bilgievlerim: PEYGAMBER EFENDİMİZ VE YAHUDİLER
Logo Design by bilgievlerim.blogspot.com
TÜRKİYE CANIM FEDA TÜRKİYE CANIM FEDA

Çevirci -Translate - Перевести


12 Nisan 2020 Pazar

PEYGAMBER EFENDİMİZ VE YAHUDİLER







Yahudi kelimesinin mânâsı nedir? Yahudilerin kısa geçmişi ve son peygamberle (sellallahu aleyhi ve sellem) ilgili beklentileri...


"YAHUDİ" KELİMESİNİN NEREDEN GELİYOR?
Yahudi kelimesi, Hazret-i Mûsâ’nın şeriatına tâbî olanlar mânâsında kullanılagelmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimizin döneminde yaşayan, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın şeriatına bağlı olan ve İsrailoğulları’nın devamı kabul edilen Yahudileri anlatmak için “yehûd”“hûd” ve “(ellezîne) hâdû” ifadeleri kullanılmıştır.
Müslüman âlimleri, “yehûd” ve “hûd” kelimelerini “tevbe edip hakka dönme” mânâsındaki hevd (hâde-yehûdu) fiiliyle irtibat kurmuşlardır. Onlara göre, yahudilere bu ismin verilmesinin sebebi, Hazret-i Mûsa devrinde buzağı heykeline tapan İsrailoğulları’nın daha sonra pişman olup tevbe etmeleridir. (Bkz: el-A’râf, 156) Bu konudaki diğer görüşler de Yehûd’un bir kabile ismi olması ile Hazret-i Yakub’un en büyük oğlu Yahuda’ya nisbetle bu isimle anıldıklarıdır.
Her ne şekilde olursa olsun, tarih boyunca ve günümüzde Yahudi denilince, Hazret-i Mûsâ’nın getirmiş olduğu Tevrat’ı kabul eden bir topluluk akla gelmektedir.







YAHUDİLERİN KISA GEÇMİŞİ
Yahudiler, kendilerinin “Allah tarafından seçilmiş bir millet” olduklarını kabul ederler. Kur’ân-ı Kerim’de İsrailoğullarından pek çok peygamber gönderildiği, bir zamanlar Allâh’ın yeryüzü hâkimiyetini kendilerine ihsan ettiği bildirilmiştir. Ancak onlar peygamberlerini öldürmüşler, kendilerine Allâh’ın vermiş olduğu lütuf ve nimetleri azgınlık ve taşkınlık yapmak yolunda kullanarak zulmetmişlerdir.
Hazret-i Dâvud ve Hazret-i Süleyman -aleyhimesselâm- gibi peygamberler döneminde dünya hâkimiyeti tesis etmelerine rağmen küfür, inkâr ve isyanları sebebiyle bu hâkimiyet dönemleri sona ermiş ve Allah tarafından üzerlerine zillet ve meskenet damgası vurulmuştur. Başkentleri olan Kudüs saldırıya uğramış, ellerindeki ilâhî emânetlerin bulunduğu sanduka (tabut) düşmanların eline geçmiştir.
Daha sonra çeşitli dönemlerde topraklarını istilâ eden düşmanlar tarafından horlanmış ve sürgüne mahkûm edilmişlerdir. Bilhassa Romalılar, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra hükmettiği topraklarda Yahudilerin yaşamasına müsaade etmemiş ve onları ölümle tehdit ederek Roma hâkimiyetinin bulunmadığı topraklara sürmüşlerdir. İşte bu dönemde Arabistan Yarımadası’na da pek çok Yahudi kabilesi gelmiştir. Bilhassa Medine ve çevresine yerleşen Yahudiler, bu topraklarda dünyaya gelecek son peygamberi beklemekteydiler.




YAHUDİLER SON PEYGAMBER'İ BEKLİYOR
Yahudiler, son peygamberin Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın evlatlarından olacağını biliyorlardı. Onun da Hazret-i Yakub’dan sonraki pek çok peygamber gibi kendi ırklarından geleceğini düşünüyorlardı. Bu sebeple ihtilafa düştükleri Mekkeli putperestlere sık sık, son peygamber geldiği zaman kendilerini perişan edeceklerini söylerlerdi. Bu yüzden gerek Mekke ve gerekse Medine halkı, onların dilinden “Son Peygamber” hakkında birçok mâlumât sahibi olmuşlardı.
Ama hesapları tutmadı. Kendi ilâhî kitaplarında da haber verildiği üzere, son peygamber, Hazret-i İbrâhim’in neslinden geldi. Ancak Hazret-i İshak, Hazret-i Yakub ve onların torunları kanalıyla değil; daha önce kendisinden hiçbir peygamber gönderilmemiş olan Hazret-i İsmâil -aleyhisselâm- soyundan…




Fakat soyunu, özelliklerini “kendi evlatlarından daha iyi bildikleri” bu son peygambere hemen îman etmeleri beklenirken, Yahudiler, büyük bir kıskançlık eseri olarak bu Peygambere ve O’nun ashâbına pek çok zorluk çıkardılar, önce sorularla bunaltmak, yalancı bir peygamber olduğunu iddia etmek istediler. Fakat cevabını aldıkları bütün sorular, kendi sahih bilgileriyle uyumlu olduğu gibi, onların hatalarını düzeltecek ve daha öte yeni mâlumatlar verecek seviyedeydi.
İlmî münâzaraları bu şekilde kaybedince, bilhassa hicreti tâkiben birçok siyasi karışıklığa giriştiler. Peygamber Efendimizi sûikastlarla katletmeye çalıştılar. Müslümanlarla yapmış oldukları “Medine Sözleşmesi”ni ihlâl ederek düşmanlıkta her yolu denediler. Netice itibariyle kendileriyle yapılan savaşlarda Medine yaşayan üç kabile, Medine’den uzaklaştırıldı. Hayber ve civarında yerleşmiş olan Yahudi kabileler de Müslümanlara karşı büyük bir cephe oluşturup savaşlara sebep olunca, onların da üzerine gidildi ve Arabistan Yarımadası, Yahudilerden temizlenmiş oldu.

"İNSAN ALLAH'IN HALÎFESİDİR" DEMEK NE ANLAMA GELİYOR?





Kâinâtın hâlıkı ve mâliki olan Allâh Teâlâ, kendi varlığını bilmesi, ibâdet ve tâatte bulunması ve yeryüzünü îmâr etmesi için mahlûkâtın en şereflisi olarak “insan”ı yaratmayı murâd etti.


Daha önce halkettiği ve sâdece ibâdetle vazîfelendir­diği meleklere bu ilâhî irâdesini şöyle beyân etti:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي اْلأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

“Hani Rabbin meleklere: «Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.» buyurmuştu. Melekler: «Bizler hamdinle Sen’i tesbîh ve takdîs edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, kanlar dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın?» dediler. Allâh da onlara: «Sizin bilemeyeceğinizi herhâlde Ben bilirim!» dedi.” (el-Bakara, 30)
Allâh’ın bu buyruğu karşısında melekler, hep birlikte:

قَالُوا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ





“«Yâ Rab! Sen’i her türlü noksan sıfatlardan tenzîh ederiz, Sen’in bize öğret­tiklerinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Alîm ve Hakîm[1] olan ancak Sen’sin!» dediler.” (el-Bakara, 32)
"İNSAN ALLAH'IN HALÎFESİDİR" NE ANLAMA GELİYOR?
Hilâfet, vekâlet gibi asâletin mukâbili olarak başkasına niyâbet etmek yâni az veya çok onun yerini tutarak onu temsil etmek demektir. Burada halîfe, vekil mânâsında olup, Allâh’ın irâdesini yeryüzünde temsîl eden, emir ve nehiylerini tatbîk eden kimse demektir. Buna göre insan, Allâh’ın nûrunu tamamlamasına bir vâsıta ve vesîle olacaktır.[2]
Vekâlet, aynı zamanda aslın nâibine bir şeref bahşederek onu tekrîm etmesidir. Cenâb-ı Hakk’ın peygamberlerini yeryüzünde halîfe kılması da bu kabîldendir. Zâten insana üflenen rûhta da, böyle bir emâret yâni bir yönetme vasfı bulunmaktadır. Yoksa bu hilâfet, hiçbir şekilde “ulûhiyete vekâlet” mânâsına gelmemektedir.
Bu âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hakk’ın meleklerle bir nevî müşâveresinden bahsediliyor ve Allâh Teâlâ bir halîfe yaratacağını beyân ettiğinde melekler âdeta kendilerinin buna daha lâyık olduklarını sezdirmeye çalışarak, Allâh’ı çokça tesbih ve tenzih ettiklerini öne sürüyorlar. Ancak Cenâb-ı Hak, “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurarak bir bakıma meleklerin bu tesbih ve tenzih husûsiyetlerinin hilâfet için kâfî gelmediğini, kendisinden bir sır yâni rûh üflenmesi keyfiyetinin ve esmâ tâliminin buna vesîle olacağını ifâde buyurmuş oluyor.
Dolayısıyla insan, bir îcâd bedîası, yâni ilâhî bir san’at hârikası olup hem zâhiri, hem de bâtını ile halîfeliğe lâyıktır. Allâh’ın hemen hemen bütün esmâsının kendisinde kâmil tecellîsi olan mükemmel bir varlıktır.




MELEKLERİN CENÂB-I HAKK’A SUÂL SORMALARININ HİKMETİ
  1. Melekler, insanın yaratılış hikmetinin ne olduğunu öğrenmek istemişlerdir. Yoksa bunu îtiraz olsun diye veya Hazret-i Âdem’e hasetlerinden dolayı yapmamışlardır. Zîrâ nassların bildirdiğine göre meleklerde Allâh’a isyan ve îtiraz etme vasfı, haset ve kin gibi kötü huylar bulunmaz.
  2. Meleklerin, insanın yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini levh-i mahfuzdan öğrenmiş olabilecekleri ihtimâli bulunmaktadır. Bu yüzden böyle bir suâl sormuş olabilirler. Nitekim bâzı kelâm âlimleri, meleklerin levh-i mahfûzu görüp okuyabildiklerini söylemişlerdir.[3]
  3. Hak Teâlâ daha önce bu durumu onlara bildirdiği için böyle bir suâl sormuş da olabilirler.
  4. Bir başka görüşe göre de melekler, cinlerin bozgunculuk ve fesad çıkardıklarını daha önceden bildikleri için bu suâli sormuşlardır.
Dipnotlar:  [1] Alîm: Ezelî ilmiyle, olmuş ve olacak her şeyi hakkıyla bilen. Hakîm: Bütün emir ve işleri yerli yerinde olan. [2] Nitekim Cenâb-ı Hak, İmâm-ı Âzam, İmâm Buhârî, Ahmed bin Hanbel Hazretleri, diğer mezhep imamlarımız ve tasavvuf büyüklerimiz gibi zâtları kıyâmete kadar dîninin devâmı için vesîle kılmıştır. [3] Bkz. Râzî, Tefsîr, XXXI, 114.


Kaynak: Fatma Nur Cihan, Şebnem Dergisi, 130. Sayı, Aralık 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Benzer Konular (Similar Topics)(Похожие темы)( Sujets similaires) ( Ähnliche Themen) (مواضيع مماثلة)