Atatürk ve Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal 1905 yılında kurmay yüzbaşı olarak İstanbul Harp Akademisinde mezun olduktan sonra çeşitli bölgelerde görev yaptı. 13 eylül 1911 yılında Genel Kurmay Başkanlığı 1. Şubeye tayin edildi. Harbiye Nazırı Şevket Paşa, Mustafa Kemal'in İttihat ve Terakki üyesi olduğunu bildiği için, aktif bir görev vermedi.
Trablusgarp Osmanlı devletinin Kuzey Afrika'da kalan son toprak parçasıdır. Trablusgarp 1551 senesinde Osmanlı Kaptanı Derya Sinan Paşa tarafından uygulanan kuşatma ile Malta Şovelyelerinden ele geçirilmiştir.
Trablusgarp Kuzey Afrika kıyılarında bu günkü Libya'nın başkenti olan şehirdir. Trablusgarp Savaşı, (1912) Dünya'da sanayi devriminin getirdiği hammadde ihtiyacının artmasıyla, yeni kaynaklar, yeni sömürü bölgeleri bulma gayreti neticesi ortaya çıkmış bir savaştır. İtalyan'lar Fransız ve İngilizler gibi sömürü elde etmek için arayışlar içindeydi. İtalyan'lar ilk önce Habeşistan'a saldırdılar başarılı olamadılar.
İtalya bölgesel olarak Akdeniz'in kuzeyinde, Trablusgarp ise güneyindedir. İtalya'ya yakınlığı nedeni ile İtalyan'lar gözlerini Osmanlı toprağı olan Trablusgarp'a dikmiştir. Saldırmak için bahane arayan İtalyan'lar; Traplusgarp'ın kendilerine çok yakın olduğunu İtalyan'ın doğal parçası olduğu gibi deli saçması bahaneler uydurdular. İtalyan'lar; İngiliz ve Fransız'lar ile gizli antlaşma yaparak bu savaşa karışmayacaklarını bildirdiler.
Mustafa Kemal ve arkadaşları Genel Kurmay Başkanlığında durumun vahim olduğunu, İtalyan'ların Traplusgarp'a saldırmak üzere olduğunu söyleseler de son derece savunmasız olan Trablusgarp ve Bingazi sancağı saldırılara açık müstakil yerlerdi. Mustafa Kemal ve arkadaşları Osmanlı devletinin buraları savunacak gücü olmadığını biliyordu. Fakat savaşlar sadece elde ki silahlar ile yapılmıyor. İyi bir örgütlenme de etkili bir silah gibiydi.
İtalyan'lar, Osmanlı devletinden Trablusgarp'ı kesin bir nota ile istediler ve ret cevabı aldılar. Gerek Balkanlar da gerekse başka bölgeler de baş gösteren savaş ve kaos nedeni ile Osmanlı hükümeti Trablusgarp'tan askerlerinin büyük bir bölümünü çekmiş ve az bir kuvvet bırakmıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları gönüllü olarak Trablusgarp'a gitmek istediklerini Genel Kurmay'a bildirdiler. Olumlu yanıt aldılar. Yapılacak şey belliydi. Yerli halktan gönüllü direnişçi bir ordu kurulacaktı. Direnişçi ordu kuruldu ve başarılı da oldu. Trablusgarp üç cepheye bölünmüştü, Mustafa Kemal Derne cephesi komutanıydı. İtalya bu savaşta başarılı olamamış, sadece kıyı şehri olan Traplusgarp kıyılarında kalmıştır. İtalyanlar başarısızlık üzerine Ege denizinde bulunan On iki adalara çıkartma yaptı. Fakat bir süre sonra oradan da def olup gideceklerdi.
Traplusgarp savaşı, Mustafa Kemal'in teşkilatlanma ve kumandanlık yeteneğinde olan üstün başarısını gösterdiği ilk yer olma özelliği taşır. Trablusgarp'a gitmek için sahte pasaport ve gazeteci Mustafa Şerif sahte adıyla 15 ekim 1911'de hareket etmiştir. Yanında kendisi gibi gönüllü Yakup Cemil bey, Naci bey ve Hakkı bey'de vardı. Yolda paraları bitti merkezden 300 lira para istediler. Merkez para olmadığını bildirdi. Para için Enver Paşa ile irtibat kurmaları istendi. Mustafa Kemal'in kefil olduğu bir senet ile 200 İngiliz Lirası bulundu ve devam edildi. Mustafa Kemal yolda hastalandı ve 15 gün hasta yattı. Dünya tarihinde ilk savaş uçağı bu savaşta kullanıldı, aynı zamanda ilk uçakta bu savaşta düştü ve pilotu esir alındı.
Derne'de çarpışmaların şiddetlendiği bir anda İtalyan uçağından atılan bombanın patlaması sonucu bir kireç taşı Mustafa Kemal'in sağ gözüne geldi ve yaralandı. Bir süre Kızılay çadırında tedavi olduktan sonra halkın örgütlenmesi için çeşitli görüşmeler de bulundular. Bu görüşmeler tehlikeli ve risklerle doluydu. Örgütlenme ve teşkilatlanma çalışmalarına devam edildi.
Uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak görev yapan, Kültür Bakanlığı’nda çalışan Doç. Dr. Hüner Tuncer yeni bir çalışmaya imza attı. Tuncer’in Tarihçi Kitabevi etiketiyle raflardaki yerini alan kitabının adı “Trablusgarp ve Balkan Savaşları (1911-1913)”. Tuncer, çalışmasında ilk olarak Trablusgarp Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’ni, bütün yanlarıyla Trablusgarp Savaşı’nı ve bu savaşta Mustafa Kemal’in rolünü ve etkisini aktarıyor: “Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in komutanlıktaki ve örgüt kurmadaki üstün niteliğini gösterdiği ilk savaş olmuştu!”
Trablusgarp Savaşı ve Mustafa Kemal’in rolü… Bu konu hakkında biraz bilgi verebilir misiniz, bu savaş ve Mustafa Kemal üzerindeki etkileri, önemi nelerdir?
Trablusgarp ile Balkan Savaşları, can çekişmekte olan Osmanlı Devleti'nin 20. yüzyılın başlarında önemli toprak kayıplarına uğradığı savaşlar olmuştu. Özellikle Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devleti, Avrupa'da elinde kalan son toprakları da yitirmiş ve bir Asya devleti konumuna indirgenmişti. Trablusgarp Savaşı'na gelince, Mustafa Kemal, genç bir komutan olarak bu savaşta önemli bir rol oynamıştı. Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal'in komutanlıktaki ve örgüt kurmadaki üstün niteliğini gösterdiği ilk savaş olmuştu.
Trablusgarp ile Balkan Savaşları, can çekişmekte olan Osmanlı Devleti'nin 20. yüzyılın başlarında önemli toprak kayıplarına uğradığı savaşlar olmuştu. Özellikle Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devleti, Avrupa'da elinde kalan son toprakları da yitirmiş ve bir Asya devleti konumuna indirgenmişti. Trablusgarp Savaşı'na gelince, Mustafa Kemal, genç bir komutan olarak bu savaşta önemli bir rol oynamıştı. Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal'in komutanlıktaki ve örgüt kurmadaki üstün niteliğini gösterdiği ilk savaş olmuştu.
Trablusgarp'ta bir “Mustafa Kemal ruhu uyandı” diyorsunuz. Bu ruhu anlatabilir misiniz?
Trablusgarp'ta yeni bir Türk ruhu uyanmaktaydı. “Mustafa Kemal Ruhu”, belki de ilk kez İtalyanlara karşı savaşan genç Osmanlı subaylarını sarmıştı. Batılılarca “hasta adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti, yeni bir ruhla canlanmış gibiydi. Enver, Mustafa Kemal ve arkadaşları, Hükümetin İtalya'ya savaş açmaktan çekinmesine karşın, bu savaşı kendi sorumlulukları altında ve Hükümetten bir şey beklemeksizin başlatmışlar ve başarıyla sürdürmüşlerdi. Trablusgarp Savaşı, bu bakımdan halkın savaşıydı. Trablusgarp zaferi, halkın hakları uğruna onun güvenini kazanmış olan genç komutanların kazandığı bir zaferdi. Trablusgarp Savaşı, az sayıdaki idealist Osmanlı subayının “onur savaşı” olarak tarihe geçti. Ancak, ne yazıktır ki Osmanlı Devleti, genç subayların başarılı mücadelesine sahip çıkamamış ve buradaki mücadele boşa gitmişti! Trablusgarp'taki bir avuç Osmanlı, İtalya'nın kendisinden çok üstün ve tam teçhizatlı ordusuna karşın, olağanüstü başarılar göstermiş ve düşman, yalnızca bazı noktalarda kıyı şeridinden en çok 3-4 kilometre içerilere kadar girebilmişti. Ancak Osmanlı Devleti, deniz gücü ve donanması olmadığından, İtalyanları denize döküp savaşı sona erdiremiyordu. Öte yandan, Akdeniz'in İtalyan donanmasının denetimi altında olması nedeniyle, Trablusgarp'a düzenli olarak asker ve savaş malzemesi göndermek de mümkün olamamıştı. Trablusgarp Savaşı, Osmanlı Devleti'nin donanmasının güçsüzlüğünü gözler önüne sermiş ve savaş boyunca donanmanın Çanakkale'ye hapsedilmiş olması, Osmanlı'dan ayrılmak için uygun fırsat bekleyen Balkan devletlerini de cesaretlendirmişti. İtalya, dolaylı olarak Balkan devletlerini Osmanlılara karşı savaşa kışkırtmış olmaktaydı.
Nedenleri, gelişmeleri ve sonuçlarıyla kısaca Balkan Savaşlarına değinebilir misiniz biraz da hocam?
Osmanlı-İtalya Savaşı, Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti'nden toprak taleplerini özendirmiş ve bu devletlerde taleplerinin kolaylıkla yerine getirilebileceği izlenimini uyandırmıştı. Böylece, 1912 Balkan İttifakı oluşturulmuş ve bunu Balkan Savaşları izlemişti. Osmanlı Ordusu, Balkan Savaşı arifesinde acınacak bir durumdaydı. Ordunun örgütü ve eğitimi yetersizdi. Alaylı subaylar ordudan çıkartılmış; ancak, okuldan yetişen subayların azlığı nedeniyle, alaylı subayların yerleri doldurulamamıştı. Ordunun geri hizmeti, iletişim ile sağlık hizmetleri de perişan denecek durumdaydı. Savaşın ilk günlerinde erler ve hatta komutanlar açlıktan feryat etmeye başlamıştı. Savaş sırasında telgraf iletişimi adeta durmuştu, çünkü telsiz telgraf makinelerini kullanabilecek kimse yetiştirilmemişti. Keşif uçakları pilot yokluğu nedeniyle kullanılamamaktaydı. Savaş sırasında ileri hatlar için hiçbir sağlık örgütü kurulmamış ya da bu doğrultuda hiçbir önlem alınmamıştı. Ünlü Osmanlı tarihçisi Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal'a göre, savaşın ilan edildiği gün Sadrazam ile Harbiye Nazırı, Osmanlı Ordusu'nun sayısı hakkında bile kesin bir bilgiye sahip değildi. Balkan Savaşı'nın başladığı sırada ordunun morali temelinden sarsılmıştı. Uzun süre silah altında tutulan erler askerlikten yılgınlık içerisindeydi. Ordunun çekirdeğini oluşturan Türk köylüsü sefalet içinde yaşamaktaydı. Bazı askerler savaşta düşmana teslim olmaktan bile çekinmemişti. Osmanlı Devleti'nin Rumeli vilayetlerinde yaşayan Müslüman halk askere alınmak istemiyordu. Örneğin, Priştine Arnavut tümeni savaş başlar başlamaz dağılmış; Arnavut yedeklerden bir tek askeri bile silah altına almak mümkün olamamıştı. Osmanlı Hristiyanları da askerliğe alışık değildi ve bunlar din kardeşlerine karşı silah kullanmak istemediklerinden, ilk fırsatta ordu saflarından kaçmıştı. Osmanlı Ordusu, Balkan Savaşı başlamadan önce yenilgiye adaylığını koymuştu denebilirdi.
“O GÜZELİM SELANİK’İ DÜŞMANA NASIL TESLİM EDEBİLDİNİZ?”
Balkan Savaşı'na ilişkin Mustafa Kemal'in öngörüsü ve düşünceleri nelerdi?
Mustafa Kemal, henüz bir kurmay yüzbaşı iken, Balkan Savaşı'nın çıkacağına kesin gözüyle bakıyordu. Kendisinin ifadesiyle, bunu anlamamak için ya cahil ya da ihanet içinde olmak gerekiyordu. O, bu savaştan güçlü bir şekilde çıkmak için harekât planları yapmış ve bunları hararetle savunmuştu. Mustafa Kemal'in planı şöyleydi: Batı Rumeli'de ordu, hem kuzeyden hem güneyden Vardar, Selanik, Manastır hattına çekilecek ve bu bölgede toplanacaktı. Bu strateji; komuta birliğini, kuvvetlerin merkezileştirilmesini ve daha sonra en gerekli ve tehlikeli düşman kolları üzerine belki de ayrı ayrı saldırmayı sağlayacaktı. Mustafa Kemal'in öngördüğü bu stratejinin temel özelliği, üstünlüğün tamamen Osmanlı Devleti'nin elinde bulunmasıydı. Bu planın çıkış noktasını, üstünlüğü elinde bulunduran tarafın zafere ulaşması ilkesi oluşturmaktaydı. Söz konusu stratejik hareketin Doğu Trakya bölümünde ise, önce Batı Trakya'da olduğu gibi, burada da Kırklareli-Edirne hattında kuvvetlerin toplanması ve sonra Bulgaristan'a toplu bir taarruzda bulunulması öngörülmekteydi. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu kent olan Selanik, 9 Kasım 1912'de, Osmanlı Devleti'nin güçsüzlüğü, savaş yönetmedeki yeteneksizliği ve çürümekte olan yapısı nedeniyle yitirilmişti. O büyük insan, doğduğu kenti yaşamı boyunca bir daha görmeyi istememiş ve Selanik'i Misak-ı Milli sınırları dışında tutmakta en ufak bir duraksama dahi göstermemişti!
Mustafa Kemal, henüz bir kurmay yüzbaşı iken, Balkan Savaşı'nın çıkacağına kesin gözüyle bakıyordu. Kendisinin ifadesiyle, bunu anlamamak için ya cahil ya da ihanet içinde olmak gerekiyordu. O, bu savaştan güçlü bir şekilde çıkmak için harekât planları yapmış ve bunları hararetle savunmuştu. Mustafa Kemal'in planı şöyleydi: Batı Rumeli'de ordu, hem kuzeyden hem güneyden Vardar, Selanik, Manastır hattına çekilecek ve bu bölgede toplanacaktı. Bu strateji; komuta birliğini, kuvvetlerin merkezileştirilmesini ve daha sonra en gerekli ve tehlikeli düşman kolları üzerine belki de ayrı ayrı saldırmayı sağlayacaktı. Mustafa Kemal'in öngördüğü bu stratejinin temel özelliği, üstünlüğün tamamen Osmanlı Devleti'nin elinde bulunmasıydı. Bu planın çıkış noktasını, üstünlüğü elinde bulunduran tarafın zafere ulaşması ilkesi oluşturmaktaydı. Söz konusu stratejik hareketin Doğu Trakya bölümünde ise, önce Batı Trakya'da olduğu gibi, burada da Kırklareli-Edirne hattında kuvvetlerin toplanması ve sonra Bulgaristan'a toplu bir taarruzda bulunulması öngörülmekteydi. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu kent olan Selanik, 9 Kasım 1912'de, Osmanlı Devleti'nin güçsüzlüğü, savaş yönetmedeki yeteneksizliği ve çürümekte olan yapısı nedeniyle yitirilmişti. O büyük insan, doğduğu kenti yaşamı boyunca bir daha görmeyi istememiş ve Selanik'i Misak-ı Milli sınırları dışında tutmakta en ufak bir duraksama dahi göstermemişti!
KORKUNÇ BOZGUNDU
Selanik'in yitirildiği haberini alan Mustafa Kemal, İstanbul'daki bir gazinoda bulunan subay arkadaşlarına şunları söylemekten kendini alıkoyamamıştı: “Nasıl yapabildiniz bunu? O güzelim Selanik'i düşmana nasıl teslim edebildiniz? O kadar ucuza nasıl satabildiniz?” Mustafa Kemal'in, Balkan Savaşları’na ilişkin görüşlerini şöyle özetlemek mümkündü: Balkan Savaşları korkunç bir bozgundu. Tarihte hiçbir ordu bu kadar kısa zamanda bu kadar kötü dağılmamıştı. Bunda öncelikle Merkezin ordular üzerindeki zaafının, etkisizliğinin, komutanlar ve birlikler arasındaki koordinasyon yokluğunun, ilk hareketlerin hedefsizliğinin, bu nedenle askerin moral çöküntüsü içinde olmasının, bilgisizliğin, yetersizliğin ve en önemlisi, politikanın ordu subayları arasında neden olduğu parçalanmanın önemli rolü olmuştu. Oysa Mustafa Kemal, özellikle ordunun politikadan ayrılmasını kendini feda edercesine savunmuştu. Mustafa Kemal'in görüşleri her zaman olduğu gibi doğru çıkmıştı. Politika, ordunun komuta kadrosunu parçalamış ve morali düşük birlikleri başıboş yığınlar haline getirmişti. Stratejik hatalar ve gerekli önlemlerin alınamaması savaşın yitirilmesine neden olmuş; vatanın en güzel parçaları elden gitmişti. Bunlar; Bulgaristan Doğu Rumelisi, Bosna-Hersek, Girit, Trablusgarp-Bingazi ve Doğu Trakya'nın dışında bütün Osmanlı Avrupası'ydı. Büyük Güçler, Balkan Savaşları sonucunda Avrupa barışının güçlenmesine katkıda bulunabilecek yeni bir siyasal dengenin kurulmasını amaçlamaktaydı. Oysa, bu beklentinin tam tersi gerçekleşmiş ve Balkan devletleri arasındaki çıkar çatışmaları çok daha büyük ölçekte bir savaşın, yani Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine yol açmıştı. Balkan Savaşlarının Osmanlılar üzerinde yapmış olduğu moral yıkıntı korkunçtu. İçlerinde Mustafa Kemal'in de bulunduğu bir avuç Osmanlı aydını, yeni bir kurtuluş ve kalkınma yolu aramaya başlamıştı. Bu aydınlar, Türk ulusçuluğunu uyandırmak için, Osmanlılığı ve hatta dinciliği bir yana bırakmakta ve yeni bir devletin düşünce temellerini oluşturmaktaydı.
Siz bir diplomatsınız, ülkemizin dış politikasını neler değerlendiriyorsunuz?
AKP'nin iktidara gelmesinden bu yana dış politikada Atatürkçü çizgiden ayrılınmış; belirli ilkeler doğrultusunda uzun vadeli ve istikrarlı bir dış politika izlemek yerine, gün be gün değişen, zikzaklarla dolu ve birbiriyle çelişen adımların atıldığı bir dış politika izlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bundan böyle başarılı ve itibarlı bir dış politika izlemek istiyorsa, mutlaka Atatürk'ün koymuş olduğu dış politika ilkelerini izlemeli ve bu doğrultuda bir politika uygulamalıdır. Ancak bu yolla Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası toplulukta hak ettiği itibarlı konuma sahip olabilecektir!
AKP'nin iktidara gelmesinden bu yana dış politikada Atatürkçü çizgiden ayrılınmış; belirli ilkeler doğrultusunda uzun vadeli ve istikrarlı bir dış politika izlemek yerine, gün be gün değişen, zikzaklarla dolu ve birbiriyle çelişen adımların atıldığı bir dış politika izlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bundan böyle başarılı ve itibarlı bir dış politika izlemek istiyorsa, mutlaka Atatürk'ün koymuş olduğu dış politika ilkelerini izlemeli ve bu doğrultuda bir politika uygulamalıdır. Ancak bu yolla Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası toplulukta hak ettiği itibarlı konuma sahip olabilecektir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder