ticaretinin % 80’ini, üç defadan fazla teşebbüs edenler  ellerinde bulunduruyorlar. Biz aynı yolda yürümeye kaç defa  teşebbüs ediyoruz? Yola çıkıyorsunuz, bir darbe kuşatıyor sizi ruhunuzdan,  yıkılıyorsunuz. Vazgeçiyorsunuz. Eserinizi yetim bırakıyorsunuz. Olan bu değil  mi? Doğduktan sonra çocuğunu sokağa atan anne canavar değil midir? Eserlerimize  çoğu zaman yaptığımız budur.
Muhammed  Bozdağ'ın Düşün ve Başar adlı kitabının ana muhteviyatıdır.  
Bu  kitabı okumanızı tavsiye ederiz. İnanın çok şey kazandıracak sizlere.  

!—>!—>!—>!—>

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder